Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Içten Gelen Sağlik (1 Kullanıcı)

Fahretin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2008
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
59
EY HASTA KARDEŞLER !

SİZ GAYET FAYDALI VE HER DERDE DEVA VE HAKİKİ LEZZETLİ MUKADDES BİR EN İYİ ÇARE, EN İYİ İLAÇ İSTERSENİZ İMANINIZI GELİŞTİRİNİZ, İMANINIZI ARTIRINIZ.

RİSALE-İ NUR'DAN
 

ishakyakup

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Tem 2007
Mesajlar
549
Tepki puanı
21
Puanları
18
Yaş
45
Konum
Gebze
EY HASTA KARDEŞLER !

SİZ GAYET FAYDALI VE HER DERDE DEVA VE HAKİKİ LEZZETLİ MUKADDES BİR EN İYİ ÇARE, EN İYİ İLAÇ İSTERSENİZ İMANINIZI GELİŞTİRİNİZ, İMANINIZI ARTIRINIZ.

RİSALE-İ NUR'DAN

selamün aleyküm ;

imanımızı nasıl geliştirebiliriz..daha doğrusu imanımızı nasıl artırırız..

iman eksilir veya artar mi ki..?
 

isranurr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
814
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
EY HASTA KARDEŞLER !

SİZ GAYET FAYDALI VE HER DERDE DEVA VE HAKİKİ LEZZETLİ MUKADDES BİR EN İYİ ÇARE, EN İYİ İLAÇ İSTERSENİZ İMANINIZI GELİŞTİRİNİZ, İMANINIZI ARTIRINIZ.

RİSALE-İ NUR'DAN

SELAMÜN ALEYKÜM

AFFINIZA SIĞINARAK YAZIYORUM ABİ BENDEN EPEYCE BÜYÜKSÜNÜZ BAZI ŞEYLERDE KAFAM KARIŞIYO BEN NAMAZA BAŞLAYALI VE BİŞEYLER ÖĞRENME ÇABASINA GİRELİ 1,5-2 YIL OLDU.FAKAT BUNUN ÖNCESİNDE DE BEN İMANLIYDIM(YOKSA ÖYLE OLDUĞUMUMU SANIYORUM) ALLAHIN VARLIĞINA BİRLİĞİNE,KİTAPLARINA,MELEKLERİNE VS.İNANIYODUM HEP LAKİN İSLAMIN ŞARTLARINI YERİNE GETİRMİYODUM.ŞİMDİ BEN NAMAZA BAŞLAMAKLA ELİMDEN GELDİĞİNCE BİŞEYLER YAPARAK İMANIMI MI ARTTIRIYORUM?KONUYU AÇARMISIN ABİ İMAN ARTTIRMAK GELİŞTİRMEK NEDEMEK?
HAYIRLI CUMALAR
 

Fahretin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2008
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
59
S.A KARDEŞ;

Sorduğun soruyu şimdi cevap yazabildim. Kusura bakma. İşler bir anda yoğunlaştı.
Buradaki çoğaltmak, imanımızı kuvvetlendirmek anlamındadır. Bununla ilgili (İman) alıntı yazı aşağıdadır.

ALINTI YAZI
Kur’an’ı-Kerim’de Cenab-ı Hakk; her zaman Müslüman’ın ilim sahibi, tekamül eden, dinamik ve çalışkan, aynı zamanda da araştıran, ilim yapmış bir insan olarak tarif eder..İşde bu yüzden, ibadetlerinde bile araştıran, hikmetini öğrenen, bilen ve bilerek yapan insanların makbul olduğu defalarca anlatılmıştır.


Kur'an'ın muhatabı olan insanın, hayatını Kur'an'ın ilkelerine göre düzenlemesi için Kur'an'ı gereği gibi anlamak zorundadır. Çünkü Kur'an'ı anlamayan ne kendisini ne de hayatım anlayamaz. Kur'an'ın muhatabı olan akıl sahibi insanın durumu ne olursa olsun her şeyden önce Kur'an'ı anlaması şarttır.

Kur'an'ın Bazı Özellikleri

1- Şifadır. 17/82; 41/44.
"...De ki: "O, insanlar için, doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır..." (41/44)

2-Müjdedir. 16/89; 18/2; 27/2; 41/4; 46/12.
"Ta, Sin. Bunlar Kur'an'ın ve apaçık bir kitabın ayetleridir. Müminlere yol gösterici ve müjdedir. "(27/1,2)

3-.Kur'an doğruyu yanlıştan ayırandır: 2/185.
"Ramazan ayı ki, insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırdedip açıklayıcı olarak Kur'an o ayda indirilmiştir..." (2/185)

4- Kur'an Ruhtur: 42/52; 40/15.
"Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik." 42/52
Bu özellikler göz önünde bulundurularak bir tanım yapılacak olursa: KUR'AN: Allah tarafından insanlar için öğüt, hatırlatma, uyan; müminler için hidayet, şifa, rahmet ve müjde; kafirler için körlük; ayetleri sağlamlaştırılmış ve açıklanmış; doğruyu yanlıştan ayıran, kendinden önceki kitapları doğrulayan, türlü misaller içeren, Hz. Muhammed'e parça parça vahyedilmiş, nur, ruh, apaçık, Arapça, şerefli, hikmetli, mübarek, değerli, benzersiz, kitaptır.



İmanın dindeki anlamı, Peygamberimizi Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde tasdik etmek ve yürekten inanmaktır. Bunda artma ve eksilme söz konusu değildir. Daha açık bir ifade ile bir kimse iman esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmasa, meselâ imanın esaslarından olan peygamberlere inanıp öldükten sonra dirilmeye inanmasa veya namazın farz olduğunu kabul edip zekâtın farz olduğuna inanmasa bu kimse mü'min olmaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Bu noktada imanın gerçekleşmesi için hiç kimse arasında hatta peygamber olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Bir kimse ya inanmıştır veya inanmamıştır.
Ancak imanın kuvvetli ve zayıf olması açısından farklılık vardır. Peygamberimizin imanı ile her hangi birimizin imanı kuvvetlilik açısından aynı değildir. İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna âyet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
“Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (Enfal, 8/2.)
İmanın kuvvet ve zayıf kabul edeceğine İbrahim (a.s.)'ı örnek vermek mümkündür. 0, Allah'ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir peygamber olduğu halde şöyle demişti:

– Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster. Allah ona:

– Yoksa inanmadın mı? buyurdu. İbrahim:

– İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın (için istiyorum) dedi. (Bakara, 260.)

Böylece Hz. İbrahim, görmeden inandığı bu olayı gözleri ile gördükten sonraki imanının daha kuvvetli olacağı ifade edilmiştir.
Peygamberimiz buyuruyor:
“Uyuduğum esnada insanların bana arz olunduğunu gördüm. Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi memelere varıyor, kimi daha kısa idi. Ömer el-Hattab da bana arzolundu üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.” Peygamberimize:

– Ey Allah'ın Resûlü, bunu ne ile te'vil (yani tabir) ettin? diye sordular.

Peygamberimiz:

– Din ile cevabını verdi.” (Buhari, İman, 15; Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahâbe, 2.)

Peygamberimize rüyada, üzerlerinde değişik uzunlukta gömlek olan insanlar gösterildi. Bu arada Hz.Ömer'in üzerindeki gömlek o kadar uzundu ki etekleri yere sürüyordu. Bunu ne ile tabir ettiği peygamberimize sorulduğunda, bunu din ile dinin kemali ile tabir ettiğini ifade etmiştir. Bu da âyet-i kerimeler gibi imanda kuvvet yönünden herkesin eşit olmadığını göstermektedir.
Diğer taraftan imanın artıp eksilmesi meselesi, ilm-i kelâmda münakaşaya sebep olmuştur. Tartışmalı bir konudur. İman, artmaz eksilmez demişler. İmanın yaptığı iş artar eksilir...
Nasıl ki Allah'ın rahmeti her yere yağan yağmur gibidir; fakat o yağmurdan kimisi kaya gibi az faydalanır, kimisi toprak gibi çok faydalanır, iman da böyledir.
Ameller, imanın rüknü değildir. Yani imanın gücü amellerle ölçülmez. İman, manevî bir değerdir. Tartılmaz. Kimin imanı az, kimin imanı çok bilinmez. Arapçada zahirî, Latincede objektif derler; yani dış görünüş. Arapçada batınî, Latincede sübjektif derler; yani içe ait... İman, sübjektif bir olaydır. İçe aittir.
İman insan içindir. Her insanın fıtratında bir şeye iman etme ihtiyacı vardır. Budistler heykele, Hintliler ineğe, natüralistler tabiata, Müslümanlar Allah'a iman eder.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki:
İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allahü Teâlâ'nın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak; amellerden, işlerden dolayı imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalma olmaz.
Kur'an-ı Kerim'de mealen buyuruluyor ki:
Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu hazırladı, aman onlardan kendinizi koruyun!" dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." demişlerdir. (Al-i İmran; 173)
"Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan (münafıklardan) bir kısmı, (alay ederek); "Bu sure hanginizin imanını artırdı acaba?" diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını, yakînini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler." (Tevbe; 124)
İlim, er geç insanı imana götürür. İman, insanı ilimle meşgul olmaya zorlar. Diyorlar ki; "Biz menfaatimiz için ilim tahsil ettik. O ilim bizi Allah'a götürdü." Volter diyor ki; "Allah inancı olmasa pek çok şeyi anlayamayız, anlatamayız. Mesela etten yapılan beyin, nasıl problem çözüyor?" Anlıyoruz ki iman, ilimle bütünleşirse daha iyi anlaşılır. Bir tıp öğrencisi insan vücudunu öğrenirken iki türlü düşünür.
1) Benim vazifem, insan vücudunu öğrenmektir.
2) Bu insanın vücuduna telefon telleri gibi sinirleri, su şebekesi gibi kan damarlarını döşeyen Allah'tır.
İşte böyle düşünceler imanı yüksek mertebelere ulaştırır. İman aynen duruyor amma, boyut değiştiriyor.
Su, her yerde su... İnsan vücudunda akan kanın çoğu su, ağacın gövdesinde dolaşan, su. İçtiğimiz su, su... Denizler, su. Fakat tesirleri başka başka.
Tefekkür, fikir demektir. Yani düşünmek... Bizim her hücremizle tek tek uğraşan Allah'tır.
Tefekkürün imana çok katkısı vardır. İnsana Yaratan'ı buldurur.
Haramlar 'is'e benzer. Nasıl ki is, ampule yapışa yapışa ışığın dışarıya çıkmasına engel olur, haramlar da kalbe yapışa yapışa imanın nuruna engel olur. İbadet, imanı korur. İbadeti, lambanın camına benzetebiliriz. O cam kırılırsa lamba söner...
İmanda Mertebe ve Gelişme Söz Konusu mudur?
Bir çekirdek, nasıl büyüyüp ağaç olana kadar büyük bir gelişme ve inkişaf gösteriyorsa, îman da öyledir. İslâm âlimleri, imânı önce iki mertebeye ayırmışlardır:
1- Taklidî îman, 2- Tahkikî îman...
Taklidî İman: Ana - babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mes'ele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şüphe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir:
Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün mes'eleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir. Tahkikî îmanın da pek çok mertebesi vardır. Bu mertebeleri İslâm âlimleri başlıca üç kısma ayırmışlardır:
1 - İlme'l-yakîn mertebesi: İmânî mes'eleleri ilmen, tam teferruat ve tafsilâtıyla, delilleriyle bilmek ve inanmaktır.
2 - Ayne'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri gözle görmüş, doğruluklarını bizzat müşahede etmiş gibi bilmek ve inanmaktır. Gözle görmekle ilmen bilmek, insana kanaat vermesi bakımından çok farklıdır. İnsan bir şey'i tereddütsüz, kesin olarak bilebilir, ama bir de gözleriyle görünce kanâatı kat kat artar. Amerika'nın varlığını ilmen bilmekle, bizzat görmek gibi... İşte îmanın ayne'l-yakîn mertebesi de, îman esaslarına gözle görmüş kat'iyetinde inanma hâlidir.
3 - Hakka'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri görmekten ayrı, bizzat yaşayarak, içine girerek kabûl ve idrâk etmek demektir. İmanın bu üç mertebesini îzah bakımından şöyle bir misal verilmektedir: Bir yerden duman yükseldiğini uzaktan görmekle insan bilir ki, o yerde ateş yanmaktadır. Dumanı görmek suretiyle ateşin varlığını bilmek, ilme'l-yakîn inanmaktır. Sonra, duman çıkan yere gidip ateşi gözümüzle gördüğümüzü farzetsek, bu da ateşin varlığına ayne'l-yakîn inanmaktır. Bir de ateşin bizzat yakınına gidip sıcaklığını hissetmek, elimizi aleve doğru tutup yakıcılığını duymak suretiyle ateşin varlığını bilmek vardır ki, buna da hakka'l-yakîn inanma denilir
 

isranurr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
814
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Aleyküm Selam

Yazinin çiktisini Aliyorum Müsait Zamanimda Okuycam.allah Razi Olsun.kafama Takilan Bişey Olursa Yine Yazarim.allaha Emanet Olun
 

Fahretin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2008
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
59
A.S. KARDEŞİM
HAYIRLI CUMALAR. BUGÜN "CİNİLİ CAMİSİNDE (DAVUTPAŞ/İST) CUMAMIZI KILDIK. BU CAMİDE HER CUMA, NAMAZDAN ÖNCE ÜNLÜLERDEN BİR HOCALARIMIZ GELİR VE BİZLERİ BİLGİLENDİRİRLER . GEÇTİMİZ HAFTARADA MİNİR ARIKAN BELDİ. BU CUMAYADA SANATCI YAŞAR ALPTEKİN GELDİ. BUNLARIN SÖYLEDİKLERİ ORTAK SÖZLER: DÜNYADA MUTLULUĞU HUZURU BOLLUK VE BEREKET İÇİN VE DE SAĞLIMIZ İÇİN İSLAMIN ÖĞRETİLERİN YAŞAMINIZA UYGULAYIN DİYORLAR. ALLAH (C.C) RAZI OLSUN.
DEĞERLİ KARDEŞİM, NAMAZA BAŞLAMAKLA ŞU ANDA İMANINI KUVVETLENDİRİYORSUN.
BURADA "ARTIRMAK" KELİMESİNİ KULLANMADIM. BUNUNLA İLGİLİ ALINTI YAZIYI EKTE SUNUYORUM.
YANLIZ ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEYİ SENİNLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM..ÜZÜN SÜRE KÖYDE YAŞADIMVE VE ORADA İMANIN ŞARTLARIDAN OLAN NAMAZIMI KILIYOR VE KURANIMI DA OKUYORDUM. DAHA SONRA 24 YAŞINDA İSTANBULA GELDİM. ARTIK İMANIN ŞARTLARINI YERİNE GETİRMEMEYE BAŞLADIM...ARTIK İŞLERİM, YAŞAMIM İYİ GİTMİYORDU. ÇOK MUTSUZDUM. BU 4, 5 YIL HEP BÖYLE DEVAM ETTİ. DAHA SONRA FELSEFE KİTAPLARI OKUMAYA BAŞLADIM. HUZURU, MUTLULUĞU ANLATAN, SAĞLIMIZA NASIL KAVUŞURUZ GİBİ YAZILAN KİTAPLARI OKUDUM. ANLATILAN KONULAR GÜZELDİ. AMA BURADA BİR ŞEYİN FARKINA VARDIM. BU YAZILAN, ANLATILAN KONULAR ZATEN BİZİM KİTABIMIZDA VE HADİSLERDE VAR OLDUĞUNU GÖRDÜM. HEM DE BİR TEK "KELİMESİNDE" BİR KİTAP YAZILACAK KADAR ÇOK.
KİTABIMIZ VE AYETLERDE:
- "Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir kitaptır." (Bakara Suresi, 2)
HEM AHİRETTE HEM DE DÜNYADA REHBERİMİZDİR.
KOMŞULARINIZI ZİYARET EDİN, YARDIMLAŞIN BİRBİRNİZİ SEVİN, AİLENİZE ÖNEM VERİN, DÜNYA MALINA KANMAYIN GİBİ BİRÇOK AYETLER VARDIR. BUNLARDAN DAHA GÜZEL BİR ŞEY OLABİLİR Mİ?
BİR GÜN GEÇELEYİN YOLDA YEĞENİM İLE EVE GELİRKEN AY IŞIĞI O KADAR GÜZEL YÖRÜNÜYORDU Kİ, YEĞENİM BANA "AMCA O AY ORDAN DÜŞMEDEN NASIL DURUYOR DİYE SORDU?
İÇİMDEN BEN DE, RABBİM NE KADAR BÜYÜKSÜN DİYE MİTHİŞ BİR SEVĞİ OLUŞTU. BU AYIN ORADAKİ DURUŞU KARŞISINDA "RABBİME İNANCIM KUVVETLENDİ"
GÜZEL KARDEŞİM, HUZURDA, MUTLULUKTA VE SAĞLIKTA GEÇ KALMA. BUNLARI GÜZEL İSLAM KİTAPLARIMIZI OKUYARAK SAĞLAYABİLİRSİN.
ALINTI YAZI
Kur’an’ı-Kerim’de Cenab-ı Hakk; her zaman Müslüman’ın ilim sahibi, tekamül eden, dinamik ve çalışkan, aynı zamanda da araştıran, ilim yapmış bir insan olarak tarif eder..İşde bu yüzden, ibadetlerinde bile araştıran, hikmetini öğrenen, bilen ve bilerek yapan insanların makbul olduğu defalarca anlatılmıştır.


Kur'an'ın muhatabı olan insanın, hayatını Kur'an'ın ilkelerine göre düzenlemesi için Kur'an'ı gereği gibi anlamak zorundadır. Çünkü Kur'an'ı anlamayan ne kendisini ne de hayatım anlayamaz. Kur'an'ın muhatabı olan akıl sahibi insanın durumu ne olursa olsun her şeyden önce Kur'an'ı anlaması şarttır.

Kur'an'ın Bazı Özellikleri

1- Şifadır. 17/82; 41/44.
"...De ki: "O, insanlar için, doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır..." (41/44)

2-Müjdedir. 16/89; 18/2; 27/2; 41/4; 46/12.
"Ta, Sin. Bunlar Kur'an'ın ve apaçık bir kitabın ayetleridir. Müminlere yol gösterici ve müjdedir. "(27/1,2)

3-.Kur'an doğruyu yanlıştan ayırandır: 2/185.
"Ramazan ayı ki, insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırdedip açıklayıcı olarak Kur'an o ayda indirilmiştir..." (2/185)

4- Kur'an Ruhtur: 42/52; 40/15.
"Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik." 42/52
Bu özellikler göz önünde bulundurularak bir tanım yapılacak olursa: KUR'AN: Allah tarafından insanlar için öğüt, hatırlatma, uyan; müminler için hidayet, şifa, rahmet ve müjde; kafirler için körlük; ayetleri sağlamlaştırılmış ve açıklanmış; doğruyu yanlıştan ayıran, kendinden önceki kitapları doğrulayan, türlü misaller içeren, Hz. Muhammed'e parça parça vahyedilmiş, nur, ruh, apaçık, Arapça, şerefli, hikmetli, mübarek, değerli, benzersiz, kitaptır.



İmanın dindeki anlamı, Peygamberimizi Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde tasdik etmek ve yürekten inanmaktır. Bunda artma ve eksilme söz konusu değildir. Daha açık bir ifade ile bir kimse iman esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmasa, meselâ imanın esaslarından olan peygamberlere inanıp öldükten sonra dirilmeye inanmasa veya namazın farz olduğunu kabul edip zekâtın farz olduğuna inanmasa bu kimse mü'min olmaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Bu noktada imanın gerçekleşmesi için hiç kimse arasında hatta peygamber olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Bir kimse ya inanmıştır veya inanmamıştır.
Ancak imanın kuvvetli ve zayıf olması açısından farklılık vardır. Peygamberimizin imanı ile her hangi birimizin imanı kuvvetlilik açısından aynı değildir. İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna âyet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
“Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (Enfal, 8/2.)
İmanın kuvvet ve zayıf kabul edeceğine İbrahim (a.s.)'ı örnek vermek mümkündür. 0, Allah'ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir peygamber olduğu halde şöyle demişti:

– Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster. Allah ona:

– Yoksa inanmadın mı? buyurdu. İbrahim:

– İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın (için istiyorum) dedi. (Bakara, 260.)

Böylece Hz. İbrahim, görmeden inandığı bu olayı gözleri ile gördükten sonraki imanının daha kuvvetli olacağı ifade edilmiştir.
Peygamberimiz buyuruyor:
“Uyuduğum esnada insanların bana arz olunduğunu gördüm. Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi memelere varıyor, kimi daha kısa idi. Ömer el-Hattab da bana arzolundu üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.” Peygamberimize:

– Ey Allah'ın Resûlü, bunu ne ile te'vil (yani tabir) ettin? diye sordular.

Peygamberimiz:

– Din ile cevabını verdi.” (Buhari, İman, 15; Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahâbe, 2.)

Peygamberimize rüyada, üzerlerinde değişik uzunlukta gömlek olan insanlar gösterildi. Bu arada Hz.Ömer'in üzerindeki gömlek o kadar uzundu ki etekleri yere sürüyordu. Bunu ne ile tabir ettiği peygamberimize sorulduğunda, bunu din ile dinin kemali ile tabir ettiğini ifade etmiştir. Bu da âyet-i kerimeler gibi imanda kuvvet yönünden herkesin eşit olmadığını göstermektedir.
Diğer taraftan imanın artıp eksilmesi meselesi, ilm-i kelâmda münakaşaya sebep olmuştur. Tartışmalı bir konudur. İman, artmaz eksilmez demişler. İmanın yaptığı iş artar eksilir...
Nasıl ki Allah'ın rahmeti her yere yağan yağmur gibidir; fakat o yağmurdan kimisi kaya gibi az faydalanır, kimisi toprak gibi çok faydalanır, iman da böyledir.
Ameller, imanın rüknü değildir. Yani imanın gücü amellerle ölçülmez. İman, manevî bir değerdir. Tartılmaz. Kimin imanı az, kimin imanı çok bilinmez. Arapçada zahirî, Latincede objektif derler; yani dış görünüş. Arapçada batınî, Latincede sübjektif derler; yani içe ait... İman, sübjektif bir olaydır. İçe aittir.
İman insan içindir. Her insanın fıtratında bir şeye iman etme ihtiyacı vardır. Budistler heykele, Hintliler ineğe, natüralistler tabiata, Müslümanlar Allah'a iman eder.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki:
İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allahü Teâlâ'nın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak; amellerden, işlerden dolayı imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalma olmaz.
Kur'an-ı Kerim'de mealen buyuruluyor ki:
Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu hazırladı, aman onlardan kendinizi koruyun!" dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." demişlerdir. (Al-i İmran; 173)
"Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan (münafıklardan) bir kısmı, (alay ederek); "Bu sure hanginizin imanını artırdı acaba?" diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını, yakînini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler." (Tevbe; 124)
İlim, er geç insanı imana götürür. İman, insanı ilimle meşgul olmaya zorlar. Diyorlar ki; "Biz menfaatimiz için ilim tahsil ettik. O ilim bizi Allah'a götürdü." Volter diyor ki; "Allah inancı olmasa pek çok şeyi anlayamayız, anlatamayız. Mesela etten yapılan beyin, nasıl problem çözüyor?" Anlıyoruz ki iman, ilimle bütünleşirse daha iyi anlaşılır. Bir tıp öğrencisi insan vücudunu öğrenirken iki türlü düşünür.
1) Benim vazifem, insan vücudunu öğrenmektir.
2) Bu insanın vücuduna telefon telleri gibi sinirleri, su şebekesi gibi kan damarlarını döşeyen Allah'tır.
İşte böyle düşünceler imanı yüksek mertebelere ulaştırır. İman aynen duruyor amma, boyut değiştiriyor.
Su, her yerde su... İnsan vücudunda akan kanın çoğu su, ağacın gövdesinde dolaşan, su. İçtiğimiz su, su... Denizler, su. Fakat tesirleri başka başka.
Tefekkür, fikir demektir. Yani düşünmek... Bizim her hücremizle tek tek uğraşan Allah'tır.
Tefekkürün imana çok katkısı vardır. İnsana Yaratan'ı buldurur.
Haramlar 'is'e benzer. Nasıl ki is, ampule yapışa yapışa ışığın dışarıya çıkmasına engel olur, haramlar da kalbe yapışa yapışa imanın nuruna engel olur. İbadet, imanı korur. İbadeti, lambanın camına benzetebiliriz. O cam kırılırsa lamba söner...
İmanda Mertebe ve Gelişme Söz Konusu mudur?
Bir çekirdek, nasıl büyüyüp ağaç olana kadar büyük bir gelişme ve inkişaf gösteriyorsa, îman da öyledir. İslâm âlimleri, imânı önce iki mertebeye ayırmışlardır:
1- Taklidî îman, 2- Tahkikî îman...
Taklidî İman: Ana - babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mes'ele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şüphe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir:
Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün mes'eleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir. Tahkikî îmanın da pek çok mertebesi vardır. Bu mertebeleri İslâm âlimleri başlıca üç kısma ayırmışlardır:
1 - İlme'l-yakîn mertebesi: İmânî mes'eleleri ilmen, tam teferruat ve tafsilâtıyla, delilleriyle bilmek ve inanmaktır.
2 - Ayne'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri gözle görmüş, doğruluklarını bizzat müşahede etmiş gibi bilmek ve inanmaktır. Gözle görmekle ilmen bilmek, insana kanaat vermesi bakımından çok farklıdır. İnsan bir şey'i tereddütsüz, kesin olarak bilebilir, ama bir de gözleriyle görünce kanâatı kat kat artar. Amerika'nın varlığını ilmen bilmekle, bizzat görmek gibi... İşte îmanın ayne'l-yakîn mertebesi de, îman esaslarına gözle görmüş kat'iyetinde inanma hâlidir.
3 - Hakka'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri görmekten ayrı, bizzat yaşayarak, içine girerek kabûl ve idrâk etmek demektir. İmanın bu üç mertebesini îzah bakımından şöyle bir misal verilmektedir: Bir yerden duman yükseldiğini uzaktan görmekle insan bilir ki, o yerde ateş yanmaktadır. Dumanı görmek suretiyle ateşin varlığını bilmek, ilme'l-yakîn inanmaktır. Sonra, duman çıkan yere gidip ateşi gözümüzle gördüğümüzü farzetsek, bu da ateşin varlığına ayne'l-yakîn inanmaktır. Bir de ateşin bizzat yakınına gidip sıcaklığını hissetmek, elimizi aleve doğru tutup yakıcılığını duymak suretiyle ateşin varlığını bilmek vardır ki, buna da hakka'l-yakîn inanma denilir.


 

Fahretin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2008
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
59
Allah Arzi Olsun Sizden De. Sizler Gibi Kardeşleri Gördükce Imanimiz Daha Da Kuvvetleniyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt