İSLAM-TESLİM
Kayıtlı Kullanıcı
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, İslâm’dan geriye kalanlar, İslâm’ın 5 şartı acaba insanları cennete ulaştırmaya yeterli mi? İslâm’dan geriye kalanlarından belki en önemlisi bu İslâm’ın 5 şartıdır.
Bir hadîsten bahsediliyor. Bir bedevi geliyor Hazreti Muhammed (S.A.V)’in yanına ve diyor ki:
- Ey Allah’ın Resûl'ü, ben cennete girmek istiyorum ne yapmalıyım.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ona:
- Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git ve kelime-i şahadet getir, diyor.
- Ey Allah’ın Resûl'ü ben bunların ne eksik ne fazla hepsini yaparsam cennete girer miyim?
- Bunların hepsini yaparsan cennete girersin.”
İşte bir tarafta, terazinin bir kefesinde Kur'ân-ı Kerim var. Öbür kefesinde de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsleri var. Bu hadîsin gereği olarak insanlar bir sonuca ulaşmışlar. “Madem ki hadîs böyle söylüyor, öyleyse kim İslâm’ın 5 şartını gerçekleştirirse mutlaka Allah’ın cennetine girer.” denmiştir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur'ân’la karşılaştırın. Hangi hadîsim Kur’ân’a aykırıysa onu benim söylemem mümkün değildir.” buyuruyor.
Kur'ân, Allahû Tealâ tarafından furkan olarak vasıflandırılıyor. Kur’ân’ın furkan olma özelliği vardır. Furkan doğruyu yanlıştan ayıran ayıraçtır.
Allahû Tealâ’nın indinde Allah’ın indirdiği tek bir dîn söz konusudur. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (A.S)’dan, Son Peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e kadar ikinci bir dîn hiç olmamıştır. Bundan sonra da olması mümkün değildir. Kâinat hep o tek dîn tarafından ve tek şeriat tarafından idare edilmiştir.
Allahû Tealâ buyuruyor:
-42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz indirdiğimiz şeriatı Sana da vahyetmek suretiyle size de farz kıldık. Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye.”
İşte dînin ayakta tutulması ve fırkalara ayrılmama müessesesi. Fırkalara ayrılmamak ve dîni ayakta tutmak Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin temel özellikleridir.
Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 3 tane temel şartı vardır:
1- Vahdet. Allah’ın tekliği, tek bir Allah var başka bir ilâh yok.
2- Tevhid. Sadece ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Sırasıyla, ruhumuzu 22. basamakta, fizik vücudumuzu 25. basamakta, nefsimizi 26. basamakta ve irademizi 28. basamakta Allah’a teslim etmekten oluşan bir teslim dîni.
Vahdet, tevhid ve teslim; Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin üç temel esasını oluşturuyor.
İşte bu minval üzere dîni incelediğimiz zaman Hz. İbrâhîm’in, Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de önce geldiğini görüyoruz. Önce O yaşamıştır.
Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni konusunda Peygamber Efendimiz (S.A.V) devreye girdiğinde neler olduğuna bakıyoruz. Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesi, bu sualin cevabını veriyor:
-30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“Habibim, vechini (şu fizik vücudunu) hanif olarak dîne doğrult. O hanif fıtratıyla ki; Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Allah’ın dîninde değişiklik göremezsin. O dîn ezelî ve ebedî dîndir, kayyum olan dîndir.”
İşte Allahû Tealâ’nın söylediği şey: “Biz bir tek dîn yarattık. O dîn ezelî ve ebedîdir. İsmi Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Sen de hanifsin yani dîn olarak Hz. İbrâhîm’e neleri vermişsek sana da aynı şeyleri verdik. Onun dîniyle senin dînin aynı dîndir. Sen de Hz. İbrâhîm gibi hanifsin ve Biz insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yaratacağız ve dîn de sadece hanif dîni olacak, başka bir dîn hiç olmayacak.”
Öyleyse burada bir bütün görüyoruz: Allah’ın insanı yaratması da hanif fıtratıyladır, Allah’ın yarattığı dîn de hanif dînidir. İşte böyle bir dizayn içinde Allahû Tealâ’nın dîn müessesesi ortaya çıkıyor. İnsanların ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ettiği bir dîn ortaya çıkıyor.
Şimdi İslâm’ın 5 tane şartına geliyoruz; diyorlar ki: “İslâm Allah’a teslim olmak demektir ve 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek. Biz bunların hepsini hamd olsun ki gerçekleştiriyoruz. Allah’ın emrini tam olarak yerine getiriyoruz. Madem ki bu hadîs mevcuttur, biz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bütün hadîslerinin gerçek olduklarına inanırız. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse doğrudur.”
El hak, doğru. İslâm gerçekten teslim olmak demektir. “Silm” kökünden gelir; sin, lam ve mim. Biz de aynı fikirdeyiz, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse mutlaka doğrudur. Ama acaba bu hadîsi O mu söyledi? Birçok uydurma olan hadîsin günümüze girdiği hatta bu yüzden birçok idamların yapıldığı bir vakıadır. “3000’den fazla hadis uydurdum.” diyen ve idam edilen birisini hatırlıyoruz, ismi aklımızdan çıkmış.
“Bu muhtevada biz İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyoruz. İslâm, Allah’a teslim olmak demektir. Öyleyse biz Allah’ın emrettiği gibi Allah’a teslim olanlarız. Hz. İbrâhîm’in de hanif dîni zaten Allah’a teslim olmayı içeriyordu. Biz de Allah’a İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirerek teslim oluyoruz.”Böyle diyorlar, biz de onlara soruyoruz: “Hay Allah razı olsun. Çok güzel. Tebrikler ama bir sualimiz var. Siz Allah’a teslim olduğunuzu söylüyorsunuz, Allah’a 1. teslim ruh teslimidir. Allah’a ait olan ruh, Allah’a iade edilir, teslim edilir. 2. teslim, şu fizik vücudumuzun Allah’a teslimidir. 3. teslim, nefsimizin Allah’a teslimidir. 4. teslim, irademizin Allah’a teslimidir. Acaba siz hangisini teslim ettiniz?”
Allahû Tealâ’ya bu sualin cevabını bugüne kadar kimse veremedi. “Biz Allah’a teslim olduk.” diyenler, nelerini teslim etmek konusunda bir şeyler söyledikleri zaman onlara, teslimlerin öyle bedava işler olmadığını ve hepsinin bir gayret gerektirdiğini, Kur'ân-ı Kerim tarafından şartlara bağlandığını ifade ettik. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde Allah’a İslâm’ın 5 şartıyla hiçbir şeyin teslim edilemeyeceğini kesin olarak Kur'ân âyetleriyle ortaya koyduk. Öyleyse kim İslâm’ın 5 şartıyla Allah’a teslim olduğunu zannediyorsa bilsin ki Allah’a hiçbir şeyini teslim etmemiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin nesini, fizik vücudunu mu? Hayır, ruhunu Allahû Tealâ Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor.
Kişi eğer gerçekten kalbinden bir dilekle Allahû Tealâ’ya: “Yarabbi, Senin bunca ermiş evliyan var. Hepsi Sana ruhlarını ulaştırmışlar. Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” diye Allahû Tealâ’ya kalbinden bir dilekle müracaat ederse, Allahû Tealâ bu dileği mutlaka kabul ediyor ve o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırıyor. Allahû Tealâ bunu garanti etmiştir:
-42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah, dilediğini Kendisine seçer ve o seçtiklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse Allah onu Kendisine ulaştırır.”
Allah’ın sözünde hulf olmaz. Allahû Tealâ: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştıracağım.” diyorsa mutlaka onu Allah Kendisine ulaştırır. Allahû Tealâ’nın kişiyi Kendisine ulaştırması, kişinin ruhunu ulaştırmasıdır. Allahû Tealâ’nın verdiği sözü yerine getirmemesi hiçbir zaman mümkün değildir.
Öyleyse şartlara bakıyoruz. Bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesi, onun cennete girmesi için yeterli bir sebeptir. Allahû Tealâ tarafından insanların %90’dan fazlası seçilir. Bu seçilenlerden kimler Allah’a ulaşmayı dilerse; onlar Allah’a ruhlarını ulaştırmazlar, Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.
Kur'ân-ı Kerim’in muhtevasına baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın bir vasıta emirleri var bir de hedef emirleri var. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde hedefler; ruhun, vechin (fizik vücudun), nefsin ve iradenin Allah’a teslimidir. Hedefler, teslimlerdir.
İslâm, Allah’a teslim demektir. Ruhumuzu teslim, fizik vücudumuzu teslim, nefsimizi teslim ve irademizi teslim, hepsi Kur'ân’da âyetlerle belli şartlara bağlanmıştır. Allahû Tealâ’nın söylediği: “Allah dilediğini Kendisine seçer. O seçtiklerinden her kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.” ifadesi açık ve kesin bir hüviyet gösteriyor. Eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse Allah o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır. Gerisi de kişinin gayretine kalmıştır. O kişi yoluna devam ederse, Allah’ı kendisine vekil tayin ederse, o zaman fizik vücudunu da Allah’a teslim eder. Ondan sonra devam ederse nefsini de teslim eder. Onunla da yetinmeyip daha ötesine iradesini kullanarak yürürse, iradesini de Allah’a teslim ederse, kişi Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilir.
Bir tayin olmaksızın bir insan çıkar da: “Ben mürşidim.” derse, bu onun kendisine verdiği bir payedir, Allah’ın verdiği bir paye değildir. Herşey Kur'ân tarafından şartlara bağlanmıştır.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar sadece başlangıçtaki 2 basamağı işgal ederler. Bütün insanlar olayları yaşarlar, Allah’a ulaşmayı dileseler de yaşarlar, dilemeseler de yaşarlar ve olayları kendi ölçülerinde 2. basamakta değerlendirirler. Dileyenler de değerlendirir, dilemeyenler de değerlendirir.
Olay bundan sonra başlar. O insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi ancak 3. basamağa ulaşır. İnsanların ne yazık ki %90’dan fazlası Allah’a ulaşmayı dilemeleri için seçildikleri halde bunların %10’dan daha azı Allah’a ulaşmayı dileyenlerden olur. Geri kalanı gene dinlemeyecektir, gene kurtuluşu mümkün olmayacaktır.
Kim, Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onun üzerinde derhal Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecelli, o kişinin irşad makamına karşı kör olan gözlerini açar. Sağır olan kulaklarını açar. İdraksiz olan kalbini müdrik hale, idrak eder hale getirir. Görme, işitme ve idrak etme hassalarını Allahû Tealâ açar. O kişi irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsizken yani onu herhangibir kişiden ayırt etmez bir hüviyetteyken, onun bir mürşid olduğunu ve kendisini Allah’a ulaştırabilecek olan özelliklerle mücehhez olduğunu fark eder.
Burada görme, işitme ve idrak hassalarının açılması 3 ayrı basamağı ifade eder. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 3. basamaktadır. 4. basamakta Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder. Kör, sağır ve dilsiz olan o kişiden, 5., 6. ve 7. basamaklarda, irşad makamına karşı onun söylediklerini işiten, irşad makamını irşad makamı olarak gören ve söylediklerini kalbiyle de idrak eden bir insan ortaya çıkar. Bu, Allah’ın ilk yardımıdır. Ondan sonra Allah’ın o kişiye ulaştığını görürüz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-64/TEGÂBUN-11: Mâ asâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve men yu’min billâhi yehdi kalbehu, vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
(Devam edicek)
Bir hadîsten bahsediliyor. Bir bedevi geliyor Hazreti Muhammed (S.A.V)’in yanına ve diyor ki:
- Ey Allah’ın Resûl'ü, ben cennete girmek istiyorum ne yapmalıyım.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ona:
- Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git ve kelime-i şahadet getir, diyor.
- Ey Allah’ın Resûl'ü ben bunların ne eksik ne fazla hepsini yaparsam cennete girer miyim?
- Bunların hepsini yaparsan cennete girersin.”
İşte bir tarafta, terazinin bir kefesinde Kur'ân-ı Kerim var. Öbür kefesinde de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsleri var. Bu hadîsin gereği olarak insanlar bir sonuca ulaşmışlar. “Madem ki hadîs böyle söylüyor, öyleyse kim İslâm’ın 5 şartını gerçekleştirirse mutlaka Allah’ın cennetine girer.” denmiştir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur'ân’la karşılaştırın. Hangi hadîsim Kur’ân’a aykırıysa onu benim söylemem mümkün değildir.” buyuruyor.
Kur'ân, Allahû Tealâ tarafından furkan olarak vasıflandırılıyor. Kur’ân’ın furkan olma özelliği vardır. Furkan doğruyu yanlıştan ayıran ayıraçtır.
Allahû Tealâ’nın indinde Allah’ın indirdiği tek bir dîn söz konusudur. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (A.S)’dan, Son Peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e kadar ikinci bir dîn hiç olmamıştır. Bundan sonra da olması mümkün değildir. Kâinat hep o tek dîn tarafından ve tek şeriat tarafından idare edilmiştir.
Allahû Tealâ buyuruyor:
-42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz indirdiğimiz şeriatı Sana da vahyetmek suretiyle size de farz kıldık. Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye.”
İşte dînin ayakta tutulması ve fırkalara ayrılmama müessesesi. Fırkalara ayrılmamak ve dîni ayakta tutmak Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin temel özellikleridir.
Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 3 tane temel şartı vardır:
1- Vahdet. Allah’ın tekliği, tek bir Allah var başka bir ilâh yok.
2- Tevhid. Sadece ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Sırasıyla, ruhumuzu 22. basamakta, fizik vücudumuzu 25. basamakta, nefsimizi 26. basamakta ve irademizi 28. basamakta Allah’a teslim etmekten oluşan bir teslim dîni.
Vahdet, tevhid ve teslim; Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin üç temel esasını oluşturuyor.
İşte bu minval üzere dîni incelediğimiz zaman Hz. İbrâhîm’in, Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de önce geldiğini görüyoruz. Önce O yaşamıştır.
Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni konusunda Peygamber Efendimiz (S.A.V) devreye girdiğinde neler olduğuna bakıyoruz. Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesi, bu sualin cevabını veriyor:
-30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“Habibim, vechini (şu fizik vücudunu) hanif olarak dîne doğrult. O hanif fıtratıyla ki; Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Allah’ın dîninde değişiklik göremezsin. O dîn ezelî ve ebedî dîndir, kayyum olan dîndir.”
İşte Allahû Tealâ’nın söylediği şey: “Biz bir tek dîn yarattık. O dîn ezelî ve ebedîdir. İsmi Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Sen de hanifsin yani dîn olarak Hz. İbrâhîm’e neleri vermişsek sana da aynı şeyleri verdik. Onun dîniyle senin dînin aynı dîndir. Sen de Hz. İbrâhîm gibi hanifsin ve Biz insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yaratacağız ve dîn de sadece hanif dîni olacak, başka bir dîn hiç olmayacak.”
Öyleyse burada bir bütün görüyoruz: Allah’ın insanı yaratması da hanif fıtratıyladır, Allah’ın yarattığı dîn de hanif dînidir. İşte böyle bir dizayn içinde Allahû Tealâ’nın dîn müessesesi ortaya çıkıyor. İnsanların ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ettiği bir dîn ortaya çıkıyor.
Şimdi İslâm’ın 5 tane şartına geliyoruz; diyorlar ki: “İslâm Allah’a teslim olmak demektir ve 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek. Biz bunların hepsini hamd olsun ki gerçekleştiriyoruz. Allah’ın emrini tam olarak yerine getiriyoruz. Madem ki bu hadîs mevcuttur, biz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bütün hadîslerinin gerçek olduklarına inanırız. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse doğrudur.”
El hak, doğru. İslâm gerçekten teslim olmak demektir. “Silm” kökünden gelir; sin, lam ve mim. Biz de aynı fikirdeyiz, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse mutlaka doğrudur. Ama acaba bu hadîsi O mu söyledi? Birçok uydurma olan hadîsin günümüze girdiği hatta bu yüzden birçok idamların yapıldığı bir vakıadır. “3000’den fazla hadis uydurdum.” diyen ve idam edilen birisini hatırlıyoruz, ismi aklımızdan çıkmış.
“Bu muhtevada biz İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyoruz. İslâm, Allah’a teslim olmak demektir. Öyleyse biz Allah’ın emrettiği gibi Allah’a teslim olanlarız. Hz. İbrâhîm’in de hanif dîni zaten Allah’a teslim olmayı içeriyordu. Biz de Allah’a İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirerek teslim oluyoruz.”Böyle diyorlar, biz de onlara soruyoruz: “Hay Allah razı olsun. Çok güzel. Tebrikler ama bir sualimiz var. Siz Allah’a teslim olduğunuzu söylüyorsunuz, Allah’a 1. teslim ruh teslimidir. Allah’a ait olan ruh, Allah’a iade edilir, teslim edilir. 2. teslim, şu fizik vücudumuzun Allah’a teslimidir. 3. teslim, nefsimizin Allah’a teslimidir. 4. teslim, irademizin Allah’a teslimidir. Acaba siz hangisini teslim ettiniz?”
Allahû Tealâ’ya bu sualin cevabını bugüne kadar kimse veremedi. “Biz Allah’a teslim olduk.” diyenler, nelerini teslim etmek konusunda bir şeyler söyledikleri zaman onlara, teslimlerin öyle bedava işler olmadığını ve hepsinin bir gayret gerektirdiğini, Kur'ân-ı Kerim tarafından şartlara bağlandığını ifade ettik. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde Allah’a İslâm’ın 5 şartıyla hiçbir şeyin teslim edilemeyeceğini kesin olarak Kur'ân âyetleriyle ortaya koyduk. Öyleyse kim İslâm’ın 5 şartıyla Allah’a teslim olduğunu zannediyorsa bilsin ki Allah’a hiçbir şeyini teslim etmemiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin nesini, fizik vücudunu mu? Hayır, ruhunu Allahû Tealâ Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor.
Kişi eğer gerçekten kalbinden bir dilekle Allahû Tealâ’ya: “Yarabbi, Senin bunca ermiş evliyan var. Hepsi Sana ruhlarını ulaştırmışlar. Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” diye Allahû Tealâ’ya kalbinden bir dilekle müracaat ederse, Allahû Tealâ bu dileği mutlaka kabul ediyor ve o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırıyor. Allahû Tealâ bunu garanti etmiştir:
-42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah, dilediğini Kendisine seçer ve o seçtiklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse Allah onu Kendisine ulaştırır.”
Allah’ın sözünde hulf olmaz. Allahû Tealâ: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştıracağım.” diyorsa mutlaka onu Allah Kendisine ulaştırır. Allahû Tealâ’nın kişiyi Kendisine ulaştırması, kişinin ruhunu ulaştırmasıdır. Allahû Tealâ’nın verdiği sözü yerine getirmemesi hiçbir zaman mümkün değildir.
Öyleyse şartlara bakıyoruz. Bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesi, onun cennete girmesi için yeterli bir sebeptir. Allahû Tealâ tarafından insanların %90’dan fazlası seçilir. Bu seçilenlerden kimler Allah’a ulaşmayı dilerse; onlar Allah’a ruhlarını ulaştırmazlar, Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.
Kur'ân-ı Kerim’in muhtevasına baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın bir vasıta emirleri var bir de hedef emirleri var. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde hedefler; ruhun, vechin (fizik vücudun), nefsin ve iradenin Allah’a teslimidir. Hedefler, teslimlerdir.
İslâm, Allah’a teslim demektir. Ruhumuzu teslim, fizik vücudumuzu teslim, nefsimizi teslim ve irademizi teslim, hepsi Kur'ân’da âyetlerle belli şartlara bağlanmıştır. Allahû Tealâ’nın söylediği: “Allah dilediğini Kendisine seçer. O seçtiklerinden her kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.” ifadesi açık ve kesin bir hüviyet gösteriyor. Eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse Allah o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır. Gerisi de kişinin gayretine kalmıştır. O kişi yoluna devam ederse, Allah’ı kendisine vekil tayin ederse, o zaman fizik vücudunu da Allah’a teslim eder. Ondan sonra devam ederse nefsini de teslim eder. Onunla da yetinmeyip daha ötesine iradesini kullanarak yürürse, iradesini de Allah’a teslim ederse, kişi Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilir.
Bir tayin olmaksızın bir insan çıkar da: “Ben mürşidim.” derse, bu onun kendisine verdiği bir payedir, Allah’ın verdiği bir paye değildir. Herşey Kur'ân tarafından şartlara bağlanmıştır.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar sadece başlangıçtaki 2 basamağı işgal ederler. Bütün insanlar olayları yaşarlar, Allah’a ulaşmayı dileseler de yaşarlar, dilemeseler de yaşarlar ve olayları kendi ölçülerinde 2. basamakta değerlendirirler. Dileyenler de değerlendirir, dilemeyenler de değerlendirir.
Olay bundan sonra başlar. O insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi ancak 3. basamağa ulaşır. İnsanların ne yazık ki %90’dan fazlası Allah’a ulaşmayı dilemeleri için seçildikleri halde bunların %10’dan daha azı Allah’a ulaşmayı dileyenlerden olur. Geri kalanı gene dinlemeyecektir, gene kurtuluşu mümkün olmayacaktır.
Kim, Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onun üzerinde derhal Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecelli, o kişinin irşad makamına karşı kör olan gözlerini açar. Sağır olan kulaklarını açar. İdraksiz olan kalbini müdrik hale, idrak eder hale getirir. Görme, işitme ve idrak etme hassalarını Allahû Tealâ açar. O kişi irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsizken yani onu herhangibir kişiden ayırt etmez bir hüviyetteyken, onun bir mürşid olduğunu ve kendisini Allah’a ulaştırabilecek olan özelliklerle mücehhez olduğunu fark eder.
Burada görme, işitme ve idrak hassalarının açılması 3 ayrı basamağı ifade eder. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 3. basamaktadır. 4. basamakta Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder. Kör, sağır ve dilsiz olan o kişiden, 5., 6. ve 7. basamaklarda, irşad makamına karşı onun söylediklerini işiten, irşad makamını irşad makamı olarak gören ve söylediklerini kalbiyle de idrak eden bir insan ortaya çıkar. Bu, Allah’ın ilk yardımıdır. Ondan sonra Allah’ın o kişiye ulaştığını görürüz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-64/TEGÂBUN-11: Mâ asâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve men yu’min billâhi yehdi kalbehu, vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
(Devam edicek)