Aşkâ Mecnun
Kayıtlı Kullanıcı
EHL-İ SÜNNET, KÜFÜR VE İMAN MESELELERİ
Sual: Akıl baliğ olmadan önce ölen kâfir çocukları, Cennete girecekler mi, girmeyecekler mi?
Kâfir çocukları toprak olacaktır. Cennete gitmek için imanlı olmak, Cehennemde ebedi kalmak için de imansız olmak şarttır. Kâfirlerin çocukları ne imanlı, ne de imansızdır. Bunlar yok olacaktır. Dağ, orman, mağara veya çölde yaşayıp da dinden haberi olmayanlar da, imanlı olmadıkları için Cennete girmez, Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmez, hayvanlar gibi yok edilir.
1.Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
(Yani, Şefkatin şiddeti, bu kışın şiddeti ile birleşince, insanlara gelen felaket ve musibetler karşısında, bu çaresiz ve mazlum insanların hali rikkatime dokundu, beni üzdü.)
2.Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor...
(Yani, Kalbe gelen manevi bir ihtara istinaden anladımki, böyle musibetlere muhatab kâfir bile olsa, masum olmaları hasebiyle bir nevi şehit hükmüne geçiyorlar... Şöyleki)
3.Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki: O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
(Yani: Dünyadaki savaşlardan ve vaziyetinde haberim yokken, Rusya'daki çoluk-çocuğa acıdım. Zalim beşerin elinden (Lenin, Stalin, Hitler gibi) mazlum olarak ölenler şayet 15 yaşın altında ise (yani baliğ değillerse) , hangi dinden olursa olsunlar Şehiddirler. Manevi mükâfatları aynı Müslümanların ki gibi olur.)
4.Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Ebette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.
(Yani: 15 yaşın üstünde olanlar (akıl-baliğ olanlar) da ise, şayet masum ve zulme uğramış iseler, belki bu onların cehennemden kurtulmalarına vesile olur! Çünkü madem ahirzamanda bir fetret dönemi, yani Efendimiz (SAV) in dini olan İslamiyete bir lakaytlık, bir cehalet, bir fakirlik ve bir nevi güvenilirliği azalmış (İslam âleminin durumunu anlatıyor) ve madem Ahirzamanda Hz.İsa (AS) mın Hakiki dini (Hz.İsa'ya inen o dönemdeki İslamiyet ile kast edilen, Hristiyanlığın islama ınkılab etmesidir.) hüküm sürecek ve İslamiyet ile omuz omuza verecek (ateisme karşı birlikte mücadele edecek) , elbette şimdi bir fetret dönemi gibi karanlık bir dönemde Hz.İsa'ya mensub (Hz.İsa'ya peygamber olarak tabi olan) Hıristiyanlarının mazlumlarının, özellikle ihtiyar ve musibetzedelerin, fakir ve savunmasızların, diktatör büyük zalimlerin zulümleri ve şiddet uygulamaları karşısında ölenlerin hükümleri bir nevi şehitliktir denilebilinir!
Gayr-i Müslimlerin Çocuklarının Manevi Akıbeti Meselesi ve Risale-i Nur’da Gayri Müslim Çocuklarının Şehitlik Mertebesinin izahı.
Bu mesele Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayet sebebiyle İslam âlimleri arasında tartışılmıştır: ‘Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.’.
Bu ayeti değerlendiren İslam âlimleri meseleyi hem fetret devri açısından ve hem de gayr-i Müslimlerin çocukları açısından değerlendirmişlerdir. Fetret devri meselesini biraz sonra inceleyeceğiz. Ehl-i sünnet âlimleri gayr-i Müslimlerin çocukları hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda mesela Ibn-i Kesir isimli büyük müfessir, müstakil bir Risale sayılabilecek uzunlukta müstesna bir tefsir kaleme almıştır. Bunları özetleyelim.
Birincisi: Bir grup âlimler (Mu’tezile, Hanbelîler ve Malikilerin mütebahhirin ulemasının da içinde bulunduğu önemli bir Müslüman âlimler topluluğu), bu çocukların ehl-i cennet olduklarını kabul ve kendilerine ispat etmişlerdir. Bu konuda onların görüşlerini destekleyecek çok sayıda hadisler vardır. Ancak bir tanesi önemlidir: Enes ibn Malik’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e Müşriklerin çocuklarından sorulmuş ve cevap olarak şunu ifade etmiştir: ‘Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar.’
İkincisi: Bir kısım İslam âlimleri ise onların babalarına tabi olduklarını ileri sürmüşler ve bu konudaki bazı hadisleri delil olarak getirmişlerdir. Hz. Aişe’nin naklettiği şu hadis bunların başında gelmektedir: ‘Müşriklerin çocukları babaları ile birliktedir.’ Bu yoruma muhtaç bir hadistir. Israrlı sorular üzerine Resulullah bir seferinde ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’ buyurmuştur.
Üçüncüsü: Bu konuda kesin bir hükme varmayıp meseleyi Allah’ın iradesine bırakmaktır (tevakkuf). İmam-ı A’zam başta olmak üzere çoğu âlimler bu kanaattedirler. Bu konudaki en önemli dayanak İbn-i Abbas hadisidir. ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’.
Bu arada bazı âlimler bunların toprak olacaklarını beyan etseler de çoğunluk âlimler yukarıda saydığımız görüşlerden birini tercih eylemişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri, bu kanaatleri değerlendirerek şu neticeye varmıştır:
‘O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten (I. Ve II. Dünya Harplerinden) vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.’
Burada iki kelimenin açıklanması gerekmektedir: Birincisi: Şehittir demiyor belki şehit hükmündedir, bir nevi şehittir diyor. İkincisi: Bu cümleyle birinci ve ikinci görüşü bir nevi telif ediyor. Bunda da ehli- sünnetin dışına çıkmak gibi bir durum asla mevzubahis değildir. Unutmayalım ki, Allah yolunda cihad ederken öldürülen hakiki şehitler olduğu gibi, hükmen şehit sayılan mü’minler de vardır. Mü’minlerden yanarak, suda boğularak, karın sancısı, vebâdan ölen veya çocuk doğurmaktan gelen kırk günlük loğusa döneminde vefat edenler hükmen yani bir nevi şehit sayılır. Ancak, peygamberlik gibi şehitlerin de dereceleri vardır. Nice mübârek hastalıklar vardır ki, şehâdet gibi yüksek dereceleri kazandırır.
Fetret Devri İnsanlarının ve Özellikle de Fetret Devri Sayılabilecek Hallerdeki İnsanların ve Musibetzedelerin Hükmü
Bu konu da İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Özellikle konuyu ikiye ayırmak icabetmektedir:
Birincisi: Fetret Devri İnsanlarının Hükmü
Fetret kelimesinden kasıt, iki peygamber arasındaki meydana gelen ve Hakkın tebliğine engel olan uzun zaman dilimidir. Bazıları Hz. İsa’nın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah Efendimize vahyin tebliği arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri arasında az da olsa farklılık görülüyor.
Bu konuda dört ayrı görüş bulunmaktadır:
Birincisi: Maturidî ve Eşarî imamları, “Biz bir resul gönderinceye kadar tazip etmeyiz. (azap verici olmayız)” meâlindeki âyet-i kerimeye dayanarak Fetret devri insanlarının tebliğ edici bir peygamber gelmeden sorumlu olmadıkları kanaatindedirler. Ancak Maturidilere göre, fetret, iman için değil amel için geçerlidir. Eşʿariler ise, peygamber gelmeyen bir kavim için hiçbir sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.
İkincisi: Bunların tebliğ ulaşmasa da sorumlu olacaklarına dair görüştür ki, İbn el-Kayyım başta olmak üzere bazı âlimler bu kanaattedirler.
Üçüncüsü: Bunlar hakkında kararı Allah’a bırakmak (tevakkuf) şeklindeki görüştür.
Dördüncüsü ise: Fetret ehlinin kıyamet günü yeniden imtihana tabi olacakları ve bunun neticesine göre muamele görecekleri şeklindeki görüştür. Selef-i salihin bu kanaattedirler.
Bunların durumu ile alakalı şu hadisi zikretmeden geçemeyeceğiz: ‘Resulüllah şöyle buyurmuştur:
Dört grup vardır ki, onlar kıyamet günü kendilerini mazur göstereceklerdir:
Hiçbir şey duymayan sağırlar; Gel-git akıllı ahmaklar; aşırı yaşlılar; fetret devrinde ölen insanlar.
Sağırlar derler ki, Yarab! İslamiyet geldi ama biz bir şey duymadık.
Gel-git akıllılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama benim üzerime çocuklar pislik atıyorlardı.
Yaşlılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama bir şey anlayamadık.
Fetret devrinde ölenler diyecek ki, Yarab! Bize peygamber hiç gelmedi.
Bunlar cehenneme de girseler, Allah orayı onlar için bir nevi cennete çevirir.’
Önemle ifade edelim ki, bu dört görüşten birini tercih etmek insanı ehl-i sünnet dairesinden çıkarmaz. Zaten Bediüzzaman da bu konuda farklı bir görüş beyan eylememiştir.
Kaynak:
İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Muhammed KUTSAL 27.01.2010 04:17 Risale-i Nur – Kastamonu Lahikası 79. sayfa,
Sual: Akıl baliğ olmadan önce ölen kâfir çocukları, Cennete girecekler mi, girmeyecekler mi?
Kâfir çocukları toprak olacaktır. Cennete gitmek için imanlı olmak, Cehennemde ebedi kalmak için de imansız olmak şarttır. Kâfirlerin çocukları ne imanlı, ne de imansızdır. Bunlar yok olacaktır. Dağ, orman, mağara veya çölde yaşayıp da dinden haberi olmayanlar da, imanlı olmadıkları için Cennete girmez, Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmez, hayvanlar gibi yok edilir.
(Gayet ehemmiyetlidir)Risale-i Nur'dan Alıntı Orjinal Metin.
1.Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
(Yani, Şefkatin şiddeti, bu kışın şiddeti ile birleşince, insanlara gelen felaket ve musibetler karşısında, bu çaresiz ve mazlum insanların hali rikkatime dokundu, beni üzdü.)
2.Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor...
(Yani, Kalbe gelen manevi bir ihtara istinaden anladımki, böyle musibetlere muhatab kâfir bile olsa, masum olmaları hasebiyle bir nevi şehit hükmüne geçiyorlar... Şöyleki)
3.Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki: O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
(Yani: Dünyadaki savaşlardan ve vaziyetinde haberim yokken, Rusya'daki çoluk-çocuğa acıdım. Zalim beşerin elinden (Lenin, Stalin, Hitler gibi) mazlum olarak ölenler şayet 15 yaşın altında ise (yani baliğ değillerse) , hangi dinden olursa olsunlar Şehiddirler. Manevi mükâfatları aynı Müslümanların ki gibi olur.)
4.Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Ebette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.
(Yani: 15 yaşın üstünde olanlar (akıl-baliğ olanlar) da ise, şayet masum ve zulme uğramış iseler, belki bu onların cehennemden kurtulmalarına vesile olur! Çünkü madem ahirzamanda bir fetret dönemi, yani Efendimiz (SAV) in dini olan İslamiyete bir lakaytlık, bir cehalet, bir fakirlik ve bir nevi güvenilirliği azalmış (İslam âleminin durumunu anlatıyor) ve madem Ahirzamanda Hz.İsa (AS) mın Hakiki dini (Hz.İsa'ya inen o dönemdeki İslamiyet ile kast edilen, Hristiyanlığın islama ınkılab etmesidir.) hüküm sürecek ve İslamiyet ile omuz omuza verecek (ateisme karşı birlikte mücadele edecek) , elbette şimdi bir fetret dönemi gibi karanlık bir dönemde Hz.İsa'ya mensub (Hz.İsa'ya peygamber olarak tabi olan) Hıristiyanlarının mazlumlarının, özellikle ihtiyar ve musibetzedelerin, fakir ve savunmasızların, diktatör büyük zalimlerin zulümleri ve şiddet uygulamaları karşısında ölenlerin hükümleri bir nevi şehitliktir denilebilinir!
Gayr-i Müslimlerin Çocuklarının Manevi Akıbeti Meselesi ve Risale-i Nur’da Gayri Müslim Çocuklarının Şehitlik Mertebesinin izahı.
Bu mesele Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayet sebebiyle İslam âlimleri arasında tartışılmıştır: ‘Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.’.
Bu ayeti değerlendiren İslam âlimleri meseleyi hem fetret devri açısından ve hem de gayr-i Müslimlerin çocukları açısından değerlendirmişlerdir. Fetret devri meselesini biraz sonra inceleyeceğiz. Ehl-i sünnet âlimleri gayr-i Müslimlerin çocukları hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda mesela Ibn-i Kesir isimli büyük müfessir, müstakil bir Risale sayılabilecek uzunlukta müstesna bir tefsir kaleme almıştır. Bunları özetleyelim.
Birincisi: Bir grup âlimler (Mu’tezile, Hanbelîler ve Malikilerin mütebahhirin ulemasının da içinde bulunduğu önemli bir Müslüman âlimler topluluğu), bu çocukların ehl-i cennet olduklarını kabul ve kendilerine ispat etmişlerdir. Bu konuda onların görüşlerini destekleyecek çok sayıda hadisler vardır. Ancak bir tanesi önemlidir: Enes ibn Malik’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e Müşriklerin çocuklarından sorulmuş ve cevap olarak şunu ifade etmiştir: ‘Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar.’
İkincisi: Bir kısım İslam âlimleri ise onların babalarına tabi olduklarını ileri sürmüşler ve bu konudaki bazı hadisleri delil olarak getirmişlerdir. Hz. Aişe’nin naklettiği şu hadis bunların başında gelmektedir: ‘Müşriklerin çocukları babaları ile birliktedir.’ Bu yoruma muhtaç bir hadistir. Israrlı sorular üzerine Resulullah bir seferinde ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’ buyurmuştur.
Üçüncüsü: Bu konuda kesin bir hükme varmayıp meseleyi Allah’ın iradesine bırakmaktır (tevakkuf). İmam-ı A’zam başta olmak üzere çoğu âlimler bu kanaattedirler. Bu konudaki en önemli dayanak İbn-i Abbas hadisidir. ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’.
Bu arada bazı âlimler bunların toprak olacaklarını beyan etseler de çoğunluk âlimler yukarıda saydığımız görüşlerden birini tercih eylemişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri, bu kanaatleri değerlendirerek şu neticeye varmıştır:
‘O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten (I. Ve II. Dünya Harplerinden) vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.’
Burada iki kelimenin açıklanması gerekmektedir: Birincisi: Şehittir demiyor belki şehit hükmündedir, bir nevi şehittir diyor. İkincisi: Bu cümleyle birinci ve ikinci görüşü bir nevi telif ediyor. Bunda da ehli- sünnetin dışına çıkmak gibi bir durum asla mevzubahis değildir. Unutmayalım ki, Allah yolunda cihad ederken öldürülen hakiki şehitler olduğu gibi, hükmen şehit sayılan mü’minler de vardır. Mü’minlerden yanarak, suda boğularak, karın sancısı, vebâdan ölen veya çocuk doğurmaktan gelen kırk günlük loğusa döneminde vefat edenler hükmen yani bir nevi şehit sayılır. Ancak, peygamberlik gibi şehitlerin de dereceleri vardır. Nice mübârek hastalıklar vardır ki, şehâdet gibi yüksek dereceleri kazandırır.
Fetret Devri İnsanlarının ve Özellikle de Fetret Devri Sayılabilecek Hallerdeki İnsanların ve Musibetzedelerin Hükmü
Bu konu da İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Özellikle konuyu ikiye ayırmak icabetmektedir:
Birincisi: Fetret Devri İnsanlarının Hükmü
Fetret kelimesinden kasıt, iki peygamber arasındaki meydana gelen ve Hakkın tebliğine engel olan uzun zaman dilimidir. Bazıları Hz. İsa’nın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah Efendimize vahyin tebliği arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri arasında az da olsa farklılık görülüyor.
Bu konuda dört ayrı görüş bulunmaktadır:
Birincisi: Maturidî ve Eşarî imamları, “Biz bir resul gönderinceye kadar tazip etmeyiz. (azap verici olmayız)” meâlindeki âyet-i kerimeye dayanarak Fetret devri insanlarının tebliğ edici bir peygamber gelmeden sorumlu olmadıkları kanaatindedirler. Ancak Maturidilere göre, fetret, iman için değil amel için geçerlidir. Eşʿariler ise, peygamber gelmeyen bir kavim için hiçbir sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.
İkincisi: Bunların tebliğ ulaşmasa da sorumlu olacaklarına dair görüştür ki, İbn el-Kayyım başta olmak üzere bazı âlimler bu kanaattedirler.
Üçüncüsü: Bunlar hakkında kararı Allah’a bırakmak (tevakkuf) şeklindeki görüştür.
Dördüncüsü ise: Fetret ehlinin kıyamet günü yeniden imtihana tabi olacakları ve bunun neticesine göre muamele görecekleri şeklindeki görüştür. Selef-i salihin bu kanaattedirler.
Bunların durumu ile alakalı şu hadisi zikretmeden geçemeyeceğiz: ‘Resulüllah şöyle buyurmuştur:
Dört grup vardır ki, onlar kıyamet günü kendilerini mazur göstereceklerdir:
Hiçbir şey duymayan sağırlar; Gel-git akıllı ahmaklar; aşırı yaşlılar; fetret devrinde ölen insanlar.
Sağırlar derler ki, Yarab! İslamiyet geldi ama biz bir şey duymadık.
Gel-git akıllılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama benim üzerime çocuklar pislik atıyorlardı.
Yaşlılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama bir şey anlayamadık.
Fetret devrinde ölenler diyecek ki, Yarab! Bize peygamber hiç gelmedi.
Bunlar cehenneme de girseler, Allah orayı onlar için bir nevi cennete çevirir.’
Önemle ifade edelim ki, bu dört görüşten birini tercih etmek insanı ehl-i sünnet dairesinden çıkarmaz. Zaten Bediüzzaman da bu konuda farklı bir görüş beyan eylememiştir.
Kaynak:
İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Muhammed KUTSAL 27.01.2010 04:17 Risale-i Nur – Kastamonu Lahikası 79. sayfa,