mürmüdük
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2009
- Mesajlar
- 6,952
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 54
- Web Sitesi
- anadoluhaber.blogcu.com

“HÜRRİYET AHLÂKÎ ZORUNLULUĞUN ŞUURUNA VARIŞTIR”…
•Her şey zıddıyla kaim… Bu kavle göre; hakikat de zıttına muhtaç… Buna göre; hakikatin muhtaç olduğu “zıt”, hakikat ifade eder mi?.. Evet… Ama; kurtarıcı değil vesile hakikat olarak…
• “Vesilelere sarılınız” hikmetini, “kâfir putta ne aradığını bilseydi zındık olmazdı” hakikatiyle birlikte ince idrake mevzu yapabilirsek mesele kolaylaşır… Yâni; eşya ve hadiseler üzerindeki tasarruf hakkımızın mâhiyeti ve tesiri görülür hâle gelir.
•Vesileye kâmil mânâda ancak Velî’ler sarılır… Zîra hür olma, olabilme iradesi ancak Velî’lerde kâmil mânâsıyla tecelli eder… Tahkîke yakın taklit derecesi de avamîliğin kademelerini gösterir…
• “HÜRRİYET AHLÂKÎ ZORUNLULUĞUN ŞUURUNA VARIŞTIR”… Zorunluluğun Şuuruna varmada BİLGİ, bize hürriyeti getirir… Bilgilenme süreci ile hürriyet doğru orantılıdır.”
İbda Diyalektiği’nin bu terkibi hükmünden hareketle… BİLGİ bize hürriyeti getirir, öyleyse Batı ve Batıcıların ifadesiyle “bilimsel değil” tavrıyla yaklaşmak, kendileri açısından doğru bir davranışın ifadesi midir?.. Hayır.
•Başta naklettiğimiz; “hakikat de zıt’tına muhtaç” mevzuundan hareketle, vesîleye nasıl sarılacağımızı bilmez, oradan da; ahlâkî zorunluluğun şuuruna vararak hürriyete kavuşulduğu hikmetini görmezlikten gelirsek şu cümledeki mânâyı da kavrayamayız: “Bilimin Tek Gerçek olduğunu kabul etmemiz de bağnazlık”… Öyle ya; bilim de kendini tek gerçek olarak lanse ettiğinde bir nevi dogma hâline bürünüyor…
Anlaşılıyor ki; BİLGİ bize hürriyeti getirmekle birlikte, yanlışa âlet edildiğinde hürriyetin önünü kesen mahiyetiyle görünür hâle geliyor… Batı medeniyetinin vahşetindeki mânâ da, bu meselenin izâhı babında güzel bir misâl.
•Kendimize gelince…
Müslümanların bugünkü hali mâlum… Ahlâkî zorunluluğun şuuruna vararak hürriyetlerine kavuşmaları gereken Müslümanların önü kesilmiş… Nasıl? Beyinleri iğdiş edilerek.
Önce bu iğdiş edilme hâlinin izâlesi gerekir… Bunun yolu sadece BİLGİ olsaydı mesele biraz daha kolaylaşırdı. Fakat asıl meselenin BİLGİ vesîlesiyle AHLÂKÎ zorunluluğun şuuruna varış, oradan da HÜRRİYET’e yöneliş olduğundan, AHLÂKLI BİLGİ'ye veya BİLGİNİN AHLÂK İFADE EDEN ŞEKLİNE İTİBAR ETMEK, oradan da insanî hakîkat için mutlak zaruret olan HÜRRİYETE kavuşmak...
•Mesele de bu noktada başlıyor…
Problem, bu zâviyeden hadiselere bakmamanın kısırlığından kendini hissettirmekle beraber, hâlihazırda meselenin bu tarafını gözleyici idrak gözünün ortalıkta olmadığını görüyoruz…
• “Müslümanım” diyenlerin, “SAHABİ’NİN ŞİİR GİBİ HAYATI” cümlesinden tüten mânânın ne demek olduğunu ve bu mânânın kokusunu alamadığı müddetçe eşya ve hadiseler üzerindeki tasarruf hakkının çok cılız olacağını bilmesi gerekir.
•Bir âyet meâlini nakletmenin vesilesi olarak ve de mevzunun bağlayıcı unsuru hâlinde “İbda Diyalektiği-Kurtuluş Yolu” isimli eserden şu satırlar:
«Her şeyden önce şu anlaşılmalıdır:
“Gaye İnsan-Ufuk Peygamber” ve O’nun sahabe kadrosu, kronolojik zaman sırasıyla “ileri-geri” tekerlemesi yapanların tersine, en üstün kültür ve medeniyeti temsil ederler; onlar iç âlem düzeninin hakikatinde yaşayanlar… Eğer ölçü, tabiat ve eşya planındaki kemiyet çokluğunda veya çeşitliliğinde sanılıyorsa, bizden sonra birkaç bin insanın yaşadığı tasavvur edilen bir dünyada gökdelen dikilmesine lüzum kalmayacağı için, bizden geri(!) olacaklar demektir… Yine bu ölçüye göre bir Sokrat, bir dangul dungul adamın tanıdığı eşya kadrosundaki ürünleri bilmediği için ilkel ve geri(!)… Ayıp yahu!..
İnsanlık tarihi boyunca, fert ve toplum olarak insanlık memuriyetine uygun oldukça ve olmadıkça ilerilik ve gerilik; ölçü bu… Buna göre, medeniyet ve kültürler arasında hakikatin hakikati açısından değer ölçüsü koyabilmenin ancak ahlâk, ahlâkın bağlı olduğu imân, imân ve ahlâkın hakikatini temsil den “İslâm”la mümkün olabileceği ortada. Aksi takdirde her medeniyetin ayrı değer hükümleri ihtiva etmesinden hareketle, bunlar arasında bir derecelemeye gidilemeyeceği de açık; her insan ve kültürün değer ölçüsü kendine… Ve hakikatlerinin değeri, hakikatin hakikati halinde sadece İslâm’da.»
•Diyalektik tavrın dış’a veya iç’e karşı kullanılması… Hürriyetin tecellî zemini bulamadığı her zaman ve mekân, kişinin şahsında problemin gittikçe karmaşıklaşmasının vesîlesi… Ve; diyalektiğin çelmesine takılmak… Ve de umûma şâmil tökezlemeler… Şu, bu.
•Vesîle ile nakledeceğimiz Âyet-i Kerîme: “EY İMAN EDENLER İMAN EDİN”… Hitab ne kâfire, ne de münafığa, doğrudan doğruya bize. Yani Müslümanlara.
Ürpertici… diyeceğim ama şahsımda yalan olarak tecellî etmiş olacak. Zîra ben ne iç âlem düzenimdeki dengeyi kurabilmiş biriyim, ne de, bilgi sayesinde ahlâkî zorunluluğun şuuruna vararak hürriyetine kavuşmuş biri…
•Şahsım ve Müslümanlar için olmazsa olmaz bir hakikati aynı eserden teberrük bâbında naklederek vicdanımı rahatlatmak istiyorum:
«― “İç âlemine AYNİYET tecelli eden, ilim ve tevhid ehlidir. Bu makamda âlim veya cahil olduğunu bilmen gerekirse, söylediklerine veya hayâl ettiklerine itibar etme. Yâni, sözlerindeki güzelliklere ve hayalinde güzel ve çirkin gördüğün şeylere nazar etme İçindeki tecelli GAYRİYET ile midir, AYNİYET ile midir, ona dikkat et. GAYRİYET ile ise, bütün kitapları ezberleyip yutmuş olsan, hakikatte alim değilsin. Eğer AYNİYET ile ise, ümmî de olsan hakikatte âlimsin; Rabbânî âlim… Sen, RABBİM İLMİMİ ARTTIR, duasını dilinden hiç düşürme!”»
AYNİYET ile hemhâl olmuş birileri, bu hakîkatleri ruhlarımızı kandırıncaya kadar bizlere hazmettirmeli.
Aksi; işte geldik gidiyoruz, şen olasın (!) dünya…dan ibarettir.
Sadettin Ustaosmanoğlu