Gülüşü Yaralı
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Şub 2008
- Mesajlar
- 5,741
- Tepki puanı
- 3
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- ha bura :)
- Web Sitesi
- www.facebook.com

Hayatta Nelerin Önünden Öylece Geçip Gidiyoruz Dersiniz?
Hayat insana güzellikleri her daim altın tepsilerde sunmuyor muhakkak... Hatta diyebiliriz ki, acılar, dertler, hüzünler ve kederler çok daha sık çalıyor kapılarımızı. Mükemmelliği yalnız cennette yaşayabilecek olmamız gerçeği, gün be gün mükemmeli bulma umutlarımızı da suya düşürüyor...
Peki, hayatın bütün bu gerçekleri, yaşamın tozlu sayfalarında yüreklerimizi burkan satırların çok daha fazla oluşu, yada kış mevsiminin bizler için hep daha sert geçiyor olması hayatın suçu mu? Yani gerçekten hayat mı çok zor, yoksa bizler mi onun güzelliklerini bir türlü keşfe çıkamıyoruz?
Yüce Mevla'nın ufacık bir böceğe işlediği muazzam nakışı, evlerimize serdiğimiz dantellerden daha mı az görebiliyor, daha mı az önemsiyoruz? Yada dünyanın en güzel senfonisini bizlere bebeklerimizin tatlı seslerinde hediye eden Rabbe acaba çok mu az sırtımızı dayıyoruz?
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.
Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider.
Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı.
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır.
Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi.
Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise çok açık aslında... Dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziğini çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, hayatta bizlere altın tepsilerde sunulan başka hangi nimetlerin önünden öylece geçip gidiyor, sonrada bunun için hayatı suçluyoruz acaba?
İsmail Tongar