Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
İSTİKBAL
Evet istikbal İslâm'ındır. Hakikat bu olmasına rağmen ne yazık ki bilhassa günümüzde, Müslümanların ekserisinde istikbalden bir ümit kesiş hâli hakimdir. İslâm'ın bir daha hakim olamayacağı, Müslümanların bir daha kalkınıp izzet bulamayacakları gibi ümitsizlik tohumları Müslümanların nefislerinde yerleşmiştir.
Nitekim; "Efendim İslâmî hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kafirler buna zaten fırsat vermezler.
Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri ve ekonomik paktları var. Bu ortamda daha hâlâ nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm'ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz? Biraz fazla idealist olmuyor musunuz...?" ve benzeri sözlerin, fikirlerin Müslümanların ağızlarında ve yazılarında terennüm edip durduğuna şahit oluyoruz.
İşte onların nefislerinde yerleşik yeis yani ümitsizlik ifadelerinden bir kısım olan bu ve benzeri sözler ve fikirler onları gevşemeye, çalışmaktan geri durmaya, tembelliğe, pısırıklığa ve mevcut şartlara teslim olmaya, böylelikle zillete dûçar olmalarına itmektedir. Hakikatleri gördükleri halde, o hakikatleri hayata geçirme uğrunda çalışmaktan, mal ve canlarıyla fedakârlıkta bulunmaktan geri kalmaktadırlar.
Yani yerlerinde çakılıp kalmaktadırlar. Zira onlarda istikbale dair ümit kalmadığından, çalışmalarının ve fedakârlıklarının sanki boşa gideceğini, heder olacağını zannediyorlar.
Onun için ümmetin bir çoğunun nefislerinde yerleşik 'istikbalden ümit kesme' kanaatinin yanlışlığını, ne derece çürük olduğunu göstererek o umursamaz ümitsizleri, İslâm davasını yüklenmeleri için harekete geçirir ve davayı yüklenenlerin de azimlerini ve gayretlerini daha da kamçılar umuduyla, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ışığında "İstikbal'in İslâm'ın olduğunu", “İstikbalde İslâm'ın hakim olacağını” ve bunun “İlahi vaat” olduğunu göstermeye çalışalım inşAllah.
Allah'u Teala buyuruyor ki;
"Sizden iman edip de salih amel işleyenlere Allah şöyle vaat buyurdu; Andolsun ki, onlardan evvelkileri (kafirlerin) yerine geçirdiği gibi (güçlü ve iktidar sahibi kıldığı gibi) kendilerini de muhakkak (müşrik ve kafirlerin) yerine geçirecek (güçlü ve iktidar sahibi kılacak) ve elbette ki kendileri için razı olduğu dinlerini (İslâm'ı) mutlaka yerleşik kılıp sağlamlaştırarak hakim kılacak ve elbette onları (müminleri) korkularının ardından kesinlikle güvenliğe erdirecektir. Onlar, hiçbir şeyi bana ortak koşmaksızın yalnızca bana ibadet ederler." (Nur 55)
Bu ayeti kerimenin ifadesi umumidir. Ayetteki; "başkasının yerine hakim kılmak", "dini yerleştirip hakim kılmak" ve "güvene erdirmek" hakkındaki Allah'ın vaadi sadece sahabelere (r.anhum) mahsus değildir. Bu vaat, ibarenin genel oluşundan dolayı; iman edip salih amel işleyenler, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Allah'a ibadet eden her cemaate ve ümmete şamildir.
Bu vasıfta olan cemaat veya ümmeti, yeryüzünde kafirlerin yerine hakim kılacağına, onların işlerini yürütücü kılacağına, Müslümanlar için razı olduğu dini (İslâm'ı), yeryüzünde pekiştirip yerleştireceğine, yeryüzündeki İslâm dışındaki bütün dinler, fikirler ve ideolojiler üzerine hakimiyeti onlara vereceğine ve zalimlerin, tağutların onlar üzerindeki korkularını, zulümlerini üzerlerinden kaldırarak zaferi tahakkuk ettirmek ve düşmanlara galip kılmak sureti ile güvenle değiştireceğine dair Allah'u Teala'nın vaadi umumi bir vaattir. Başka bir ayeti kerime de Allah'u Teala buyuruyor ki;
"Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Öyle ki; müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslâm'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır." (Saf 9 - Tevbe 33)
Bu ayeti kerime bize; bütün dinler üzerine hükmü, üstünlüğü ve egemenliği ile istikbalin İslâm'ın olduğunu müjdelemektedir. Bazı insanlar, bunun Rasulullah (sav), Raşit hâlifeler ve onlardan sonra gelen hâlifeler zamanında gerçekleştiğini zannediyorlar. Fakat hakikat öyle değildir. Zira gerçekleşen bu sadık vaatten, ancak bir cüzdür. Nitekim Nebî (sav)'de buna şöyle işaret etmekte:
Aişe (r.anha) Nebî (sav)'in şöyle dediğini rivayet etti;
"Lat ve Uzza'ya tapılmadıkça gece ve gündüz gitmeyecektir." Yani kıyamet kopmayacaktır. Bunun üzerine Aişe (r.anha) soruyor ki; "Ya Rasulullah, ben zannediyorum ki Allah (cc), (yukarıda zikredilen) Tevbe suresi 33. ayet indirilince bu iş tamam olmuştur." Bunun üzerine Rasul (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki ondan Allah'ın dilediği olacaktır." (Müslim)[/B]
Bu demektir ki; hak din İslâm bütün dinler üzerine hakim olacaktır. Ayetlerde geçen İslâm'ın zuhuru haberini (yani üstünlüğünün hakimiyetinin açığa çıkmasının haberini) ve hakimiyetin yeryüzüne yayılmasının boyutlarını açıklayan başka ayet ve hadisler de vardır. Şöyle ki;
Allah'u Teala, Bakara suresi 191. ayette, kafirlerin, Müslümanları Allah'a kulluktan vazgeçirmek için nasıl çalıştıklarını zikrettikten sonra onların işlerini "fitne" olarak vasıflandırıp, bu fitnenin katilden, yani insanları öldürmekten beter olduğunu vurguluyor. Daha sonra 193. Ayette Müslümanlara hitaben, bu fitneyi ortadan kaldırıp, dinin tamamen Allah'ın için olması, yani kulluğun yalnız Allah için olması gayesiyle o kafirlerle savaşmalarını emrediyor.
Allah'u Teala Enfal suresinde 30. ile 40. ayetler arasında da kafirlerin yeryüzünde Allah'a kulluk yapmaya nasıl mani olduklarını ve insanları Allah yolundan saptırmak için nasıl çalıştıklarını ve hatta çalışacaklarını zikrettikten sonra; onların bu yaptıklarını "fitne" olarak vasıflandırarak, Müslümanlardan bu fitneyi ortadan kaldırmak ve kulluğun tamamen Allah için olmasını sağlamaları için o kafir ve müşriklerle savaşmalarını emretmektedir. Şöyle ki;
"Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu onlara pişmanlık ve yürek acısı (kahırlı özlemleri) olacak, sonunda da mağlup olacaklardır." (Enfâl 36)
"(Yeryüzünde) fitne kalmayıp din (kulluk sistemi) tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla (Allah'a kulluktan alıkoyan ve Allah yolundan saptıran o kafirlerle) savaşın." (Enfâl 39)
Görüldüğü gibi Allah'u Teala kafirlerin, insanları Allah'a kulluktan, Allah yolundan saptıran varlıklarını yani devletlerini (Kur-an'ın ifadesi ile fitneyi) tamamen kaldırmaları için o kafirlerle savaşmalarını Müslümanlara yüklüyor ve yeryüzünde dinin (kulluğun) tamamıyla Allah için olmasını da Müslümanlara bir gaye kılıyor. Allah'u Teala'nın bu emri demektir ki; bu gayenin gerçekleşmesi mümkündür ve gerçekleşecektir. Allah'u Teala bunu da şu ayeti kerimede şöyle vurguluyor:
"Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez." (Bakara 286)
Allah'u Teala’nın fitneyi yani kafirlerin siyasi, ekonomik ve askeri varlıklarını, devletlerini ortadan kaldırıp kulluğun tamamen Allah için olmasını gerçekleştirmek gayesi ile savaşı Müslümanlara yüklemesi, bu gayenin gerçekleşmesinin mümkünâttan olduğunu ve aynı zamanda gerçekleşeceğini gösterir.
Bunun gerçekleşeceğini yani Allah'a kulluk sistemi olan İslâm'ın yeryüzünün tamamına kuvvet ve izzetle hakim olacağını ve küfrün (kula kulluk sistemlerinin) de zelil olacağını, daha önce zikrettiğimiz ayetlerin müjdelediği gibi birçok sahih hadisi şerifler de müjdelemektedir. Şöyle ki;
"Gerçekten Allah, benim için yeri topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır." (Müslim, K. Fiten)
Rasulullah (sav) buyurdu ki;
"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir ker** ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmet b. Hanbel - Taberani - İbni Hibban)
İşaret edilen ve müjdelenen bu hakikatlerin gerçekleşmesi mutlaka küfrün kuvvetlerine ve taşkınlıklarına galip gelebilmeleri için Müslümanların madden ve manen, iktisadi ve askeri olarak güçlü olmalarını gerekli kılar. Nitekim bunun da gerçekleşeceğine hadisi şerifler şöyle işaret edip müjdelemektedir:
İmam Ahmet ve Daremi, İbni Kubeyl'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Biz Abdullah b. Ömer, İbn el-As'ın yanındaydık, şöyle soruldu: “İlk önce hangi şehir fethedilecek, Kostantiniyye mi? Roma mı?” Abdullah, kilitli bir sandığın getirilmesini istedi, ondan yazılı bir kağıt çıkardı ve şöyle dedi; “Biz Rasulullah (sav)'in etrafında yazıyorken; “hangi şehir önce feth olunacak, Kostantiniyye mi? Roma mı?” diye soruldu. Rasulullah (sav), Heraklin'in şehrinin yani Kostantiniyye'nin fethedileceğini söyledi."
Bu hadisin ifadesine göre Roma Kostantiniyye'den sonra fethedilecek şehirdir. Mu'cem'ul Buldan'da geçtiğine göre Roma, İtalya'nın başkentidir.
Yine Rasulullah buyurdu:
"Yahudiler sizinle harp edecek ve onlara üstün geleceksiniz. Hatta taş, 'ey Müslüman şu arkamdaki Yahudi'dir onu öldürüver' diyecektir." (Müslim, K. Fiten)
Nitekim; "Efendim İslâmî hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kafirler buna zaten fırsat vermezler.
Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri ve ekonomik paktları var. Bu ortamda daha hâlâ nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm'ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz? Biraz fazla idealist olmuyor musunuz...?" ve benzeri sözlerin, fikirlerin Müslümanların ağızlarında ve yazılarında terennüm edip durduğuna şahit oluyoruz.
İşte onların nefislerinde yerleşik yeis yani ümitsizlik ifadelerinden bir kısım olan bu ve benzeri sözler ve fikirler onları gevşemeye, çalışmaktan geri durmaya, tembelliğe, pısırıklığa ve mevcut şartlara teslim olmaya, böylelikle zillete dûçar olmalarına itmektedir. Hakikatleri gördükleri halde, o hakikatleri hayata geçirme uğrunda çalışmaktan, mal ve canlarıyla fedakârlıkta bulunmaktan geri kalmaktadırlar.
Yani yerlerinde çakılıp kalmaktadırlar. Zira onlarda istikbale dair ümit kalmadığından, çalışmalarının ve fedakârlıklarının sanki boşa gideceğini, heder olacağını zannediyorlar.
Onun için ümmetin bir çoğunun nefislerinde yerleşik 'istikbalden ümit kesme' kanaatinin yanlışlığını, ne derece çürük olduğunu göstererek o umursamaz ümitsizleri, İslâm davasını yüklenmeleri için harekete geçirir ve davayı yüklenenlerin de azimlerini ve gayretlerini daha da kamçılar umuduyla, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ışığında "İstikbal'in İslâm'ın olduğunu", “İstikbalde İslâm'ın hakim olacağını” ve bunun “İlahi vaat” olduğunu göstermeye çalışalım inşAllah.
Allah'u Teala buyuruyor ki;
"Sizden iman edip de salih amel işleyenlere Allah şöyle vaat buyurdu; Andolsun ki, onlardan evvelkileri (kafirlerin) yerine geçirdiği gibi (güçlü ve iktidar sahibi kıldığı gibi) kendilerini de muhakkak (müşrik ve kafirlerin) yerine geçirecek (güçlü ve iktidar sahibi kılacak) ve elbette ki kendileri için razı olduğu dinlerini (İslâm'ı) mutlaka yerleşik kılıp sağlamlaştırarak hakim kılacak ve elbette onları (müminleri) korkularının ardından kesinlikle güvenliğe erdirecektir. Onlar, hiçbir şeyi bana ortak koşmaksızın yalnızca bana ibadet ederler." (Nur 55)
Bu ayeti kerimenin ifadesi umumidir. Ayetteki; "başkasının yerine hakim kılmak", "dini yerleştirip hakim kılmak" ve "güvene erdirmek" hakkındaki Allah'ın vaadi sadece sahabelere (r.anhum) mahsus değildir. Bu vaat, ibarenin genel oluşundan dolayı; iman edip salih amel işleyenler, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Allah'a ibadet eden her cemaate ve ümmete şamildir.
Bu vasıfta olan cemaat veya ümmeti, yeryüzünde kafirlerin yerine hakim kılacağına, onların işlerini yürütücü kılacağına, Müslümanlar için razı olduğu dini (İslâm'ı), yeryüzünde pekiştirip yerleştireceğine, yeryüzündeki İslâm dışındaki bütün dinler, fikirler ve ideolojiler üzerine hakimiyeti onlara vereceğine ve zalimlerin, tağutların onlar üzerindeki korkularını, zulümlerini üzerlerinden kaldırarak zaferi tahakkuk ettirmek ve düşmanlara galip kılmak sureti ile güvenle değiştireceğine dair Allah'u Teala'nın vaadi umumi bir vaattir. Başka bir ayeti kerime de Allah'u Teala buyuruyor ki;
"Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Öyle ki; müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslâm'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır." (Saf 9 - Tevbe 33)
Bu ayeti kerime bize; bütün dinler üzerine hükmü, üstünlüğü ve egemenliği ile istikbalin İslâm'ın olduğunu müjdelemektedir. Bazı insanlar, bunun Rasulullah (sav), Raşit hâlifeler ve onlardan sonra gelen hâlifeler zamanında gerçekleştiğini zannediyorlar. Fakat hakikat öyle değildir. Zira gerçekleşen bu sadık vaatten, ancak bir cüzdür. Nitekim Nebî (sav)'de buna şöyle işaret etmekte:
Aişe (r.anha) Nebî (sav)'in şöyle dediğini rivayet etti;
"Lat ve Uzza'ya tapılmadıkça gece ve gündüz gitmeyecektir." Yani kıyamet kopmayacaktır. Bunun üzerine Aişe (r.anha) soruyor ki; "Ya Rasulullah, ben zannediyorum ki Allah (cc), (yukarıda zikredilen) Tevbe suresi 33. ayet indirilince bu iş tamam olmuştur." Bunun üzerine Rasul (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki ondan Allah'ın dilediği olacaktır." (Müslim)[/B]
Bu demektir ki; hak din İslâm bütün dinler üzerine hakim olacaktır. Ayetlerde geçen İslâm'ın zuhuru haberini (yani üstünlüğünün hakimiyetinin açığa çıkmasının haberini) ve hakimiyetin yeryüzüne yayılmasının boyutlarını açıklayan başka ayet ve hadisler de vardır. Şöyle ki;
Allah'u Teala, Bakara suresi 191. ayette, kafirlerin, Müslümanları Allah'a kulluktan vazgeçirmek için nasıl çalıştıklarını zikrettikten sonra onların işlerini "fitne" olarak vasıflandırıp, bu fitnenin katilden, yani insanları öldürmekten beter olduğunu vurguluyor. Daha sonra 193. Ayette Müslümanlara hitaben, bu fitneyi ortadan kaldırıp, dinin tamamen Allah'ın için olması, yani kulluğun yalnız Allah için olması gayesiyle o kafirlerle savaşmalarını emrediyor.
Allah'u Teala Enfal suresinde 30. ile 40. ayetler arasında da kafirlerin yeryüzünde Allah'a kulluk yapmaya nasıl mani olduklarını ve insanları Allah yolundan saptırmak için nasıl çalıştıklarını ve hatta çalışacaklarını zikrettikten sonra; onların bu yaptıklarını "fitne" olarak vasıflandırarak, Müslümanlardan bu fitneyi ortadan kaldırmak ve kulluğun tamamen Allah için olmasını sağlamaları için o kafir ve müşriklerle savaşmalarını emretmektedir. Şöyle ki;
"Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu onlara pişmanlık ve yürek acısı (kahırlı özlemleri) olacak, sonunda da mağlup olacaklardır." (Enfâl 36)
"(Yeryüzünde) fitne kalmayıp din (kulluk sistemi) tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla (Allah'a kulluktan alıkoyan ve Allah yolundan saptıran o kafirlerle) savaşın." (Enfâl 39)
Görüldüğü gibi Allah'u Teala kafirlerin, insanları Allah'a kulluktan, Allah yolundan saptıran varlıklarını yani devletlerini (Kur-an'ın ifadesi ile fitneyi) tamamen kaldırmaları için o kafirlerle savaşmalarını Müslümanlara yüklüyor ve yeryüzünde dinin (kulluğun) tamamıyla Allah için olmasını da Müslümanlara bir gaye kılıyor. Allah'u Teala'nın bu emri demektir ki; bu gayenin gerçekleşmesi mümkündür ve gerçekleşecektir. Allah'u Teala bunu da şu ayeti kerimede şöyle vurguluyor:
"Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez." (Bakara 286)
Allah'u Teala’nın fitneyi yani kafirlerin siyasi, ekonomik ve askeri varlıklarını, devletlerini ortadan kaldırıp kulluğun tamamen Allah için olmasını gerçekleştirmek gayesi ile savaşı Müslümanlara yüklemesi, bu gayenin gerçekleşmesinin mümkünâttan olduğunu ve aynı zamanda gerçekleşeceğini gösterir.
Bunun gerçekleşeceğini yani Allah'a kulluk sistemi olan İslâm'ın yeryüzünün tamamına kuvvet ve izzetle hakim olacağını ve küfrün (kula kulluk sistemlerinin) de zelil olacağını, daha önce zikrettiğimiz ayetlerin müjdelediği gibi birçok sahih hadisi şerifler de müjdelemektedir. Şöyle ki;
"Gerçekten Allah, benim için yeri topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır." (Müslim, K. Fiten)
Rasulullah (sav) buyurdu ki;
"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir ker** ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmet b. Hanbel - Taberani - İbni Hibban)
İşaret edilen ve müjdelenen bu hakikatlerin gerçekleşmesi mutlaka küfrün kuvvetlerine ve taşkınlıklarına galip gelebilmeleri için Müslümanların madden ve manen, iktisadi ve askeri olarak güçlü olmalarını gerekli kılar. Nitekim bunun da gerçekleşeceğine hadisi şerifler şöyle işaret edip müjdelemektedir:
İmam Ahmet ve Daremi, İbni Kubeyl'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Biz Abdullah b. Ömer, İbn el-As'ın yanındaydık, şöyle soruldu: “İlk önce hangi şehir fethedilecek, Kostantiniyye mi? Roma mı?” Abdullah, kilitli bir sandığın getirilmesini istedi, ondan yazılı bir kağıt çıkardı ve şöyle dedi; “Biz Rasulullah (sav)'in etrafında yazıyorken; “hangi şehir önce feth olunacak, Kostantiniyye mi? Roma mı?” diye soruldu. Rasulullah (sav), Heraklin'in şehrinin yani Kostantiniyye'nin fethedileceğini söyledi."
Bu hadisin ifadesine göre Roma Kostantiniyye'den sonra fethedilecek şehirdir. Mu'cem'ul Buldan'da geçtiğine göre Roma, İtalya'nın başkentidir.
Yine Rasulullah buyurdu:
"Yahudiler sizinle harp edecek ve onlara üstün geleceksiniz. Hatta taş, 'ey Müslüman şu arkamdaki Yahudi'dir onu öldürüver' diyecektir." (Müslim, K. Fiten)