Dünyada bir kişi yoktur ki hayatında bir kez dahi hayal kırıklığı yaşamamış olsun. Bu kadar çok yaşanan ve değişik şekillerde sıklıkla başa gelen bir durumken hayal kırıklığı neden insanda büyük bir yıkım yaratır?
Aslında bunun o kadar çok nedeni vardır ki; her neden, herkes için farklıdır. Herkesin kendince söyleyecek sözleri, anlatacak hikâyeleri vardır derinlerinde. Fakat bazen iki farklı insanın benzer aynı olayı yaşamalarına rağmen, yaşadıkları hayal kırıklığı karşısında verdikleri tepkinin farklı olması çok düşündürücü değil midir?
Bazen aynı aileden iki kardeş aynı anda travmatik bir olay yaşıyor ve yaşanılan bu olay karşısında bir tanesi yıkılıyor, derinden sarsılıyor, bir diğeri ise bütün aileyi ayakta tutmaya çalışıyor. Yaşanılan şiddetli durumla başa çıkabiliyor ve bir şekilde ayakta kalıyor ve hayatını kaldığı yerden devam ettirebiliyor. Kendinde yaşama gücü buluyor, yaşamak için nedenleri oluyor. Peki neden?
Bu soru Van’da yaşanan büyük depremle beraber zihnimi daha fazla meşgul etmeye başladı. Çünkü kimi insan büyük kayıplar yaşamış olmasına rağmen, hayatını bir yerden devam ettirme gücünü kendinde bulurken, kimi de yaşanan büyük yıkım karşısında hayal kırıklığı, endişe hali, panik atak nöbetleri ve depresyon belirtileri gösterebilmektedir. Bu belirtiler karşısında insan kendini güçsüz, yorgun, yetersiz, hasta gibi hissedebilmektedir…
Bu tarz ruhsal sıkıntıları olan kişinin bağ kurabileceği yakınlarının olması, arkadaşlarının olması, destek alması, zor koşullarda toparlanması için oldukça önemlidir. Eğer kendi için yardım çağrısında bulunabilecek yakınları varsa psikolojik ve ya medikal destek alabilir. Öbür türlü insan kendi yıkımıyla tek başına baş etmekte zorlanabilir.
Bilinen çok önemli bir şey var ki yaşanan büyük deprem karşısında herkesin el ele vererek hiç bir karşılık beklemeksizin yardımlaşması çok muhteşem bir olay. Sanki anne –çocuk arasında kurulan karşılıksız sevgi bağının, makromize edilmiş hali gibi. Çünkü hiç tanımadığımız, kim olduğunu bilmediğimiz insanlara nerede olurlarsa olsun sıkıntıda ise yardım götürme, yaraları sarma, merhamet besleme ve bakımını üstlenme; yönleriyle anaçlık tarafımızın ön plana çıktığı bir toplumuz.
Anaçlık, annelik, merhamet gösteren, bakım veren, onaran, saran, kuşatan gibi birbiri ile bağlantılı ve her birinin bir diğerini anlattığı manidar kelimeler… Yani anneliğe has vasıflar, insanda var olabilecek psikolojik yıkımları onarıyor veya yıkılmadan önleyebiliyor.
Bilinen o ki bir çocuk dünyaya geldiği andan, üç yaşına kadar acizdir. Kendi işini kendi halledemez. Hep yardım ve destek bekler pozisyondadır. Bu acziyeti de, onu kendine bakım veren kişiye karşı önce bağımlı sonra ilerleyen dönemlerde de yarı bağımlı yapar. Çocuğa bakım veren kişi annedir. Anne, kendine has vasıfları ile yardıma ve kendine muhtaç olan çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayabilirse, çocuk iç dünyasında darbe almadan, hayatında karşılaşabilecek büyük ve yaralayıcı olaylar karşısında hayal kırıklığına yelken açmadan yoluna güvenle devam edebilir. Onu huzursuz edebilecek durumlarla baş edebilir ve güçlü olur. Aksine bu dönemde çocuk- anne arasında temel güven ilişkisi kurulmadığında, bu durumun göstergesi de kişinin iç dünyasında baş edilmesi zor bir durum karşısında kendini ilk fırsatta belli eden ruhsal çatlaklarıdır.
Her ne kadar evleri n yıkılması, binaların içinde derin büyük çatlakların olması bizi fazlası ile etkilese de, iç dünyamızda yer alan hayal kırıklıklarının oluşturduğu çatlakların derinliği ve de tamiri kadar zor değildir.