Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

HAMAS İstanbul'u savunuyor. (1 Kullanıcı)

HAMAS İstanbul'u savunuyor.

  • EVET - HAMAS İstanbul'u savunuyor

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR- HAMAS İstanbul'u savunmuyor

    Oylama: 0 0.0%
  • HAMAS FİLİSTİNİ savunuyor.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇBİRİSİ DEĞİL

    Oylama: 0 0.0%
  • HEPSİ

    Oylama: 0 0.0%
  • YORUMSUZ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
Selamün Aleyküm.

HAMAS İstanbul'u savunuyor

Aşağıdaki yazıyı okudukdan sonraki görüşleriniz. Buyurun

Gecen cuma Beyazıt Meydanı'nda gözüme ilişen en anlamlı pankart sanırım şuydu: "Hamas İstanbul'u savunuyor, farkında mısınız?"

Bu pankart insana neler düşündürmez ki…

Bir an filmlerdeki patlama efekti ile başlayan geri dönüşler gibi 90 yıl öncesine gittim.

Hani o 1 milyon 600 bin kayıpla çıktığımız 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı yıllarına…

Cephelerdeki şehit sayısına bakar mısınız, ne çok şey anlatıyor;

Çanakkale: 101.000 (Hasta, Kayıp ve Yaralılarla 253.896)

Kafkasya: 270.000

Irak/Körfez: 220.000

Arabistan/Yemen/Filistin: 280.000

Mısır/Kanal: 280.000

Acem: 20.000

Rumeli: 60.000

Yani bugün adı "Arap" toprakları konulan cephelerde verdiğimiz şehit, Çanakkale, Kafkasya, Acem ve Rumeli'de verdiğimiz kayıpların iki katı: 770 bin…

Bu sayının sadece 30 bini 9 Kasım 1917'de düşen Kudüs savunmasında…

1917 baharında 1. ve 2. Gazze savaşlarında ise İngilizleri iki kez geri püskürtmüşüz.

Fakat bütün bu direniş ve şehitlere rağmen 1918 sonbaharında Filistin'in tamamen İngiliz işgaline girmesine engel olamamış, Kudüs'ü 400 yıl aradan sonra hüzünle terk etmişiz.

***

Öte yandan…

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bütün cephelerden Anadolu'ya çekilmiş, burada ise 1919-1922 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşı'ında toplam 9 bin 117 şehit vermişiz. (Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, cilt; 1).

Düşünün…

Anadolu'da 9 bin iken Rumeli'de 60 bin…

Anadolu'da 9 bin iken Kafkasya'da 270 bin…

Anadolu'da 9 bin iken Irak, Filistin, Yemen, Hicaz ve Mısır'da 770 bin insanımızı toprağa gömmüşüz.

Daha 1911-12 yıllarındaki Trablusgarb (Libya), Adriyatik denizi, Kızıldeniz, boğaz ve Ege adalarındaki savaşlar buna dahil değil…

Rakamlar işin büyüklüğünü göstermesi bakımından dehşet vericidir.

Bu rakamlar neyi gösteriyor?

Sakın "Onlar Osmanlı'ydı biz Cumhuriyetiz" gibi "zevzek" ayrımlar yapmayasınız. O cephelerde Mustafa Kemal'den İsmet İnönü'ye, Enver Paşa'dan Fevzi Çakmak'a hepsi vardı…

Bu rakamlar, bize, asıl nerede kaybettiğimizi göstermiyor mu?

***



Çünkü…

Aslında savunulan tek bir ülke, tek bir coğrafya, tek bir aidiyet, tek bir haysiyet!

Gazze'ye bomba yağdırmakla, İstanbul'a bomba yağdırmak arasında ne fark var? 90 yıllık tarih farkından başka tek bir mantıklı gerekçe söyleyin.

Bağdat'ı işgal etmekle, Urfa'yı, Antep'i, Maraş'ı işgal etmek arasında ne fark var?

Medine'yi savunmakla, Kars'ı, Edirne'yi, Kırım'ı, Yemen'i savunmak arasında hiçbir fark yok!

9 bin Anadolu'ya 270 bin Kafkasya'ya...

9 bin Anadolu'ya, 770 bin Mısır'a, Irak'a, Hicaz'a, Yemen'e, Filistin'e can gömmüşüz.

Bunları unutacakmıyız sanıyorlar?

"Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı" derken Akif, nereleri kastediyor dersiniz?

"Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benin inlemeli" derken Akif, hangi yurttan bahsediyor sanıyorsunuz? Sadece Edirne ile Kars arasından mı?

Bu yurt ezeli ve ebedi bir yurttur.

Bu yurt ontolojik ve kozmik bir yurttur, sınırları yoktur.

Bu yurt üzerinde ebediyen ezan okunan her yerdir.

Birbirinden kuvvet alarak; "toprağın ruhundan" ve "kitabın kavlinden" güç olarak her dem yeniden doğar.

Dün kırmızı beyazdır, bugün yeşil, beyaz, siyah.

Dün Fahrettin Paşa'dır, bugün İzzettin Kassam.

Rumeli'den Kafkasya'ya, Anadolu'dan Filistin'e bir aidiyetin, haysiyetin ve varoluşun adıdır.

BOP değil; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru's-selam) der kitabın kavli buna. (Yunus; 10/25)

***

Bu uyduruk sınırların hepsi bir gün kalkacak!

Hz. Peygamber'in rüyası gerçekleşecek: Bu koca ülkenin bir ucundan bir ucuna bir kadın yalnız başına yürüyecek ve Allah'tan başka kimseden korkulmadığını görecek!

Hz. Süleyman'ın hülyası gerçek olacak: Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru's-Selam) ilelebet kurulacak!

Hz. İbrahim'in kuşları toplanacak: Parça parça ayrı tepelerde olsalar bile "Kalkın/birleşin" diye bir ses duyulacak ve hepsi yuvalarına dönecek, birleşecek, yekvucut olacak!

Enver'in intikamı çetin olacak: İngiliz'in/Rus'un dipçiği bumerang gibi kendi karnını deşecek!

Cemaleddin'in layihası bedenlenecek: Sinek olsak, vızıltımız, Atlantiği sele boğacak!

***

Cebeli Tarık'tan Orta Asya içlerine, Kırım'dan Yemen'e Namık Kemal'in deyişi ile "Asumani heykeller gibi" sereserpe yerlere serilmiş şu coğrafyayı dolaşın…

Akif'in tabiriyle ot basmış evler, yıkık damlar, işgaller, feryatlar, acılar, ızdıraplar, üstüne üstlük "gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar" görecekseniz, evet…

Tarihten çekilmiş bir dünya, rüzgarı dinmiş bir din, yenilmiş bir uygarlık, kalbura dönmüş bir coğrafya, güneşi doğmayan bir gök, yıldızları parıldamayan bir sema görecekseniz, evet…

İbn Haldun'un tabiriyle üstünden "ümran rüzgarı dönmüş" beldeler, İkbal'in tabiriyle "göç katarları toplanmış" diyarlar görecekseniz, doğru…

Ama değil mi ki her bir köşesinde şehitler yatıyor ve değil mi ki şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara…

Değil mi ki ot basmış evlerde mahzun kalsa da… Göç katarları toplanmış diyarlarda mehcur olsa da… Şii mescitlerinden Sunni camilerine bir Kitap hala elden ele dolaşıyor.

Değil mi ki düşülen yerden bir de bakıyorsun HAMAS'lar doğuyor. Yeni Fahrettin Paşa'lar, Cemaleddinler, Enverler , Akifler, İkballer, Kassamlar, Şeriatiler çıkıyor.

O zaman ümit var demektir.

Bu Kitap bir gün üzerimize serilmiş bu ölü toprağını atacak.

Körler görecek, sağırlar duyacak, çamurdan bir kuş, Allah'ın izni ile üfürünce kanat çırpıp uçacak… Yani Bu Kitap çamurlara batmış bir halkı ayağa kaldıracak, gözlerini açacak, kulaklarının pasını silecek…

Bu toprak münbit…

Suyu bol, gübresi sağlam. Sakın kimse çöl, bozkır diye bakmasın.

Lozan'dan sonra bize 100 yıl lazımdı, o da doluyor.

Ey işbirlikçi İngiliz uşakları! Ey gerici Arap rejimleri! Ey petrol şeyhi taslakları! Ey HAMAS'ı ezsin diye Siyonistlere ellerini ovuşturarak Bel'am duaları eden entarili saray mollaları! Toprağın altı nasıl kaynayacak, toprağın üstü nasıl gürleyecek, o zaman göreceksiniz.

Gazze ile İstanbul'un, Diyarbakır'la Kerkük'ün, Kırım'la Yemen'in nasıl görünmez hatlarla birbirine bağlı olduğunu, bunun demiryolu hatlarından daha sağlam örüldüğünü, tek bir ruhun nasıl bedenleneceğini o zaman anlayacaksanız.

Ne zaman? Kiminle? Nasıl? mı diyorsunuz?

Heyhat! Göçtü kervan… türküsü mü çığırıyorsunuz?

"Geldikleri gibi giderler" dedik birazı kurtulmadı mı?

"Aldıkları gibi verirler" var sırada.

"Yıktıkları gibi yıkılırlar" var sonra.

Allah'ın günlerine inanın.

HAMAS'ın İstanbul'u savunduğunu fark edin önce.




Saygılar, sevgiler..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Hamas İSLAMBULU savundu..Allahcc razı olsun...
 

alisay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
277
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
ALLAH c.c cümle ehli sünneti, özelliklede mücahitlerini korusun.
paylaşım için ALLAH razı olsun.
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Paylaşım İçin ALLAH razı olsun kardeşim...
selametle kalınız...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Haması tasfiye planı buyukdirilis.com yazarı Alperen Tunalı, Hamas'ın nasıl tasfiye edilmek istendiğini yazdı. İşte Tunalı'nın analizi:

14/03/2009
1664.jpg
İsrail'in 2006 Lübnan ve 2009 Gazze saldırıları bölgenin siyasi gelişmeleri ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Bu saldırıların her ikisinde de İsrail Hamas ve Hizbullah'ın taban ve lojistik desteklerini azaltmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Özellikle 2006 Lübnan saldırında Hizbullah tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmıştır. Bunun en önemli nedenlerinin başında Lübnan'ın coğrafik konumu nedeniyle İsrail karşıtı bloğun lojistik desteğini alabiliyor olmasıdır.

Bu saldırılarda İsrail operasyonun psikolojik boyutlarında da önemli mağlubiyetler almıştır. Lübnan (2006) ve Gazze (2009) saldırılarında amaçlardan biri Hizbullah ve Hamas'ın tabanını, İsrail'in acımasız katliamları ile Gazze halkının Hamas'a ve Lübnanlıların ise Hizbullah'a tepki göstererek, kaybetmesiydi. Ancak bu psikolojik operasyon tersine döndü ve her iki saldırıda da İsrail karşıtı gruplar çok daha güçlenerek çıktılar. Ancak son Gazze saldırısında BOP ve dolayısıyla ABD, İsrail çok başarılı oldukları bir başka psikolojik operasyon gerçekleştirdiler.

Neocon eğilimlerin ve İsrail merkezli Yahudi lobilerinin politikaları ile Ortadoğu'da çıkmaza giren ABD yeni yönetime barışçıl bir imaj giydirmeyi hedefliyordu. İsrail'in Gazze saldırısının Bush'un son günlerinde yapılması bu imaj değişikliğinin temel nedenidir. Türk-İslam Dünyasını kan ve gözyaşına boğan katliamların hepsi Bush yönetimine fatura edilmiş ve Obama yönetimi bu bölgede adeta barış sağlayıcı olarak görülmüştür. Bu psikolojik operasyon özellikle ülkemizde çok başarılı olmuştur. Dünyadaki gelişmeleri oluşturulan iç politik kutupların gölgesinde değerlendirmeye alışan birçok insan Obama yönetiminin Ortadoğu barışı konusunda önemli bir misyon yüklendiği yanılgısına düşmüştür.

Ortadoğu'da İsrail politikalarını benimsemeyen ülkeler “şer ekseni” olarak tanımlanmaktadır. İsrail'e göre bu şer ekseni İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas dır. Irak işgalinin akabinde ABD'de İsrail lobilerinin önemli isimlerinden Richard Perle “Ortadoğu'daki diğer düşman ülkelere verilecek iki kelimelik bir mesajımız var: Sıra Suriye'de” dedi (3). Ancak Irak'da ABD çıkmaza girince Suriye operasyonu da, İsrail lobilerinin bütün çabalarına rağmen, mümkün olmadı.

Gerek ABD'nin Irak'ta bir çıkmaza girmesi ve gerekse İsrail'in 2006 yılında Lübnan'a saldırısı sonucu aldığı yenilgi, bölgede önemli bir politika değişikliğine gidilmesini kaçınılmaz kıldı. Yahudi lobilerinin önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü direktörü Martin Indyk tarafından Suriye-İsrail barışı sağlanarak bu Şer Ekseni Güç Birliğinin kırılması fikri ortaya atıldı.

Martin Indyk, iki defa ABD İsrail Başkonsolosluğu ve 1997-2000 yılları arasında Dışişleri Bakan Yardımcılığı yaptı. İsrail lobilerinin önde gelen isimlerinden olan Indyk bu lobilerinin önemli kuruluşlarından AIPAC'da (American Israel Public Affairs Committee) başkan yardımcılığı ve WINEP'in (Washington Institute for Near East Policy) kurucuları arasında yer alıyor.

ABD'nin Ortadoğu politikaları temelde İsrail'in güvenliğinin sağlanması esasına dayanmaktadır (3,4). Bu nedenle Martin Indyk gibi Ortadoğu'yu İsrail hedefleri merkezinde düşünen Politika Danışmanlarının önerileri dikkate alınmaktadır. Son yirmi yıl içerisinde Martin Indyk ABD'nin Ortadoğu politikalarına iki defa yön vermiştir.

1990'lı yılların ortasına kadar ABD Ortadoğu da Denge politikasını izliyordu. Denge politikası temel olarak kontrol dışına çıkan bir ülkenin bir başka ülke ile dengelenmesidir. 1979'da rejim değişikliğine giden İran'nın Irak ile kontrol edilmesi buna verilecek en iyi örnektir. 1993 yılında Martin Indyk “Çift Kuşatma” önerisini WINEP'in bir çalışmasında sundu (4,5). Bu öneriye göre İran ve Irak'ın her ikisi de İsrail'in güvenliği için tehdit unsuru oluşturmaktadır. İsrail'in güvenliği ancak bu iki ülkenin, bölgeye yerleştirilecek, güçlü bir Amerikan silahlı gücü tarafından kontrol edilmesi ile sağlanabilirdi. 1990'lı yılların ortalarında ABD Ortadoğu'da Denge politikası yerine Indyk'in Çift Kuşatma Önerisini uygulamış ve böylece hem İran hem de Irak düşman olarak görülmeye başlanmıştır.

Çift kuşatma önerisinin, özellikle Ülkemizde Ilımlı diye bilinen, Clinton döneminde uygulanmaya başlanması, ABD'nin Ortadoğu politikalarını istisnasız her dönem belirleyen temel unsurun İsrail'in hedefleri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

ABD Ortadoğu politikalarını ikinci kez Martin Indyk'in önerileri ile değiştiriyor. Daha önce Indyk'in “Çift Kuşatma” politikasını uygulayan ABD günümüzde ise “Suriye-İsrail” barışının sağlanması politikasını uygulamaya başladı. Aslında İsrail ve İsrail lobileri 2006 yenilgisine kadar Suriye ile ilgili daha çatışmacı politikaları uygulama kararlığındaydılar. Ancak bölgesel gelişmeler “Şer Ekseni” diye tanımlanan İsrail karşıtı bloğun arasından Suriye'nin koparılmasını ön plana çıkarttı.

Suriye 1990'ların başından itibaren İsrail'le bir barış anlaşması müzakere edebilmeye çalışıyordu. 2000 yılı başında bu anlaşmaya çok yaklaşılmıştı. Ancak İsrail Başbakanı Ehud Barak son anda bundan vazgeçti. O zamandan bu yana Suriyeliler müzakereleri yeniden başlatmak ve farklılıkları gidermek için sayısız teklif ileri sürdüler. Barak'ın halefi Ariel Şaron ve Ehud Olmert bütün bu teklifleri reddetti ve Suriye'ye yönelik çatışmacı politikalarını sürdürdüler. ABD'nin Şam'ı tehlikeli bir düşman olarak algılamasını teşvik eden de aynı kişiler (3).
Peki Suriye İsrail için neden bu kadar önemli? Neden ABD ve İsrail lobileri son yıllarda Suriye-İsrail barışına çok önem veriyorlar? Bu soruların cevabı basit iki neden de gizli. Bunlardan ilki İran taktik olarak İsrail yayılmacılığını ve Ortadoğu üzerinde ABD'nin çatışmacı politikalarını kendi bölgesinden uzak tutmaya çalışıyor. Daha anlaşılabilir bir ifade ile ABD ve İsrail'in işini güçleştirmek için sorunu kendi üzerinden Ortadoğu'ya yayıyor. Bu şekilde ABD ve İsrail'in riskleri artıyor, buna karşın İran'ın riskleri azalıyor. İkinci neden ise Filistin halkına yapılan sistematik soykırıma Müslüman toplumların gösterdiği tepkidir.

Martin Indyk 2007 yılında kaleme aldığı “Ortadoğu'da dengelere geri dönüş” (2) isimli çalışmasında ABD'de seçimi kazanacak yeni başkana bazı önerilerde bulunuyor. Bu önerilerin temelini Suriye-İsrail barışı sağlanarak İran'ın bölgedeki etkinliğinin yok edilmesi düşüncesi oluşturuyor. Indyk Sünni ve Şii mezheplerini önemli bir çatışma alanı olarak gördüğünü, ABD'nin bölgede yaptığı hatalar nedeniyle İran'ın etkinliğinin artığını belirtiyor.

Hizbullah lideri Nasrallah ile İran Devlet başkanı Ahmedinejat'ın bölgede çok popüler olduğunu, hatta ABD ile dost olan Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Devlet başkanı Mübarek ve Suudi Arabistan kralı Abdullah'ın kendi ülkelerinde bile bunlar kadar popüler olmadığını belirtiyor. Nasrallah ve Ahmedinejat'ın bölgedeki diğer liderleri Amerikanın güvenlik şemsiyesinin altında olmakla ve İsrail ile işbirliği yapmakla suçlayarak aşağıladığını vurgulayan Indyk, bu isimlerin popüler olmasının radikal eğilimleri beslediğini belirtmektedir.

Indyk, Amerikan yönetiminin Suriye ve İran'ı birbirinden uzaklaştırmak için rejimleri arasındaki farklılıkları ön plana çıkarması gerektiğini, yönetimdeki Nusayrilerin çoğunlu Suni olan Suriye'nin Şii çizgisinde bulunmasının halkta tepkilere neden olacağının bilincinde olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Suriye halkının bu tepkileri kullanarak Esad yönetimin devrilmeye çalışılabileceğini ve bu nedenle de Suriye Devlet başkanının İsrail ile barış görüşmeleri başlatılması konusunda çağrı yaptığını ifade etmektedir.

Martin Indyk 5 Ocak 2009 tarihinde ABD Devlet Başkanı Barak Obama'ya dört sahifelik bir mektup göndererek Ortadoğu ile ilgili düşünceleri kısaca bir daha belirtmektedir (7). Bu mektupta Indyk, Bölgede erken bir başarının Suriye-İsrail barışı ile sağlanabileceğini ve bu iki ülkenin zaten Türkiye'nin arabuluculuğu ile geçen yıl görüştüklerini bildiriyor.

Yukarıda verilen bütün örneklerde görüldüğü gibi Suriye-İsrail barışının sağlanması hem ABD yönetiminin ve hem de İsrail lobilerinin önemli öncelikleri arasındadır. Bu durumda irdelenmesi gereken iki temel konu bulunmaktadır. Bunların ilki ABD, İsrail ve İsrail lobilerinin bölgede gerçekten kalıcı bir barış isteyip istemediği ve Türkiye'nin bu politikada nerede durması gerektiğidir.

1994 yılında İsrail Başbakanı İzak Rabin, iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi, Suriye'nin Hizbullah ve Hamas'a destek vermemesi karşılığında İsrail'in Golan Tepelerinden çekilmesini (4 Haziran 1967 öncesi sınıra geri dönülmesini) esas alan bir anlaşma konusunda kararlıydı ve maalesef bir yıl sonra öldürüldü.

İki Ülke Eylül 2004 ile Temmuz 2006 tarihleri arasında Avrupa'da gizli görüşmeler gerçekleştirdi. Avrupalı arabulucular ve Suriye, İsrail'in 4 Haziran 1967 sınırına geri dönmesi, karşılığında Suriye'nin Hizbullah ve Hamas'a destek vermemesi ve hatta İran'dan uzaklaşması konusunda görüş birliğine vardırlar ancak bunu da İsrail kabul etmedi (3).

Bütün bu gerçekler, İsrail için barışın; yayılmacı politikalarına karşı gelen güçlerin yok edilmesi olarak anlaşıldığını, açıkça ortaya koymaktadır. Hamas'ın halk tabanı olan bir siyasi hareket olması, İsrail'in yayılmacı hedefleri önündeki en yakın engel olması nedeniyle tasfiye edilmesi gündemdedir.

Bölge ile ilgili gelişmelerde Türkiye'nin nerede durduğu ise çok önemlidir. Son günlerde, özellikle Hillary Clinton'nın ziyaretinden sonra ABD'nin yeni yönetimin bölgesel barışa önem verdiği düşüncesi yayınlaşmaktadır. Ancak hiçbir gelişme ABD'nin bölgede İsrail'in talepleri dışında bir politika izleyebileceği tezini desteklememektedir.

Jerusalam gazetesi Ağustos 2007 tarihinde ABD Başkan adaylarına 6 soru gönderdi ve verdikleri cevapları sitesinde yayınladı. Gazetenin “Hangi Esad'a inanırsınız? Barıştan bahsedene mi veya savaşla tehdit edene mi?” sorusuna Barak Obama şöyle cevap veriyor “Sorun bizim hangi Esad'a inanmamız gerektiği değil hangi Esad'ın yaşamak istediğidir”. Gazetenin İran'la ilgili sorusuna ise Obama Kuvvet kullanmanın seçeneklerin dışında olmadığını açıkça vurguluyor. Şimdi Ülkemizde oluşturulan kutuplarla Dünyalarını sınırlayanlara sormak gerekmez mi, Hangi Obama barıştan yana? Gerçek Obama mı veya hayallerinizde var ettiğiniz Obama mı?.

Ortadoğu Türkiye'nin Kültür coğrafyasıdır. Bu bölgede izleyeceğimiz politikalar tarihi misyonumuza uygun olmalıdır. Türkiye hiçbir şekilde Brookings enstitüsü gibi yerlerde planlanan projelerin içinde olmamalıdır. Ayrıca bölgede güç dengesini bozacak girişimler en çok bize zarar verecektir. Bu nedenle Türkiye Ortadoğu'da bütün tarafların içinde olmadığı bir barış sürecinin ne içinde olmalıdır nede arabulucusu olmalıdır. Dış politika uzmanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun 18 Aralık 2008 günü basında çıkan açıklamalarında, BOP'un çöktüğünü ve bölgesel sorunların çözümü için tüm oyuncuların içerisinde bulunduğu bir çözüm sürecinin gerekli olduğunu, vurgulamıştır. Bu yaklaşım Türkiye'nin bölgede güç dengelerini koruması gerektiği fikrini desteklemektedir. Ancak Obama Yönetiminin İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas'ın da içinde bulunduğu bir barış sürecini desteklemeyeceği çok açıktır.

Marin Indyk, 27 Temmuz 2006 tarihinde Dış İlişkiler Konseyi ile (Council on Foreign Relations) yaptığı röportajda Lübnan ile ilgili görüşmelere Suriye ve İran'ın alınmaması gerektiğini söylemiştir. Bu gerçek ile ABD ve İsrail'in bölgenin bütün taraflarını kapsayacak bir süreç başlatmaları çok mümkün görünmemektedir.

Bütün bölgeyi kapsayıcı gerçekçi bir barış planı ortaya konulmadan, Suriye-İsrail barışının sağlanmaya çalışılması ve bu konuda Suriye'ye baskı yapılması Hamas ve Hizbullah'ın tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü İsrail karşıtı bloktan Suriye'nin çekilmesi bu iki hareketi de İsrail'e karşı savunmasız bırakacaktır. Bu girişim bölgedeki güç dengesini İsrail lehine bozacak ve bundan en çok zararı gören ülkelerden biri de Türkiye olacaktır.

İsrail Hamas'ı bir siyasi hareket olarak değil bir terör örgütü olarak görmektedir ve Hamas'ı bir terör örgütü olmaya zorlamaktadır. Hamas tasfiye edilerek Batı Şeria gibi Gazze'de de Mahmud Abbas'ın hakim olması sağlanmak istenmektedir. Bu noktada aslında İsrail Hamas'ı değil Filistin işgalinde direnç noktalarını tasfiye etmek istemektedir. Hamas'ın siyasi olarak güçlenmesi, seçim kazanmış bir siyasi hareket olduğunun bilincinde olması bu oyunu boşa çıkaracaktır.

Barışın sağlanması konusunda Türkiye; ABD ve İsrail'in kaygıları dışında kendisine ait argümanlarla hareket etmelidir. ABD tarafından Esad'a baskı yapılarak sağlanacak bir zorlama Suriye-İsrail barışı bölgenin güç dengesini bozacak ve bu durumdan kaynaklanacak bölgesel gelişmeler ile İran, Türkiye ve Suriye en çok zarar gören ülkeler olacaktır. Çünkü Kuzey Irak'da oluşturulmak istenen İkinci İsrail projesi bu üç ülkenin de bütünlüğünü tehdit edebilecektir. Türkiye, İran ve Suriye'nin birlikte hareket etmesi aynı zamanda uzun vadede kendi güvenliklerinin sağlanması için kaçınılmazdır.

Sonuç olarak Türkiye mevcut haliyle Suriye-İsrail barışına arabuluculuk yapmamalıdır. Ayrıca bu girişimler hiçbir şekilde anti-semitizm olarak algılanmamalı, anti-semitizme karşı olmak nasıl bir insanlık görevi ise siyonizme de karşı olmak aynı şekilde bir insanlık görevidir.

Alperen TUNALI / Büyük Diriliş : BÜYÜK DİRİLİŞ HABER VE FİKİR SİTESİ

Kaynaklar

1- Fuller, G., 2003, The Youth Factor: The New Demographics Of The Middle East And

The Implications For U.S. Policy, The Brookings Project on US Policy Project Toward

Islamic World, Brookings Institution, Washington

2- Indyk., M.S. and Wittes, T.C., 2008, Back to Balancing in the Middle East (A New

Strategy for Constructive Engagement), Brookings Institution, Washington

(http://www.brookings.edu/~/media/Files/Projects/Opportunity08/PB_
MiddleEast_Indyk_Wittes.pdf)

3- Mearsheimer, J., Stephen, M.W., 2009, İsrail lobisi ve ABD dış politikası, Küre Yayınları

4- Pollack M. K.,2004, The Persian Puzzle, Random House press, New York

5- Indyk, M., 1993, “The Clinton Administration's Approach to the Middle East”

National Security Council Soref Symposium

6- Pollack, K., Indyk, M., 2003, “How Bush Can Avoid the Inspections Trap”

7-http://www.brookings.edu/~/media/Files/rc/papers/2009/010
_middle_east_memo/0105_middle_east_memo.pdf

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt