hafizkiz
Kayıtlı Kullanıcı
Kabaca insan ömrünü çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık olmak üzere üç safhaya bölebiliriz. Gençlik, bu evrelerin en önemlisidir. Çünkü çocukluk ve ihtiyarlık dönemleri, aklın ve bedenin verimliliğinin az olduğu dönemler olarak karşımıza çıkar. Oysa gençlikte insanın, bedeni ve zihni yapısı işlevsellik bakımından oldukça verimlidir. Bu dönemlerde hedefler tayin edilir ve insan o doğrultuda kendisini yetiştirir ve/veya geliştirir. Tercihlerimizi doğru olarak seçmek, hayatımızın akışkanlığını kolaylaştıracağı gibi, huzurlu olmasını da sağlayacaktır. Yanlış tercihler, suyun ters yöne akmasındaki gibi zor ve sıkıntılı bir durumu doğuracaktır. Adımlarımızı atarken rehberimizi iyi seçmek durumundayız. Kılavuzu karga olanın akıbeti herkesçe malum!
İnsan ömrünün kısa oluşu, gençlik yıllarının çok iyi değerlendirilmesini zorunlu kılıyor. Bu dönemlerdeki yalan yanlış eğilimler, ileriki hayata olumsuzluk kattığı gibi, hayatı çekilmez ya da anlamsız kılabiliyor. Gençliğimizi, sapkın fikirlerin ve malayani işlerin peşinden koşarak sarf etmek, gençlik nimetini israf etmek olur. O yüzden gençliğin her anını çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Yalnız her anını değerlendirmek demek, dünyevileşmek gibi algılanmamalıdır. Toplumumuzdaki bu şekil yanlış algılayış, tecrübesiz olan gençleri yanlış yönlendirmekten öteye geçmiyor. “Gençtir yapar, cahildir yapar” diyerek, evlatlarının İslam dışı davranışlarını normal gören şuursuz ebeveynler yanlışa düşmektedirler. Kişiliğin oluştuğu bu devrelerde böylesi bir tutum elbette gençleri menfi yönde etkilemektedir.
Anneler ve babalar olarak bize düşen, genç yavrularımızı çevrenin tüm olumsuz koşullarına rağmen “Rızayı İlahiye” uygun olarak yetiştirmektir. Elbette iş sadece anne ve babanın sorumluluğunda bitmiyor. Gençlerin sorumsuzca davranarak, nasıl olsa gencim diyerek fani dünya zevklerine dalmaması gerekir. En verimli çağlarını, Allah ve Resulünden uzak geçirmemelidir. Yaşlanınca ibadet ederim diyerek, dini, ihtiyarlık kavramının içine hapsetmemelidir. Yarın mahşer yerindeki sıkıntılı bekleyişte, herkesin günahları mesabesinde terlerine batacağı o günde, gençlikte yapılan ibadetin arşın gölgesinde gölgelenmeye vesile olacağı unutulmamalıdır. Bu müjdeli haberi hep hatırda tutarak hareket etmemiz, yararımıza olacaktır.
Adımlarımızı atarken rehberimizi iyi seçmek durumundayız demiştik. Hayatımızda rehber edinmemiz gereken sayısız örnekler bulunmaktadır. Bu güzel şahsiyetlerden bir kaçını, tabi dilimizin döndüğü kadarıyla sizinle paylaşmak yerinde olacaktır.
Hazreti İbrahim (a.s.), oğlu İsmail’i Allah (c.c.) yolunda kurban ederken, Hz. İsmail’in teslimiyeti ve babasına olan itaatkâr tavrı, anne ve babaya itaat etmede tüm Müslüman gençlere bir ders vermektedir. Geçmişte İbrahim (a.s)’i yakmayan Nemrut’un ateşi şimdi İsmail (a.s)’in boynuna vurulan keskin bıçağın kesmemesinde tekrar tezahür etmişti. Çünkü yakıcılık ve kesicilik ne ateşin nede bıçağın kendisindeydi. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in kurtuluşu, Allah’a olan bağlılıkla mümkün olmuştu.
Günümüzde baba ve oğul arasındaki çatışmanın sebebi dinden kopuk bir hayat tarzını benimsemiş olmamızla paralellik arz etmektedir. Ahir zamanda artan Nemrutları ve küfür ehlinin bilediği sayısız bıçakları [bıçak derken geniş manada] düşündüğümüzde, genç yaşta Allah (c.c.)’a bağlanmanın önemi daha da iyi anlaşılacaktır.
Hz. Yusuf’un, Züleyha’yı zindana girmek pahasına da olsa elinin tersi ile itmesindeki hayâlı tavır da, gençlere örnek teşkil etmelidir. Ancak hayâ kavramından uzaklaşmış gençlerin, kendilerine yönelen günahı bertaraf etmek yerine, böylesi durumları kollayan taraftar konumuna geçmesi oldukça acı bir durumdur. Maalesef şimdiki genç neslin ortak zaaflarından biri de haram olan şeylerden (kendince) fayda sağlama arzusunda olmasıdır. İslam’ın öngördüğü mahremiyeti yok sayarak, helali olmadığı halde olur olmaz yerlerde buluşup, uygunsuz hareketler yapan genç kızlar ve genç erkekler aile müessesesini ortadan kaldırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekteler. Bu konuda duyarlılık gösterip, gençleri kötü davranışlardan uzaklaştırmamız gerekir. Yoksa akıbetimiz gayri İslami toplumların akıbetine denk düşecektir.
İnsani vasıfların zirvesi olan Efendimiz (s.a.v)’in gençliği de ibretli örneklerle doludur. Nübüvvet gelmeden önce bile herkesin canını, malını hatta ırzını bile emanet edebileceği güvenilir bir kimse olarak, etrafındakiler tarafından “emin” sıfatıyla kabul görmesi. Mekke’de asayişin son derece azaldığı, tüccarların malının gasp edildiği o dönemlerde, haksızlığın önüne geçmek için kurulan “Hilfu’l-Füdul (fazilet sahiplerinin yemini)” cemiyetinin içinde yer alması, Kâbe’nin yeniden inşasından sonra Hacerül Esved taşının yerine konulmasındaki anlaşmazlıkta olası faciayı önleyen “Kâbe Hakemliği”, bu örneklerden sadece birkaçı.
Toplumun/Devletin, inşasında, gelişmesinde ve bekasında gençlerin oynadığı rol oldukça önemlidir. Toplumların kurtuluşu için Allah (c.c.)’ın yeryüzüne gönderdiği en son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) herkesi İslam’a davet etmiştir. İlk Müslümanlara baktığımızda toplumun her kesiminden insanla karşılaşırız. Hepsindeki ortak payda ise gençlerin çoğunlukta olmasıdır. Efendimiz ( s.a.v)’in gençlere verdiği değer oldukça önemlidir. O gençlerden bir kaçını zikredelim:
I-) 25 yaşlarında Habeşistan’a hicret eden Cafer Bin Ebi Talib (r.a.)’in Habeş kralı Necaşi’nin karşısında diğer arkadaşlarını da temsil ederek yaptığı hikmetli konuşması, hicret edenleri geri isteyen Kureyş müşriklerinin ellerinin boş dönmesini sağlamıştı.
II-) Efendimiz (s.a.v.)’in komşu ülke hükümdarlarına ve Arap kabilelerine gönderdiği çoğu mektubu Zeyd Bin Sabit (r.a.)’in mübarek elleri yazmıştı. Ayrıca komşu ülkelerden gelen mektupları tercüme etmek için Allah Resulünün emriyle İbranice ve Süryanice öğrenmişti. Genç yaşta vahiy kâtipleri arasında yer alan Sabit (r.a.) Efendimiz vefat ettiğinde henüz 21 yaşındaydı.
III-) Uhud savaşı sırasında ordunun içinde çocuk denecek yaşta birçok sahabe vardı. Efendimiz orduyu teftiş etmek için dolaştığında, mübarek gözleri bir çocuğa ilişir. Küçük olduğunu belli etmemek için, o esnada Rafi bin Hadic (r.a.) parmak uçlarına basıyordu. Efendimiz (s.a.v.) küçük olduğu için Rafi (r.a.) ’yi Medine’ye geri göndermek istedi. İçlerinden biri, “çok iyi ok atar ya Resulullah” deyince Efendimiz (s.a.v) müsaade etti. Daha sonra Efendimizin yanına ağlayarak gelen Semüre Bin Cündüp (r.a);
- “Ya Resulullah Rafi’ye izin verdiğiniz halde bana neden izin yok? Oysa ben Rafi’yi güreşte yeniyorum” dedi. Efendimiz bir birinden yiğit iki genci hemen oracıkta güreştirir. Semüre, Rafi'yi güneşte yenince İslam ordusunun saflarına o da katılır. O gün büyük görünmek için parmak uçlarına basarak başı arşa değen Rafi (r.a) ve er meydanlarının kıyamete kadar gıptayla bakacağı başpehlivan Semüre (r.a.) daha çocuk denecek yaşta davanın ciddiyetini idrak etmişlerdi. Bu ciddiyet, gençlere ve kırkına ellisine geldiği halde, hala kendisini genç sanıp, oyunda oynaşta olanlara bir ders vermektedir.
IV-) Mus’ab Bin Umeyr (r.a.) Mekke’nin en nüfuzlu ailelerine mensup bir delikanlıydı. Güzelliği dillere destan, bir giydiğini bir daha giymeyecek kadar zengin! Öyle ki Kâbe sokaklarında gezinirken, kadınlar kendilerini tutamayıp, görebilmek için evlerinin perdesini aralayarak bakıyorlardı. Mus’ab Bin Umeyr (r.a.), Efendiler efendisine bağlandığında hayatı yüz seksen derece değişmişti. Dininden dönmesi için ailesi tarafından çeşitli işkenceler gören Mus’ab (r.a.) bir keresinde aç ve susuz direğe bağlı olarak tam bir hafta geçirmişti. Bunca işkencelere maruz kalan genç sahabe Efendimizden izin alarak, iki defa Habeşistan’a hicret etti. Daha sonra dönüp Efendimizin yanına gelişini, Hz. Ali şöyle nakleder; “Resulullah (s.a.v) ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resulullah (s.a.v.) onun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu” ve onun hakkında; Kalbini Allahu Teala’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resulünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir” buyurdu. Bir giydiğini bir daha giymeyen bir genç olduğunu tekrar vurgulamakta yarar görüyorum.
25 yaşındayken I.Akabe biatından sonra Medine’ye hoca olarak gönderilen Mus’ab (r.a.), böylece İslam dinin ilk muallimi olma payesine kavuşuyor. Onun gayreti sonucu birçok Medineli Müslüman oluyor. İslam devletinin temellerinin atılmasında da büyük rolü olan Mus’ab (r.a.) İlmi sahada başmuallim iken, cenk meydanlarında bir yiğide dönüşüyor! Gayretin her türlü sahada gösterileceğini kanıtlayan mübarek insan, Uhud savaşında, Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıkıyor. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesiyor. Mus'ab (r.a.) bunun üzerine sancağı derhâl sol eline alarak savaşmaya devam ediyor. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırarak sancağın yere düşmesine izin vermiyor. Bu hâliyle bile kendini Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücuduna bir mızrak saplıyor. O pak beden toprağa seriliyor ve oracıkta şehit oluyor. Efendimize öyle intisap etmiş ki sirette olduğu gibi surette de ona benziyordu. Şehit edildiği vakit müşrikler Muhammed öldü diyerek sevinmişlerdi.
Allah Resulü şehit olan Mus’ab’ın başucuna gelerek Ahzâb suresinden: "Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" mealindeki ayet-i kerimeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu:
“Allah'ın Resulü de şahittir ki, siz kıyamet günü Allah'ın huzurunda şehit olarak haşr olunacaksınız.”
Daha sonra defnedilecekken üzerindeki elbise ile başını örtmek istediler ayakları açıkta kaldı. Ayaklarını örtmek istediler başı açık kaldı. Efendimiz “Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız!” diye buyurdu. Mekke’nin sayılı zenginlerinden bir aileye mensup olan genç Mus’abın davası uğrunda verdiği mücadele kıyamete dek dilden dile gönülden gönüle dolaşmaya devam edecektir. Mus’ab Bin Umeyr o gün görevini en iyi şekilde icra etti. Şimdi bilerek ya da bilmeyerek nelerin sancaktarlığını yaptığımızı iyi düşünmeliyiz. Genç sahabenin elindeki sancağı kıyamete kadar taşıyacak gençler olmak için neyi bekliyoruz?
Yukarıda zikredilen örnekler Efendimizin terbiyesiyle yetişmiş, etrafında pervane olan genç sahabelerden sadece birkaçı. Efendimiz (s.a.v.)’in çoğu savaşta sancağı taşıma görevini gençlere vermesi, yaşlı sahabelerden oluşan ordunun kumandanlığına genç sahabeleri tayin etmesi, vahiy kâtiplerini genellikle gençlerden seçmesi ve genç hocaları görevlendirmesi, gençliğe ve gençlere verdiği önemi göstermektedir.
Yakın geçmişimize bakıldığında da İslam adına dedelerinin izini süren yiğit gençler olmuştur. Çanakkale savaşında cephede çarpışarak, geçliğinin baharında şahadet şerbetini içenlerin mezar taşları bize o günden kalan vesikalardır. Anaların savaşa gönderirken, Allah’a kurban ediyorum diyerek, başlarını kınaladığı Hasan’lar unutulmamalıdır. O günün anaları kuzularını kınalayarak cepheye gönderirken, Efendimiz (s.a.v)’in cennete onları kucaklayacağını biliyorlardı. Acaba bugünün anneleri kuzularını, “cahildir yapar” diyerek cehennem çukurlarında kimlere teslim ediyor? O yüzden rehber edineceklerimizi tercih ederken, Efendimiz (s.a.v)’i ve O’nun sıkı takipçileri olan Allah dostlarını görmemezlikten gelmemiz, kendimize bu dünyada yapacağımız en büyük kötülük olacaktır.
Son olarak yukarıda belirttiğimiz sayısız güzellikteki örneklere rağmen;
Duman altı olmuş kahvehane köşelerinde Amerikan markalı sigarayı ciğerlerime çekerek kumar oynayacaksam,
Ecdadın at sırtında İslam’ın sancağını dalgalandırmak için nice savaşlar yaptığını unutup, altılı ganyan bayiinde kupon dolduracaksam,
Ne idiğü belirsiz manken veya şarkıcıların edep dışı yaşamlarını benimseyeceksem,
Saçma sapan senaryolarla ve klişeleşmiş repliklerle hazırlanmış, zihinleri bulandırmaktan öteye geçmeyen filmleri izlemek için sinema salonlarında saatlerimi heba edeceksem,
Kibrit kutusu büyüklüğündeki aletten sarkan tıpaları kulağıma takıp, ecnebi şarkılar dinleyip kendimden geçeceksem,
Şefkat dolu annemizin besmele çekerek yaptığı yemeklere burun kıvırıp, insanın kimyasını bozan hamburger ve pizzayı olmazsa olmazlar arasında görüp, Efendimiz (s.a.v.)’in ayakta yemeyi men etmesine rağmen, fastfood (ayaküstü) kültürünün bir parçası olacaksam,
Çeşitli markaların ürettiği ve üstünde koca koca logolarının bulunduğu kıyafetleri giyip, adeta yürüyen reklâm panosuna döneceksem,
Bin bir emek ve zahmetle beni büyüten anne ve babama karşı gelerek, saygısızlığı maharet addedeceksem,
Takke ve sarık takanları hor görüp, çıngıraklı soytarı şapkası takıp futbol fanatiği olacaksam,
Enerji dolu bedenimi dünyanın boş işlerinde hoyratça kullanıp, sıra namaza geldiğinde yorgunum, ağır geliyor diyerek, namazı terk edeceksem,
İçkinin haram olduğu ayet ile sabitken kasa kasa içkilerin tüketildiği partilere katılıp sabaha kadar debeleneceksem,
Nikâh ve evlilik gibi yüce değerleri yok sayıp, gayri meşru ilişkilere tevessül edeceksem,
Kısacası Allah (c.c.)’ın razı olmadığı her şeye meyledip, Resulü (s.a.v)’nün sünnetinden yüz çevireceksem GENÇ OLMAK İSTEMİYORUM!
alıntı