Biz Kime Benziyoruz?
Ahmet Başer
Hendek savaşında üstün zekâsıyla savunma taktiği veren, on kişinin kazdığı hendeği aynı sürede tek başına kazabilen seçkin sahabi Selman-ı Farisî’yi Ensar ve Muhacir “O bizdendir” diyerek paylaşamıyorlardı. Allah Resulü (s.a.v.) Ensar ve Muhacir arasındaki bu tatlı çekişmeyi görerek, hem bu işi tatlıya bağlamak, hem de Selman’ı taltif etmek üzere şöyle dedi: “Selman bizdendir, ehl-i beyttendir”Bu söz hem ortamı rahatlatmış, hem de Selman (r.a.)’ı mutlu etmişti.
Çocukluğunda ateşperest, sonra Hristiyan, daha sonra köle olan ve sonunda Medine’de Peygamberimizi görüp, Farslılardan ilk Müslüman olma şerefine nail olan Selman (r.a.) hangi özellikleriyle Efendimizin ailesi arasına katılma şerefine nail olmuştu? İşte Selman’ı yücelten örnek vasıflarından bazıları:
Hz. Ömer devrinde Medâyin’e vali olan Selman (r.a.) yönetim işleri için kendine bir büro, makam edinmedi. İşlerini duvar gölgelerinde hallederdi.
Vali olduğu halde, kendisi için bir ev yapmak isteyenlere: “Elimi uzattığımda tavanına, yatıp uzandığımda duvarına ayaklarım değecek kadar olsun” demişti.
Vali olduğu halde, kıyafeti o kadar fakirâne idi ki görenler onu hamal sanır, yüklerini taşıtırlardı. Selman (r.a.) gayet memnuniyetle yükleri taşırdı.
Devlet hazinesinden para almaz, eliyle ördüğü sepetlerin kazancıyla geçinirdi. Bir dirheme aldığı kamış parçalarını sepet olarak örer, 3 dirheme satar, birini hammadde borcuna, birini çoluk çocuğunun rızkına, birini de infâka ayırırdı.
Selman (r.a.) manevi kardeşi Ebu Derdâ (r.a.)’a ibadette züht ve takvânın orta yolunu göstermiş, “Kardeşim Allah’ın senin üzerinde bir hakkı var, bedeninin hakkı var, ailenin hakkı var, her hak sahibine hakkını vermelisin” diyerek, ibadet edeceğim diye çoluk çocuğunu ihmal eden kardeşine yol göstermişti.
Kısacası Selman (r.a.) ibadette, takvâda, tevazuda, dünyaya gönül bağlamamakta, güzel ahlâkta her haliyle Rasulullah Efendimize (s.a.v) benzemek istemiş ve ehl-i beytten olma şerefine nail olmuştu. Maneviyatta Hz. Ebu Bekir efendimizden sonra silsilede yerini almıştı.
Peki biz kime benziyoruz?
İşyerlerimizdeki lüks teşrif edilmiş bürolarla kime benziyoruz?
Evlerimizdeki her geçen gün artan lüks ve ihtişamla kime benziyoruz?
Kılık-kıyafetimizle kime benziyoruz?
Yemede-içmede yaptığımız israflarla kime benziyoruz?
Biriktirdiğimiz dünyalıklarla kime benziyoruz?
İbadet hayatımız kime benziyor?
Ahlâkımız kime benziyor?
Düşünelim… Ya da bu soruları başka türlü soralım:
Hiçbir Hıristiyanın, “nasıl olsa et yiyoruz, Kurban bayramında Müslümanları taklit edelim de hayvan keselim” dediğini duyan var mı?
“Soğukta üşüyoruz, nasıl olsa giyiniyoruz, bari Müslümanlar gibi sıkıca giyinelim” diyen Hıristiyan kadın gören var mı?
“Eğlence için bahane arıyoruz, Hicrî takvime göre yılbaşına denk gelen günde biz de eğlence yapalım” diyen Hıristiyan, Yahudi veya başka bir dinde bir insana rastlayan var mı? Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.
Önümüzde, sevgili Peygamberimiz ve O’nun yetiştirdiği, her biri yıldız şahsiyet olan Ashâb-ı Kiram model olarak dururken biz kime benzeyelim?
“Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadis-i şerîfi Allah Resulünü, Ashâb-ı Kiram’ı ve Allah dostlarını sevenler için müjde olduğu gibi, yaşantısında gayri müslimlere benzemek isteyenlere de tehdit değil midir?
İbadette bile Yahudilere benzememek için, Âşûra günü oruç sayısını değiştiren bir Peygamberin ümmeti olarak,
yaşantımızda gayri Müslimleri taklit edersek, yarın Resûlullah’tan hangi yüzle şefaat isteyeceğiz? Cenâb-ı Hâk bizleri şaşırtmasın, her iki cihanda dostlarıyla beraber olmayı nasip eylesin.