Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Farzetki ÖldÜn...!, (2 Kullanıcı)

erkan1453

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ara 2006
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Farzetki ÖldÜn...!,

Allah İslamı yaşayan dan,anlatan dan,anlatmak için çaba gösterenden razı olsun.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Farzetki ÖldÜn...!,

erkan1453 yazdı:
Allah İslamı yaşayan dan,anlatan dan,anlatmak için çaba gösterenden razı olsun.
amin kardeşim rabbim cümle müslümanlardan razı olsun
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Farzetki ÖldÜn...!,

Mahşerin Hararet ve Sıkıntısı

Nihayet bütün yedi gök ve yedi yer ahalisi mahşerdeki yerlerini tam olarak alınca güne­şe on yıllık hararet giydirilir ve yaratıkların tepelerine bir veya iki yay kadar yaklaştırılır. Rabbûl Alemînîn arşının gölgesinden başka hiç kimsenin gölgesi bulunmaz. Arşın gölge­sinde serinlenenler ve güne­şin hararetiyle kav­rulanlar vardır. Güneş, altındakileri hara­retiy­le kızdırır. Hararetten onların keder ve endişe­leri şid­detlenir. Sonra ümmetler dalgalanmaya ve itişip kakışmaya başlar. Birbirlerini sıkış­tırır ve ayakları gider gelir.

Susuzluktan boyunları kopacak gibi olur. Güneşin sı­caklığı, mahlukatın nefesleri ve izdihamın verdiği hararet birbirine eklenir. Bu­nun üzerine onlardan öyle bir ter akar ki, yeryü­züne yayılır. Sonra da amellerinin derecesine ve Allah katındaki saadet ve şekavet durumla­rına göre vücudlarını kaplar. Öyle ki ter, bazı­larının topuklarına, ba­zılarının göbeğine, bazı­larının kulak memelerine kadar yük­selir. Bazı­ları da neredeyse teri içerisinde kaybolacak hâle gelir. Ter kimisinin göbeğine kadar çıkar.

Umeyr bin Said der ki Ben İbn Amr ve Ebû Said el-Hudrînin yanında oturuyordum. Cuma günüydü. Birisi ötekine dedi ki Ben Resûlullah (s.a.v.)i şöyle buyururken dinledim Kıya­met günü ter insanoğlunun neresine kadar va­rır? Orada bulunanlandan birisi Kulak me­melerine kadar bir diğeri Ağzına kadar de­di. İbn Ömer (r.a.) (Ku­lak memesinden ağıza doğru eliyle bir hat çizerek) ikisinin de eşit ol­duğunu görüyorum dedi.

Hayseme, Abdullahın şöyle dediğini bil­dirdi Kıyamet günü yeryüzünün hepsi âdeta ateş kesilir. Ötesinde ise Cennet bulunur. İn­sanlar, onun hurilerini ve kadehlerini görürler. Abdullahın canı, kudretinin elinde bulunan Allaha yemin ederim ki, kendisine hesap do­kunmadığı hâlde bir kişi o kadar ter döker ki, döktüğü ter kendi boyunca yeryü­züne yayılır. Sonra bu ter burnuna kadar yükselir. Abdul­la­ha sordular Bu neden ileri gelir ya Eba Abdurrahman? Abdullah İnsanların çektiği sı­kıntıyı görme­sinden cevabını verdi.

İbn Ömer (r.a.)den, Resûlullah (s.a.v.)’in şöy­le buyurduğu nakledildi: Kişi (bir defa da kâfir dedi) Kıyamet günü, duruşmanın uzun­luğundan dolayı kulaklarının ortasına kadar ter sızıntısının denizi içerisinde ayakta diki­lir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)den naklen Ab­dullahın şöyle dediği rivayet edilmiştir O günün uzunca bekleyişinden, Kıyamet günü ter, kâfiri ağzının hizasından gemleyecek de­recede kaplar (Ali, beklemenin uzamasından’ dedi.) Öyle ki, Ya Rabbi! ateşe göndermek bi­le olsa beni rahatlat diye yalva­rır.

Hiç şüphesiz sen de onlardan birisin. Kede­rinle başbaşa kalmış, ter kaplamış ve gam bürümüş, şiddetli ter, korku ve ürküntüden ne­fesin daralıp bunalmış bir hâlde kendini dü­şün! İnsanlar da seninle birlikte saadet veya mutsuzluk yurduna gönderecek hükmün veril­mesini bek­lerler.

Herkes Canının Derdine Düşer

Nihayet, senin ve diğer yaratıkların meşak­kati doruğa ulaşır. Konuşmadan ve işle­rine bakılmadan uzun uzun beklerler. Üç yüz sene hiç ko­nuşmadan, bir lokma yemek yemeden, bir yudum su iç­meden, yüzlerine bir tek hoş esinti ve serin meltem değme­den, bu bekleyiş ve ayakta dikilişten doğan çekilmez ve katla­nılmaz derecedeki yorgunluğu giderici bir an bile isti­rahat etmeden beklemelerini ne zan­nedersin?

Katade veya Kabden rivayet edilmiştir ki O gün in­sanlar, âlemlerin Rabbinin huzu­runda duracaklar (elMutaffifîn Sûresi 6) âyetini okudu ve şu açıklamayı yaptı Üç yüz sene kadar duracaklar.” Yine o, Hasan-ı Basrî’den şöyle duyduğunu söyledi Uzunluğu elli bin sene olan bir zaman, ayaklarının üze­rinde Azîz ve Celîl olan Allah’ın huzu­runda ayakta dikilen insanların hâlini ne zanneder­sin?! Onlar orada ne bir şey yemişler ve ne de bir şey içmişlerdir. Öyle ki susuzluktan boyunları incelmiş. Açlıktan içleri yan­mış. Bu onları ateşe sevk etmiş de sıcağı yaklaşmış ve esin­tisi şiddetlenmiş, yaklaşan kızgın bir pınardan sulanmışlar­dır.

Peygamberlere Müracaat

Onların meşakkat ve bitkinliği takat geti­remeyecekleri bir dereceye varınca, onlar, Mevlânın yanında değerli olan ve kendilerine o hâl ve durumlarında rahat etmeleri için şefa­at edecek kimseleri aramak üzere birbirleriyle konuşur­lar. Bu durumdan kurtulup Cennete veya Cehenneme sevkedilmelerini isterler.

Önce Âdem ve Nuha, sonra İbrahime, İb­rahimden sonra da Musa ve İsaya başvurup yardım isterler. Hepsi de onlara şöyle derler: Rabbimiz bugün öyle bir gazaba gel­miştir ki, böylesine ne bugünden önce gazaplanmış, ne de bundan sonra bu kadar gazaplanır. Hepsi de bu şekilde kudret ve celal sahibi Rablerinin gazabının şiddetini ifade eder ve kendi kendi­leriyle meşgul olduklarını şöyle dile getirirler: Nefsî, nefsî! (kendi canım, kendi canım!) Bizzat kendi canlarının derdiyle meşguliyet, kendi dertleri ve kur­tuluş kaygıları onları şe­faat için Rablerine başvurmaktan alıkoyar. Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor O gün herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır (Nahl Sûresi: 111) Yaratıklardan hiçbirini düşünmez.

Yaratıklar topluca çağrışırlarken, herbiri canının der­dine düşüp Nefsî nefsî! diye ba­ğırırken seslerini bir tahayyül et! Nefsî, nef­sî sözünden başka bir şey duyamaz­sın. O gün ne korkunç bir gündür! Sen de onlarla bir­likte sadece kendini düşündüğünü ve Rabbinin azab ve ceza­sından kurtulmaya çalıştığını haykırırsın.

Allah katındaki değerlerine ve yüksek ma­kamlarına rağ­men Âdem Safiyullah, İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah ve Kelimetullahtan herbirinin Rabbinin şiddetli gazabından korkarak: Nefsî nefsî!diye ses­lendiği bir günü ne zannedersin?! O günkü korkun, tela­şın, üzüntün ve endişenle kendini onlarla mukayese edebi­lirmisin?
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Farzetki ÖldÜn...!,

Büyük Şefaat

Nihayet, mahlukat onların kendi canlarının derdine düştüğünü görerek şefaatlerinden ümit kesince Hz. Mu­hammed (s.a.v.)’e gelirler. Rableri nezdinde şefaat etmesini dilerler. O da kendilerine bu konuda müsbet cevap verir. Sonra Aziz ve Celil olan Rabbinin huzuruna çı­karak izin ister. Kendisine izin verilir. Sonra Rabbi için secdeye kapa­nır. Sonra O’na layık şekilde hamd ve senalar eder. Bütün bunlar se­nin ve tüm mahlukatın duyacağı şekilde cere­yan eder. Nihayet Rabbi, onların biran evvel huzura arzedilmesi ve işlerine bakılması konusundaki dileğini kabul eder.

En Büyük Mahkeme

Sen, diğer yaratıklarla birlikte Kıyametin karanlık ve şiddetli sıkıntısı içerisinde karar faslını ve nimet veya hüzün yurduna girmeyi bekleyip gözlerken birden bire Arşın nuru yükselir. Yeryüzü Rabbinin nuruyla parlar. Kalbin Cebbar olan Allah’ın hükmetmeye başla­yacağına kesin olarak inanır. Ona arzedilme sıran gelmiştir. Öyle ki senden başka kimse­nin arzedilmediğini ve senden başka kimsenin işine bakıl­madığını sanırsın.

Hamîd bin Hilal’in şöyle dediği bildi­rilmiştir: “Bize an­latıldı ki: Kıyamet günü bir kişi Hesab’a çağırılarak: ‘Ey fa­lan oğlu falan hesaba gel!’ denilir. Hatta o zanneder ki, ‘he­saba getirilenlerden benden başkası kast edil­miyor.’

Cehennemin Kükreyişi

Sonra Yüce Allah: ‘Ey Cebrail, bana Ce­hennemi getir!’ buyurur. Cebrail yanına varıp, ‘Ey Ce­hennem, gel!’ dediği zaman Cehennemi bir dü­şün! Allah’ın başka bir varlık yaratıp da ken­disini onunla azaplandıracağı korkusuyla ıstı-rabını ve titremesini bir tahayyül et! Çalkalanıp coştuğu ve parlayıp yaratıklara uzak yerinden baktığı ve onlara doğru iç çekip kükrediği anı bir düşün! Allah’ın emrine muhalefet edip asi olanlara karşı Rabbinin gazabından dolayı gazablanarak mahlukatın üzerine hücum ederken bekçilerini sürükleyişini düşün! İç çekiş ve kükreyiş sesini, dalgalar hâlinde birbiri ar­kasından gelen o homurtuları düşün! Kulağın o uğultularla dolmuştur. Korku ve heybetten yü­reğin ağızına varmış ve uçacak hâle gelmiştir. Yaratıklar onun kendilerine doğru kükreyişin­den şiddetle kaçarlar.

İşte o gün, çağrışma ve karşılıklı feryat günüdür. Ce­hennem sesinin yankılarını duyunca arkalarını dönüp ka­çarlar ve birbiri ar­kasına, Cehennemin etrafına, dizüstü çökmüş vaziyette dökülürler ve gözlerinden yaşlar bo­şanır.

Zalimlerin Feryadı

Cehennemin iç çekiş ve kükreyişi es­nasında mahluka­tın birbirine karışan ağlama sesini bir düşün! Zalimler feryat ve figan ede­rek yok olup gitmeyi dilerler. Her bir seçkin, sıddık, şehid, kısaca bütün halk: “Nefsî, nefsî!” diye bağırır. Düşün bir kere: Mahlukatın peygamberlere çağıran sesle­rini! Onlardan her kul: “Nefsî, nefsî!” diye seslenir. Sen de aynı şeyi söylersin. Sen de mahlukatla birlikte şid­detli tehli­keler ve yürek ürperten korkular içerisindeyken, bir de ba­karsın ki Cehennem ikinci bir kez haykırmıştır.

Senin ve onların korku ve endişesi bir kat daha artar. Arkasından üçüncü bir kez kükrer. Yaratıklar peşpeşe yü­züstü dökülürler. Gözle­ri belerir ve ateşin kendilerini kapıp götürme korkusuyla göz ucuyla gizli gizli bakarlar. O zaman zalimlerin yürekleri hoplar ve gırtlakla­rına dayanır da yut­kundukça yutkunurlar. Yutkunuşları boğazlarında dü­ğümlenir. Akıllar uçar, iyi ve kötü bütün insanların akılları şaşar. Hiçbir peygamber ve seçkin hiçbir salih kul kalmaz ki bundan dolayı aklı şaşmasın.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt