Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

.::Hizmet Düsturları (2 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Müslüman, insanları eli ve diliyle rahatsız etmeyen kişidir.”

“İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır.” Demek ki Müslüman olmak başkalarına zarar vermemekle, hayırlı bir Müslüman olmak ise başkalarına faydalı olmakla kemale erer. İnsanlara faydalı olmanın her türlüsü medeniyetimizde «hizmet» olarak adlandırılmıştır.


Her insanın kendi hâline göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine, muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluğa kadar hizmetin sahası çok geniştir.

İbrahim bin Edhem buyuruyor ki:

“Her kim, insanlara mal-mülk ile yiyecek-içeceklerle yardım edemiyorsa, güler yüzü, iyi ahlâkı ve tatlı dili ile yardım etsin. Mal-mülk çokluğu ile övünmeyin, fakir ve muhtaçların başına kakmayın, zayıf ve güçsüzleri incitmeyin.”


İnsanoğlu nefsânî arzuların kıskacındadır. İnsanların en fenası ise nefsinin her arzusuna değer verendir. İnsan, nefsini başkalarından faydalanma arzusundan alıkoyup, onu başkalarına hizmet etmeye zorlayarak terbiye etmezse bir ömür, nefsinin tatmin olmayan isteklerinin peşinde perişan ve bedbaht olur.

Hizmet yalnızca Allah Teâlâ’nın rızâsı arzulanarak yapılmalıdır. Kulların teşekkürü, minnetler, övgüler, iltifatlar… Rızâ-yı Bârî’nin önüne asla geçmemelidir. Mevlânâ Hazretleri’nin bir menkıbesini bu vesileyle zikretmek faydalı olacaktır:

Hazret-i Mevlânâ’ya hizmet eden bir genç derviş varmış. Mevlânâ, etrafında hizmet edenlere teşekkür ettiği hâlde bu gence bir sözlü mukâbelede bulunmayıp, teşekkür etmez rolünü üstlenirmiş. Hazret-i Mevlânâ’ya nazı geçenlerden biri:

“Efendim biz görüyoruz ki, bu genç hem sizin hem de etrafın hizmetlerini siz söylemediğiniz hâlde, canla-başla yerine getiriyor. Siz ona rağmen bir iltifatta bulunup teşekkür etmiyorsunuz. Bunun sebebi nedir?”

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“O bahsettiğiniz genç öyle ihlâsla, Allah için hizmet eder ki, âhirette alacağı yüksek derece ve mevkie bir eksiklik gelmesin, yaptığı işlerin karşılığını Allah’tan alsın diye gönlümden geçen teşekkürü lisanıma dökmüyorum, onun ecrinin tamamını Allah versin.”

Evet, hizmette beklentilere girilmemeli, tek emel Allâh’ın rızâsı olmalıdır. Lâkin hizmet erleri talep etmeseler de hizmette çok bereket vardır. Hizmet eden hizmetinin karşılığını âhirette göreceği gibi dünyada da hisseler görür.

Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir davete iştirak etmiş, yatsı namazı hazırlıkları var, herkes bir işlerle meşgul. Bâyezid Hazretleri bakmış ki bir kenarda bir ihtiyar, etrafta birçok hizmet edecek genç varken tek başına abdest alıyor; hemen, ihtiyarın yanına gidip, abdest suyunu dökmüş, ayakkabılarını giydirmiş ve şöyle demiş:

“–Babacığım, sen gençliğinde hiç hizmet etmedin mi ki, buradaki gençlerin hiçbiri sana yardımcı olmuyor.”

İhtiyar tebessüm etmiş ve Bâyezid Hazretleri’nin kulağına eğilerek şunları söylemiş:

“–A güzel evlâdım hizmet etmez olur muyum, hem de senelerce bir Allah dostuna hizmet ettim, mahlûkata hizmet ettim, hiç hizmet etmeseydim senin gibi bir Allah dostu benim ayaklarıma su döker miydi?”

Hizmeti hayat tarzı hâline getirmek isteyenlerin, güler yüzlü, yumuşak kalpli olmaları iktiza eder. İnsana hizmet etmek niyetinde olanlar öncelikle kalp katılığından kurtulmak zorundadırlar. Âyet-i kerîme ne kadar mânidardır:

“Ey yüce Peygamberim, Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılıp giderlerdi.”
(Âl-i İmrân, 159)

Zaten hizmet aşkıyla dolu bir insanın kalbinde kin duygusunun yerleşememesi lâzımdır. Hizmetle meşguliyet kalpten kini temizler. Bu çok mühimdir. Çünkü kin gönülden temizlenmezse insanı sürekli gazap hâlinde tutarak bedeni yakar ve tahrip eder.

Bir Allah dostu şöyle buyuruyor:

“Allah ile ülfet edip, O’na bağlananlarda kin kalır mı?” bir başka ifadeyle şöyle söyleyelim: «Kin ile din bir arada bulunur mu?»

Bazen hizmet nafile ibadetlerden bile daha mühim bir duruma gelir. İnsan şahsî hayatında Allâh’a yakın olmak arzusuyla ibadet ettiği kadar içtimaî hayatında başkalarına hizmet için koşturmayı da hedef edinmeli, hattâ iki durum karşı karşıya kaldığında hizmeti tercih etmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir sefer esnasında oruçluların takatten kesilip, oruç tutmayanların hizmet etmesi üzerine: “Bugün hizmet edenler kazandı.” buyurması bizim için yol gösterici bir nurdur.

Bu hususu açık bir şekilde ortaya koyan ibretli bir kıssa vardır. Ebû Hasan Harakanî Hazretleri anlatıyor:

Image“Bir zamanlar âbid, zahid iki kardeş vardı, bunların bir de yaşlı, yatalak anneleri vardı. Bu iki kardeş nöbetleşe annelerine hizmet ederlerdi. Biri annesine bakarken diğeri ibadetle meşgul olur ve aralarında şöyle konuşurlardı: «Birimiz annemize, öbürümüz Rabbimize hizmet ediyor.»

Kardeşlerden birisi sıra kendisinde olmasına rağmen diğer kardeşine şöyle bir teklifte bulundu: «Bu gece Allâh’a hizmet etmek sırasını bana ver, sen anamıza hizmet et, ben de doya doya Allâh’a kulluk edeyim.» Kardeşi bu teklifi kabul etti.

Allâh’a kulluk eden kardeş; namazla, zikirle, Kur’ân’la meşgul olarak sabaha kadar Rabbine hizmete devam etti. Sabaha yakın bir vakitte okuduğu sayfadaki secde âyetini tilâvet edip secdeye kapandı. Secdede uzunca kaldı, gecenin yorgunluğu ile uyku bastırdı ve göz kapaklarına mânî olamayıp secde hâlinde uyukladı. Birden bir hitap işitti: «Kardeşin affedildi, sen de onun hatırına affedildin!» Adam çok şaşırmıştı, kendisi Allâh’a kulluk ettiği hâlde neden o değil de kardeşi? O derinlerden gelen hitap bu soruyu da cevapladı: «Senin Allah için yaptıklarına, Rabbinin ihtiyacı yok, ama kardeşinin yaptığı hizmete annenin mutlak ihtiyacı var.»”

Cenâb-ı Hak bizlere rızâsı istikâmetinde, vatana, millete, dinimize, fakir-fukaraya… hizmet etmeyi, insanlara faydalı olup Efendimiz’in iltifatlarına mazhar olmayı, hizmet yolunda büyüklerin himmetlerine nail olmayı nasip eylesin.

Âmîn!..

Alıntı.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
.::islama hizmet nasıl olur

.::islama hizmet nasıl olur

Buyrun beni çok düşündüren ve çogu insanı ağlatan Zübeyr Gündüzalp abinin Gaziantepteki Nazın Gökçek abiye yazdığı mektub
HER İKİSİDE BURDA YAZANLARI HAYATINDA YAŞAMIŞ KİŞİLERİR


Madem ki İslâm ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle. Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın, ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin. Firavunlar kucağında büyüyen Musa ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, sevineceksin. Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara salarlarsa, ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın ve buna şükredeceksin. Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur an a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi, nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin. Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan delmek gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma, nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kur an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen, hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın. Bu mektubu okuyunca, Mesnevi yi okuyan Yunus gibi Uzun olmuş diyeceksin. O nun gibi, ben olsa idim: Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm, derdim dediği gibi sen de ne lüzum vardı uzun uzun saymaya, kısaca 'Kur an talebesi olacaksın' deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır...
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
İslama Ne Kadar Hizmet Ettiniz ?

İslama Ne Kadar Hizmet Ettiniz ?

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde en doğru yolun Allah'ın
ve Resulünün yolu olduğunu belirtmişlerdir:

"Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed'in
yoludur."


İnsanlara Allah’ın varlığını, kainatı saran yaratış delillerini yani Allah'ın ve
Resülünün yolunu anlatmak tüm iman sahiplerinin, Allah’tan korkan tüm
Müslümanların en büyük sorumluluklarındandır. İslam ahlakının insanlar
arasında yaygınlaşması için her insan elinden gelenin en fazlasıyla çaba
göstermelidir. Öncelikle kendi ahlakını Allah’ın razı olacağı hale getirmeli,
daha sonra da en yakın çevresinden başlayarak insanlara Allah’ın sonsuz
güç ve kudretini anlatmalıdır.

Çünkü Kuran'da müminlerin insanları hayra çağırmak, onlara iyiliği anlatmak
ve kötülükten sakındırmakla yükümlü oldukları bildirilmektedir:

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden)
sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.

(Al-i İmran Suresi, 104)

Bu ayetin bir gereği olarak, Müslümanlar hem birbirlerini hem de diğer
insanları Allah'ın beğeneceği ahlaka yöneltmeye çalışırlar. Kuran'da müminlere
'sözün en güzelini' söylemeleri emredilmektedir. Bu nedenle iman edenler
akıllarını ve vicdanlarını en güzel şekilde kullanarak konuşur, karşılarındaki
insanlara en faydalı olacak sözü söylemeye çalışırlar. Bu kimselerin eksik ya da
hatalı yönlerinin, Kuran ahlakından uzak kalmış olmalarından, bilgisizlik ya da
cahilliklerinden kaynaklanabileceğini bilerek onlara şefkat ve merhamet dolu
bir üslupla yaklaşırlar. Kendilerinin de Kuran ahlakını öğrenmeden önce hatalı
bir tavır içerisinde olduklarını ve ancak Allah'ın rahmeti sayesinde güzel bir
ahlaka erişebildiklerini unutmazlar. Ayrıca din ahlakını anlatırken hiçbir zaman
karşı tarafı zorlayıcı bir üslup kullanmazlar.

Kuran'ın "Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatır-
latıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin."
(Ğaşiye Suresi, 21-22) ayet-
leriyle bildirildiği gibi, Müslümanların sorumluluğunun sadece güzel sözle öğüt
vermek olduğunu, hidayeti verecek olanın ise Allah olduğunu bilerek konuşurlar.
Bir ayette "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel
bir biçimde mücadele et…"
(Nahl Suresi, 125) hükmüyle bildirildiği şekilde 'en
güzel üslupta' konuşmaya çalışırlar.

Bir başka ayette ise "…onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici
söz söyle"
(Nisa Suresi, 63) şeklinde bildirildiği gibi, Müslümanlar hataya düşen
insanların nefislerine yönelik açık ve etkileyici sözler söyleyerek doğrudan karşı
tarafın vicdanına hitap ederler. Son derece saygılı ve itidalli bir üslup kullanır,
karşı tarafa olumlu ve yapıcı bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Bu kimseleri akılcılığa
ve samimiyete çekecek konuşmalar yaparlar. İçerisinde bulundukları hatalı durumdan
vazgeçmeleri, daha güzel bir tavra yönelmeleri için ahireti, hesap gününü, Allah'ın
söylenen her sözü duyduğunu, her tavrı gördüğünü hatırlatarak onları Allah'tan korkup
sakınmaya davet ederler.

Peygamberimiz (sav)'in bir hadisinde ise iyiliği emredip, kötülükten men etmenin
önemi şöyle anlatılmaktadır:

Ademoğlunun, iyiliği emretmek veya kötülükten sakındırmak veya Allah Teala
Hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”
(Kütüb-i Sitte, 16. Cilt, s. 381)

Siz İslam ahlakını anlatma konusunda samimi bir gayret içerisinde olabilirsiniz, ancak
tüm çabanıza rağmen karşı taraf anlatılanları anlamayabilir veya tam olarak kabul
etmeyebilir. Bundan dolayı ümitsizliğe ya da üzüntüye kapılmayın. Sizin sorumluluğunuz
Allah'ın bir ibadet olarak bildirdiği tebliğ görevini en güzel şekilde yerine getirmektir;
verilen öğütlere uyup-uymamanın sorumluluğu ise sadece anlatılan kişinin kendisine aittir.
Eğer bu kişi anlatılanları kabul etmiyorsa, bunda bir hayır olduğunu bilmelisiniz.
Kuran'da "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini
hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir."
(Kasas Suresi, 56)
şeklinde bildirildiği gibi, hidayeti veren Allah'tır.
 

erdal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Nis 2006
Mesajlar
3,212
Tepki puanı
1
Puanları
38
Selamın Aleyküm Damla Kardeşimiz ...

Rabbimiz , siz kardeşimizden razı ve hoşnut olsun inşaAllah.
O kadar güzel dizeler yazmışsınız ki ,ne kadar hoş ve latif.Gönlümüze
letafet sunuyor.Rabbimiz tesirini halketsin aciz nefislerimize...
Sizlerde ecrini görürsünüz inşaAllah.

Bugünün çiçeklerinden yarının çiçeklerinin tohumlarını yetiştirip saklayan
Yüceler yücesi Rabbimiz :
Gelecek nesillerimize sahip çıkabilme , ellerimize abdest suyu dökecek
gençler yetiştirebilme gayretlerimize keremiyle lütfetsin ,
bizleri başarılı kılsın inşaAllah....

Selametle kalınız....
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Selamın Aleyküm Damla Kardeşimiz ...

Rabbimiz , siz kardeşimizden razı ve hoşnut olsun inşaAllah.
O kadar güzel dizeler yazmışsınız ki ,ne kadar hoş ve latif.Gönlümüze
letafet sunuyor.Rabbimiz tesirini halketsin aciz nefislerimize...
Sizlerde ecrini görürsünüz inşaAllah.

Bugünün çiçeklerinden yarının çiçeklerinin tohumlarını yetiştirip saklayan
Yüceler yücesi Rabbimiz :
Gelecek nesillerimize sahip çıkabilme , ellerimize abdest suyu dökecek
gençler yetiştirebilme gayretlerimize keremiyle lütfetsin ,
bizleri başarılı kılsın inşaAllah....

Selametle kalınız....


aleykum selam degerli abimiz rabbim razı olsun inşallah güzel dualarınız için <amin inşallah> yüreğinize gözlerinize saglık abi.. rabbim dünya ve ukbanı cennet eylesin inşallah abimiz.
rabbimize emanetsiniz inşallah
selam ve dua ile
<B)>
 

-Ammar Bin Yasir-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
4,864
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
36
selamun aleyküm kardeşlerin birtanesi hoşgeldin sefalar getirdin bu ne güzelliktir böyle..

Rabbimiz sevabına yazsın inşaallah okuyacağım..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BESMELE...SELAM...DUA...Hoşgeldiniz GÖNÜLDAŞ- KARDEŞİMİZ...Allahcc yar ve yardımcınız olsun...Allahcc razı olsun...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Buyrun beni çok düşündüren ve çogu insanı ağlatan Zübeyr Gündüzalp abinin Gaziantepteki Nazın Gökçek abiye yazdığı mektub

HER İKİSİDE BURDA YAZANLARI HAYATINDA YAŞAMIŞ KİŞİLERİR



Madem ki İslâm ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle. Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın, ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin. Firavunlar kucağında büyüyen Musa ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, sevineceksin. Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara salarlarsa, ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın ve buna şükredeceksin. Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur an a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi, nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin. Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan delmek gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma, nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kur an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen, hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın. Bu mektubu okuyunca, Mesnevi yi okuyan Yunus gibi Uzun olmuş diyeceksin. O nun gibi, ben olsa idim: Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm, derdim dediği gibi sen de ne lüzum vardı uzun uzun saymaya, kısaca 'Kur an talebesi olacaksın' deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır...
Allahuekber..............................
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
selamun aleyküm kardeşlerin birtanesi hoşgeldin sefalar getirdin bu ne güzelliktir böyle..

Rabbimiz sevabına yazsın inşaallah okuyacağım..

aleykum selam canım ablam hoşbulduk inşallah amin inşallah ablacım gözlerine yorumuna saglık inşallah
rabbimize emanetsin inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>



kerze.jpg

ALLAH aşkı için çalış. ALLAH aşkı için hizmette bulun;
halkın kubul etmesi veya reddetmesi ile senin ne işin var?

Bu fani dünya pazarında sana bol bol kazandıracak bir müşteri
olarak ALLAH kafi değil mi?
ALLAH’tan alacağın karşısında insanların verebilecekleri ne ki!..
O halde gözünü ve gönlünü insanlardan gelecek teşekkürlere değil,
ALLAH’tan gelecek mazhariyete döndür!..”


MEVLANA
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
BESMELE...SELAM...DUA...Hoşgeldiniz GÖNÜLDAŞ- KARDEŞİMİZ...Allahcc yar ve yardımcınız olsun...Allahcc razı olsun...

bismillahirrahmanirrahim selam ve dua ile gönüldaş abimiz hoşbulduk inşallah abi amin inşallah rabbim sizlerinde yar ve yardımcısı olsun inşallah...
rabbimize emanetsiniz inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
.::Hizmet Erleri

.::Hizmet Erleri


Hizmet Erleri


Allah (cc) için hizmet etmek öncelikle fedakarlık gerektirir. Böyle ulvi bir görev için elbette ulvi bir ahlak gerekir. Yeri gelir malından, yeri gelir rahatından ve sevdiklerinden fedakarlık ister.

Hizmet insanı, bütün bu fedakarlıkları göze alarak bu işe soyunur zaten. İnsanlardan ne onu anlamalarını, ne de takdir etmelerini bekler. Hakarete uğradığı zaman, Rabbinin takdirine boyun eğer de karşısındaki nasipsizler ona yüklendikçe yüklenir. Sadrı öyle genişler ki hizmet insanının, dağlar misali yükleri taşır da, koca dağların sessizliğine bürünür. Takatsiz kaldığı dönemlerde Rabbine iltica edip, güç kuvvet ister, ummanlar misali...

Bu kutsi vazifenin değerini onlar bilir ancak. Bu güzelliklere onlar tercihlerinin saf ve duruluğuyla ulaşırlar. Tercihleri Allah (cc) ve dostlarıdır zira. Varını yoğunu yoluna kurban etmenin lezzetini tadanlar bilir, cennet şarabı misali...

Varlık ile yokluğun, nar ile nurun, iltifat ile hakaretin değeri aynıdır o güzel insanların yanında. Aldırmazlar kimsenin övmesine ve yermesine. Gerçekte bilirler ki, Allah (cc)'ın övmesi önemlidir kıyamet gününde. İnsanların değil Allah (cc)'ın değerlendirmesi önemlidir onlar için.

Allah (cc) ile beraber olma sevdası sarmıştır içlerini, ancak görevleri gereği insanlarla içli dışlı olma zorunluluğu, başka yamaçlarda dolaştırır onları görev aşkından. Halvette olmanın aşkı yüreklerini öyle yakar ki, o ateşle çıkarlar insanlara hizmet seferine. Gözleri dolu dolu, kalpleri yumuşaktır hizmet erlerinin, aşıklar misali...

Bütün işlerini, herşeyi ve onu yaratana havale edip, gerçek rahata daha dünyadayken ererler de, kimse onların halini bilmez. İnsanlar onların dünyanın çilesini çektiklerini zannederken, onlar, Allah (cc) davasının çilesini çekerler sıddıklar misali...


"Allah (cc) kulu için yetmez mi?" ayetinin sırrını doruklarda soluklarlar. Güneş olurlar insanlara; ısıtırlar sımsıcak şefkatleriyle. Aydınlatırlar karanlıkları, ötelerden aldıkları nurlarıyla. Ve perde olurlar kötülüklere, geceler misali...

"Anam-babam, ruhum sana feda olsun Ya Resulellah!" sözünü yüreklerinde hissederler daim.

İşte, hizmet insanı olmak böyle şeyleri hissedebilmektir. Hayatında hiçbir zaman güneşin, gündüzün, gecenin, dağların ve ummanların varlığını bu boyutta göremeyen insanlar, nasıl bilecekler bu kutsi davanın ehemmiyetini…

Ömrünü boşa geçirip, duygularını köreltmiş insanlar için bu soluklar hiç bir şey ifade etmez. Kör duygularla yaklaşıp, yıpratmak isterler hizmeti ve erlerini. Duyguları köreldiği için de nasipleri yoktur bu kutsi görevden…


‘En son adam’ olmayı kendine yediremeyen kimsenin, birinci adam olma şansı yoktur asla, bu sadıklar arasında. O sadıklar ki, değil elleri, ayakları öpülesi mübareklerdir. Rabbim onların feyiz ve nisbetinden bizleri de nasiplendirsin. Onların taşıdığı bu sorumluluk şuurunda, bir omuz payı da bize nasip etsin, inşallah. (Amin)


SIDDIKA SADIKOĞLU
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Selamün Aleyküm canım kardeşim..
Kelimelere hacet bırakmayan çok güzel bir paylaşımdı..
Güzel yüreğine sağlık, Rahman c.c razı olsun senden inşallah..
Rabbimize emanetimsin.. Baki Muhabbetle..B)B)

aleykum selam canım ablam amin inşallah rabbim senden de razı olsun inşallah ablacım gözlerine yorumuna saglık inşallah
rabbimize emanetsin inşallah
selam dua ve muhabbetle
<<B)>>
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Hizmette edeb ve ölçüler

Hizmette edeb ve ölçüler

HİZMETTE EDEB VE ÖLÇÜLER

Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın kullarından taleb ettiği ictimâî bir kulluk vazifesidir. Müminin hayatı, mahlûkâta hizmetle bereketlenir; derinlik ve mânâ kazanır. İslâm ahlâkının mühim bir bölümünü teşkîl eden hizmet, nefsin hodgâmlığından kurtularak diğergâm bir rûhla mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allâh’ı ve rızâsını aramaktır. Nefsânî menfaat elde etme düşüncesinden uzak, sırf Allâh rızâsı için îfâ edilen her samîmî hizmet, hakîkatte Rabb’e vuslat arayış ve iştiyâkının davranışlara aksetmiş bir ifâdesidir.

Dolayısıyla bütün hizmetler, mâhiyet ve keyfiyet itibâriyle en mükemmel bir sûrette îfâ edilmelidir. Bu da, birtakım edeb ve ölçülere riâyet etmekten geçer. Yâni gerek maddî, gerekse mânevî hizmetlerin îfâsında gösterilen gayret ehemmiyetli olduğu gibi, onların hangi kalbî keyfiyet ve seviye ile yapıldığı da pek mühimdir. Zîrâ hizmetin bereketli ve Hak katında makbul olabilmesi, ancak buna bağlıdır. Onun içindir ki büyükler:

“Hizmet mühimdir; lâkin hizmette edeb daha mühimdir.” buyurarak hizmetin, feyiz dolu samîmî bir yürekle ve belli âdâb ve usûllere uyularak îfâ edilmesinin lüzûmunu beyân etmişlerdir.

Zîrâ Cenâb-ı Hak, yaptığımız amellerin sâlih olmasını arzu eylediği kadar onları ne derecede takvâ ölçülerine riâyet ederek yaptığımıza da nazar eyler. Yâni davranış ve ibâdetlerimizi usûl ve erkân açısından nasıl îfâ ettiğimizle birlikte onları nasıl bir kalbî keyfiyet içinde icrâ ettiğimize de bakar. Bu bakımdan maddî olarak fakir, fakat gönlü zengin bir kimse yarım hurma ile dahî cenneti kazanırken, maddî olarak zengin, fakat kalbi fakir, yâni hasta ve gâfil olan da, bütün servetini sarfetse bile yine de hüsrâna düşebilmektedir.

Bu demektir ki, yapılan ibâdetlerin Hak nazarında kabûlü, gönüldeki ihlâs ve aşkın coşkunluğuna bağlıdır. Zâhiren muazzam görünen nice amel-i sâlihler, cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken, zâhiren basit ve küçük sanılan amel-i sâlihler de, yüce bir gönlün iklîminde ecri yerlere ve göklere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olmaktadır.

O hâlde en mühim husus; özdür, kalbin duyuşlarıdır. Yâni ibâdette gönlün riâyet ettiği edeb ve ölçülerdir ki, bu hakîkat, hizmette daha bir ehemmiyet kazanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e, ihlâs ve takvâ ile kurulan Kuba Mescidi’nde namaz kılması, ancak münâfıkların nifak ve fitne temelleri üzerine kurduğu Mescid-i Dırar’ı da yıkması emredilmiştir. Dıştan bakınca bunların her ikisi de mesciddir, ancak içten bakınca aralarında doğu ile batı, cennet ile cehennem kadar fark vardır.

İşte edeb ölçüleriyle îfâ edilen hizmetler ile bu ölçülere riâyet edilmeden yapılan hizmetlerin durumu!..

O hâlde hizmette muvaffak olabilmek için ilim, irfân, liyâkat, vakar, sağlam bir karakter ve şahsiyet sâhibi olmak zarûrîdir. Bunun zıddına, samîmiyetsiz ve gâfilâne yapılan hizmetlerden de hayırlı ve bereketli bir netice beklemek beyhûdedir.

Bu itibarla hizmet insanı, kendinde üstünlük vehmeden bir kâbus olmamalıdır. Bilâkis rûhların selâmeti yolunda yalnız kibrini, servetini, şöhretini değil, bütün varını harcamaya hazır, fedâkâr bir mümin olmalıdır. Gerçek bir hizmet insanı, her sefâlet ve mâtemin civârında, yalnızların başucunda bulunmayı şiâr edinmiştir. Her sahada vazifelerini muhabbetle yapmasını bilen, ümid ve îmân kaynağı bir gönül insanıdır.

Hizmet insanının düstur edineceği vasıfları, dikkat edeceği edeb ve ölçüleri şu şekilde sıralayabiliriz:


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
1. Hizmetin ehemmiyetini idrâk etmek

1. Hizmetin ehemmiyetini idrâk etmek

1. HİZMETİN EHEMMİYETİNİ İDRÂK ETMEK

Hizmet ehli, her şeyden önce hizmetin kendisi için büyük bir ganîmet ve lutuf olduğunu düşünmeli ve bunu hizmetin birinci düsturu olarak kabul etmelidir. Nîmetin devamının şükürle kâim olduğunu idrâk ederek, Rabbine karşı hamd ve şükür duyguları içerisinde bulunmalıdır.

Hizmetlerin en yücesi olan îlâ-yı kelimetullâh,29 müminlere emânet edilmiş azametli bir dâvâ ve kudsî bir vazîfedir. Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, Allâh ve Rasûlü’nün bizlere bir emânetidir. Sahâbe-i kirâm ve mübârek ecdâdımız, bu emâneti 1400 küsur seneden beri ne şekilde idrak edip bize kadar taşımışlarsa, biz de gelecek nesillere öylece taşımak mecburiyetindeyiz. Bu hizmetler bizim âhiret sermayemiz ve inşâallâh cennet vizemiz olacaktır.

Ömrünü Allâh’ın mahlûkâtına hizmete adamış mümtaz bir insan olan merhum pederimiz Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-, hizmetin kıymet ve ehemmiyetini şöyle ifâde buyururlardı:

“Mümin, ibâdet ve hayrın büyüğüne küçüğüne bakmayıp, fırsat düştükçe ihlâs ile hepsini yapmaya gayret etmelidir. Çünkü büyük hizmet yapan pek çok kimseler, bâzı küçük görünen hizmetleri ihmâl ederler. Hâlbuki Allâh Teâlâ’nın rızâsı nerededir, hangisindedir bilinmez.

Şunu idrâk etmelidir ki, hizmet etme fırsatı herkese nasip olmaz. Çok kimseler vardır ki, her hususta hizmet kâbiliyetleri olduğu hâlde, zaman ve mekân müsâit olmadığından hizmet etmekten nasipleri yoktur. Hizmet edenler, hizmeti bir nîmet bilip tevâzûlarını artırmalı ve hattâ bu nîmete vesîle oldukları için hizmet edilenlere teşekkür edâsı içinde bulunmalıdırlar.”


İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, hizmet edenin, hizmet edilenleri bir nîmet bilerek onlara karşı teşekkür edâsı içinde bulunması zarûretini şöyle ifâde eder:

“Nasıl bir kişi çok kimselerin kemâlât elde etmesine sebep olabiliyorsa, birçok kimselerin de bir kimsenin kemâlât elde etmesine sebep olması mümkündür. Zîrâ her ne kadar bir üstad talebelerinin kemâlâtına sebep oluyorsa da, onların da karşılıklı in’ikâs neticesinde üstadlarının kemâlâtına birer sebep olduğu muhakkaktır.”

Allâh Teâlâ’nın bize olan nîmet ve ihsânlarının farkında olup bunları O’nun yolunda infak etme gayreti içerisinde bulunmak mecburiyetindeyiz. Îmânımızdaki sadâkatimizin nişânı da budur. Nitekim bu hususla ilgili olarak âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

“Gerçek müminler ancak şu kimselerdir ki, Allâh ve Rasûlüne îmân edip sonra da îmânlarında şüpheye düşmezler ve Allâh yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd (yâni bütün imkânlarıyla sa’y ü gayret) ederler. İşte (îmânlarında) sâdık olanlar bunlardır.” (el-Hucurât, 15)

Diğer taraftan, maldan yapılacak infâkın farz olan zarûrî ölçüsü bildirilmiştir. Bu itibarla malının zekâtını veren kimse, malı ile îfâ etmesi gereken hizmeti gerçekleştirmiş olur. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın insana lutfetmiş olduğu kâbiliyet ve imkânların nisâb miktârını tâyin etmek mümkün olmadığından, son nefesimize kadar, tâkatimiz nispetinde kendimizi Hak yolunda hizmete adamak durumundayız. Zîrâ o keyfiyet, Allâh’a mâlum, bize meçhuldür. Bu sebeple gayret ve tâkatimizin son haddine kadar hizmet ve himmet için çırpınmak îcâb etmektedir.

Yüce Rabbimiz, “Allâh, her bir kişiyi ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar.” (el-Bakara, 286) buyurmuştur.

Bu sebeple bir mümine düşen, yaptığı hizmetleri yeterli görmeyip, daha başka neler yapabilirim düşüncesiyle, sürekli bir hizmet arayışı içinde olmasıdır. Bunun en canlı misâllerinden biri ashâb-ı kirâmdan Abdullâh bin Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh-’tır. Bu sahâbî, âmâ olduğu için cihaddan muaf tutulmuştu. Fakat o mübârek sahâbînin, hiç olmazsa sancağı tutabilirim düşüncesiyle Kadisiye Harbi’ne katılması, gönlünde taşıdığı bu nisâb belirsizliğinden doğan endişenin bir netîcesi ve her hâlükârda bir hizmete tâlib olma arzusunun açık bir tezâhürüdür.

Bir mümin, zayıflık ve imkânsızlıklara bakarak aslâ ye’s, gaflet ve rehâvete kapılmamalıdır. Hiçbir zaman Allâh yolunda yapabileceği hizmetlerin nihâyete erdiğini düşünmemelidir. Ömrünün sonuna kadar, devamlı artan bir hizmet ve mücâhede heyecânı içinde yaşamalıdır.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devâm et!” (el-Hicr, 99) âyet-i kerîmesi mûcibince, her mümin gözünü açıp kapayacak kadar bir kudrete sâhip olduğu sürece, kulluk muktezâsı olan hizmetlere devâm etmenin zarûretini bilmelidir.

Nitekim şu hâdise, bu hususta ölçümüzün ne olması gerektiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır:

Uhud Harbi nihâyetinde Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, şehid ve yaralıların kontrol edilmesini emir buyurmuşlardı. Husûsiyle âkıbetini merâk ettiği bir sahâbî vardı: “Sa’d bin Rebî -radıyallâhu anh-.”

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, onu bulup ne durumda olduğunu öğrenmesi için ashâbından birini harb meydanına gönderdi. Sahâbî, Sa’d -radıyallâhu anh-’ı ne kadar aradıysa da bulamadı, ne kadar seslendiyse de cevap alamadı. Nihâyet son bir ümidle:

“–Ey Sa’d! Beni Rasûlullâh gönderdi. Allâh Rasûlü, senin diriler arasında mı, yoksa şehidler arasında mı bulunduğunu kendisine haber vermemi emretti.” diye yaralı ve şehidlerin bulunduğu tarafa doğru seslendi.

O sırada son anlarını yaşayan ve cevap verecek mecâli kalmamış olan Sa’d -radıyallâhu anh-, kendisini Allâh Rasûlü’nün merak ettiği haberini duyunca bütün gücünü toplayarak cılız bir inilti hâlinde:

“–Ben, artık ölüler arasındayım!” diyebildi. Belli ki artık öteleri seyrediyordu.

Sahâbî, Sa’d -radıyallâhu anh-’ın yanına koştu. Onu, vücûdu kılıç darbeleriyle delik-deşik olmuş, âdetâ kalbura dönmüş bir vaziyette gördü. Ve ondan ancak kısık bir sesle, fısıltı hâlinde şu müthiş sözleri işitti:

“–Vallâhi, gözleriniz kımıldadığı müddetçe, Peygamber Efendimizi düşmanlardan korumaz da, O’na bir musîbet erişmesine fırsat verirseniz, sizin için Allâh katında ileri sürülebilecek hiçbir mâzeret yoktur!”30

Sa’d bin Rebî -radıyallâhu anh-’ın, ümmete âdetâ bir vasiyet mâhiyetindeki bu sözleri, aynı zamanda fânî hayâta vedâ sözleri oldu.

Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-’ın, can verirken kendisini muhâsebe ederek:

“Hayâtı Allâh yolunda at kişnemeleri ve kılıç şakırtıları arasında geçmiş bir cengâverin, âcizler gibi yatakta ölmesi ne hazindir! Kaldırın beni ayağa! Hiç olmazsa kılıcıma dayanarak can vereyim.” dedirten hissiyâtı da, pek muazzam bir mesûliyet şuuru sergilemektedir.

Bu hissiyâtı, Allâh yolundaki bütün hizmet sahâlarına teşmîl etmek mümkündür. Hizmet ehli her mümin, bu duygulardan gerekli hisseleri alarak, bunları hareketlerinin ideal ölçüsü kılmalı, hizmet imkânı bulunduğu hâlde bunu îfâ etmekten geri durmanın mesûliyet ve vebâlinin azametini idrâk etmelidir. Bunun aksine davranmanın, ebedî hayât için ne büyük bir tehlike arz ettiğinden gâfil olmamalıdır.

Hizmet, bilhassa peygamberlerin ve evliyâullâhın sarıldıkları öyle bir fazîlettir ki, o büyük şahsiyetler, hastalık hâllerinde, hattâ ölüm döşeklerinde dahî hizmeti elden bırakmamışlardır. Bu durum, hizmete nasıl sarılmak gerektiğini ifâde husûsunda ehl-i irfân için kâfî bir misâldir.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)​
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
2. Kalbi mânevî hasletlerle zînetlendirmek

2. Kalbi mânevî hasletlerle zînetlendirmek

2. KALBİ MÂNEVÎ HASLETLERLE ZÎNETLENDİRMEK

Hizmette bulunanların gönülleri, feyz ve rûhâniyetle dolu olmalıdır. Gönül ufkumuzun inkişâfı, ancak mânevî gıdalarla mümkündür. Bu olgunluğun neticesinde ise anlayış, seziş ve duygularımız derinleşir. Bahâeddin Nakşibend, Azîz Mahmûd Hüdâyî, Gazâlî, Mevlânâ ve emsâli Hak dostları, sadece zâhirî ilimde kalıp, kalbî ilimle mücehhez olmasalardı, asırlardan beri gönül semâlarımızda birer Süreyya yıldızı gibi parlak mevkîlere nâil olamazlardı.

Bu büyük Allâh dostları, hâdiseleri gönül penceresinden, aşk ve muhabbet nazarıyla müşâhede ettikleri için, bulundukları toplumlara, hidâyete ermek isteyen nice kimselere ve hattâ cihâna yön veren padişahlara rehber olmuşlardır. Zîrâ onlar, zâhirî ilimlerin, akıl ve mantık bilgilerinin üzerini örten sırlı örtüyü kaldırmışlar, ilâhî aşk ve muhabbetin feyizli tecellîlerine mazhar olmuşlardır.

Bu Hak dostları, fânî vücudları asırlardır toprak altında olmasına rağmen feyz, rûhâniyet ve gönül eserleriyle günümüze kadar geldikleri gibi, bundan sonra da hizmetleri ile diri kalmaya devam edeceklerdir.

Hizmetin en önemli gâyelerinden biri olan hidâyetlere vesîle olabilmek, rehber insanın mânevî durumuna bağlı bir keyfiyettir. İslâm’ı şahsî hayâtımızda ne kadar tatbik edebilirsek, diğer insanlara da o nispette tesir edebilme imkânımız olur. Kalb, ilâhî esrâra açılan bir penceredir. Bu vâsıtayı iyi kullanabilenlere öteler, sonsuzlar ayân olur. Tevhîd muhtevâsına girebilmek, kulu sonsuzluğun seyyâhı eyler.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayâtına baktığımız zaman, ilâhî vahyin O’nun öncelikle kalbine indirildiğini müşâhede ederiz. Bu durum âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilir:

“Muhakkak ki o (Kur’ân), Âlemlerin Rabbi’nin indirdiği (kelâm-ı ilâhî)dir. Onu, Rûhu’l-Emîn, uyarıcılardan olasın diye, apaçık bir Arapça ile senin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)

Kalbe inen bu Kur’ân, Allâh Rasûlü’nün karakter ve davranışlarının âdetâ canlı bir Kur’ân hâlinde sergilenmesine vesîle olmuştur. İşte sahâbe-i kirâm, bu şahsiyet ve karaktere hayran kalmış, böylece İslâmî şahsiyet ve karakterlerini, öncelikle kalb-i nebevîden almışlardır. Hidâyetlerinden evvel yarı vahşî bir hayat yaşayan bu câhiliye insanları, Allâh Rasûlü’nün hâlleri ile feyizlenerek davranış mükemmelliğine ulaşmışlardır. Böylece dünya târihinde “fazîlette zirve insanlar” hâline gelmişlerdir. Allâh’ın dînine hizmeti gâye edinmiş müminler de, ashâb-ı kirâmın bu fazîletli hâlinden örnek alarak, bu ulvî sırdan nasiplenmeli, kalblerinin Kur’ân feyziyle dolmasına gayret göstermelidirler.

Gönül feyzinden mahrum bir hizmet, çöle dökülen bir kova su misâlidir. Kurak arâziye atılan bir tohum, tarla fârelerinin kursağında yok olmaya mahkûmdur. Gönülle atılan hizmet tohumları ise istikbâlin çınarlarıdır. Bu sebeple hizmet insanı, şahsî hayâtının mânevî gıdasına dikkat etmek mecbûriyetindedir. İbâdetlerde rûhâniyete, ahlâk ve muâmelâtta incelik, zarâfet ve diğergâmlığa ehemmiyet verip, rûhen olgunluğa kavuşmak durumundadır. Böyle bir hâle sâhip olmak, kulu ilâhî muhabbete eriştirir. Nitekim Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Allâh, takvâ sâhibi, gönül zengini, kendisini ibâdete vererek şan ve şöhretten uzak duran ve nefsinin ıslâhı ile meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)

Hizmet eden kişinin gönlü, münbit bir toprak gibi olmalıdır. Toprağın üzerinde gezen canlılar, onu çiğner ve cürûfunu da oraya dökerler. Fakat toprak, bu cürûfun hepsini temizler ve sonra çeşit çeşit güzellikte nebatlar bitirerek üzerinde dolaşan bütün mahlûkâtı besler. İşte hizmet ehlinin gönlü de böyle münbit bir toprak gibi olmalı, kalbindeki bütün güzellikler, manzaralar, kudret akışları, tabiî bir şiir hâlinde hizmet edilenlere in’ikâs etmelidir. Bu hâle sâhip olabilmek için şu dört esâsa dikkat etmek lâzımdır:

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
a. Kalbin Dâimî bir Sûrette Allâh ile Beraber Olması

a. Kalbin Dâimî bir Sûrette Allâh ile Beraber Olması

a. Kalbin Dâimî bir Sûrette Allâh ile Beraber Olması

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sâhipleri için nice âyet ve deliller vardır. O gerçek akıl sâhipleri ki, ayakta iken, otururken ve yatarken Allâh’ı sürekli zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler de, «Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın. Sen’i bundan tenzih ederiz! Bizi cehennem azabından koru!» (derler).” (Âl-i İmrân, 190-191)

“…Bilesiniz ki kalbler, ancak Allâh’ın zikri ile huzur bulur.” (er-Ra’d, 28)

Allâh’ı zikretmek, lafzatullâhı yalnız telaffuz etmek değildir. Allâh idrâk ve şuurunu kalbe yerleştirmektir. Kalb ancak bu şekilde tatmîn olur. Allâh’a yakınlaşmanın insana verdiği saâdet, işte bu sûretle tezâhür eder.

Maiyyet-i ilâhiyye (Hak’la beraberlik şuuru) hizmet ehlinin kalbinde yer edince hizmette karşılaşılan hiçbir meşakkat onu yıldıramaz, bütün güçlükler ona kolay gelir ve hizmet şevkle îfâ edilir. Şevkle yapılan hizmetler ise hem isâbetli olur, hem de sâhibine haz ve zevk verir. Bunun için de kalb, mâsivâ muhabbetinden arınmalı Mevlâ muhabbetiyle dolmalıdır. Nitekim İbn-i Arabî’nin Mişkâtü’l-Envâr isimli eserinde nakledilen bir hadîs-i kudsîde:

“Ey Âdemoğlu! Seni kendim için, eşyâyı da senin için yarattım. Kendini, senin için yarattığım mâsivâ, yâni dünya uğruna helâk etme!” buyurulmuştur.31


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
b. Kalbin Allâh ve Rasûlü’nün Muhabbeti ile Dolu Olması

b. Kalbin Allâh ve Rasûlü’nün Muhabbeti ile Dolu Olması

b. Kalbin Allâh ve Rasûlü’nün Muhabbeti ile Dolu Olması

Hizmette muhabbet, terakkînin başlangıcıdır. Bu nokta aslında her şeyin başladığı yerdir. Kalb bu noktadan sonra mânen inkişâf etmeye ve güzelliklerini sergilemeye başlar.

Allâh ve Rasûlü’nün sevgisi, gönlümüzdeki bütün sevgilerden daha üstün olmalıdır. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:


“…Müminlerde Allâh sevgisi her sevgiden daha şiddetlidir.” (el-Bakara, 165)

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda (durgunluğa) uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allâh’tan, Rasûlü’nden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allâh’ın (azâb) emri gelinceye kadar bekleyin. Allâh, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)

Kalb, Allâh ve Rasûlü’nün muhabbeti ile dolu olursa, işte o zaman bütün güzellikler gönlümüze akseder. Allâh ve Rasûlü sadece satırlardan okunarak değil, sadırlardaki yâni gönüllerdeki muhabbetle tanınır. Seven, sevdiğine, muhabbeti nispetinde hayrân olur ve onu taklîd eder. Zîrâ aşk ve muhabbet, iki kalb arasındaki cereyan hattı gibidir. Sevenler, sevdiklerini hiçbir zaman gönüllerinden çıkarmaz ve dillerinden düşürmezler. Sevdiklerine canlarını ve mallarını cömertçe harcamak sûretiyle fedâkarlıklarının huzuru içinde yaşarlar ve ölürler. İşte Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sevip O’nun muhabbetine lâyık olabilmemiz için de dilimizin salavât-ı şerîfe ile ıslak, kalbimizin sürekli O’na râbıta hâlinde olması zarûrîdir.

Kalb, Rasûlullâh’tan ne kadar in’ikâs alırsa, o derecede kemâle erer. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede Rasûlü’nü tekrîm ederek şöyle buyurur:


إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey müminler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!”
(el-Ahzâb, 56)

Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki Allâh’ın Rasûlü, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzulayan ve Allâh’ı çokça zikreden siz (mümin)ler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)

Ashâb-ı kirâmda bu iki âyetin tezâhürünü ve muhabbetin zirveleştiğini müşâhede ederiz. Muhabbetin kaynağına, Allâh ve Rasûlü’nde erişenler, kıyâmete kadar ümmet-i Muhammed’in seçkinleri olarak yaşarlar, fânî hayatlarından sonra da hep rahmet ve duâlarla yâd edilirler. Bu hâle erişen sayısız Rasûlullâh âşıklarından ikisinin hâli şöyledir:

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- dîn-i mübîni yaymak ve öğretmek maksadıyla etrafındaki kabîlelere muallimler gönderirdi. Fakat gönderdiği bazı muallimlere ihânet edilmişti. Nitekim bunlardan biri de “Recî Vak’ası”nda gerçekleşmiştir:

Adal ve Kare kabîleleri Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den İslâm’ı öğretecek muallimler istedi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- de on kişilik bir heyet gönderdi. Kâfile Recî mevkîne varınca tuzağa düşürüldü, sekizi şehid edildi, ikisi de esir alınıp Mekkeli müşriklere teslim edildi.

Esir edilen sahâbîler Zeyd ve Hubeyb -radıyallâhu anhümâ- idi. İkisi de zâlim müşrikler tarafından şehid edildi. Şehid edilmeden önce Zeyd’e sordular.

“–Hayatının kurtulmasına mukâbil, senin yerinde Peygamberinin olmasını ister miydin?”

Zeyd -radıyallâhu anh-, bu suâli soran Ebû Süfyan’a acıyarak baktı ve:

“–Benim, çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamberimin burada olmasını istemek şöyle dursun, O’nun ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz.” dedi.

Ebû Süfyan bu muhabbet karşısında dondu kaldı:

“–Hayret doğrusu!” dedi. “–Ben, dünyada Muhammed’in ashâbının O’nu sevdiği kadar, birbirini seven iki kimse daha görmedim.”

Sonra Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın yanına gittiler. Ona, dîninden vazgeçerse kurtulacağını söylediler.

Hubeyb -radıyallâhu anh-:

“–Dünyayı verseniz bile dînimden dönmem!” dedi.

Zeyd -radıyallâhu anh-’a sorduklarını ona da sordular ve aynı cevabı aldılar.

Hubeyb’in ise şehîd edilmeden evvel bir tek arzusu vardı:

“Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet dolu bir selâm gönderebilmek!..”

Lâkin kiminle gönderebilirdi ki! Yanında bir tek müslüman yoktu! Gözlerini mahzun bir şekilde semâya kaldırdı ve ilticâ hâlinde:

“–Allâhım! Burada selâmımı Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e ulaştıracak kimse yok. O’na selâmımı Sen ulaştır!” dedi.

O sırada ashâbıyla Medine’de oturmakta olan Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, “onun üzerine de selâm olsun” mânâsında:

“Ve aleyhisselâm” buyurduğunu etrafındakiler duydular. Ashâb-ı kirâm hayretle:

“–Yâ Rasûlallâh! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorunca:

“–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına.” buyurdu.

Nihâyet kâfirler her iki sahâbîyi de ağır işkenceler altında şehid ettiler. Şehid edilirken Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın söylediği sözlerden biri çok mânidardır:

“Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..”32

Yine Rasûlullâh muhabbeti sebebiyledir ki, O’nun mektuplarını taşıma şerefine nâil olabilmek için genç sahâbîler âdetâ yarışa girmişlerdi. O’nun arzusunu yerine getirebilme uğruna, her türlü fedâkârlığı göze alıp hiçbir mâzeret üretmeden canla başla hizmete tâlib olmuşlardı. Sarp dağlar ve ıssız çöller aşarak gittikleri diyarlarda, cellatların arasından geçip kralların huzûrunda Allâh Rasûlü’nün mektubunu büyük bir îmân cesâreti ile okumaları, onların Rasûlullâh’a duydukları engin muhabbetin müstesnâ tezâhürlerindendir.


İşte sahâbînin îmân, aşk ve cesâreti!.. Ashâb-ı kirâmın karşılaştığı bu tablolar bizi dehşete düşürürken, Allâh ve Rasûlullâh âşıkları böyle bir manzara karşısında aslâ bir ürküntü duymuyorlardı. Bütün gâyeleri, Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in teveccühüne mazhar olmaktı. İşte böyle bir Nebiyy-i Zîşân’ın muhabbeti ile gönülleri mâmur etmek, mukaddes hizmetlerin bereketli bir tohumu olacaktır.


OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZB)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Buyrun beni çok düşündüren ve çogu insanı ağlatan Zübeyr Gündüzalp abinin Gaziantepteki Nazın Gökçek abiye yazdığı mektub
HER İKİSİDE BURDA YAZANLARI HAYATINDA YAŞAMIŞ KİŞİLERİR


Madem ki İslâm ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle. Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın, ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin. Firavunlar kucağında büyüyen Musa ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, sevineceksin. Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara salarlarsa, ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın ve buna şükredeceksin. Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur an a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi, nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin. Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan delmek gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma, nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kur an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen, hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın. Bu mektubu okuyunca, Mesnevi yi okuyan Yunus gibi Uzun olmuş diyeceksin. O nun gibi, ben olsa idim: Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm, derdim dediği gibi sen de ne lüzum vardı uzun uzun saymaya, kısaca 'Kur an talebesi olacaksın' deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır...
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt