Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Her Günüm Aynı Değil !... (1 Kullanıcı)

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Kâinattaki ilâhi nizam gereği, insanlar ve cinlerin dışındaki canlılardan zikri bitenin, ömrü de biter. Bu demektir ki, Allah Teâlâ’nın yarattığı bütün canlılar için hakîkî hayat; zikrin feyiz ve bereketiyle geçen hayattır. Dolayısıyla Allah’ı unutan bir kalp, zâhiren yaşıyor olsa da, hakîkatte ölü demektir. Zikrin, kalpler üzerindeki bu hayâtî ehemmiyetine dâir, Sâmi Efendi Hazretleri de şöyle buyurmuşlardır:

“Hakîkî hayat sahibi, ancak kalbi diri olan kimsedir. Çünkü kalp, Beytullah’tır (nazargâh-ı îlâhîdir). Orada Allah muhabbeti ve zikri yoksa o kalp ölüdür…”
Gaflet ve kasvete müptelâ bir kalbin en tesirli ilâcı, “zikrullah”tır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“…Bilesiniz ki kalpler, ancak Allah’ın zikriyle itmi’nâna (hakiki huzura) erer!” (Ra’d, 28) buyrulmaktadır.
Öte yandan, sırf dil ile zikretmek kolaydır. Lâkin Rabbimiz’in biz kullarından asıl murâdı; zikrin feyziyle dolarak dâimâ Allah ile beraberliğin şuur ve idrâki içinde bulunan, rakik, hassas ve ârif bir kalptir.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Rasûlullah (sav)’in izzet sâhibi Allah’tan naklettiği şu kudsî hadîs de şöyle ifâde etmektedir:

“Kullarımın hepsini hanifler olarak yarattım. Şeytanlar ise onları aldatıp dinlerinden uzaklaştırdı ve başkasını Bana ortak koşmalarını onlara emretti.”

Her doğan yaratılışın başında ve cibilliyetin aslında selîm fıtrat ve dini kabule hazır bir tabiat üzere doğar. Eğer bu hal üzere bırakılacak olsa dîne sarılmaya devam eder ve ondan ayrılmaz. Çünkü bu dinin güzelliği nefislerde mevcuddur. Ondan ancak beşerî zâfiyetlerden biri ve taklid sebebiyle yüz çevrilir.
Lût’un eşi kötülerle düşüp kalktığı için,
Onun nübüvvet hânedanı kayboldu gitti.
Ashâb-ı kehf’in köpeği iyilerin peşinden gittiği için
Köpekliği terk edip sanki insan oldu.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Kâşifî der ki: “Bilerek namazı terk ederek müşriklerden olmayın” Bu hitap ümmetedir.

Şeyh Muhammed Eslem Tûsî (rh)’den şöyle nakledilir:
“Bana ulaşan bir hadiste Hz. Peygamber (sav): “Benden bir hadis rivâyet edildiğinde onu Allah’ın Kitabına arz ediniz. Eğer Kur’ân’a muvafık ise kabul ediniz.” buyurmuştur. Ben, “Namazı kasden terk eden inkâr etmiş olur.” hadisinin Kur’andan bir âyet ile uygunluğunu bulmak istedim. Kırk yıl düşündüm. Nihâyet “namazı kılın; müşriklerden olmayın” âyetini buldum.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Hz. Peygamber (sav), Cibril (as) kendisine “İhsan nedir?” diye sorduğunda onu: “Sanki O’nu görüyormuşçasına Allâh’a kulluk etmendir” diye tefsir etmiştir. Şu halde bu vasfa sâhip olan kişi, O’nu görene kadar O’na yönelir. Allâh’a yönelen kişinin, O’nun ipine sarılması zaruridir. Değilse Allah Teâlâ bütün cihetlerden münezzehtir; O’na hiçbir cihetten yönelmek mümkün değildir.

İşte bu sebepledir ki, Musa (as): “Yâ Rabbi! Ben seni nerede bulabilirim?” diye sorunca Allah Teâlâ: “Ey Mûsâ! Beni kasdettiğin bana yöneldiğin zaman bana ulaşmışsın demektir.” buyurdu. Be cevap işâret etmektedir ki orada herhangi bir yön-mekân yoktur ki O’na yönelinebilsin.
Ey sûfî, bu feryat ve figana sebep nedir? Nereden nereye?
Bu nükte âşikârdır, ilme’l-yakînden ayne’l-yakîne
Ey Câmî! Yakınlığı uzaklığı düşünme
Cenâb-ı Hak için yakınlık, uzaklık, vasl da fasl da yoktur.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Onbirinci yüzyılda yaşayan İranlı şair ve fikir adamı Nâsır-ı Husrev şöyle anlatır: “Geceleyin rüyamda birini gördüm. Bana:

“–İnsanların aklını gideren şu şarabı daha ne zamana kadar içeceksin? Aklın başında olsa daha iyi olmaz mı?” dedi. Ben de ona:
“–Hakîmler (doktorlar ve hikmet erbabı), dünyanın gam ve kederini bun*dan daha iyi gideren başka bir şey bulamamışlardır” dedim. O:
“–Kendinden geçmek, aklı baştan kovmak rahatlık de*ğildir. Ayrıca, halkı akılsızlığa sevkeden insana hakîm denmez. Aklı ve fikri artıracak bir şey aramak gerekir” dedi. Ben:
“–Peki, bu bahsettiğini nasıl ve nereden elde edebili*rim?” diye sorduğumda bana sadece:
“–Arayan bulur!» cevabını verdi ve eliyle kıble tarafını gösterdi. Başka da bir şey demedi. Uykudan uyandım, rüya tamamen hatırımdaydı ve beni iyice tesiri altına almıştı. Kendi kendime:
“–Bu geceki uykudan uyan*dığım gibi, kırk yıllık uykumdan da uyanmam gerek» dedim. Kalkıp gusül abdesti aldım ve camiye gittim. Rabbimin huzûruna durup namaz kıldım. O’ndan, vazifelerimi bu*yurduğu gibi yapmam ve yasaklarından kaçınmam husûsunda yardım istedim. Ve bu şekilde kırk yıl sonra O’na yöneldim.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Necip Fâzıl’ın bir piyesinden alınmış olan şu cümleler, meçhûl kader gerçeğinin, tefekkür eden bir insana kendisini nasıl tasdik ettirdiğini ne güzel ifâde etmektedir:

“…Meselâ bir gün Eminönü meydanında bir otomobil, bir adamı çiğner. Hâdiseden on dakika evveline gidelim. Adam, meselâ Gülhâne Parkı’nın önündedir. Otomobil de faraza Taksim’den geliyor. Manzarayı görüyor musunuz? Geliyor! Bin otomobil içinde bir otomobil ve yüz bin adam içinde bir adam. Ne adam çiğneneceğini bilir; ne de otomobil çiğneyeceğini… İkisi de bir sürü tesâdüflerle(!) bilmeden birbirine doğru yaklaşırlar. Meselâ, adam bir dükkânın önünde durur. Bir kutu kibrit alır. Bir-iki adım atar. Bir arkadaşıyla konuşur. Bir vitrini seyreder. Bu mâsum hareketlerin bile birkaç dakika sonra kopacak fâciada hisseleri vardır. Bütün bu hâdiseler, birbirine esrarlı bir şekilde geçe geçe nihâyet o fâcia ânını doğururlar. O an, gâyet basit bir son sebebe dayanır. Bir dalgınlık, bir bilgisizlik, şu, bu… Tesâdüflerin(!) kimbilir nasıl ve nereden idâre edilen son derece girift ve içinden çıkılmaz bir riyâziyesi (hesâbı) vardır.”

İşte bunun gibi hayattaki hâdiseleri lâyıkıyla tefekkür edebilen bir insan, kâinât sahnesinde sergilenen sonsuz sayıdaki senaryoların, ilâhî bir kalemin çizgileri istikâmetinde zuhûra geldiğine inanmaktan kendini alamaz.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Hz. Âişe vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Nebiyyullah (sav), geceleri ayakları şişip çatlayıncaya kadar namaz kılardı.

Âişe (ra):
“–Niçin böyle yapıyorsunuz (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsunuz) ey Allah’ın Rasûlü? Oysa Allah sizin geçmiş ve gelecek hatalarınızı bağışlamıştır” dedi.
Rasûlullah (sav):
“–Çok şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Hikmet ilham ile vesveseyi birbirinden ayıran bir nurdur. Bu nur kalbde tefekkür ve ibretten meydana gelir. Tefekkür ve ibret ise hüzün ve açlığın bıraktığı mirastır.

Hikmet ehli birisi şöyle demiştir: “Bedenlerin azığı yiyecek ve içecekler, aklın ise hikmet ve ilimdir. Kula dünyâda verilen en üstün şey hikmet, âhirette verilecek en üstün şey ise rahmettir. Bedenler için tıp ilmi ne kadar mühim ise, ahlak için hikmet de o kadar mühimdir.”
Hz. Ali şöyle der: “Kalbleri dinlendirin ve onlar için hikmetli hoş sözler araştırın. Çünkü bedenlerin yorulduğu gibi kalbler de yorulur.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Ömer b. Hattâb (ra) şöyle derdi:

“Ben sabahleyin kalktığımda, ne halde olursa olsun başıma gelen hayır ya da şer dolayısıyla endişe duymam. Çünkü benim için hangisinde hayır olduğunu bilmem.”
Mûsâ (as): “Ey Rabbim, kulların arasında en büyük günahı işleyen kimdir?” diye münâcâtta bulundu. Hak Teâlâ’dan şu hitap geldi: “Beni töhmet altında bırakandır.”
Mûsâ (as): “Ey Rabbim, seni itham eden kimdir?” diye sordu.
Hak Teâlâ şöyle buyurdu: “İyilik talep edip benden kendisi için en iyisini isteyip de hükmüme râzı olmayan kimse.”
Sâib der ki:
Servi gibi rızâ makamında dimdik durmuşum.
Bu sebepten baharımdan da hazanımdan da gönlüm rahattır.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
“Hastalıklar ve acılar ölüm habercileri ve elçileridir. Ölüm anı gelince ölüm meleği bizzat gelir ve şöyle der: “Ey Allâh’ın kulu, sana haber üstüne haber geldi. Nice nice elçiler geldi. Peş peşe haberciler geldi. Ben son haberci ve elçiyim. Benden sonra ne bir haberci ne de bir elçi gelecek. Artık Rabbine isteyerek ya da istemeyerek icâbet et!” O kimsenin ruhunu alınca etrafında bulunan yakınları ve sevenleri eyvahlara ağlamaya başlarlar. Ölüm meleği onlara da der ki: “Ben onun hayat süresini vaktinden önce sonlandırarak ona zulmetmedim, onun rızkını da yemedim; bilakis Rabbi onu dâvet etti. Artık ağlayan kendine ağlasın! Çünkü ben sizden geriye hiç kimse bırakmayana kadar aranıza defalarca geleceğim.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Al*lâh Ra*sû*lü (sav), Mî*râc’da bir top*lu*lu*ğa uğ*ra*dı*lar ve gör*dü*ler ki, on*la*rın du*dak*la*rı de*ve duda*ğı gi*bi*dir. Bir*ta*kım va*zî*fe*li me*mur*lar da on*la*rın du*dak*la*rı*nı ke*sip ağız*la*rı*na taş ko*yu*yor.

“–Ey Cib*rîl! Bun*lar kim*ler*dir?” di*ye sor*du.
Ceb*râ*îl (as):

“–Bun*lar, ye*tim*le*rin mal*la*rı*nı hak*sız*lık*la yi*yen*ler*dir!” de*di.

Son*ra Ra*sû*lul*lâh (sav), baş*ka bir top*lu*lu*ğa rast*la*dı. On*lar da ba*kır*dan tır*nak*lar*la yüz*le*ri*ni ve gö*ğüs*le*ri*ni tır*ma*lı*yor*lar*dı:
“–Ey Ceb*râ*îl! Bun*lar kim*ler*dir?” di*ye sor*du.
Ceb*râ*îl (as):
“–Bun*lar, (gıy*bet et*mek sû*re*tiy*le) in*san*la*rın et*le*ri*ni yi*yen*ler ve on*la*rın şe*ref ve nâ*mus*la*rıy*la oy*na*yan*lar*dır.” ce*vâ*bı*nı ver*di.


Da*ha son*ra Hz. Pey*gam*ber (sav) Efen*di*miz ora*da; zi*nâ*kâr*la*rı, leş yi*yen bed*baht*lar ola*rak; fâiz yi*yen*le*ri, ka*rın*la*rı iyi*ce şiş*miş ve şey*tan çarp*mış re*zil bir va*zi*yet*te; zi*nâ edip ço*cuk*la*rı*nı öl*dü*ren ka*dın*la*rı da, bir kıs*mı*nı gö*ğüs*le*rin*den, bir kıs*mı*nı baş aşa*ğı ası*lı hüs*râ*na dû*çâr olmuş bir hâl*de gör*dü.
Bu se*bep*le Var*lık Nû*ru Efen*di*miz:
“Eğer be*nim bil*di*ği*mi siz*ler de bil*miş ol*say*dı*nız, mu*hak*kak ki, pek az gü*ler ve çok ağ*lar*dı*nız!” bu*yur*muş*tur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt