Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:
“Müslüman, insanları eli ve diliyle rahatsız etmeyen kişidir.”
“İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır.” Demek ki Müslüman olmak başkalarına zarar vermemekle, hayırlı bir Müslüman olmak ise başkalarına faydalı olmakla kemale erer. İnsanlara faydalı olmanın her türlüsü medeniyetimizde «hizmet» olarak adlandırılmıştır.
Her insanın kendi hâline göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine, muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluğa kadar hizmetin sahası çok geniştir.
İbrahim bin Edhem buyuruyor ki:
“Her kim, insanlara mal-mülk ile yiyecek-içeceklerle yardım edemiyorsa, güler yüzü, iyi ahlâkı ve tatlı dili ile yardım etsin. Mal-mülk çokluğu ile övünmeyin, fakir ve muhtaçların başına kakmayın, zayıf ve güçsüzleri incitmeyin.”
İnsanoğlu nefsânî arzuların kıskacındadır. İnsanların en fenası ise nefsinin her arzusuna değer verendir. İnsan, nefsini başkalarından faydalanma arzusundan alıkoyup, onu başkalarına hizmet etmeye zorlayarak terbiye etmezse bir ömür, nefsinin tatmin olmayan isteklerinin peşinde perişan ve bedbaht olur.
Hizmet yalnızca Allah Teâlâ’nın rızâsı arzulanarak yapılmalıdır. Kulların teşekkürü, minnetler, övgüler, iltifatlar… Rızâ-yı Bârî’nin önüne asla geçmemelidir. Mevlânâ Hazretleri’nin bir menkıbesini bu vesileyle zikretmek faydalı olacaktır:
Hazret-i Mevlânâ’ya hizmet eden bir genç derviş varmış. Mevlânâ, etrafında hizmet edenlere teşekkür ettiği hâlde bu gence bir sözlü mukâbelede bulunmayıp, teşekkür etmez rolünü üstlenirmiş. Hazret-i Mevlânâ’ya nazı geçenlerden biri:
“Efendim biz görüyoruz ki, bu genç hem sizin hem de etrafın hizmetlerini siz söylemediğiniz hâlde, canla-başla yerine getiriyor. Siz ona rağmen bir iltifatta bulunup teşekkür etmiyorsunuz. Bunun sebebi nedir?”
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“O bahsettiğiniz genç öyle ihlâsla, Allah için hizmet eder ki, âhirette alacağı yüksek derece ve mevkie bir eksiklik gelmesin, yaptığı işlerin karşılığını Allah’tan alsın diye gönlümden geçen teşekkürü lisanıma dökmüyorum, onun ecrinin tamamını Allah versin.”
Evet, hizmette beklentilere girilmemeli, tek emel Allâh’ın rızâsı olmalıdır. Lâkin hizmet erleri talep etmeseler de hizmette çok bereket vardır. Hizmet eden hizmetinin karşılığını âhirette göreceği gibi dünyada da hisseler görür.
Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir davete iştirak etmiş, yatsı namazı hazırlıkları var, herkes bir işlerle meşgul. Bâyezid Hazretleri bakmış ki bir kenarda bir ihtiyar, etrafta birçok hizmet edecek genç varken tek başına abdest alıyor; hemen, ihtiyarın yanına gidip, abdest suyunu dökmüş, ayakkabılarını giydirmiş ve şöyle demiş:
“–Babacığım, sen gençliğinde hiç hizmet etmedin mi ki, buradaki gençlerin hiçbiri sana yardımcı olmuyor.”
İhtiyar tebessüm etmiş ve Bâyezid Hazretleri’nin kulağına eğilerek şunları söylemiş:
“–A güzel evlâdım hizmet etmez olur muyum, hem de senelerce bir Allah dostuna hizmet ettim, mahlûkata hizmet ettim, hiç hizmet etmeseydim senin gibi bir Allah dostu benim ayaklarıma su döker miydi?”
Hizmeti hayat tarzı hâline getirmek isteyenlerin, güler yüzlü, yumuşak kalpli olmaları iktiza eder. İnsana hizmet etmek niyetinde olanlar öncelikle kalp katılığından kurtulmak zorundadırlar. Âyet-i kerîme ne kadar mânidardır:
“Ey yüce Peygamberim, Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 159)
Zaten hizmet aşkıyla dolu bir insanın kalbinde kin duygusunun yerleşememesi lâzımdır. Hizmetle meşguliyet kalpten kini temizler. Bu çok mühimdir. Çünkü kin gönülden temizlenmezse insanı sürekli gazap hâlinde tutarak bedeni yakar ve tahrip eder.
Bir Allah dostu şöyle buyuruyor:
“Allah ile ülfet edip, O’na bağlananlarda kin kalır mı?” bir başka ifadeyle şöyle söyleyelim: «Kin ile din bir arada bulunur mu?»
Bazen hizmet nafile ibadetlerden bile daha mühim bir duruma gelir. İnsan şahsî hayatında Allâh’a yakın olmak arzusuyla ibadet ettiği kadar içtimaî hayatında başkalarına hizmet için koşturmayı da hedef edinmeli, hattâ iki durum karşı karşıya kaldığında hizmeti tercih etmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir sefer esnasında oruçluların takatten kesilip, oruç tutmayanların hizmet etmesi üzerine: “Bugün hizmet edenler kazandı.” buyurması bizim için yol gösterici bir nurdur.
Bu hususu açık bir şekilde ortaya koyan ibretli bir kıssa vardır. Ebû Hasan Harakanî Hazretleri anlatıyor:
Image“Bir zamanlar âbid, zahid iki kardeş vardı, bunların bir de yaşlı, yatalak anneleri vardı. Bu iki kardeş nöbetleşe annelerine hizmet ederlerdi. Biri annesine bakarken diğeri ibadetle meşgul olur ve aralarında şöyle konuşurlardı: «Birimiz annemize, öbürümüz Rabbimize hizmet ediyor.»
Kardeşlerden birisi sıra kendisinde olmasına rağmen diğer kardeşine şöyle bir teklifte bulundu: «Bu gece Allâh’a hizmet etmek sırasını bana ver, sen anamıza hizmet et, ben de doya doya Allâh’a kulluk edeyim.» Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Allâh’a kulluk eden kardeş; namazla, zikirle, Kur’ân’la meşgul olarak sabaha kadar Rabbine hizmete devam etti. Sabaha yakın bir vakitte okuduğu sayfadaki secde âyetini tilâvet edip secdeye kapandı. Secdede uzunca kaldı, gecenin yorgunluğu ile uyku bastırdı ve göz kapaklarına mânî olamayıp secde hâlinde uyukladı. Birden bir hitap işitti: «Kardeşin affedildi, sen de onun hatırına affedildin!» Adam çok şaşırmıştı, kendisi Allâh’a kulluk ettiği hâlde neden o değil de kardeşi? O derinlerden gelen hitap bu soruyu da cevapladı: «Senin Allah için yaptıklarına, Rabbinin ihtiyacı yok, ama kardeşinin yaptığı hizmete annenin mutlak ihtiyacı var.»”
Cenâb-ı Hak bizlere rızâsı istikâmetinde, vatana, millete, dinimize, fakir-fukaraya… hizmet etmeyi, insanlara faydalı olup Efendimiz’in iltifatlarına mazhar olmayı, hizmet yolunda büyüklerin himmetlerine nail olmayı nasip eylesin.
Âmîn!..
Alıntı.
“Müslüman, insanları eli ve diliyle rahatsız etmeyen kişidir.”
“İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır.” Demek ki Müslüman olmak başkalarına zarar vermemekle, hayırlı bir Müslüman olmak ise başkalarına faydalı olmakla kemale erer. İnsanlara faydalı olmanın her türlüsü medeniyetimizde «hizmet» olarak adlandırılmıştır.
Her insanın kendi hâline göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine, muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluğa kadar hizmetin sahası çok geniştir.
İbrahim bin Edhem buyuruyor ki:
“Her kim, insanlara mal-mülk ile yiyecek-içeceklerle yardım edemiyorsa, güler yüzü, iyi ahlâkı ve tatlı dili ile yardım etsin. Mal-mülk çokluğu ile övünmeyin, fakir ve muhtaçların başına kakmayın, zayıf ve güçsüzleri incitmeyin.”
İnsanoğlu nefsânî arzuların kıskacındadır. İnsanların en fenası ise nefsinin her arzusuna değer verendir. İnsan, nefsini başkalarından faydalanma arzusundan alıkoyup, onu başkalarına hizmet etmeye zorlayarak terbiye etmezse bir ömür, nefsinin tatmin olmayan isteklerinin peşinde perişan ve bedbaht olur.
Hizmet yalnızca Allah Teâlâ’nın rızâsı arzulanarak yapılmalıdır. Kulların teşekkürü, minnetler, övgüler, iltifatlar… Rızâ-yı Bârî’nin önüne asla geçmemelidir. Mevlânâ Hazretleri’nin bir menkıbesini bu vesileyle zikretmek faydalı olacaktır:
Hazret-i Mevlânâ’ya hizmet eden bir genç derviş varmış. Mevlânâ, etrafında hizmet edenlere teşekkür ettiği hâlde bu gence bir sözlü mukâbelede bulunmayıp, teşekkür etmez rolünü üstlenirmiş. Hazret-i Mevlânâ’ya nazı geçenlerden biri:
“Efendim biz görüyoruz ki, bu genç hem sizin hem de etrafın hizmetlerini siz söylemediğiniz hâlde, canla-başla yerine getiriyor. Siz ona rağmen bir iltifatta bulunup teşekkür etmiyorsunuz. Bunun sebebi nedir?”
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“O bahsettiğiniz genç öyle ihlâsla, Allah için hizmet eder ki, âhirette alacağı yüksek derece ve mevkie bir eksiklik gelmesin, yaptığı işlerin karşılığını Allah’tan alsın diye gönlümden geçen teşekkürü lisanıma dökmüyorum, onun ecrinin tamamını Allah versin.”
Evet, hizmette beklentilere girilmemeli, tek emel Allâh’ın rızâsı olmalıdır. Lâkin hizmet erleri talep etmeseler de hizmette çok bereket vardır. Hizmet eden hizmetinin karşılığını âhirette göreceği gibi dünyada da hisseler görür.
Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir davete iştirak etmiş, yatsı namazı hazırlıkları var, herkes bir işlerle meşgul. Bâyezid Hazretleri bakmış ki bir kenarda bir ihtiyar, etrafta birçok hizmet edecek genç varken tek başına abdest alıyor; hemen, ihtiyarın yanına gidip, abdest suyunu dökmüş, ayakkabılarını giydirmiş ve şöyle demiş:
“–Babacığım, sen gençliğinde hiç hizmet etmedin mi ki, buradaki gençlerin hiçbiri sana yardımcı olmuyor.”
İhtiyar tebessüm etmiş ve Bâyezid Hazretleri’nin kulağına eğilerek şunları söylemiş:
“–A güzel evlâdım hizmet etmez olur muyum, hem de senelerce bir Allah dostuna hizmet ettim, mahlûkata hizmet ettim, hiç hizmet etmeseydim senin gibi bir Allah dostu benim ayaklarıma su döker miydi?”
Hizmeti hayat tarzı hâline getirmek isteyenlerin, güler yüzlü, yumuşak kalpli olmaları iktiza eder. İnsana hizmet etmek niyetinde olanlar öncelikle kalp katılığından kurtulmak zorundadırlar. Âyet-i kerîme ne kadar mânidardır:
“Ey yüce Peygamberim, Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 159)
Zaten hizmet aşkıyla dolu bir insanın kalbinde kin duygusunun yerleşememesi lâzımdır. Hizmetle meşguliyet kalpten kini temizler. Bu çok mühimdir. Çünkü kin gönülden temizlenmezse insanı sürekli gazap hâlinde tutarak bedeni yakar ve tahrip eder.
Bir Allah dostu şöyle buyuruyor:
“Allah ile ülfet edip, O’na bağlananlarda kin kalır mı?” bir başka ifadeyle şöyle söyleyelim: «Kin ile din bir arada bulunur mu?»
Bazen hizmet nafile ibadetlerden bile daha mühim bir duruma gelir. İnsan şahsî hayatında Allâh’a yakın olmak arzusuyla ibadet ettiği kadar içtimaî hayatında başkalarına hizmet için koşturmayı da hedef edinmeli, hattâ iki durum karşı karşıya kaldığında hizmeti tercih etmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir sefer esnasında oruçluların takatten kesilip, oruç tutmayanların hizmet etmesi üzerine: “Bugün hizmet edenler kazandı.” buyurması bizim için yol gösterici bir nurdur.
Bu hususu açık bir şekilde ortaya koyan ibretli bir kıssa vardır. Ebû Hasan Harakanî Hazretleri anlatıyor:
Image“Bir zamanlar âbid, zahid iki kardeş vardı, bunların bir de yaşlı, yatalak anneleri vardı. Bu iki kardeş nöbetleşe annelerine hizmet ederlerdi. Biri annesine bakarken diğeri ibadetle meşgul olur ve aralarında şöyle konuşurlardı: «Birimiz annemize, öbürümüz Rabbimize hizmet ediyor.»
Kardeşlerden birisi sıra kendisinde olmasına rağmen diğer kardeşine şöyle bir teklifte bulundu: «Bu gece Allâh’a hizmet etmek sırasını bana ver, sen anamıza hizmet et, ben de doya doya Allâh’a kulluk edeyim.» Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Allâh’a kulluk eden kardeş; namazla, zikirle, Kur’ân’la meşgul olarak sabaha kadar Rabbine hizmete devam etti. Sabaha yakın bir vakitte okuduğu sayfadaki secde âyetini tilâvet edip secdeye kapandı. Secdede uzunca kaldı, gecenin yorgunluğu ile uyku bastırdı ve göz kapaklarına mânî olamayıp secde hâlinde uyukladı. Birden bir hitap işitti: «Kardeşin affedildi, sen de onun hatırına affedildin!» Adam çok şaşırmıştı, kendisi Allâh’a kulluk ettiği hâlde neden o değil de kardeşi? O derinlerden gelen hitap bu soruyu da cevapladı: «Senin Allah için yaptıklarına, Rabbinin ihtiyacı yok, ama kardeşinin yaptığı hizmete annenin mutlak ihtiyacı var.»”
Cenâb-ı Hak bizlere rızâsı istikâmetinde, vatana, millete, dinimize, fakir-fukaraya… hizmet etmeyi, insanlara faydalı olup Efendimiz’in iltifatlarına mazhar olmayı, hizmet yolunda büyüklerin himmetlerine nail olmayı nasip eylesin.
Âmîn!..
Alıntı.