Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Hayatın fırtınaları karşısında ümmet-i Muhammed’e yakışan, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ve Hak dostları gibi “gül tabiatlı” olabilmektir. Zîrâ gül, dalındaki dikenlere katlandığı için, hoş rengiyle ve güzel râyihasıyla dâimâ tebessüm hâlindedir ve “beni gönül gözüyle okuyun da benim gibi olun” demektedir.
Bir mü’minin izzet ve fazîleti, kendinden önce din kardeşinin huzur ve saâdetini düşünebilmesidir. Yâni benlikten diğergâmlığa geçip “önce ben” yerine “önce sen” veya “önce o” diyebilmesidir.
Hakk’a kulluk; öncelikle yüksek bir îman ve şuur işidir. İlâhî kudret ve azamet karşısında hiçliğini idrâk etmek, O’na muhtaç olduğumuzu bilmek, kulluğumuzun özünü teşkil eder. Yâni kulluk, haddini bilebilmekten geçer. Bunu lâyıkıyla bilen bir insanda ise büyüklenmeye, varlık ve benlik iddiâsına mecâl kalmaz.
Tebessüm, kişinin karşısındakiyle bir gönül râbıtasıdır. Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta en güzel bakış tarzı olan güler yüz ve tatlı söz kadar tesirli bir irşad metodu olamaz. Bu itibarla insanlara rehberlik yapanlar, en haşin ve nâdan kalpleri bile yumuşatabilmeli, en abus çehreleri dahî gülümsetebilmelidirler.
Hazret-i Mevlânâ; “Toprak gibi ol.” der. Toprak, ayaklar altında çiğnense de bütün mahlûkâta cömertçe ikram hâlindedir. Toprak, mahlûkâtın cürûfâtını temizler ve tekrar bütün canlılara temiz ve şifâlı sofralar hâlinde ikrâm eder. Bütün mahlûkat, ona muhtaçtır. Toprağın hâli, mü’minler için ne güzel bir misaldir.
Kötülüğe iyilikle muâmele edebilmek, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in alâmet-i fârikası idi. O’nun ümmeti olarak bizler de bu hasletlere sahip olmalıyız. Kusurları affetmeyi ve barışmayı yalnızca bayramlara hasretmek, kâmil mü’minlere yakışmaz. Bunu bir tabiat-ı asliye hâline getirmek, îmanda kemâlin alâmetidir.
İnsanoğlu, dâimâ iyilik ve ihsâna mağluptur. İyilik ve ihsan, en şerir bir düşmanı bile ıslah etmeye kâfîdir. Peygamberlerin hâli, bunun en güzel misâlidir.
Kâmil bir mü’min, su gibi azîz ve deryâ gibi engin gönüllü olmalı, ne kadar nâhoş hâdiseyle karşılaşsa da rahmet tevzî eden olgun bir karakter sergilemelidir. Nezâket, zarâfet ve güzellikler yansıtan bir gönül berraklığına sahip olmalı, dâimâ İslâm’ın güler yüzünü aksettirmelidir.
Tasavvufta belli bir müddet inzivâya çekilip insanlardan ve dünya meşgalelerinden el-etek çekmek, rûhî tekâmül için gerekli görülmüşse de, aslolan; “kesrette vahdet”, yâni kalabalıklar içinde bile Allâh ile beraberlik hâlinde yaşayabilmektir.
Kâmil mü’minler, sûretâ insanlardan geliyormuş gibi görünen ezâ ve cefâların, aslında Hak’tan gelen bir imtihan cilvesi olduğunu düşünerek onlara en güzel bir sûrette tahammül etmeye çalışırlar.
İnsanların ezâ ve cefâlarına karşı alttan almak, sabır ve serinkanlılıkla muâmele etmek; mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakabilen derviş-meşrep ve deryâ gönüllü mü’minlerin kârıdır. Câhil ve ham ruhlar karşısında tasavvufî âdâbın gerektirdiği af, müsâmaha ve tahammülü gösteremeyenler, Hakk’ın bir imtihan cilvesi kıldığı bu sır ve hikmetten bîhaber kalmış olurlar.
Yaşanmayan sözler ve samîmiyetten uzak riyâkâr davranışlar ise, içi boş ikramlar gibidir. Bunlar, esen hayat rüzgârları karşısında çok geçmeden kaybolup giderler, geriye en ufak bir iz bile bırakmazlar. Buna mukâbil Hak dostlarının kalplerde silinmez nakışlar bırakarak devâm etmelerinin sırrı; yüksek ihlâs, samîmiyet ve muhabbetleridir.
Bir mü’minin gecesini tamamen uykuda harcayarak ilâhî feyiz ve rûhâniyetten mahrum kalması, geceleri bir heykel donukluğu içinde uykuya kurban etmesi büyük bir hüsrandır.