ÜSTAD NECİP FAZIL’IN ERMENI MESELESI HAKKINDA YAZDIKLARI
ERMENİ ZULMÜ
Davranışın başı kendilerinde olduğu halde, Türklerden gördükleri zulme cevap vermek iddiasıyla, İttihatçılardan değil de, onların leşini çıkarttığı milletten intikam almaya kalkan Ermeni komitecileri, sözde Türk komitecilerine gerçek bir üstat ve talebe olduklarını ispat ettiler. Hem onlara öğrettiler, hem de onlardan öğrendiler ve tarihin en kanlı zulüm tablolarından birini çizmek sahtekârlığına (!) yükseldiler. Milletlerinin topyekûn bir kabahati yoktu; onların da başında (Taşnaksiyon) isimli bir «İttihatçı» zümresi vardı ve bütün kuvvetini Türkün zaafından alıyordu. Yoksa Türkün kuvvetli deminde Ermeni’den daha rahatı ve Türk’le kaynaşmış olanı mevcut değildi. Öyle ki:
Ak koyun meler gelir,
Dağları deler gelir,
Hakikâti yâr olsa,
Geceyi böler gelir.
Diye içlenen Erzurum dadaşı, güzel Ermeni kızı için;
Ya sen ol Müslüman âşık,
Ya ben olam Ermeni!
Sözünü ağzından kaçıracak ve böyle bir iman ve asriyet şaşkınlığına uğrayacak kadar kendisini kaybettirici bir yakınlık duygusuna düştüğüne göre, iki millet arasındaki his rabıtalarını tasarlayabiliriz. Dilber Ermeni kızını mutlaka Müslümanlığa davet etmesi gereken Müslüman delikanlı bilmiyor muydu ki, eski Ermeni Müslüman-Türk ile, kendisini yalnız kaynakta ayrı bilerek, ruhî renklerini paylaşmış vaziyetteydi. Türk, kendisinden daha asîl olduğu için, kuvvetli zamanında bu ahenk hiç bozulmamış, kuvvetini kaybedince de Ermeni, içindeki «İttihatçı» mizaçlar yüzünden arayı, en büyük düşmanlığa kadar açmıştı. İttihat ve Terakki’ye, Türkü içinden yemeyi öğreten dış tesir, Ermeniye de, başka ve zıt bir zaviyeden aynı şeyi belletmişti. Ve nihayet unutmayalım ki, birinin bu vatanı kurtarmak, öbürünün batırmak dâvasından oldukları ilk hengâmede, Ermeni komitecisiyle «İttihat ve Terakki» bağlıları el ele vermişti. Şimdi:
«—Zalime yardım edene Allah, aynı zalimi musallat eder.»
Hâdisindeki hikmete uygun olarak, ikisinin de birbirinden çekeceği vardı.
Böyle oldu ve onlar yüzünden her iki millet çekti. Ne olursa olsun, vesile ve sebep plânında İttihat ve Terakki’den başkası gösterilemez.
Şimdi Şark ve cenup şarkı Anadolusunu baştanbaşa kaplayan Ermeni zulmü sahasını, Erzurum ve civarı gibi en soylu Türk kanının pınarı başından seyredelim….
Aynı tarihçi Erzurum’da, 6 Mayıs 1918 tarihîyle not tutuyor:
«Yangın yerindeyim… Türklerin bu tarihî ve fedakâr beldesi, âdeta bir harabe halinde… Sokaklar ve binalar, camiler ve medreseler kamilen harap… Evler insan naaşlarıyla dolu… Yanmış ve yıkılmış evlerin enkazı ayakla dürtüldüğü zaman, simsiyah kesilmiş, dişleri sırıtmış insan kafalarına, çocuk başlarına, kol ve bacak, gövde ve ayak parçalarına tesadüf olunuyor.»
«Türk, bombayı bilmezdi. Türkiye’ye bombayı sokan, hattâ Padişahlarının vücudunu ve sarayını bombayla ortadan kaldırmaya çalışan Ermeni komiteleriydi.»
«Bir Rus zabiti âmirine yolladığı raporda tahliye hareketini haber verirken şu satırları yazıyordu:
—Katl-i âma mâni olmak için ne kadar uğraştımsa da muvaffak olamadım. Ermeniler 800 kişi telef etti. Şehir tahliye olundu.»
«Osmanlı ordusunun ilerlemesi, Ermenilerin ümitsizliklerini, zulümlerinin şiddetini bir kat daha arttırıyordu. Bu ümit büsbütün kırıldığı zaman, ermeni çeteleri okur (kuduz) birer canavar haline gelmişlerdi. Evleri yakıyorlar, binaları yıkıyorlar, türbeleri parçalıyorlar, Türkleri kurşunla süngüyle al kanlar içinde yere seriyorlardı. Erzurum bu kanlı vahşetin en feci sahnesiydi.»
«Ermenilerin Erzurum’u tahliyeleri o kadar feci olmuştu ki, yüzlerce erkeği evlere doldurmuşlar, üzerlerine benzin dökerek diri diri yakmışlardı.»
«Evlerin yanmış direklerinden el’an boğucu bir duman çıkıyor. Ellerimi sürdüğüm tuz çuvalları bile hâlâ sıcak..»
«Bir sabah, ufak, sarışın, elâ gözlü bir kız karşıma geldi. Ekmek istiyordu.»
«İleride, bîtap adımlarıyle yürüyen anasına, babasına, mekteplerden ve insanlardan mürekkep muhacirler kafilesine doğru koşuyor, kolunu uzatmış, ekmeğini gösteriyor, sevine sevine bağırıyordu:
—Ekmek, ekmek!»
«Yollarda Rusların bıraktıkları erzak depoları, peksimetler, sucuklar, balıklarla doluydu. Soğuk ovalarda açlıktan ölen bu halka bir lokma ekmek veren yoktu…»
«Etrafıma üşüştüler. Buruşmuş, katılaşmış, topraklaşmış eller, yamalarının iplikleri rüzgârla uçuşan paçavralar arasından uzanıyor, her ağızdan mahcup ve müteessir bir ses işitiliyordu:
—Oğul! Bir lokma ekmek! Ayağını öpem, kölen olam!
İçlerinden en yaşlısı, mavi gözlerini müstemdâne (İmdat istercesine) kaldırdı:
—Bir türlü ölmiriz, oğul! Allah bu canı almir…»
«Dar kuyularına bakıldığı zaman, kerih bir koku, baş döndürücü bir tesirle kalbe baygınlık veriyor, kuyunun taşlarına yapışmış bedbaht Türklerin saçları ve elbise parçaları görülüyordu.»
—Azizim, bu gördüğünüz şehrin en temiz halidir. Bu sokaklar hep kadın, çoluk çocuk ölüleriyle doluydu. Kadınların memeleri, hattâ en mahrem uzuvları duvarlara çakılmıştı.
Şu telgraf tellerine, hep çocuk ciğerleri asılmıştı. Karınları deşilmiş, çırçıplak kadın naaşları, geçeceğimiz yolun iki tarafına dizilmişti. Talihsiz milletimizin bu halini gördüğümüz zaman, âdeta tecennün edecek (çıldıracak) bir hale gelmiştik. Ermenileri tehcir edenleri (sürenleri) hiç şüphesiz biz yapmasak bile Avrupa tecziye edecektir. Fakat bakalım, medenî Avrupa, bu cinayetin de faillerini arayacak mı? Tarih böyle bir vahşet kaydetmemiştir. Hele bu felâketten kurtulan Erzurumlularla bir görüşünüz! İşiteceğiniz cinayetler tüylerinizi ürpertir.»
«Ermeni mezaliminden bahsettim ve sordum:
—Bu katilleri hep Rus zabitleri idare etmiş diyorlar!
Yüzbaşı kıpkırmızı kesildi. Ordusuna canilik lekesini sürdürmek istemeyen medenî bir insan tavrıyla elini salladı:
—Niyet (Hayır)! Biz hiç karışmadık. Hep Ermeniler yaptı. Hattâ mâni olmak istedik. Bizim kaymakam bunların hepsini yazdı. Onun hatıralarını okuyunuz!
—Peki ordunuz zabitleri gittiği halde siz niçin kaldınız?
—Emir almadan istihkâmları bırakamazdık.»
«Bir zamanlar bu geniş sahralar üç tuğlu paşaların çadırlarıyle, atlilarıyle dolar, iç kaledeki saraylarda tahıl ve kös âvazesi ufukları çınlatırdı. Şimdi ovalar boş, kaleler harap, ocaklar sönmüş, boyunlar bükülmüştü. Ermeni zulmü Erzurum’da feci ve kanlı bir yangın harabesi bırakmıştı. Rus istilâsı, Ermeni fecayii yanında hiçti. Yanıma doğru bir zabit ilerledi. Müteessir bir seda ile anlattı:
«Lala Mustafa Paşa Camii’ne gittim. Şadırvandan tatlı zemzemelerle sular akıyordu. Şevket, azamet devrimizin bu nefis âbidesi, uğradığı tecavüzlerle mecruh, delik deşik duvarları, çinileri sökülmüş sütunlarıyla kalbe hüzün veriyordu. Etraf kamilen haraptı. Yangın yerlerinde siyah duvarlar, kararmış pencere boşlukları görülüyordu. Bir zamanlar bu tarihî beldede Osmanlılığın satvetiyle iftihar eden yiğitlerin son nesilleri, şimdi Moskofun çizmesi, Ermeni’nin baltasıyla telef edilmişler, kimi hendeklerde, kimi enkaz altında yatıyorlardı.»
Tarihçinin müşahedelerini rastgele fotoğraflar halinde yukarıya koyduk. Bu fotoğraflarda sanatlı bir göz bile yoktur. Fakat manzara o kadar çarpıcı ki, ondan bir çizgi zaptedebilen, herşeyi göstermiş denecek kadar usta sanılabilir. Şimdi bu fotoğrafları, Erzurum, Van, Maraş, Sivas dört köşesi içinde, her noktayı gösterici milyonlarca çerçeveye çıkaracak ve hepsini tek resimde toplayacak olursak, göreceğimiz şudur: Birbirinde örnek ve destek bulup da milleti İttihat ve Terakki’ye zaptettirdikten sonra , birbirini yemek bahanesiyle yine bu milleti yiyen iki cellâtlar komitesi…. Biri sadece canavarlığının ve kuyruğuna basılışının; öbürüyse ebediyen Türkün ve Türke ait hakların mahkûmu.. Onun içindir ki, Ermeni’nin de vebalini İttihat ve Terakki’ye yüklemek lâzım…
TARİH BOYUNCA BÜYÜK MAZLUMLAR
ERMENİ’YE ZULÜMLER
Ermeni’nin ettiği, ona edilenden sonra… İlk, ilkin ilki, hazırlık, pusuda bekleyiş, fırsat kollayış Ermeni’den gelmiş olsa da, zulüm sahnesini evvelâ açan ve onu Türk milleti açıyor hissini veren İttihat ve Terakki … Halbuki, nice Ermeni’yi evinde ve yorganının altında saklayıp «İttihatçı» satırından korumuş olandır ki, Türk… Ve eğer ben, Ermeni’nin ettiğini, Ermeni’ye edilenden evvel tablolaştırdımsa, tek sebep ona edileni mazur göstermek değil, belki ucuz bir istismara getirilmekten uzak tutmak, yani Ermeniye:
—Bana ettiğini ben de ona ettim! Gibilerden bir kuvvet kaptırmamak… Zahir plânının açık şahitliği, Ermeni lehinde görünür ama, o da Türk milleti gibi bir cinayet komitesinin tasallutu altındaki Ermeni, en mesut ve rahat deminde, âdil Türk Padişahını bombalamaya ve Türk hükümetini basmaya kalktığına göre, sonunda ettiği zulmü, başında kendisine edilen bir zulümle takas edebilmek iktidarında mıdır?
O, kendisine bir şey yapılmış olmasa da, yaptığını yapacaktı. Gidişi, tutumu, edası ve üslûbu buydu. Ermeni Babıâli’deki nazırları, sarrafları, tüccarları ve türlü iş ve teşebbüs adamlarıyle nüfuz ve refahının en tatlı demlerini yaşarken bile, başına veya kıçına kancayı geçirmiş olan öz komitesi yüzünden kendisini Firavun’un ehramlara taş taşıyıcı esirleri tarzında, ırzı, malı , canı ve her şeyi yönünden Türkün zulüm pençesinde kıvranıyor sanmaktaydı. Bu bakımdan, büyük niyeti ve onu iyice belirten bazı teşebbüsleriyle evvelden mahkûmdu; fakat bu mânevi bir mahkûmiyet olmalı ve tedbir plânında ona göre bir tecelliye çatmalıydı. Ne çare ki, en büyük zulüm teşebbüsü, kendisinkinden evvel, Türke musallat komiteden geldi ve Ermeninin esasen hazır ve saklı iş plânı, «Kısasa kısas» şeklinde, zahirde doğru, bâtında yalan bir istismarcılıkla, kendisine sahte bir özür bulmanın kolaylığına erdi.
—Bana ettiğini ben de ona ettim!
Sözünü nasıl söyleyebilir ki, Ermeni; ona edileni Türk milleti yapmadı, «İttihat ve Terakki» yaptı; oysa ettiğini Türk milletine etti.
Evvelce de belirttiğimiz gibi, (Taşnaksiyon)la kan kardeşi olan «İttihat ve Terakki»yi bir tarafa ayıracak olursak, her iki millet de mazlumdur; fakat zalimlik sırasında nasıl birinci «İttihat ve Terakki» ise, mazlumlukta da aynı sıfat Türk milletine aittir. Ermeni yalnız «İttihat ve Terakki»nin, biraz da kendi komitesinin mazlumuyken, Türk, üçünün birden mazlumu…
Yani:
Ermeniye edileni, Türk milleti yapmıyor, kendi HUSUSÎ kadrosuyla İttihat ve Terakki yapıyor.
Karşılığını, «İttihat ve Terakki» değil, Türk milleti Çekiyor.
Bunu da sadece (Taşnaksiyon) değil, ona uyan Ermeni milleti yapıyor.
Gerçek mâna bilançosu bundan ibarettir; ve bu variyetten Ermeniye zulüm bahsinde «İttihat ve Terakki» hesabına küçük bir özür payı bulunmak şöyle dursun, (Taşnaksiyon)a kadar olanca sorumluluk ve biricik suç (İttihat ve Terakki) üzerindedir.
İş yine durup dururken değil, Ermenilerin Van’da giriştikleri kıtal üzerine başlıyor. Öncülük yine Ermenide.
Fakat biz nasıl «İttihat ve Terakki Komitesi»nce açılan büyük zulüm sahnesini Ermeninin istismarına kapamak istiyorsak, bundan da Ermeniye edileni hafifletmek mânâsına bir fayda devşirmeye tenezzül etmiyoruz. Ölçülerimizi koyduk. Her iki taraf için de, birinin başında «İttihat ve Terakki» öbürünün de «Taşnaksiyon» bulundukça netice belliydi; hem Türk ve hem Ermeni, zulüm silindiri altında ezilecekti. Facianın büyüğü de milletin büyüğüne düşecek.
Hüküm şu:
Hepsinin, her şeyin, her cepheden hep birden suçunu «İttihat ve Terakki»ye bağlamadan; ve Ermeniye edilen zulmü, ona bir hak ve itibar değil, «İttihat ve Terakki» adına zulüm ve zimmet kaydıyla ele almadan gerçeğe ulaşılamaz. Onun içindir ki «yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?» tarzında bir hesap fuhşuna düşmeksizin – çünkü her şey «İttihat ve Terakki»den – doğrudan doğruya Ermeniye edilen zulüm diye işe girişelim ve onların Şark sınırımızdaki şenaatlerine göz bile atmayalım ki, hakikat karşısında tavrımız soylu olsun.. Zira ne Ermeninin en sonra Türke yaptığı, daha evvel kendisine yapılmış şu veya bu hareketle; ne de İttihat ve Terakki’nin Ermeniye başta yaptığı, önceki herhangi bir faciaya özür kazanabilir.
Evet; daima (Taşnaksiyon)un değneği ve Moskof kamçısı altında Van’a saldıran Ermenilerin zulmünü, birden bire; İstanbul, Bursa, Eskişehir, Afyon, Ankara, Konya’dan başlayarak şarka doğru, bütün Anadolu Ermenileri ödemek mevkiinde kaldı. Bunların hepsi de, belki niyette ve bâtında, zalim kardeşlerinden farksızdı; fakat insanoğlunun ömrü boyunca şahit olduğu hiçbir mezhep, kanun ve ölçü gösterilemezdi ki, herhangi bir husus, kadroya ait cinayeti, o kadro insanlarının topyekûn umumî cins kadrosuna kadar şümullendirebilsin…
İsmine «Tehcir ve taktil — Sürme ve öldürme» denilen öyle bir çığır açıldı ki, Ermeniye Türk, Türke Ermeni karşılıklı ağlamaya başladı.
Eskişehir’de not tutan tarihçinin satırlarına eğilelim:
«Fener yok, ziya yok, rehber yok, hiçbir şey yoktu. Kucağında çocukları, ağlayan kadınlar, perişan sakallarıyla cübbelerini toplayan, yükünü sırtlarına vuran papazlar, kan ter içinde eşyasını çıkarmaya uğraşan, hastalarını, kızlarını, çocuklarını taşıyan analar, fakir, zengin, aç, sefil binlerce aile, yük vagonlarından çıkmaya uğraşıyorlar; çocuklarını, analarını, eşyalarını kaybetmemek için gecenin karanlıkları içinde çırpınıyorlardı.»
«Zulüm kalplerinde o kadar derin meyusiyet, o derece sarsılmaz bir adavet hasıl etmişti ki, en âciz, en biçare, en kimsesiz bir kadına bile yardım etmek istenilse, kaşlarını çatıyor, kindar nazarlarla yüzünüze bakıyor; metin kalbi, müteessir ruhuyla felâkete, açlığa, ölüme doğru bîperva gidiyordu.»
«Birkaç gün içinde Eskişehir istasyonunun civarı on-binden, yirmibinden ziyade aile ile dolmuştu. Trenle sevkedilemeyen çoluk çocuk, kadın erkek, ayakları kanlar içinde, etraflarında birkaç fakir jandarma, karadan gelmişlerdi.»
«Eskişehir sokaklarında, istasyon meydanlarında gelinlik genç kızların, göz nuru dökerek masum kalplerinde tatlı emeller besleyerek ördükleri dantelâlarını, ipekli yatak çarşaflarını, özene bezene yaptıkları gelinlik esvaplarını kollarına almışlar, kırmızı çarşaflı kadınlara yok pahasına sattıkları, sokak sokak dolaştırdıkları görülüyordu.»
«Köylerinden verem döşeğinde yatan, ihtizar halinde bulunan hastalar, alil ve mecnun, yarı belinden aşağı tutmayan dilenciler bile çıkarılmıştı.»
« O sırada İstanbul mebusu Zehrap, Varteks ve diğer refikleri de İstanbul’dan sürülmüşler, Halebe gelmiş-ler… Zehrap, Cemal Paşanın huzuruna çıkmış, kendilerinin Diyarbekir divan-ı harbine gönderileceklerini, yana yakıla ağlaya sızlaya anlatmış… O kadar acı göz yaşları dökmüş ki, Cemal Paşa rikkate gelmiş… Kendilerini muhafaza edeceğini vâdetmiş.. İstanbul’a Dahiliye Nâzırı Talât’a bir telgraf çekmiş, bu mesele kapanıncaya kadar Zehrap ve arkadaşlarını ortadan kaybedeceğini, mesele yatışınca meydana çıkacağını söylemiş.. Talât razı olmamış..
Zehrap ve refikleri, müteessir ve dahun, bir arabayla Diyarbekir’e doğru yola çıkmışlar… Nihayet yolda Çerkes Ahmed’in çetesine rast gelmişler. Çerkeş Ahmet bu zavallı mütefekkirleri birer hamlede perişan etmiş.»
«Hallaçyan Efendi yine Adada, müzeyyen köşkünde İttihatçılara ziyafet keşide ediyor. Ermeni mebusları yine Meclis-i Mebusan’da Talâtlara ve avanesine dalkavukluk etmekte devam ediyorlar.”
«En elim faciaların Bursa’da ve bilhassa Ankara’da ika edildiği söyleniyordu. Ankara’dan gelenler müteessirrane bir lisanla anlatıyorlardı. Evler abluka edilmiş, yüzlerce Ermeni aile arabalara doldurularak derelere dökülmüştü. Birçok kadınlar bu feci cinayetler karşısında tecennün etmişlerdi. Ermeni zenginlerinin evleri satın alınmış, takrir verilir verilmez paralar zorla, zulümle istirdat olunmuştu.»
«Çerkeş Ahmet’ten daha fazla malûmat almak istiyordum:
—Peki bu Zehrap,’filân ne oldular?
—A, duymadınız mı? Hepsini geberttim!
Sigarasının dumanlarını havaya doğru savurdu, sol eliyle bıyıklarını düzelterek sözüne devam etti:
-Halep’ten çıkmışlardı.. Yolda rast geldik. Derhal arabalarını kuşattım. Gebereceklerini anladılar. Varteks dedi ki: Peki, Ahmed Bey, bize bunu yapıyorsunuz; fakat Araplara ne yapacaksınız? Sizden onlar da memnun değiller!.. O senin bileceğin iş değil, kerata dedim; ve bir mavzer kurşunuyla beynini patlattım. Sonra Zehrab’ı yakaladım, ayağımın altına aldım, koca bir taşla kafasını ezdim, geberinceye kadar ezdim.
«İstasyon civarına, Porsuk sahillerine gittim. Hazin bir sonbahar, yaprakları döküyor, çiçekleri solduruyordu. Çarşı boyunda kaplıcaların taş binaları, kahraman Osman’ı, genç Orhan’ın adalet ve şefkatine şahit, iki tarihi âbide gibi yükseliyordu. Ne feci bir tezaddı! Bir zamanlar Osman Gazi, burada yine bu Pazar yerinde, Bilecikli bir hristiyanın hakkını gasba çalışan Kermenyanlı bir Türk’ü tedip etmiş, hak ve adalete karşı muhabbetini ispat eylemiştir.»
Zavallı Türk! «İttihat ve Terakki»den, (Taşnaksiyon»dan ve bizzat Ermeni’den çektiklerinden sonra, Ermeniye çektirilenden acı duymak ve haline bakıp ağlamak ehliyet ve haysiyeti yine sana düşüyor! Düşmanlarının sana çektirdiklerinden başka, onlara çektirilenlerden de çeken sensin! O kadar asilsin!
(Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Büyük Doğu Yayınları, 6. baskı / s.551-561)