mürmüdük
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2009
- Mesajlar
- 6,952
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Web Sitesi
- anadoluhaber.blogcu.com
Mektubattan
MEVZUU:
a) Ehl-i sünnet vel-cemaat görüşüne göre itikadı düzeltmek...
b) Fıkha dair hükümleri öğrenmek...
c) İslâm’ın garipliğinden şikâyet ve onun tervîcine, teyidine teşvik...
•
NOT: İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu mektubu Seyyid Ferid’e yazmıştır.
•
Allah-u Taâlâ muininiz ve yardımcınız olsun; bilhassa sizin için ayıp sayılacak ve yersiz düşecek işlerde...
•
Bilmiş olasın ki: Teklif erbabına (aklı başında, büluğ çağına gelenlere) vacip olan, işlerin başında, “Ehl-i sünnet vel-cemaat ulemâsının reyine uygun şekilde itikadı düzeltmek” gelir... Allah-ü Taâlâ onların çalışmalarını şükrâna lâyık eylesin... Çünkü necat, o büyüklerin görüşlerine göre hareket etmeye bağlıdır; onlar “fırka-i naciye”dir. Onlar Resûlullah’ın ve ashabının yolundadır...
Allah’ın salâtları ve selâmları ona ve diğerlerine olsun...
KUR’AN’DAN VE HADİSTEN ÇIKARILAN MUTEBER İLİMLER, ANCAK BU ZATLARIN ÇIKARIP ALDIKLARI KISIMLARDIR.
Her mübtedî (bid’atçı) ve sapık, fasid akidesini, fasid zannı ile Kur’an’dan ve hadisten alır. Halbuki, Kur’an ve hadisten alınan her mânâ mefhumu mûteber değildir.
•
Kıymetli İmam Turpeştî’nin, itikadları tashih için yazdığı risâle cidden münasiptir. Daha kolay anlaşılır. Ancak, anlatılan bu risâlede, deliller üzerinde enine boyuna durmuştur. Bunun için, ondan bir mesele çıkarabilmek zordur. Sırf itikada dair meseleleri tazammun eden bir başka risâle olsa, daha uygun ve daha münâsib olur.
•
Bu arada hatırıma şöyle bir şey geldi: Bu bâbda bir risale yazayşm. Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını tazammun etsin. Ondan başka bir şey almak dahî kolay olsun. Eğer böyle bir şey yapmak müyesser olursa, yazdıktan sonra emrinize yollayacağım.
•
İtikadı, anlatıldığı biçimde tashih ettikten sonra, mutlaka lâzımdır ki: Helâl, haram, farz, vâcib, sünnet, mendup, mekruh ve fıkıh ilminin mükellef kıldığı diğer ilimleri öğrenesin. Aynı şekilde, bunları öğrenip muktezasına göre amel etmek dahî zarurîdir.
•
Uygun düşer ki: Talebelerden bazılarna Farisî ibarelerle yazılan bazı fıkıh kitaplarını okumak emri verile... Meselâ: “Mecmuâ-i Hanî” ve “Umdet’ül-İslâm” gibi...
Allah korusun, zarurî sayılan îtikâda dair meselelerden birine halel gelirse, ebedî necattan mahrûmiyet tahakkuk eder. Ama amelî işler böyle değildir; onda bir yanlışlık olursa, tevbe edilmemiş olsa dahî, affolunup geçilmesi mümkündür. isterse onlarla muaheze olsun... Zira işin sonunda necat tahakkuk edecektir. işin aslı îtikâdı düzeltmektir.
•
Hazret-i Hâce Ahrar’dan naklen, şöyle dediği anlatıldı:
- “Bize hâllerin ve vecidlerin tümü verilse, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat akidesi ile temiz ve müzeyyen olmayınca, o hâlleri ve vecidleri hızlandan başka bir şey yerine koymayız... Eğer bizde kusur ve noksanlık olsa, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadına uygun olsa, böyle bir şeyde hiç beis görmeyiz...”
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bizi ve sizi, onların hoşnut olunan yolunda sabit kılsın. Ona ve âline salât ve selâm...
•
Lahor tarafından bir derviş geldi; şöyle anlattı:
- Şeyh Ciyo, cuma namazına, eski Nuhhas Mescidi’ne gitmiş.
Daha sonra dedi ki:
- Meyan Refiüddin, şeyh’e iltifat ettikten sonra, şeyh Ciyo için, evinin yakınına bir büyük mescid yaptırmış...
Bunun için Allah’a hamdettim. Allah-u Taâlâ, ihsan buyurduğu başarısını artırsın... Bu gibi sevindirici haberleri duyunca, gayet gurur hâsıl oluyor. Son derece seviniyoruz.
•
Ey Seyyid!
Bu zamanda İslâm cidden gariptir. İslâm’ın takviyesi için bu zamanda bir fulüs sarf etmek, altından ve ve gümüşten binlercesinin sarfı yerine geçer...
Ne saadettir ki, bu devlete erenin nasibi nasıl olur!..
Dinin takviyesi; her zaman ve bütün insanlar tarafından yapılması ne kadar güzel ise de, bu, İslâm’ın garip kaldığı zamanlarda ve sizin gibi mürüvvet, himmet, fütüvvet, ehl-i beyt-i nübüvvet sahibi kimselerden gelmesi daha güzel ve daha iyi olur... Zira, bu devlet sizin tâife-i âliyyenizden yayılmaktadır. Böyle bir şey sizde zâtîdir; sizin dışınızdakilerde ârızîdir. Verâset-i nebeviyyenin hakikatı ise, bu büyük işin tahsilidir.
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz), bu mânâda ashâba şöyle buyurdu:
- “SİZ, ÖYLE BİR ZAMANDASINIZ Kİ, EMREDİLENİN ONDA BİRİNİ BİRİ TERK ETSE HELÂK OLUR. SİZDEN SONRA, BİR ZAMAN GELECEK; O ZAMAN, BUNLARIN ONDA BİRİ İLE AMEL EDEN NECAT BULACAK!..”
işbu vakit, Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz)’in anlattığı vakittir; bu kavim ise, geleceği anlatılan kavimdir.
Bir şiir:
“Geliniz ey kahramanlar toptan bu yana;
Ganîmet var, müdafii yok andan yana...”
•
BU SIRALARDA, GUYENDUVAL KÂFİR LÂİNİN KATLEDİLMESİ İYİ OLDU. ONUN HANG_ NİYETLE OLURSA OLSUN; MERDUD HİNDULARIN KIRILMASINA SEBEB OLMUŞTUR. AMA, HELÂK EDİLMESİ HANGİ GARAZA MEBNÎ OLURSA OLSUN. KÜFFÂRIN BU ŞEKİLDE AÇIK DÜŞÜRÜLMESİ, MÜSLÜMANLARIN ZAMANDAN KAZANDIKLARIDIR.
FAKİR, O KÂFİRİ KATLİNDEN ÖNCE RÜYADA GÖRDÜM: BU ZAMANIN SULTANI (İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİ’NİN KENDİSİ), ŞİRK EHLİ REİSİNİN BAŞINI KOPARIYORDU. GERÇEK OLAN ŞU Kİ: BU KATLEDİLEN KÂFİR, ŞİRK EHLiNiN REİSİ VE KÜFÜR EHLNİN ÖNDE GİDENİ İDİ... ALLAH ONLARI HİZLANA UĞRATSIN!
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem) Efendimiz, şirk ehline şu ibâre ile bedduâ etmiştir:
- “ALLAHIM, ONLARIN TOPLULUKLARINI DAĞIT, CEMİYETLERİNİ BÖL; BİNALARINI HARAB ET; ONLARIN GÜÇLÜ KUVVETLİLERİNİ AL!..”
İslâm’ın ve Müslümanların izzeti, ancak kâfirlerin ve küfrün açık düşürülmesindedir. Cizye almaktan dahî gaye: Küffarı açık düşürmek ve onları alçaltmaktır!
İSLÂM EHLİNİN DÜŞKÜNLÜĞÜ, KÂFİRLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ KADAR OLUR. BU İŞ ÜZERİNDE İYİ UYANIK OLMAK GEREK. ÇOKLARI BU MÂNÂYI ZAYİ ETTİ. ŞUMLUĞUNDAN DİNİNİ HARAB ETTİ. ONU TOZ DUMAN EDİP SAVURDU. Hâlbuki Allah-ü Taâlâ’nın emri şudur:
- “EY NEBÎ! KÂFİRLERLE, MÜNÂFIKLARLA CİHAD EYLE; ONLARA SERT ÇIK!..” (9/73)Bu mânâdan ötürü, küffarla cihad etmek ve onlara sert davranmak dinî zarûretler arasındadır.
•
Geçen asırlarda çıkan kâfir âdetlerinin kalıntısı, cidden müslümanların kalblerine ağır gelmektedir. Hâlbuki bu zamanda, zamanın sultanının küfür ehline bir teveccühü kalmamıştır. Bu durumda Müslümanlara gereken -ama gücü yeten müslümanlara-: Bu şerlilerin âdetlerindeki kötülükleri sultana bildirmektir. Onların def edilip giderilmesi için çabalamaktır. Onların öyle kalmasının sebebi: Kendilerinin kötü olduklarını sultanın bilmemesidir. Bu durumda İslâm ulemâsına uygun düşer ki: Gideler ve bu küfür ehli âdetlerinin şenâatını bildireler. Zira, _şer’î hükümlerin tebliği için harikulâde işler göstermeye ve kerametler izhar etmeye hacet yoktur.
Kıyamet günü, “şeriat hükümlerini tebliğetmeden oturmak, bu mânâda bir tasarrufta bulunmamak”, özrü kabul edilmeyecektir.
Peygamberler, mevcûdâtın en faziletlileri oldukları halde, şer’î hükümleri tebliğ ettiler. Kendilerinden bir mûcize ve âyet taleb edildiği zaman şöyle dediler:- “ÂYETLER VE MÛCİZELER ANCAK ALLAH KATINDADIR. BİZE DÜŞEN VAZİFE: ANCAK AÇIKTAN TEBLİĞİDİR.” ANCAK, ALLAH-Ü TAÂLÂ DİLERSE, BU SIRALARDA BU CEMAATIN HAKİKATINA UYGUN BİR HADİSE YARATIR... (YANİ MÛCİZE VEYA KERÂMET KABÎLİNDEN...)•Her hâlükârda, şer’î meselelerin hakikatına muttalî olmak zarurîdir. Eğer bu işte bir ihmâl vâki olursa, bu işin ahdi, ulemanın ve sultana yakın olanların boynuna borç olarak kalır.Bu işlerin îfası sırasında, dedikodu mahiyetinde eziyet hâsıl olursa, bunu büyük bir saâdet bilmelidir. Görmez misin peygamberler ne kadar eziyete katlandılar ve ne kadar zahmet çektiler. Hatta onların en faziletlisi olan Resûlullah Sallâllahu Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurdu:- “BANA EZİYET OLUNDUĞU GİBİ HİÇ BİR PEYGAMBERE EZİYET OLUNMAMIŞTIR.”Bir şiir:“Ömrüm bitti, söz vecdim bitmez saymakla;Gece sona erdi, yetin bu kadarla...”
•
Vesselâm vel-ikram!..
MEVZUU:
a) Ehl-i sünnet vel-cemaat görüşüne göre itikadı düzeltmek...
b) Fıkha dair hükümleri öğrenmek...
c) İslâm’ın garipliğinden şikâyet ve onun tervîcine, teyidine teşvik...
•
NOT: İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu mektubu Seyyid Ferid’e yazmıştır.
•
Allah-u Taâlâ muininiz ve yardımcınız olsun; bilhassa sizin için ayıp sayılacak ve yersiz düşecek işlerde...
•
Bilmiş olasın ki: Teklif erbabına (aklı başında, büluğ çağına gelenlere) vacip olan, işlerin başında, “Ehl-i sünnet vel-cemaat ulemâsının reyine uygun şekilde itikadı düzeltmek” gelir... Allah-ü Taâlâ onların çalışmalarını şükrâna lâyık eylesin... Çünkü necat, o büyüklerin görüşlerine göre hareket etmeye bağlıdır; onlar “fırka-i naciye”dir. Onlar Resûlullah’ın ve ashabının yolundadır...
Allah’ın salâtları ve selâmları ona ve diğerlerine olsun...
KUR’AN’DAN VE HADİSTEN ÇIKARILAN MUTEBER İLİMLER, ANCAK BU ZATLARIN ÇIKARIP ALDIKLARI KISIMLARDIR.
Her mübtedî (bid’atçı) ve sapık, fasid akidesini, fasid zannı ile Kur’an’dan ve hadisten alır. Halbuki, Kur’an ve hadisten alınan her mânâ mefhumu mûteber değildir.
•
Kıymetli İmam Turpeştî’nin, itikadları tashih için yazdığı risâle cidden münasiptir. Daha kolay anlaşılır. Ancak, anlatılan bu risâlede, deliller üzerinde enine boyuna durmuştur. Bunun için, ondan bir mesele çıkarabilmek zordur. Sırf itikada dair meseleleri tazammun eden bir başka risâle olsa, daha uygun ve daha münâsib olur.
•
Bu arada hatırıma şöyle bir şey geldi: Bu bâbda bir risale yazayşm. Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını tazammun etsin. Ondan başka bir şey almak dahî kolay olsun. Eğer böyle bir şey yapmak müyesser olursa, yazdıktan sonra emrinize yollayacağım.
•
İtikadı, anlatıldığı biçimde tashih ettikten sonra, mutlaka lâzımdır ki: Helâl, haram, farz, vâcib, sünnet, mendup, mekruh ve fıkıh ilminin mükellef kıldığı diğer ilimleri öğrenesin. Aynı şekilde, bunları öğrenip muktezasına göre amel etmek dahî zarurîdir.
•
Uygun düşer ki: Talebelerden bazılarna Farisî ibarelerle yazılan bazı fıkıh kitaplarını okumak emri verile... Meselâ: “Mecmuâ-i Hanî” ve “Umdet’ül-İslâm” gibi...
Allah korusun, zarurî sayılan îtikâda dair meselelerden birine halel gelirse, ebedî necattan mahrûmiyet tahakkuk eder. Ama amelî işler böyle değildir; onda bir yanlışlık olursa, tevbe edilmemiş olsa dahî, affolunup geçilmesi mümkündür. isterse onlarla muaheze olsun... Zira işin sonunda necat tahakkuk edecektir. işin aslı îtikâdı düzeltmektir.
•
Hazret-i Hâce Ahrar’dan naklen, şöyle dediği anlatıldı:
- “Bize hâllerin ve vecidlerin tümü verilse, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat akidesi ile temiz ve müzeyyen olmayınca, o hâlleri ve vecidleri hızlandan başka bir şey yerine koymayız... Eğer bizde kusur ve noksanlık olsa, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadına uygun olsa, böyle bir şeyde hiç beis görmeyiz...”
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bizi ve sizi, onların hoşnut olunan yolunda sabit kılsın. Ona ve âline salât ve selâm...
•
Lahor tarafından bir derviş geldi; şöyle anlattı:
- Şeyh Ciyo, cuma namazına, eski Nuhhas Mescidi’ne gitmiş.
Daha sonra dedi ki:
- Meyan Refiüddin, şeyh’e iltifat ettikten sonra, şeyh Ciyo için, evinin yakınına bir büyük mescid yaptırmış...
Bunun için Allah’a hamdettim. Allah-u Taâlâ, ihsan buyurduğu başarısını artırsın... Bu gibi sevindirici haberleri duyunca, gayet gurur hâsıl oluyor. Son derece seviniyoruz.
•
Ey Seyyid!
Bu zamanda İslâm cidden gariptir. İslâm’ın takviyesi için bu zamanda bir fulüs sarf etmek, altından ve ve gümüşten binlercesinin sarfı yerine geçer...
Ne saadettir ki, bu devlete erenin nasibi nasıl olur!..
Dinin takviyesi; her zaman ve bütün insanlar tarafından yapılması ne kadar güzel ise de, bu, İslâm’ın garip kaldığı zamanlarda ve sizin gibi mürüvvet, himmet, fütüvvet, ehl-i beyt-i nübüvvet sahibi kimselerden gelmesi daha güzel ve daha iyi olur... Zira, bu devlet sizin tâife-i âliyyenizden yayılmaktadır. Böyle bir şey sizde zâtîdir; sizin dışınızdakilerde ârızîdir. Verâset-i nebeviyyenin hakikatı ise, bu büyük işin tahsilidir.
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz), bu mânâda ashâba şöyle buyurdu:
- “SİZ, ÖYLE BİR ZAMANDASINIZ Kİ, EMREDİLENİN ONDA BİRİNİ BİRİ TERK ETSE HELÂK OLUR. SİZDEN SONRA, BİR ZAMAN GELECEK; O ZAMAN, BUNLARIN ONDA BİRİ İLE AMEL EDEN NECAT BULACAK!..”
işbu vakit, Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz)’in anlattığı vakittir; bu kavim ise, geleceği anlatılan kavimdir.
Bir şiir:
“Geliniz ey kahramanlar toptan bu yana;
Ganîmet var, müdafii yok andan yana...”
•
BU SIRALARDA, GUYENDUVAL KÂFİR LÂİNİN KATLEDİLMESİ İYİ OLDU. ONUN HANG_ NİYETLE OLURSA OLSUN; MERDUD HİNDULARIN KIRILMASINA SEBEB OLMUŞTUR. AMA, HELÂK EDİLMESİ HANGİ GARAZA MEBNÎ OLURSA OLSUN. KÜFFÂRIN BU ŞEKİLDE AÇIK DÜŞÜRÜLMESİ, MÜSLÜMANLARIN ZAMANDAN KAZANDIKLARIDIR.
FAKİR, O KÂFİRİ KATLİNDEN ÖNCE RÜYADA GÖRDÜM: BU ZAMANIN SULTANI (İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİ’NİN KENDİSİ), ŞİRK EHLİ REİSİNİN BAŞINI KOPARIYORDU. GERÇEK OLAN ŞU Kİ: BU KATLEDİLEN KÂFİR, ŞİRK EHLiNiN REİSİ VE KÜFÜR EHLNİN ÖNDE GİDENİ İDİ... ALLAH ONLARI HİZLANA UĞRATSIN!
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem) Efendimiz, şirk ehline şu ibâre ile bedduâ etmiştir:
- “ALLAHIM, ONLARIN TOPLULUKLARINI DAĞIT, CEMİYETLERİNİ BÖL; BİNALARINI HARAB ET; ONLARIN GÜÇLÜ KUVVETLİLERİNİ AL!..”
İslâm’ın ve Müslümanların izzeti, ancak kâfirlerin ve küfrün açık düşürülmesindedir. Cizye almaktan dahî gaye: Küffarı açık düşürmek ve onları alçaltmaktır!
İSLÂM EHLİNİN DÜŞKÜNLÜĞÜ, KÂFİRLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ KADAR OLUR. BU İŞ ÜZERİNDE İYİ UYANIK OLMAK GEREK. ÇOKLARI BU MÂNÂYI ZAYİ ETTİ. ŞUMLUĞUNDAN DİNİNİ HARAB ETTİ. ONU TOZ DUMAN EDİP SAVURDU. Hâlbuki Allah-ü Taâlâ’nın emri şudur:
- “EY NEBÎ! KÂFİRLERLE, MÜNÂFIKLARLA CİHAD EYLE; ONLARA SERT ÇIK!..” (9/73)Bu mânâdan ötürü, küffarla cihad etmek ve onlara sert davranmak dinî zarûretler arasındadır.
•
Geçen asırlarda çıkan kâfir âdetlerinin kalıntısı, cidden müslümanların kalblerine ağır gelmektedir. Hâlbuki bu zamanda, zamanın sultanının küfür ehline bir teveccühü kalmamıştır. Bu durumda Müslümanlara gereken -ama gücü yeten müslümanlara-: Bu şerlilerin âdetlerindeki kötülükleri sultana bildirmektir. Onların def edilip giderilmesi için çabalamaktır. Onların öyle kalmasının sebebi: Kendilerinin kötü olduklarını sultanın bilmemesidir. Bu durumda İslâm ulemâsına uygun düşer ki: Gideler ve bu küfür ehli âdetlerinin şenâatını bildireler. Zira, _şer’î hükümlerin tebliği için harikulâde işler göstermeye ve kerametler izhar etmeye hacet yoktur.
Kıyamet günü, “şeriat hükümlerini tebliğetmeden oturmak, bu mânâda bir tasarrufta bulunmamak”, özrü kabul edilmeyecektir.
Peygamberler, mevcûdâtın en faziletlileri oldukları halde, şer’î hükümleri tebliğ ettiler. Kendilerinden bir mûcize ve âyet taleb edildiği zaman şöyle dediler:- “ÂYETLER VE MÛCİZELER ANCAK ALLAH KATINDADIR. BİZE DÜŞEN VAZİFE: ANCAK AÇIKTAN TEBLİĞİDİR.” ANCAK, ALLAH-Ü TAÂLÂ DİLERSE, BU SIRALARDA BU CEMAATIN HAKİKATINA UYGUN BİR HADİSE YARATIR... (YANİ MÛCİZE VEYA KERÂMET KABÎLİNDEN...)•Her hâlükârda, şer’î meselelerin hakikatına muttalî olmak zarurîdir. Eğer bu işte bir ihmâl vâki olursa, bu işin ahdi, ulemanın ve sultana yakın olanların boynuna borç olarak kalır.Bu işlerin îfası sırasında, dedikodu mahiyetinde eziyet hâsıl olursa, bunu büyük bir saâdet bilmelidir. Görmez misin peygamberler ne kadar eziyete katlandılar ve ne kadar zahmet çektiler. Hatta onların en faziletlisi olan Resûlullah Sallâllahu Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurdu:- “BANA EZİYET OLUNDUĞU GİBİ HİÇ BİR PEYGAMBERE EZİYET OLUNMAMIŞTIR.”Bir şiir:“Ömrüm bitti, söz vecdim bitmez saymakla;Gece sona erdi, yetin bu kadarla...”
•
Vesselâm vel-ikram!..