Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz.MEVLANA (Muhammed Celaleddin Rumi) (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Küçüğüyle, Büyüğüyle İnsana Sevgi
ball3.gif


Bir mahalleden geçiyordu. Yolu üzerinde çocuklar kaydırak oynuyorlardı. Mevlâna'yı gören çocuklar, oyunlarını bırakarak, koştular, elini öptüler. Mevlâna da onların elini öptü, sevdi, okşadı, gönüllerini aldı. Yalnız bir çocuk vardı ki, oyununu bitirememişti. Uzaktan Mevlâna'yı seslendi:
— Mevlâna, ben de geliyorum,bekle beni.
Mevlâna bekledi. Taa çocuk oyununu bitirinceye dek. Nihayet o da geldi. Büyük insanla küçük insan karşılıklı el öptüler.
Mevlâna, insanı, küçüğüyle büyüğüyle sever, saygı gösterir, insana lâyık olduğu değeri verirdi. Bir gün hamama girmişti. Fakat girdiği ile çıktığı bir oldu. Sebebini sordular. Cevap verdi:
"Soyunup hamama girmiştim. Tellâk bana yer açmak için bir şahsı havuzun başından uzaklaştırdı. Ona karşı utancımdan o kadar terledim ki, dayanamayıp dışarı çıktım."
Yine bir gün hamamda zayıf vücudunu görmüş, yakınlarına dert yanmıştı:
— Bugün vücudumdan da çok utandım. Yıllarca ona en büyük eziyetleri yaptım. Onun istediği şeyleri veremedim, istediği şekilde rahat ettiremedim. O yükümü çok taşıdı, ben ise ona bir şey yapamıyorum..
O, renkleri ve dilleri, hattâ inanışları ayrı olan insanları bir tutuyor, "Değil mi insandır, mayaları birdir" diyerek, kötülüklerin âraz, yâni değişen görünüşler olduğunu söylüyordu:
— İnsanlar yaradılıştan iyidirler, kötülükler değişmez unsur değil, arazdır. Bunlar, iyinin delil ve rehberidir.
Yine diyordu ki:
— Bir insanın, başkalarında kusur görmesi, ayıplaması, gerçekte kendi kusurunu görmesi demektir. İnsanın önce kendisindeki kin, kıskançlık, hırs, zalimlik gibi kötü huyları görmesi, onlardan arınması lâzımdır. Ondan sonra başkalarını kınamalıdır.
Mevlâna, insanlara karşı duyduğu sevgiyi, bütün canlı varlıklara. hayvanlara karşı da duymuştur. Bir yıkıkta yavrulayan, fakat yavrularından ayrılmadığı için aç kalan bir köpeğe günlerce ekmek taşımış, Emîr Pervanenin evinden gümüş kaplarla gelen yemekleri, köpeklerin önüne dökmüş:
— İstek ve meyil bakımından onlar sizden daha muhtaç., diyerek, yemeklere kimsenin elini dokundurmamıştı.
Mevlâna en verimli çağında dahi evini, çocuklarını ihmal etmiyordu. Büyük oğlu Sultan Veled, Mevlânâ'nın olgun müridlerinden Beğtimuroğlu Şeyh Kerimüddin'in nezaretinde yetişiyor ve ikinci bir Mevlâna oluyordu. Mevlâna, Onun çok seviyor:
— Bana. yaratılış ve huy bakımından en fazla benzeyen şensin. Benim dünyaya gelişim, şenin dünyaya gelmen içindi. Çünkü benim bütün söylediğim sözler, benim sözümdür. Halbuki sen benim "hâl"imsin..
diyordu.

Dr. Mehmet ÖNDER
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Haktan Alır, Halk'a Saçarız
ball3.gif


Devr-i Veledî'den sonra âyin başlar. Semâzenler usulünce hırkalarını çıkarır, yâni dünyevi gailelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sırada şeyh postun önüne doğru yürür, başkeser ve herkes ona uyar. Semâzenbaşı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini. Bu sema'a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer semâzenler şeyhle görüşür ve sema'a kanat açarlar. Semâ ederken kol açan semâzenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu. "Hak'tan alır, halk'a saçarız, hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz" anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de, "Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hak'kın rahmetinde yok olmuştur" demektir. Semâzenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanı devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında devrettikleri gibi... Semâ, bütün âlemlerin güneşi. Tanrının huzurunda bir devr-i âlem'dir.
Esasen semâ, gerçek varlığa ulaştıran insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlâna'mızın ifadesiyle, "Âşk'a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbise"dir.
Semânın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hak'kın büyüklüğünü ve yüceliğini idraktir. Bundan sonrası "Selâm" olarak tecelli eder. Birinci selâmda âşıklar, şüphelerden kurtulur. Tanrının birliğine imân eder. İkinci selâm, Vahdet'i, Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde, âşıklar görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar.
Bu devrede âşıklar, kendilerine mutlak varlığın kemal durağında yitirmiş, yok olmuşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.
Semâzenbaşı sem'aı idare eder. Semâzenler o'nun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.
Semânın üçüncü selâmında şeyh de sema'a girer. Hatt-ı istivanın ortasında semâ eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna'yı temsil etmektedir. Şeyh, semâ'dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla semâ da sona erer.
İşte aziz okuyucu.. Mevlevî Âyini'nde semânın ifade ettiği mânâ kısaca budur. Yoksa bu dönüşler, bir tempoya ayak uyduran, rakseden, oynayan, bir gurup insanın çalıp çığırması değildir. Her hareketin derin bir mânâsı vardır.
Her yıl Mevlâna'nın vefatı yıldönümleri olan Aralık ayında Konya'da yapılan ihtifallerde, bu temsil edilir, bu gösterilmek istenir. Bu satırların âciz yazarı, Mevlâna karıncası, otuz yıl önce Konya'da O'nun mukaddes eşiğinde, dost ve yaranı ile bu ihtifallerde semâ'ı da temsil ettirirken, bu anlayış içindeydi. Bugün bu ihtifaller, tam bir olgunluk içinde, Avrupa'ya kadar uzandı. Maddeleşen dünya, ruhunda duyduğu mânevi boşluğu, âşk ve mânâ ile doldurmaya özendi.

Dr. Mehmet ÖNDER

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'da Gerçek Dost Ve Gönül
ball3.gif



Mevlâna'ya göre gerçek dost, Hak'tır. O'nun dostu olmak, O'nun dostluğunu kazanmak, ancak O'nu sevmek, derin bir aşkla sevmek ve O'na yakın olmaktır. İnsanlar arasındaki dostluğa pek güveni yoktur. Bir gün Konya'nın dış semtlerindeki bir viraneden geçiyordu. Yıkıklar arasında, birkaç köpeğin, şarmaş-dolaş olmuş uyuduklarını gördü. Yanındakilerden biri:
— Bu biçareler arasında ne kadar güzel bir birlik var. Ne de dostça şarmaş-dolaş uyuyorlar...
dedi. Mevlâna:
— Evet. sen bunlar arasındaki birliğin ve dostluğun ne kadar samimi olduğunu öğrenmek istersen, onların aralarına bir les veya ciğer atıver O zaman bu dostluğun nasıl bir dostluk olduğunu görürsün.
Sonra ilâve etti:
-- Köpeklerin bu hali, dünya menfaatine, yalnız midelerine, yalnız keselerine tapanların aralarındaki dostluğa benzer. Görünüşte pek samimidirler. Ama aralarına bir dünyalık girerse nice yıllık tuz etmek hak larını unuturlar namus ve şereflerini havava verirler.
Dostluk, paraya pula değil, ruha duyguya dayanrnalıdı;'. Bir şiirinde Mevlâna, "Benin; ne altın dolu keseye, ne de altın kâseye meylim vardır" der. Altın dolu kese de. altın kâse de dünya ehlinindir. Kadirbilirlik, samimiyet, sevgi, şefkat, gibi mânevi duygular ise gönül ehlinin.
Yine bir şiirinde Mevlâna, "Bu hırka içinde olduğumuz müddetçe, ne kimseden incinir, ne de kimseyi incitiriz,.." buyurmaktadır. Gerçekten de Mevlâna, ömrü boyunca ne incinmiş, ne de incitmiştir. Gönül onun için bir Tanrı kıblesidır. Gönül yıkmamak gerekir. Der ki:
— Hacılar. Kabe'nin dört cihetinde de secdeye varırlar Kabe'yi ortadan kaldırdın ve herkes gönül gönüle secde ediyor demektir. Su halde inanan bir insanın gönlü Tanrı evi yıkılır mı?
Bir şairimilin de. "Kıblegâh'ı kibriyadır yıkma kalbin" kimsenin'dediği gibi gönül adamı Mevlâna, insanı sadece gönül kıblesinin mihrabı olarak görür ve buna önem verir. Der ki:
— İnsan-ı kâmii'in şu âlemde bir alâmeti olsaydı, ilâhi remizlerin tümüne gönül yoluyla tercüman olurdunuz.
inşan, gönle eğildi, onunla seninle benli oldu, onun sesini dinledi mi, kendini bildi demektir. Kendini bilenin Allah'ı bileceği aşikârdır. Yoksa, bu esrarı başka türlü çözmeye imkân yoktur. Bir rubaisinde şöyle der:
Belini bağla o gönüldeki parlak ışığa. Boş masallarla çözülmez bu düğümlü esrar. Nitekim dağda, bayır/ardaki çayla derenin Sana bir faydası yok evde akan çeşme kadar..
Mevlâna, insanlar arasındaki her günün doğuşun, savaşın ortadan kalkması için "gönül birliği"ne varmalarını şart koşar ve, "Gönül birliği. dil birliğinden üstündür" der. Düşünen, seven, inanan insan Mevlâna'nın gönlü bu..

Dr. Mehmet ÖNDER

 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
ellerine saglık gül tanem çok güzel paylaşımlar koymuşsun yazan ellerin dert görmesin inşallah
rabbimize emnaetsin inşallah
selam dua ve muhabbetle inşallah
<<B)>>
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Mevlâna der ki: "Kendinde gam hissedince hemen istiğfar et"



Mevlânâ Mesnevi’sinde; “Zulmetten, gamdan, kederden sana her ne arız olursa, onun sebebi kayıtsızlık ve küstahlıktır.” diyor.

Günümüzde insanlarımızın en büyük dertlerinden biri de can sıkıntısı. Yediden yetmişe kadar her kesimden duyabileceğimiz sözler: “Benim canım çok sıkılıyor, ne yapmam lazım?”

İnsanın bazen kalbinde bir sıkıntı, huzursuzluk doğabilir. Bu durum kimi zaman kısa sürer. Bazen de hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelir insana. O anları yaşarken sebebini kendimize de sorarız; ama cevabını bulmakta zorlanırız.
İşte bu gibi durumlarda sevgi ve aşk sultanı Mevlânâ, sıkıntının reçetesini şu güzel beytiyle bizlere sunuyor:


Kendinde gam hisseyleyince hemen istiğfar et.
Gam emr-i ilahi ile müessir olur.” der.


Mevlânâ, sıkıntının çoğaldığı, içimizi bir huzursuzluğun kapladığı, sanki kara bulutların bizim üzerimize akın ettiği zamanlarda samimi, ihlaslı bir gönülle günahlarımıza tövbe etmeye çağırıyor. Ruhumuzu yoran, inciten günahlar bize bir sıkıntı olarak geri dönüyor. İlacın ise ancak sıdk içinde tövbe etmekle olacağını söylüyor.


Yunus (as), balığın karnında karanlıklar içinde kalınca bu hale düşmesinin sebebini Allah (cc)’tan izin almadan kavmini terk edişinde bulur. Kendini Rabb’ine karşı suçlu hisseder. O haldeyken bütün karanlık ve zulmeti nuruyla aydınlatacak olan Allah’a (cc) sığınır. Onun yüce adını dili ve gönlüyle zikr eder. Onun güzel isminin nuruyla aydınlanır, balığın karnından kurtulur, felah bulur.

Rasûlullah (sas) şöyle buyurdu: “Yunus’un balığın karnında iken yaptığı duâ olan: ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.’ Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen, her şeyin üstündesin, doğrusu ben yapılması gerekeni yapmamak suretiyle kendime haksızlık edenlerdenim.’ (Enbiya, 87) Bu duâyı herhangi konuda yaparsa Allah onun duâsını mutlaka kabul eder.” (Tirmizî, Deavât, 82; Ahmed b. Hahbel, el-Müsned, nr. 1383)

 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
MEVLÂNÂ’NIN AZ BİLİNEN BİR YÖNÜ: MEVLÂNÂ HZ. MÜSPET İLİMLE DE İLGİLENDİ


Mevlânâ Celaleddin Rumî sadece dinî ilimlerle değil aynı zamanda müspet ilimlerle de ilgilenmiş, eserlerine de bu durum yansıtılmış- Onun özellikle Mesnevi adlı eserinde bahsettiği mevzular arasında Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi, atom gibi konuları sayabiliriz. Mevlânâ, Mesnevi’sinde Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi ile ilgili şunları söyler:

Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir?

... Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın?

... Bu gökyüzü de elinde olmaksızın dönüp durmada.”

Yine Mesnevi’de yer alan bazı beyitlerde günümüzün bilim adamlarını dahi şaşırtacak biçimde atmosferi bir yumurtanın beyazına, dünyayı ise bu yumurtanın sarısına benzetmekte, dünyanın uzayda boşlukta durduğuna işaret etmekte, ayrıca mıknatıs ve kehribar örneğini vererek yer çekiminin varlığına değinmektedir.

Mevlânâ’nın değindiği bir diğer konu da atomdur. Mevlânâ atom için “zerre” kelimesini kullanarak henüz yakın zamanda keşfedilen “atom, atomun yapısı ve atomun patlaması”na gönderme yapmaktadır. Mevlânâ’nın zerrenin (atomun) içindeki güneşin (atom çekirdeğinin) “patlaması hâlinde her tarafın yerle bir olacağından bahsetmesi” ve bu çekirdeği de “kuzu postuna bürünmüş aslan”a benzetmesi oldukça ilgi çekicidir.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
selamun aleykum canım kardeşim ellerine saglık
yazan ellerin dert görmesin inşallah
rabbimize emanetsin inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ellerine saglık gül tanem çok güzel paylaşımlar koymuşsun yazan ellerin dert görmesin inşallah

rabbimize emnaetsin inşallah
selam dua ve muhabbetle inşallah

<<B)>>

Selamün Aleyküm Nur Damlası.. Rabbimiz c.c senden de ebeden razı olsun inşallah..Bizler de bilgilerimizi tazelemiş olduk vesilenle..Öncülük ettiğin için senden de razı olsun Mevla c.c canım kardeşim.Rabbimiz c.c sevabına yazsın inşallah.Birkaç saat sonra bir arkadaşım bana mevlana ile ilgili bir dosya gönderecek inşallah..Gündüz yolladıklarım da onun dosyasındandı..Devamını getiririm inşallah..Sen de Rabbimize emanetsin canım kardeşim..Selam, dua ve muhabbetle inşallah..B)B)

 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Selamün Aleyküm Nur Damlası.. Rabbimiz c.c senden de ebeden razı olsun inşallah..Bizler de bilgilerimizi tazelemiş olduk vesilenle..Öncülük ettiğin için senden de razı olsun Mevla c.c canım kardeşim.Rabbimiz c.c sevabına yazsın inşallah.Birkaç saat sonra bir arkadaşım bana mevlana ile ilgili bir dosya gönderecek inşallah..Gündüz yolladıklarım da onun dosyasındandı..Devamını getiririm inşallah..Sen de Rabbimize emanetsin canım kardeşim..Selam, dua ve muhabbetle inşallah..B)B)


aleykum selam gül tanem
ellerine saglık can kardeşim oh oh ne mutlu nur damlasına :D
inşallah devamı gelir bekliyorum
bugün mutlu başladım güne sonradan moralim bozuldu ama sizin güzel mesajlarınız beni çok mutlu ediyor rabbim senden de ebeden razı olsun can kardeşim rabbim senin sevabınada yazsın gül tanesi
<<B)>>
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Benim aşktan başka bir arkadaşım yoktu ve olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım. Canım içimden bana şöyle sesleniyor: Ey aşk yolunun olgun yolcusu, bana kapıyı aç!

*~* B) *~*

Dervişlikle, âşıklık bir arada olursa sultanlıktır.
Aşkın kederi, keder değil, çok değerli bir hazinedir. Fakat bu hazine gizlidir.
Ben gönül evini kendi elimle yıktım, harab ettim.
Çünkü definenin harap yerde saklı olduğunun bildim.

*~* B)*~*

Gönlümüze bak da şaşır kal! Çünkü gönül, senin güzel yüzünü siper ederken heyecandan eriyip yok olduğu halde, seni siper etmeye doyamadı. Bırak gönül senin uğrunda erisin yok olsun. Ama ey ay yüzlü güzel! Senin ömrün uzadıkça uzasın!..

*~* B)*~*

Ey her neşenin süreti, şekle, bedene bürünmüş hali; sen baştan başa neşesin, gönlümüzde bir yadsın, bu yüzden seni yad ettiğimiz zamanlar, gönlümüz neşe ile dolar, içimiz rahatlar. Sen, yalnız, neşenin sureti değil, aynı zamanda,
Allaha duyulan aşkında suretisin. Hakk'ın güzelliği sende tecellî ettiği için seni seven dolayısıyla Hakk'ı sevmiş olur. Bu yüzden daima, gönlümüzde ol gönlümüzde yaşa!

MESNEVI
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
selamun aleykum canım kardeşim ellerine saglık



yazan ellerin dert görmesin inşallah
rabbimize emanetsin inşallah
selam ve dua ile

<<B)>>

ve aleyna aleyküm selam canım kardeşim
Böylesine güzelliklerin paylaşılmasına vesile olduğun için ben teşekkür ederim güzel kardeşim..
Rabbim c.c. sevabını yazsın inşaAllah..sen de Rabbimize c.c. emanetsin damlacım..selam, dua ve muhabbetle..
~*~ B)B) ~*~
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
aleykum selam gül tanem

ellerine saglık can kardeşim oh oh ne mutlu nur damlasına :D
inşallah devamı gelir bekliyorum
bugün mutlu başladım güne sonradan moralim bozuldu ama sizin güzel mesajlarınız beni çok mutlu ediyor rabbim senden de ebeden razı olsun can kardeşim rabbim senin sevabınada yazsın gül tanesi

<<B)>>


Selamün Aleyküm Nur Damlası, geldi dosyalar..Göndermeye başlıyorum inşallah canım kardeşim..Hayırdır inşallah canım kardeşim, kötü bir şey yoktur inşallah?..Moralini yerine getirebildiysek ne mutlu bizlere o zaman :D Rabbimiz c.c senden de her daim razı ve memnun olsun inşallah. Amin..Daimi dualarımdasın Nur Damlası..Selam, dua ve baki muhabbetle inşallah...B)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna, Şeyh Sadi-İ Şirazi İle Konya'da Görüştüler
ball3.gif


Mevlâna'nın şöhreti, Konya sınırlarını çoktan aşmış, ülkeleri içine almıştı. O'nün adını duyanlar, ziyaretine koşuyor, şiirleri eden ele dolaşıyor, hikmetli sözleri dillerden düşmüyordu. Fars edebiyatının büyük şâiri Şirazlı Şeyh Sadi de onun devrinde yaşıyor, Şiraz'a kadar uzanan şiirlerini okuyor, hayran oluyordu. Eflâkî'nin bir rivayetine göre, Fars eyaleti emirlerinden Semseddin, Sadî'den beğendiği bir gazeli göndermesini istemiş, Sadî de Mevlâna'nın, "Her nefes âvaz-ı âşk mîresed ez çep-u rast - Her nefeste sağdan soldan aşk sesi geliyor" diye başlayan yeni bir gazelini sunmuştu. Gazelin sonuna da. "Anadolu ülkesinde bir büyük zat zuhur etmiştir. Bu gazel ondan gelen hoş bir kokudur ve bundan daha güzeli de ne söylenir ne de yazılır. En büyük arzum, Anadolu'ya giderek, bu gönül sultanını ziyaret etmektir" diye bir de not koymuştu. Emir Semseddin, gazelden çok hoşlanmış. Şeyh Sadî'ye de onun Konya'ya gitmesini sağlayacak kadar dünyalık ihsan etmişti.
Sadî böylece Konya yoluna düşmüştü.
"Acayib'ül Buldan" adlı esere göre. Şeyh Şadî-i Şirazî, Konya'ya Mevlâna'yı ziyarete giderken, yolda. Mevlâna üslûbunda bir gazel yazmayı düşünmüş ve; "Sermest eğer der ayi âlem behem ber âyed" diye bir mısra söylemiş, fakat arkasını getirememişti. Konya'ya ulaştığı gün, doğruca Mevlâna'nın medresesine koşmuş, daha kapıdan girer girmez Mevlâna. "Hâk-i vücûd-u mara gerd-ez adem ber âyed" diyerek ikinci mısrası söylemiş.beyti böylece tamamlamış, bununla da kalmayarak bu beyitle başlayan uzun gazelini okumuştu, ilk beytin anlamı sudur:
"Eğer sarhoş olarak içen girersen, âlem birbirine karışır" "Bizim vücudumuzun toprağı, yokluk tozundan meydana gelir" Sadî, Mevlâna ile böyle karşılaşmış, günlerce sohbet etmişlerdi. Yine bir başka rivayete göre. Sirazlı Şeyh Sadî, "Gülistan" adlı eserini yazdıktan sonra Konya'ya gelmiş, Mevlâna'yı ziyaret ederek, eserinin bir nüshasını takdim eylemişti. Ertesi günü Şeyh Sadî, eseri hakkında Mevlâna'nın fikrini sormuş. Mevlâna'da:
— Binemek...
Yani, "tuzsuz" demişti. Sadî'nin yüzünde bir hüzün belirmiş, "Nasıl olur?" der gibi yaşlı gözlerle Mevlâna'ya bakmıştı. Mevlâna sözüne bir kelime daha eklemiş:
— Helvaest..
Yani, "helvadır" demiş, tuzsuz ama helva gibi tatlıdır, helvaya tuz atılmaz, demek istemişlerdi.
Sirazlı Şeyh Sadî, bu sözlerden memnun olmuş. Mevlâna'nın ellerini öpmüştü.
Bu rivayetlerin birleştiği noktalardan biri Şeyh Sadî Şirazî'nin Mevlâna yi ziyaret maksadı ile Konya'ya gelmiş olduğudur. Ömrünün otuz yılını seyahatle geçiren ve birçok memleketleri dolaşan Şeyh Sadî'nin Mevlâna'nın sağlığında Konya'ya gelmesi ve O'nu ziyaret etmiş olması hiç te uzak bir ihtimal değildi. Nitekim, iran'da Mevlâna üzerinde ciddî araştırmalarda bulunan ve eserlerini yayan Prof. Furûzanfer. bu konuda geniş bilgiler verdikten sonra, "Mevlâna ve Şeyh Sadî. bu iki ulunun görüştüğünden asla şüphe edilemez" demek tedir.
Mevlâna'yı ziyaret için. Şiraz'dan İsfahan'dan, Buhara'dan, Semerkant'tan pekook bilgin ve mutasavvıf Konya'ya geliyordu. Mevlâna'dan sonra da geleceklerdi..

Dr. Mehmet ÖNDER
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'nın Dili Üzerine
ball3.gif


Orta Asya'nın Türkistan ve Horasan bölgelerinde yaşayan halkın büyük bir kısmı Türk. bunların ana dili Türkçe'dir. Bugün dahi, Azerbaycan'dan doğuda Çin şeddine kadar bütün bir Orta Asya'yı içine alan geniş bölgelerde, hiçbir engelle karşılaşmadan rahatça Türkçe konuşabilir, Türkceyı değişik lehçeleriyle her yerde bulabilirsiniz. Bu bölgede Oğuz Türklerinin, XI. Yüzyılın başlarında kurdukları Büyük Selçuklu Devleti, kısa zamanda gelişip yayılmış. Türk dili de. geniş ve yaygın Türk topluluklarının dili olarak tarihi seyrini sürdürmüştür. Büyük Selçuklu Devletinin Horasan. İran. Suriye ve Anadolu Selçukluları adıyla dört kola ayrılmasından sonra da durum değişmemiş. Türkçe, Arap ve Fars dillerinin kuvvetli baskısı altında, varlığını geniş halk yığınları, aşiret ve boylar arasında koruyabilmiştir.
Türklerin çoğunlukta olduğu ve Parsların çok az sızabildikleri Orta Asya'nın Türkistan ve Horasan bölgesinin ünlü kültür merkezi Belh şehrinde dünyaya gelen ve pek gene yaşındayken Baha Veled'le birlikte Anadolu'ya göçen, yine bir kültür merkezi Konya şehrine yerleşen Mevlâna Celâledciin'in ana dili, soyca sopca Türk olusuyla da şüphesiz Türkçe'dir. Bunun aksini düşünmek, biraz tarihi, tarihin seyrini, Mevlâna'nın doğduğu bölgenin etnik karakterini bilmemek olur. Ne var ki, islâm dininin etkisi ve İslâm halifesinin İslâm devletleri üzerindeki manevi nüfuzu ile Arapça devlet diline hâkimdir. Resmi yazışmalar, fermanlar, beratlar, vakfiyeler, kitabeler Arapça ile yazılmakta medresede Arapça okunulmakta öğretilmektedir. Bunun yanıbaşında Farsça, işlenmiş bir dil olarak tasavvufa ve edebiyata girmiş, kültürlü ve enteilektüel tabakanın bilmesi, okuması, yazması gereken bir dil olmuştur. Mevlâna da daha tahsil çağının eşiğinde bu iki dille karşılaşmış, babasından ve hocalarından Arapça ve Farsça'yı öğrenmiş, bu dillerde yazılan eserleri okumuştur.
Anadolu'nun Selçuklular eliyle Türkleşmesinden sonra, kalabalık bir Rum halkın oturduğu bölgelere, aralıksız Türk akınları olmuş. Orta Asya'dan getirilen veya Moğol akınlarının şerrinden kurtulmak için kendi arzuları ile göçen Oğuz Türkleri yer yer Anadolu'ya yerleşmiş, bu aşiretler Anadolu'da köyler, kasabalar kurmuş, kısa zamanda yerli halkı aralarında eritmiş, İslâmlaştırmış veya onları azınlık durumuna düşürmüşlerdir. Böyle bir ortamda Mevlâna, ana dili olan Türkçe ile, Konyalı müridlerine seslenirken, azınlıklarla da ilişiğini kesmemiş, Rumca'yı öğrenmiş, hattâ Rumca şiirler söylemiştir
Evinde, ailesi ve çocuklarıyla, halkla günlük konuşmalarında, vaazlarında Türkçe konuşan Mevlâna, eserlerini devrinin icabı alarak Farsça, bazılarını da Arapça yazmış, yazdırmıştır.
Mevlâna'nın eserlerindeki Farsça'nın, bir Anadolu Farsçası olduğu. Mevlâna'nın bu dili sonradan öğrendiği üzerinde bilginler, zaman zaman durmuşlardır. Bunlar arasında yer yer Türkçe şiirleri. Türkçe beyit ve ibareleri vardır. Bunlara Divân-ı Kebir ve Mesnev' adlı eserlerinde rastlanır. Bu konuda Martinovitz, Salemann, Veled Çelebi (İzbudak), M.Serafeddin Yaltkaya. Mecdud Mansuroğlu gibi bilginler geniş araştırmalar yapmışlardır. Tarihçi Necip Asım'a göre, Mevlâna'nın Türkçesi, daha çok Kıpçak Türkcesi'ne, Mansuroğlu'na göre de Oğuz lehçesiyle veya onların yakın şiveleriyle konuşan Türk kabilelerinin şivelerine benzemektedir.
Mevlâna. Mesnevi'sinde, "Amaç. armağan, aş, götürü, kışlak, yaylak, konuk, sınır. Tanrı, töre, ulak. yasa. yurt" gibi öz Türkçe kelimeleri ustalıkla kullandığı gibi, Divan-ı Kebîrinde;
Okçulardır gözleri Hoş nişandır kaşlar; Öldürür yüz suvari Kimdir ol Alparslan.
veya "Şems" mahlası ile bastan başa Türkçe, 22 beyittik bir gazelinde:
"0! kim gide uzak yola gerek azık ala bile Almaz ise yolda kala. irmeye hergiz menzile"
şeklinde öz Türkçe şiirler söylemiştir.
Mevlâna bir sanatçı, bir şair. hattâ çok kere söylendiği gibi bir filozof değil, gerçek bir sûfidir. Sonsuz bir âşk ve coşkun bir âşk ve coşkun bir vecdle tasavvuf yolunda ilâhî mürşiddir. Fikir ve düşüncelerini öğretmek için çevresinden, günlük olaylardan, okuduğu, kitaplardan, dinlediği hikâyelerden faydalanmış, örnekler vermiş, ele aldığı konulan, âyet ve hadislere bağlamış, Türk Atasözleri ve tabirleriyle bezemiştir O'nun eserlerinde:
Ateş olmayan yerde duman tütmez. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Ne ekersen onu biçersin Vakitsiz öten horozun başını keserler. Zaman sana uymazsa, sen zamana uy. Yıkık köyden haraç alınmaz gibi. bugün de atasözlerimiz arasında yaşayan, öz be öz yüzlerce Türk atasözü yer yer serpiştirilmiştir. Yine eserlerinde, halk tâbirleri, Türk gelenekleri, örfleri, inançtan ile ilgili pekçok konulara geniş yer verilmiştir. Bütün bunlar incelenmeden, Mevlâna, eserlerini Farsça yazdı diye, onu bu dillerle konuşan milletlere maletmek ilmî gerçeklere uymaz/yanlış olur.
Mevlâna. Türk Milletinin bütün bir insanlığa yayılan ölümsüz armağanıdır.
Sözlerimizi O'nun şu rubâî'si ile bağlamak isteriz:
"Yabancı bellemeyin, ben de bu ildenim."
"Sizin ocağınızda kendi ocağımı arıyorum"
"Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim." "Hindu soyuyorsam da. gerçekte aslım Türktür benim.."

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'nın Ölüm Günü Gerdek Gecesiydi
ball3.gif




Halk kafile kafile, Mevlâna'nın henüz bir mezartaşı dahi bulunmayan mezarını ziyaret ediyordu. O "Ölümümüzden sonra, mezarımızı yerde arama. Bizim mezarımız arif kişilerin gönülleridir" demesine rağmen, onu sevenler mübarek toprağını gözyaşları ile ıslatmaktan kendilerini alamıyorlardı. Oysa, Mevlâna için ölüm, yeniden doğuştu. "Bu yanda ölümdür ama, o yanda doğumdur" diyordu. Derin bir aşkla Hak'ka vuslatın doğumuydu. O halde ölüm günü, vuslat günü sevgilinin sevgiliye kavuşma günü, yani düğünü; gecesi de gerdek gecesiydi. Kur'an-ı Kerim'de "Allah'a dönüş" olarak vasıflandırılan ölüm, Mevlâna için yâre kavuşma, visal ve "Şeb-i Ârus - Gerdek Gecesi"dir.
Mevlâna, son zamanlarda söylediği bir gazelinde. "Öldüğüm gün, tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihanın derdi var sanma.. Bana ağlama,"yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vah'ın sırası o zamandır, yazık yazık o zaman denir.. Cenazemi gördüğün zaman ayrılık ayrılık deme, benim, buluşmam, görüşmem o zamandır. Beni mezara koydukları zaman "elveda elveda" deme.. Mezar cennet kapısının perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir. Sana batma görünür ama, o aslında doğmaya hazırlıktır, yeniden doğmadır. Mezar ise hapishane gibi görünür ama, aslında can'ın hapisten kurtuluşudur. Yere hangi tohum atıldı da bitmedi. Neden insan tohumuna gelince bitmeyecek zannına düşüyorsun. Hangi kova kuyuya salındı da dolu olarak çıkmadı. Can Yusufu kuyuya düşünce, niye ağlasın. Bu tara/ta ağzım yumdun mu. o tarafta aç.. Çünkü artık, hayhuydan uzak. mekânsızlık ûlemindesin" diyordu. Bu "vuslat" zevki içinde Mevlâna, ölüm gününü bir gam. bir üzüntü günü olarak değil, bir zevk ve nes'e günü olarak kabul ediyordu. Diyor ki, "Eğer mezarımı ziyarete gelirsen, üstümeki toprak yığınını rakseder görürsün.. Ey kardeşim, meclisime de/siz gelme.. Çünki, Hudâ Meclisi'nde gamlı olmak, yaraşmaz. Çenem bağlanmış mezarda yatmadayım amma, ağzım sevgilinin ebedi sarhoşluğunu durmadan emmededir.."
O öyle söylüyordu ama Mevlâna'nın ardından gözyaşı dökmemek. O'na üzülmemek elde miydi? Yanıp yakınılmasını istemiyordu ama, bunu yapabilmek mümkün müydü?
Hak ve peygamber sevgilisi, insanlık âşığı, gönüller saltanı, mânâ eri Mevlâna Celâleddin, bir sevgi pınarı gibi gürül gürül kaynarken, birdenbire kaybolur da ardından ağlanılmaz mıydı? Ölümünden hemen sonra, büyük bilgin Sadeddin Konevî "O. mânâ gerdanlığının ortasında eşi bulunmaz bir inciydi. Ne yazık ki düşüp kayboldu.."diye döğünüyor, devrin ünlü şairi Bedreddin Yahya, "Derdinle ağlamıyan göz, yasınla yırtılmayan yaka hani.. Yemin ederim ki toprağın karnına senin gibisi düşmedi" diye inliyordu.
Kadı Sıraceddin ise. "Ecel dikeni senin mübarek ayağına battığı gün oturdu, feleğin eli benim başıma helak kılıcını vursaydı da böyle bir günde gözüm cihanı sensiz görmeseydi.." diyor, mersiyeler okuyordu..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt