delinin biri
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Tem 2009
- Mesajlar
- 135
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 37
- Web Sitesi
- delininbiriyimiste.tr.gg
Her insanın iki şeytanı vardır.. Bu şeytanlar, en büyük şeytan iblise bağlıdır.. Iblisin emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar, kişinin nefs ve ahlakına göre şekillenmişlerdir.. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar.. şuuru bunların elinde olan kişi, hayrı şer, şerri hayır olarak görmeye başlar.. Bu şeytanlar şayet iman etmişlerse, kişiyi hayra sevk ederler.. Iblisin emir komutasından çıkanlar, iblisin bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler..
Hainler korkak olur.. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır.. şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar.. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, şa’şaayı, tantanayı severler.. Mertlik yoktur onlarda.. Hiçbir şeyi muhatabın yüzüne konuşamazlar.. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve gıybet yollu konuşurlar.. şeytan ve dostlarının en büyük silahı , dedikodu ve gıybettir.. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar..
şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümid verir?
şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha meyli halinde insan bedenine girer.. Girmesi, ısının vücuda sirayet edip, kana karışmasından daha kolaydır.. şeytan, ateşten yaradıldığına göre hararetin kalbe sirayeti çok basit ve bilinen şeydir.. Kalbe sirayet ettikten sonra, kalbde oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir.. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar.. Kişi, kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun allahü taala’ya karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar..
Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz.. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz..onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır.. çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalbleri allahü taala’nın âyânına açıktır.. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir.. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır.. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etsede, bu ihtiyaç denkleminde hareket etsede, gafildir.. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar..
şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir.. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali.. Kalbleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur.. Bu insanlara allahü taala’nın ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başak birşey.. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler.. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler.. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur.. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, hakk sözüdür.. Bunlar hakk sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulakalrında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur.. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son iğve,vesvese son tohumdur.. Işte bu esnada gafil, saldırgan olur.. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır.. Ikinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar.. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar.. şeytanın baskısı kalb üzerinden kalkınca, kalb yumuşar ve hakk sözü içine alır..
şeytan ümid ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır.. ümid korkunun zıddı bir hal değildir.. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir.. ümid, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur.. Bu bekleyiş onu tembelliğe,gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder.. Ibadetten uzaklaştırır.. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer..
Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur.. Burada renk zevki, desen zarafeti,şekil karakteri, kişiliği gösterir.. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar.. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefisle, insanların kendi iç alemleriyle ilgilidir.. Yani kişiye göre değişebilen şeyler.. Bunların taklidi olamaz.. şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir.. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek ayniyeti doğurur.. Ayniyetse, insan fıtratına(yaradılışına) aykırıdır.. Imtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir.. Zira zevk, nefse hitab etmektedir.. Mübah(haram edilmeyen şeyler) dahilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir.. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulmedilmemelidir.. şayet nefs, mübah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır.. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında) yaklaşabilmektedir.. Bugün hristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir.. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır.. çünkü ruhbanlık, nefse zulüm ve fıtrata aykırıdır.. Rahib ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları.. Hep ifrat ve tefritin neticesidir..
Renk zevke, zevk de nefse hitab eder.. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrıyetine aykırıdır.. O sebeble, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. Büründürülebilir.. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu.. Yani herkesin aynı rengi tercihi.. Bunlar sonradan çıkmadır –bid’attir- ve bu bid’atler zevki dondurmuştur.. Her rengin ayrı zevki vardır.. Bu ayrı renkler, nefse ait bir açıklamada bulunur.. Misal: Kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği,… ifade eder.. Tüm renklerin bir nefsani açıklaması vardır.. Burada kasdımız; renkler üzerine derinleme açıklama değil, insanların tek renge büründürülemeyeceğidir..
Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitab eder.. Karakter de akla bağlı bir cevherdir.. şakil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekle muttalidir; yani daima düzen ve şekil meselelerini bilendir.. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir.. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını zayi etmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaale almıyorlar- darmadağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor.. Insanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir..tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını tahayyül (hayal) edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür.. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini tahayyül edelim.. Ortaya çıkan manzara aynıdır..
Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitab eder.. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur.. Kaba saba giysiler habis ruhlu; narin, zarif giysiler, nezih ruhlu insanlarındır.. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun iştiyak(şiddetli isteklerinin) ve isteklerinin ifadesidir..
Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik -nezahet- yoluna gireriz.. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeble temizliği gösterme olduğu bilinmektedir.. Yani; necaset örtünmeye, nezahet de açığa çıkarılmaya muhtaçtır.. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur..
Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zaafiyeti davet eder.. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir.. Tüm bu sebebler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini sekteye uğratıyor yani durduruyor.. Tesettür hayaya, haya imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir.. Aksi de, küfür ve şirke delalet eder..
Zaman öyle hale şahid oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar şen’isini(kötüsünü), şerlisini görmemiştir.. Lut kavmini helak eden lutiliği(erkek erkeğe cinsel ilişki ), bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor.. Her yönden her yandan necaset, pislik yağıyor.. Necasetten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor.. Mü’min, her zamanda olduğu gibi garib, mahzun..
şer-i şerif’in hadleri belli.. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli.. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek.. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek,tiksindirtmeyecek şekilde olmalı.. Vakarlı, edebli.. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde..şekli,rengi,deseni belirleyen, insanın kendisidir..erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da alemlere rahmet olarak gönderilen aleyhisselatu vesselam efendimiz’dir.. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam.. Giyim kuşamımız, hayamızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun..
Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir.. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur.. Insana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayayı -imanı- getirmiştir.. Haya, insanı hayvandan ayıran yegane unsurdur.. Haya, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur şulesidir..
Her şey zıddıyla mevcuttur.. Hayayı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım.. Necaset, necaset olarak kabul edilip tanınmayınca, haya anlaşılmaz.. Haya madeni aleyhisselatu vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde haya hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir..en üstünü ‘la ilahe illallah’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir maniayı kaldırmadır.. Haya da imandandır’’ yani haya, bir sebeb değil, sebeblerin sebebi olan allahu taala’ya varmada, allahu taala’ya ulaşmada bir gayedir.. Iman nurdur, zıddı ise zulümattır.. Nurdan bir parça olan hayanın zıddı ise pislik, necasettir.. Dikkat edilirse insanın en necis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir.. Bu lezzet, ancak iştiha anında oluşur.. şayet iştihasız bir şekilde o necis yerler görülse, yahut tahayyül edilse, insanda bir tiksinti uyandırır.. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmek zaruriyet arz ediyor.. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet uzvunu görmemeli.. Zira uzuvların necaset kanalı olması gözdeki nuru alıyor.. Göz nurdur; cinsiyet uzuvlarıysa zulümat.. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır.. Birinin varlığı, diğerini yok eder.. Gözden yüze haya yayılmıştır.. Haya, insanın yüzündedir.. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere teveccüh edince, haya ve beraberinde olan iman gidiyor.. Günümüzde hususiyle bu mes’elede haddi aşmalar olmuştur.. Evliler buna çok dikkat etmelidirler.. Bakın, haya ve iffet madeni aleyhisselatu vesselam efendimiz, pak validemizi kasdederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber mealen bu.. Bu mes’elenin beyanında dahi kullanılan mübhem(belirsiz) kelimelere dikkat edin. Zira ‘’beyan insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur..
Haya ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan adem aleyhisselamın cennet’teki kıssasına müracaat etmek lazım.. Malum olduğu üzere adem ile havva atamız, cennet’te meşk ve sürurla (sevinç ve neşe içinde) yaşarlardı.. Imtihanın hikmeti icabı, kendilerine bir meyva yasaklanmıştı.. Batılı hristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfûz’da yazılı olan bilgi.. Diğer adıyla, kader.. Aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır.. Mayası dünya ile aynı.. Cennet’’te her şey, dünyadakine zıd ve muhaliftir(karşıdır, aykırıdır).. Bu ağaç buğday ağacıdır.. Buğday, bütün meyvaların, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir.. Işte, şeytan’ın vesvese ve iğvasıyla(baştan çıkarmasıyla) yenilen buğday, havva validemizde bir ağırlık yapmıştı.. Bu ağırlık necasetin ağırlığıydı.. Necaset, kendini hissettirince nur zail olmuş (son bulmuş), zail olan nurla birlikte taaccüb(şaşma) hissi doğmuştur.. O an havva validemiz ve adem babamız edeb yerlerinin farkına varmışlardır.. Edeb yerleri, yani pis yerler.. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edeb yerlerini kapatmışlardır.. Bu ağaç da, allahu a’lem incir ağacıdır.. Allahu taala kur’an-ı kerim’de bismillahir rahmanirrahiym:‘’ey ademoğulları! şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın’’( sadakallahul azıym..) buyurmuştur..
Haya, pislik ve çirkinliğin zıddıdır.. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. Ilahi hikmet icabı, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir.. Nurun yatağı kalb, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır.. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir.. Mide kalbe baskın gelirse, kalb zulümat yatağı olur.. Bunun bariz misali, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır- nur gider.. şayet atalarımız fena meyvasını yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı.. Ilahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez..bu mes’elede edeb haddini ihlal etmemek lazım.. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin elzem olduğudur.. Zira insanda mevcut haya bunu gerektirmektedir.. Necaset örtünmeye,örtünme hayaya işarettir.. Ne firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır.. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir..
Insanın yaradılışında var olan haya, temizliği, temizlik de örtünmeyi,gizlenmeyi şart kılmıştır..örtü,bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder..aksine, yine bir tahrik ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez.. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır.. Aleyhisselatu veselam efendimiz’in getirdiği ölçüler, tüm kainatı kapsayan mahiyettedir.. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir.. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde aşikardır.. Erkeğin diz ve göbek dahil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve şemaili tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.. örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek.. Nefs, cesede hakimiyet kurunca, edeb yerlerini aşikar ettirmek ister..parmakla gösterilsin, yahut kendisine iltifat edilsin diye..
Ilahi her ölçüde binbir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, cesed hissedince aciz kalmakta.. Bu acziyet, taat (söz dinleme) ve ibadata da yansıyor.. Allahu teala’yı şahid tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi mefluç(felçli) vaziyetteyiz..
Hainler korkak olur.. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır.. şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar.. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, şa’şaayı, tantanayı severler.. Mertlik yoktur onlarda.. Hiçbir şeyi muhatabın yüzüne konuşamazlar.. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve gıybet yollu konuşurlar.. şeytan ve dostlarının en büyük silahı , dedikodu ve gıybettir.. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar..
şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümid verir?
şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha meyli halinde insan bedenine girer.. Girmesi, ısının vücuda sirayet edip, kana karışmasından daha kolaydır.. şeytan, ateşten yaradıldığına göre hararetin kalbe sirayeti çok basit ve bilinen şeydir.. Kalbe sirayet ettikten sonra, kalbde oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir.. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar.. Kişi, kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun allahü taala’ya karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar..
Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz.. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz..onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır.. çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalbleri allahü taala’nın âyânına açıktır.. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir.. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır.. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etsede, bu ihtiyaç denkleminde hareket etsede, gafildir.. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar..
şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir.. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali.. Kalbleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur.. Bu insanlara allahü taala’nın ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başak birşey.. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler.. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler.. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur.. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, hakk sözüdür.. Bunlar hakk sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulakalrında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur.. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son iğve,vesvese son tohumdur.. Işte bu esnada gafil, saldırgan olur.. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır.. Ikinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar.. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar.. şeytanın baskısı kalb üzerinden kalkınca, kalb yumuşar ve hakk sözü içine alır..
şeytan ümid ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır.. ümid korkunun zıddı bir hal değildir.. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir.. ümid, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur.. Bu bekleyiş onu tembelliğe,gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder.. Ibadetten uzaklaştırır.. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer..
Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur.. Burada renk zevki, desen zarafeti,şekil karakteri, kişiliği gösterir.. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar.. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefisle, insanların kendi iç alemleriyle ilgilidir.. Yani kişiye göre değişebilen şeyler.. Bunların taklidi olamaz.. şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir.. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek ayniyeti doğurur.. Ayniyetse, insan fıtratına(yaradılışına) aykırıdır.. Imtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir.. Zira zevk, nefse hitab etmektedir.. Mübah(haram edilmeyen şeyler) dahilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir.. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulmedilmemelidir.. şayet nefs, mübah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır.. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında) yaklaşabilmektedir.. Bugün hristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir.. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır.. çünkü ruhbanlık, nefse zulüm ve fıtrata aykırıdır.. Rahib ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları.. Hep ifrat ve tefritin neticesidir..
Renk zevke, zevk de nefse hitab eder.. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrıyetine aykırıdır.. O sebeble, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. Büründürülebilir.. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu.. Yani herkesin aynı rengi tercihi.. Bunlar sonradan çıkmadır –bid’attir- ve bu bid’atler zevki dondurmuştur.. Her rengin ayrı zevki vardır.. Bu ayrı renkler, nefse ait bir açıklamada bulunur.. Misal: Kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği,… ifade eder.. Tüm renklerin bir nefsani açıklaması vardır.. Burada kasdımız; renkler üzerine derinleme açıklama değil, insanların tek renge büründürülemeyeceğidir..
Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitab eder.. Karakter de akla bağlı bir cevherdir.. şakil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekle muttalidir; yani daima düzen ve şekil meselelerini bilendir.. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir.. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını zayi etmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaale almıyorlar- darmadağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor.. Insanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir..tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını tahayyül (hayal) edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür.. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini tahayyül edelim.. Ortaya çıkan manzara aynıdır..
Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitab eder.. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur.. Kaba saba giysiler habis ruhlu; narin, zarif giysiler, nezih ruhlu insanlarındır.. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun iştiyak(şiddetli isteklerinin) ve isteklerinin ifadesidir..
Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik -nezahet- yoluna gireriz.. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeble temizliği gösterme olduğu bilinmektedir.. Yani; necaset örtünmeye, nezahet de açığa çıkarılmaya muhtaçtır.. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur..
Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zaafiyeti davet eder.. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir.. Tüm bu sebebler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini sekteye uğratıyor yani durduruyor.. Tesettür hayaya, haya imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir.. Aksi de, küfür ve şirke delalet eder..
Zaman öyle hale şahid oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar şen’isini(kötüsünü), şerlisini görmemiştir.. Lut kavmini helak eden lutiliği(erkek erkeğe cinsel ilişki ), bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor.. Her yönden her yandan necaset, pislik yağıyor.. Necasetten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor.. Mü’min, her zamanda olduğu gibi garib, mahzun..
şer-i şerif’in hadleri belli.. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli.. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek.. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek,tiksindirtmeyecek şekilde olmalı.. Vakarlı, edebli.. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde..şekli,rengi,deseni belirleyen, insanın kendisidir..erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da alemlere rahmet olarak gönderilen aleyhisselatu vesselam efendimiz’dir.. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam.. Giyim kuşamımız, hayamızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun..
Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir.. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur.. Insana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayayı -imanı- getirmiştir.. Haya, insanı hayvandan ayıran yegane unsurdur.. Haya, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur şulesidir..
Her şey zıddıyla mevcuttur.. Hayayı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım.. Necaset, necaset olarak kabul edilip tanınmayınca, haya anlaşılmaz.. Haya madeni aleyhisselatu vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde haya hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir..en üstünü ‘la ilahe illallah’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir maniayı kaldırmadır.. Haya da imandandır’’ yani haya, bir sebeb değil, sebeblerin sebebi olan allahu taala’ya varmada, allahu taala’ya ulaşmada bir gayedir.. Iman nurdur, zıddı ise zulümattır.. Nurdan bir parça olan hayanın zıddı ise pislik, necasettir.. Dikkat edilirse insanın en necis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir.. Bu lezzet, ancak iştiha anında oluşur.. şayet iştihasız bir şekilde o necis yerler görülse, yahut tahayyül edilse, insanda bir tiksinti uyandırır.. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmek zaruriyet arz ediyor.. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet uzvunu görmemeli.. Zira uzuvların necaset kanalı olması gözdeki nuru alıyor.. Göz nurdur; cinsiyet uzuvlarıysa zulümat.. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır.. Birinin varlığı, diğerini yok eder.. Gözden yüze haya yayılmıştır.. Haya, insanın yüzündedir.. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere teveccüh edince, haya ve beraberinde olan iman gidiyor.. Günümüzde hususiyle bu mes’elede haddi aşmalar olmuştur.. Evliler buna çok dikkat etmelidirler.. Bakın, haya ve iffet madeni aleyhisselatu vesselam efendimiz, pak validemizi kasdederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber mealen bu.. Bu mes’elenin beyanında dahi kullanılan mübhem(belirsiz) kelimelere dikkat edin. Zira ‘’beyan insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur..
Haya ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan adem aleyhisselamın cennet’teki kıssasına müracaat etmek lazım.. Malum olduğu üzere adem ile havva atamız, cennet’te meşk ve sürurla (sevinç ve neşe içinde) yaşarlardı.. Imtihanın hikmeti icabı, kendilerine bir meyva yasaklanmıştı.. Batılı hristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfûz’da yazılı olan bilgi.. Diğer adıyla, kader.. Aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır.. Mayası dünya ile aynı.. Cennet’’te her şey, dünyadakine zıd ve muhaliftir(karşıdır, aykırıdır).. Bu ağaç buğday ağacıdır.. Buğday, bütün meyvaların, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir.. Işte, şeytan’ın vesvese ve iğvasıyla(baştan çıkarmasıyla) yenilen buğday, havva validemizde bir ağırlık yapmıştı.. Bu ağırlık necasetin ağırlığıydı.. Necaset, kendini hissettirince nur zail olmuş (son bulmuş), zail olan nurla birlikte taaccüb(şaşma) hissi doğmuştur.. O an havva validemiz ve adem babamız edeb yerlerinin farkına varmışlardır.. Edeb yerleri, yani pis yerler.. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edeb yerlerini kapatmışlardır.. Bu ağaç da, allahu a’lem incir ağacıdır.. Allahu taala kur’an-ı kerim’de bismillahir rahmanirrahiym:‘’ey ademoğulları! şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın’’( sadakallahul azıym..) buyurmuştur..
Haya, pislik ve çirkinliğin zıddıdır.. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. Ilahi hikmet icabı, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir.. Nurun yatağı kalb, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır.. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir.. Mide kalbe baskın gelirse, kalb zulümat yatağı olur.. Bunun bariz misali, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır- nur gider.. şayet atalarımız fena meyvasını yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı.. Ilahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez..bu mes’elede edeb haddini ihlal etmemek lazım.. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin elzem olduğudur.. Zira insanda mevcut haya bunu gerektirmektedir.. Necaset örtünmeye,örtünme hayaya işarettir.. Ne firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır.. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir..
Insanın yaradılışında var olan haya, temizliği, temizlik de örtünmeyi,gizlenmeyi şart kılmıştır..örtü,bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder..aksine, yine bir tahrik ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez.. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır.. Aleyhisselatu veselam efendimiz’in getirdiği ölçüler, tüm kainatı kapsayan mahiyettedir.. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir.. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde aşikardır.. Erkeğin diz ve göbek dahil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve şemaili tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.. örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek.. Nefs, cesede hakimiyet kurunca, edeb yerlerini aşikar ettirmek ister..parmakla gösterilsin, yahut kendisine iltifat edilsin diye..
Ilahi her ölçüde binbir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, cesed hissedince aciz kalmakta.. Bu acziyet, taat (söz dinleme) ve ibadata da yansıyor.. Allahu teala’yı şahid tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi mefluç(felçli) vaziyetteyiz..