MÜ'MİN ŞİDDETLİ VE HİDDETLİ DEĞİLDİR
(Camiu's-Sağîr, c. VI/9159)'daki hadîs-i şerifde geçen; mü'min, heyyin, leyyin, kelimeleri burada cem' olarak gösterilmiş. Bil'umum mü'minlerin muttasıf olmaları lâzım gelen, bu iki sıfat hadd-i zâtında çok mühimdir. Zîrâ sertlik, şiddet, hiddet, gazap, belki bir insanı kendi maksud ve emellerine ulaştırsa dahi sonu yoktur ve gelmez. Çünkü, her mahlûkta olduğu gibi, bahusus insanların bu gibi çirkin
huylara karşı bir nefreti, bir kini, bir hoşnutsuzluğu vardır. Bazen zafiyyeti sebebiyle inkıyâd etse, sever gibi görünse dahî, bunlar içten değildir, gösteriş ve idaredir. Yoksa, hiç bir kimse, şiddete, hiddete tahammül edemez, mukabelede bulunur. Bu da binnetîce ayrılıklara, darılmalara hattâ, kavgalara ve bazan belki de ölüme kadar da sürüklenir. Halbuki, İslâm'dan, îmândan beklenen de şüphesiz bu değildir. İslâm ve îmân, insanların saadeti ve selâmeti için gelmiş bir dindir. Öyle olunca, câmi'asındaki insanların, en güzel şekilde yaşamaları için gereken en iyi huyları onlara tavsiye buyurmuş, onlarla tehalluk edip, ahlâklanma neticesinde de Cennet'le tebşir buyurmuşlardır. Tabîi o canım güzel Cennet ki, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve işitmediği hattâ gönüllerde bile, hatır ve hayâle gelmedik, sayısız tükenmez, bozulmaz, kokmaz, her lokması, her yudumu ayrı ayrı lezzetlerde, çeşit çeşit nimetler işte bu güzel ahlâkların sahipleri olan kimselere va'd buyurulmuşdur. Orada ebedî olarak, ölümsüz, her kederden, gamlardan, rahatsızlıklardan ârî olarak, bir de üstelik Hak Sübhânehü ve Teâlâ hazretlerinin cemâlini görmekle müşerref olacaklardır.
İşte bu kısa ve envâ-ı çeşit felâket ve gamlarla yoğrulu olan ve nihayet ölümle sona eren bu dünyânın aldatıcı hallerine kanmayıp, varlığının sahibi ve onun sevgilisi Resulü Ekrem Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin gösterdiği, en güzel ve ma'kul yoldan ayrılmayıp, biraz sabırlı-, biraz da metanetli olarak, o güzel huyları elde etmekle, Cennet ve cemâl-i ilâhiyeyi müşahedeye nail olunması gerektiğinde hiç şüphe yoktur...
Heyn ve leyn kelimeleri hakkındaki ma'lûmât, dört hadîs evvel zikr olunmuş olduğundan, tekrarına lüzum görülmemişdir. Yalnız şu var ki, yumuşaklık, uysallık, uygunluk, suhulet, mülâyemet, hep dünyâda ve dünyâ işlerine aittir. Yoksa, dinde ye dînî hususlarda bunların hiç birisine cevaz ve imkân yoktur. İnsanı dünyası için yumuşak olur lâkin dîne gelince, ondan bir dağ gibi kımıldamaz, bir çelik gibi dayanıklı, bir mermer gibi sert, kopmaz, ayrılmaz bir bütündür. Onun için Hazret-i Ömer (r.a.) buyurmuşlar ki: «Ben, dinde bir taşdan katıyım.»
Bazı büyüklerimiz de buyurmuşlar ki, «Dağlan oymak, delmek, koparmak, mümkündür. Lâkin, mü'minin dininden îmânından zerre kadar bir şey koparılmaz ve kopanlamaz.»
Hiç bir mü'min, dinden asla bir fedakârlık yapamaz. Evet malını verir, hattâ cannıı da verir, amma dininden asla bir şey veremez. Bu, yumuşaklık, suhulet, müsamaha, dünya hayırlarına inkıyâd edip, onlara koşmak ve muâmelât-ı dünyeviyesinde istediği kadar müsamahada bulunmak, tıpkı bir devenin haline benzetilmişdir. Arabın, en meşhur ve güzidesi olan bu hayvan, hilkati ve tıyneti iktizası, istenilen yere, bu yer nasıl olursa olsun, i'tiraz etmeden çöker olmasıdır. Yani arzu ve isteğe hemen uymasıdır. Halbuki bir merkebi, bir köprüden, hele bir tahta köprüden geçirmek ne kadar zordur. Çamurdan gitmez, yokuşu sevmez. Düz yol dururken daracık kenarlardan, tehlikeli yerlerden gitmeye çalışır, lâkin deve hiç de öyle değildir. Onun içindir ki mü'minin halini deveye benzetmişlerdir. Görmez misin ki, devenin ayakları da nasıl yumuşaktır. Basdıkça yayılır, çölde gayet kolay yürür; diğer hayvanlar, çölde kolay yürüyemezler. Zîrâ, ince kum ayaklarının altından kayar, hele alışmayan insan pek çabuk yorulur. Sonra deve, susuzluğa çok mütehammildir. Hem çok yük taşır, hem de kana'atkârdır. O koca vücudu, az bir hamur ile doyar, çok da zekîdir. Gittiği yolu pek iyi bilir. Ma'lûm ya, Arabistan çölünde, halen de yol yoktur. Bugün bile, bizim şoförlerimiz yollarını kaybetmektedir. İşte o devirlerde, o ıssız çöllerde, o develer istikâmetlerini tayin edip, mükemmel bir surette, hem de kısa bir yoldan yerlerini bulurlar. Bu sebepden, Kur'-ân-ı Kerîm'de: «Deveye bakmaz mısınız?» diye, gerek onun hilkatindeki acâiblik ve gerekse bu zekâsından, sabrından, tehammülünden, kanâatinden dolayı darb-ı mesel olmuşdur. Cenâb-ı Hak, mü'minleri, suhulet ve lîynetle yâd etmişdir. Bu iki haslet de, ahlâk-ı hasenedendir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, bu iki ahlâk övülerek, Habib-i zîşan sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bu güzel yumuşaklığı sayesinde, zamanın câhil ve fena kalbli insanları, Allah Teâlâ'nın, ona verdiği rahmet sebebiyle,' Efendimizin etrafında toplanmışlar ve îmânla, İslâm'la müşerref olmuşlar ve bu din uğrunda, mal ve canlarını feda etmekden de kaçınmamışlardır. Halbuki, eğer Peygamber, sert ve katı kalbli olsaydı, bunların hiç biri olmazdı. İşte firavunlar, o kadar şiddetli hareketlerine karşı bir muvaffakıyyet kazanamamışlar, yalnız bu gün onların hali, bıraktıkları ehramlardan ve târihçe lâ'netlerinden başka bir şeyleri kalmamışdır. 0 misallerden biri de, «yaş olma sıkılırsın, kuru olma kırılırsın,» misâli gibi, Lokman Hekim'in oğluna verdiği nasihate «tatlı olma yutulursun, acı olma atılırsın» vardır ki, üzerinde durulmağa değer hikmetlerdendir. Gerek yumuşaklık ve gerekse sertlik, mezmumdur. «Hareketlerin en hayırlısı ortasıdır» kâidesince, akl-ı selimin de kabul ettiği veçhile, ifrat ve tefrit, herhalde ve her sözde ve fiilde mezmumdur. Her şeyin ortası makbul ve memduhdur. Buradaki yumuşaklıkdan murad da, tabîi ve cibillî olan kalb katılığının ve kasavetinin mukabilidir. Bunun için «İnkıyâd etmesi istendikte, derhal inkıyâd eder» denilmişdir. Bir deve böyle istenildiği gibi hareket ve emre inkıyâd eder, istenilen yere yatar, itaat ederse ki bundan murâd, mü'minin suhuleti ve liyneti demekdir ki mü'minlerin ve insanların hacetlerine ve işlerine hizmet edip, Resûlullahm yoluna, emirlerine ve nehiylerine inkıyâd ve itaat etmenin lüzumu için misal kılmmışdır. Cenâb-ı Hak cümlemizi Hakk'a teslim ve inkıyâd eden kullarından eylesin, âmîn ve sallallahu aleyhi ve sellem.