Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Emir Sultan Hz.nin Vefatı... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
"Allah (Celle Celalühu) tarafından soyun olan Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Adabını, Sünnetlerini takva yolu ile Ehl-i İslam'a göstermen için Diyar-ı Rum'a gitmen işaret Olundu".



Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş devirlerine Bursa’da yaşayan büyük veli 1368 senesinde Buhara'da dogmuştur. Bu nedenle ona Muhammed Buhari, Hz.Hüseyin(ra) neslinden olduğu için "Seyid Emir Buhari", Yıldırım Beyezid'in damadı olduktan sonra da "Emir sutan" denilmiştir.



Muhammed Buhari bir rüya görür, Rüya da Medine'ye gitmesi ve ceddi Hz.Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ i ziyaret etmesi işaret edilir. Emir Sultan zor ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke ve Medine’ye gelir. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ' in mübarek kabirlerine yakın bir yere ikamet ederek ömrünün sonuna kadar burda kalmayı düşünmektedir. Bu arada gördügü bir rüyada, Resulullah(sav) ve Hz.Ali (Radiyallahu Anh) yanyana oturmuşlar, Emir Sultan’da onların önünde diz çökmüştü. Hz. Ali (Radiyallahu Anh) Emir Sultan'a:"Allah (Celle Celalühu) tarafından soyun olan Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in adabını, sünnetlerini takva yolu ile ehl-i islam'a göstermen için Diyar-ı Rum'a gitmen işaret olundu. Önünde nurdan üç kandil belirecek. O kandiller, nerede gözünden kaybolursa orada kalacaksın; mezarın dahi orada olacaktır." dedi.(1)



Emir Sultan bu rüya doğrultusunda hareket eder. Etrafındakilerle beraber Anadolu’ya doğru yola çıkarlar. Yolda, havada asılı bir kandilin kendileriyle birlikte menzil menzil hareket ederek karanlık gecelerde üzerlerine nur gibi ışıklar saçtığını görürler. Bursa’ya girdiklerinde, kandil sönerek kaybolur. Emir Sultan etrafındakilere: "Ey kardeşler, bizim ömrümüzün kandili bu şehirde sönecek, makamımız bu şehir olacak. Seçkin Atamızın işareti bu yoldadır. " der. O nur kandili, Bursa’da üç gün üç gece görünür. İleri gelenler ve Bursa halkı bunu görerek, Emir Sultan'ın ayağına yüz sürüp müridi olurlar.



Menkibeleri:

Emir Sultan, Yıldırım Bayezid 'in kızı Hundi Sultan’la evlenir. Nikah merasimleri yapılacağı esnada Emir Sultan; "Hundi Hatun ile Arş-ı Alada nikah hutbemiz okunmuştur. Amma şeriat üzere burada okunması gerekir." der. Bu esnada Hundi Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları harem ağası ile Emir Sultan'a gönderir. Emir Sultan, o sırada mangalı yakmış talebelerı ile ders yapmaktadır. Harem ağası içeri girip " Valide Sultan’dan " diyerek bohçayı Emir Sultan'a verir. Bohçayı alan Emir Sultan, bohçanın içinden bir mendil alarak içine kömür közleri koyar ve mendili kapatıp harem ağasına: "Valide Sultan'a selam söyleyiniz. Biz fakir dervişlerin Sultanlara hediyesi, ancak böyle köz parçaları olur. Kabul etmelerini arz ederim." der. Mendil daha sonra açıldığında, kor parçalarının elmas olduğu görülür.



Timur, Acem diyarından çıkarak Bursa'ya doğru gelirken, Emir Sultan'a hitaben: "Sultanım, Bursa üzerine asi geliyor, fakirlerin hali nereye varacak?" derler. Emir Sultan'da " Emri altında olduğumuz, işini bilir. Eskici Kocaya ve Hz. Hızır'a ısmarlanmıştır. Onlar bu işe memurdurlar. Onlar bilirler" der. Bilahare Yıldırım Bayezid Han ahrete göçtükten sonra Emir Sultan bir tezkere yazarak:



"Var şu kağıdı Timur ordusun da bir koca eskici vardır, ona teslim eyle. Buradan hareket buyursunlar! " diye müritlerinden birine verir. Derviş tezkereyi götürüp eskici kocaya teslim edince, mübarek eskici hazretleri: "Öyle mi buyurdular? N'ola, burdan kalkalım!" diyerek iğnesini başına sokup, diğer aletlerini toplayarak kalkar. O anda Timur ordusunda bir karışıklık çıkar. Çadır falan kalmaz. Bütün askerler grup grup giderler. Meğer o eskici, kutupların kutbu imiş.(2)



Emir Sultan 1429 senesinde Bursa'da veba hastalığına yakalanarak 63 yaşında vefat etti. Allah (Celle Celalühü) 'ın rahmeti üzerine olsun.



10 Mart 765

Silsile-i Sadat Hazeratının 4.İmam-ı Cafer-i Sadık

(r.a) ‘ın vefatı

"Ey oğlum arkadaşlık yaptığın, ziyaretine gittiğin kimse iyi ahlak sahibi olsun, kötü ahlaklı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme.

Çünkü onlar suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."



Şemaili: Güzel yüzlü, tatlı sözlü, başı büyükçe, bedeni sanki nur saçıyordu. Yüzünün renginde beyaz ve kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kuvvetli ve orta boylu idi. Saçı kumrala yakındı. Hz. Ali (Radiyallahu Anh)' nin torunu olup ona çok benzerdi. Ehli Beyt’ten ve meşhur velilerdendir. İslam alimlerinin en büyüklerinden olup Seyyid ve oniki imamın altıncısıdır.



Nesebi: Hicri 83 (702) yılında Medine' de doğdu. Babası Muhammet el-Bekir, Annesi ise Hz.Ebu Bekir'in (Radıyallahu Anh) torunları Kasım bin Muhammed’in kızı Ümmü Ferve’dir.



Böylece Cafer-i Sadık'ın (Kaddesallahusırruhu) soyu baba tarafından Hz.Ali (Radıyallahu Anh) ' ye anne tarafından da Hz.Ebu Bekire ulaşmaktadır. Künyesi ise büyük oğlu İsmail'e, nisbetle Ebu İsmail ise de onun kendisinden önce vefat etmesi sebebi ile daha çok Ebu Abdullah bazen de Ebu Musa diye anılmıştır. Lakaplarının en meşhuru ise Sadık'tır. Hz. Cafer’in (Kaddesalla-husırruhu) takva , fikir, his ve ahlaktaki sebatı ona "Sadık" lakabını verdirmiştir.



Eshab-ı Kiram’ı görmekle şereflenen tabiin devrinin ve evliyanın büyüklerinden olup Silsile-i Nakşibendi’ye Alimlerinin (meşayihinin) dördün cüsüdür.



İlmi, zühdü ve takvası yüksekti. Hakikat ehli idi. Tabiin ve ondan sonrakiler arasından yedi meşhur fakihden biri idi. Şeriat ,tarikat marifet ve hakikat mertebeleri içinde Kamil idi. Bütün din ilimlerinde olduğu gibi, zamanın bütün fen ilimlerinde de söz sahibi idi. Yetiştirdiği talebeler, Cebir ve Kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar,bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimya ilimlerinin konusunu teşkil eden maddeye vukufiyeti ve ona tasarrufu müsbet ilim kanunlarına muvafık hareketi bilgisi o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamanında yaşayan herkesin akıl ve ilim hocası idi. Kimyanın babası sayılan Cabir’de Cafer-i Sadık’ın talebesidir.

En meşhur talebesi ise Hanefi Mezhebi’nin İmam-ı, İmam-ı Azam'dır. İmam-ı Azam Ebu Hanife, Caferi Sadık’ın derslerine ve sohbetlerine iki sene devam ederek ,o gizli ve aşikar mari-fet kaynağından ilim ve velilik yolunda çok istifade etmiştir.



İmam-ı Azam (Kuddısesırruhu) O’nun (Kuddısesıruhu) huzurunda konuştuğu yüksek mertebeleri ifade etmek için "O, iki sene olma-saydı Numan Helak olmuştu" buyurmuştur. Bu sözü ile Hocası Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu)'ın büyüklüğünü ve kemalatını anlatmak istemiştir.



Ayrıca İmam-ı Azam'ın babası Sabit vefat ettiğinde annesi Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu) ile evlenmiş böylece İmam-ı Azam, Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu)'ın oğulluğu olmuştur.



Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu) iki yoldan Rasulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bağlıdır. Rasulullah’tan (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) gelen nübüvvet üstünlüklerine Hz.Ebu Bekir (Radıyal lahu Anh), Selmani Farisi ve Kasım bin Muham-met bin Ebu Bekir silsilesi ile kavuşmuştur.



(Bu anasının babalarının yolu olup Hz. Ebu Bekir vasıtası ile Rasulullaha bağlanıyor.)



Evliyalık, velayet üstünlüklerine de Hz.Ali (Radıyallahu Anh) Hz. Hasan ve Hüseyin (Radıyallahu Anh) Zeynel abidin (Kuddısesırruhu) ve babası Muhammet Baki yolu ile kavuşmuştur.



(Bu da kendi babalarının yolu olup Hz.Ali vasıtası ile Rasulullah’a bağlıdır.)



Çok mütevazi idi kimseyi incitmezdi. Her mü’mini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı ve dedi ki; "Geliniz sizinle sözleşelim. Kıyamet günü içinizden hanginiz kurtulursa onun diğerlerine şefaatçı olması hususunda birbirimize söz verelim" deyince Onlar: Ey evladı Resul, sizin bizim şefaatımıza ne ihtiyacınız olur ki, Dedeniz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bütün insanları ve cinlerin şefaatçısıdır, dediler. Dedi ki: Ben bu amellerimle, işlerimle yarın kıyamet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım buyurdu.



O (Kuddısesırruhu) bu ilmiyle, bu faziletiyle, kemaliyle, takvası ile halis ameli ile böyle diyor ve tevazu ile hareket ediyordu.

Tasavvuf ilimlerinde yüksek marifetlere kavuşmuş taliplere mürşidlik ve rehberlik yapmış olan Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu) Kelam ilminde sapık itikat, inanç sahibi olan Ehl-i Bid’at e ve felsefecilere karşı sağlam deliller ile cevaplar vermiştir. Hadis ilminde ise sika güvenilir bir ravi olup kendisinden pek çok Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir.



Fıkıh ilmindeki üstünlüğünü ise İmam-ı Azam şöyle dile getirmiştir. "Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim" buyurdu.

Her ilimde üstad, her marifette mahirdi.



Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu) duası kabul olanlardandır. Mevladan bir şey istese sözü bitmeden istediği verilirdi.



Bir gün yalnız yolda gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de ardına takıldı. Bir ara Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu), Ya Rabbi elbisem yoktur bana elbise ihsan eyle diye dua edince, biri geldi bir paket içinde elbiseyi hediye etti. Ardından takip eden zat evine kadar geldi, Hz. İmam-ı; Efendim siz dua ettiğinizde bende amin dedim (yani elbise ihtiyacı için edilen duaya bende amin dedim. Bu söz Cafer-i Sadık'ın (Kuddısesırruhu) hoşuna gitti ve elbiselerini ona verdi.



Bir şahıs imam-ı Cafer-i Sadık (Kuddısesır-ruhu) dan, Allah (Celle Celalühu) ‘ın çok mal verip, çok hac yapması için dua etmesini istedi. O (Kuddisesırruhu) da, Ya Rabb'im bana elli hac yapacak kadar mal ver! diye dua etti. O şahıs elli hac yaptı, ellibirinci Hac için Cühfe denilen yerde gusul edecekti ki sel geldi vefat etti. Cafer-i Sadık (Kuddisesıruhu) ın ince marifetlerini bildiren sözleri sayılmayacak kadar çok, hikmetli sözleri vardır. Biz birkaçını arz edelim.

* Dört şey vardır ki onların azıda çoktur

1) Ateş

2) Düşmanlık

3) Fakirlik

4) Hastalık.



* Bir kimse sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse ona baktıkça "Maşaallah, la havle vela kuvvete illa billah" desin.



* İyilik üç şeyle tamam olur.

1) O iyiliği yapmakta acele etmek

2) Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek

3) İyiliği gizlice yapmak.

* Günahlara tevbeyi geciktirmek Allah (Celle Celalühü)‘a karşı mağrur ve kibirli olmaktadır.

Cafer-i Sadık’ın (Kuddisesırruhu), oğlu Musa Kazım için olan nasihatı meşhurdur. Oğluna buyur ki;



* "Ey oğlum kendi rızkına razı ol, rızkına razı olan, kimseye muhtaç olmaz. Gözü başkasının malında olan fakir olarak ölür." Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Allahü Teala’nın (Cele Celalühü) taksim ettiği rızka razı olmayan, O'nu kaza ve kaderinde dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuş olur. Ahmaklar arasında bulunanlar horlanır, alimler arasında bulunan hürmet görür.



* Ey oğlum arkadaşlık yaptığın, ziyaretine gittiğin kimse iyi ahlak sahibi olsun, kötü ahlakı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme. Çünkü onlar suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar.



* Ey oğlum insanlara kızmaktan çok sakin, yoksa sanada kızarlar. Boş işe ve söze karışmaktan sakın, sonra aşağılanırsın.



* Ey oğlum Allah'ın(Celle Celalühü) kitabını okuyucu, iyiliği emredici kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver, gıybetten koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır.

Bir gün ırmak kenarında bulunurken, kendisine teslimiyeti olan bir zat ırmağa düşer. Cafer! Cafer! diye bağırarak imdat ister ve suyun dibini bulur. Boğulurken birden kurtulur. Cafer Sadık (Kuddisesırruhu) sorar; ne oldu? Adam; Cafer dedim, battım. Allah (Celle Celalü-hü) dedim kurtuldum deyince ona; Bu hali muhafaza et, gerçek istiane budur, buyurdu.



Zamanın muhteşem Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur onunla istişare eder, rikabında yürür, öğütlerini tutardı. Cafer-i Sadık, kavimleri ve akrabaları ile çok meşgul olur, onlara hayır öğütler verirdi. Pürfeyz olarak da anılan zahiri ve batıni ilimleri kendisinden cem etmiş bulunan Cafer-i Sadık (Kuddısesırruhu) 765 senesi Mart ayının onunda Pazartesi günü Mekke’de vefat etti. Kabri Cennet-ül Baki de olup babası ve dedesi yanındadır.



Caferi Sadık (Kuddisesırruhu) yüzlerce kitap ve risale yazdığı söylenmektedir. Bunlardan bazıları;

1- Misbahü'ş şeria ve Miftahül hakika

2- Tefsirul Kuran

3- Kitabül Cafr el-Hüfiye

4- İhtilacül aya

5- Esrarül Vahy

6- Havussül Kuranil azim

7- Tevhidül Mufaddal vb.



12 Mart 1921

İstiklal Marşının Kabulü

1 Mart 1921 Tarihinde "İstiklal Marşı" Maarif vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından meclis kürsüsünden milletvekillerine okundu. Milletvekilleri İstiklal Marşını baştan sona ayakta dinlediler. 12 Mart 1921 tarihli oturumuda milli marş olarak kabul edildi.



"Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin gögsüne namahrem eli,

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.



18 Mart 1915

Çanakkale Zaferi

Çanakkale Deniz Muharebesi zaferle sonuçlandı.



ÇANAKKALE DESTANI

Şu Boğaz Harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?

En keşif orduların yükleniyor dördü beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde gösterdiği vahşetle "Bu bir Avrupalı!"

Dedirir yırtıcı, his yokuşu, sırtlan kümesi,

Eski dünya, yeni dünya , bütün akvam-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında,

Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;

Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani, ta'üna da zuldür bu rezil istila !

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asıl;

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.

Maske yırtılmasa hala bizi affetti o yüz...

Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel'ün daki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülki harab.

* * *

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir; savrulur enkaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak...

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de, o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere.

Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa , edecek kahrına ram?

Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam...

* * *

Sarılır indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer;

Bu göğüslerse Hüda'nın ebedi serhaddi;

"O benim sun-i bediim , onu çiğnetme!" dedi.

Asım'ın nesli diyordum ya...Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar...

O rüku olmasa , Dünyada eğilmez başlar!

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor!

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın

"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.

Hercü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab

Seni ancak ebediyetler eder istiab...

Bu, taşındır! diyerek Kabe'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysamda geçirsem taşına

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle,

Kanayan lahdine, çeksem bütün ecramiyle ;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan,

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana.

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana...

* * *

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şark'ın en sevgili sultanı Salahaddin'i

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam'ı kuşatmış , boğuyerken hüsran

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın

Sen, ki ruhunla beraber gezer ecrami adın;

Sen, ki asara gömülsen taşacaksın... Heyhat

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat.

Ey şehid oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!

Mehmed Akif ERSOY



24 Mart 809

Halife harun Reşid'in Vefatı



"Onlara da ne oluyor ki, Her koyun kendi bacağından asılır".

Halife Harun Reşit bir gün Behlül-i Dana ile sohbet ederken; "Ey Behlül ! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy insanlar arasına karış" dedi. Bunun üzerine Hazreti Behlül: "Müsaade ederseniz bir danışayım." dedi. Halife ; "Kime danışacaksın kimsen yok ki? diye cevap verdi. Behlül de: Ben danışacağım yeri bilirim dedi ve oradan ayrıldı. Harun Reşit arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında mezbeleliğe, çöplüğe giderek, başını eğdi ve birşeyler dinlermiş gibi bir müddet orada durdu. Birşeyler söylendi daha sonra oradan ayrıldı ve saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönerek durumu Halife’ye bildirmişlerdi. Behlül huzura girince Halife Harun Reşit ona " Ey Behlül! Söyle bakalım kararın nedir. Danıştın mı?”



Behlül; Danıştım efendim, lakin insanlar arasına kararışmam mümkün değil dedi. Halife heybetle;

"Ey Behlül istişare edeyim danışayım dedin gittin çöplüğün başına, haberim oldu. Çöplere mi danıştın. Behlül;

Evet efendim onlara danıştım ve bana dediler ki :



"Ey Behlül ! bizde vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık, işte bu hale geldik. Çöpe atıldık. Sakın ola ki insanlar arasına karışma dediler. Bunun için bu teklifinizi kabul edemiyorum. Beni mazur görün efendim.



Halife Harun Reşit bu sözlerdeki derin manaları anlamış haklısın diyerek derin düşüncelere dalmıştı.

Behlül Dana insanlara doğru yolu göstermek için emri bilmaruf neyhi anilmünker yapardı. Birgün bunlardan rahatsız olan bazıları Harun Reşit’e gidip şikayet ettiler.



Bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var. Bizi kendi halimize bıraksın bizim yaptığımızdan ona ne ki, her koyun kendi bacağından asılır, gibi sözlerle şikayet ettiler.



Bunları duyan Behlül Dana Hazretleri hiç sesini çıkartmadan sarayı terk etti. Daha sonra birkaç koyun aldı onları kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk delidir ne yapsa yeridir diyerek pek oralı olmadılar. Ancak aradan günler geçtikçe, sıcak havanın da etkisiyle köşe başlarına asılan bu koyunlar kokmaya başladı. Koku iyice şiddetlenip kokudan durulmaz hale gelince o kişiler yine koşa koşa Harun Reşid’e şikayete geldiler. Bu adam yine delirdi yaptığını duydun mu mahalleyi kokuya boğdu herkese zararı oldu dediler.



Harun Reşit, Behlül Dana’yı çağırıp niçin böyle yaptığı sorusuna gelince dedi ki:

"Onlara da ne oluyor ki, her koyun kendi bacağından asılır". O zaman orada olanlar anladılar ki daha önce söyledikleri her koyun kendi bacağından asılır sözü ne kadar yanlış. Evet öyle ama bütün mahalleye de zararı oluyormuş meğer.



Her koyun kendi bacağından asılır sözü dünyada değil de ahiret için söylenmiş olsa gerek.

Zira Mevla (Celle Celalühu) buyurdu ki: "Ve hiçbir günahkar, başkasının günahını yüklenmez ve ağır yüklü bir kimse onu taşımaya çağıracak olsa ondan hiçbir şey yükletilmez, velev ki o çağırılan akrabası olsun".(Fatır Suresi 18)





20 Nisan 571

Peygamberimiz (sav)'in doğumu



"Ben en fazla babam Hz. Adem'e benzerim; Peygamberler içinde bana en çok benzeyen de atam Hz. İbrahim’dir."



20 Nisan 571 yılında Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Dünyayı varlıklarıyla şereflendirdiler. İki cihan Güneşi, Server-i Alem, Resululah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin vücut yapısı ve bazı hususiyetler şöyledir:



"Saçı fazla uzun olmazdı ve tam kıvırcık denilmeyecek derecede dalgalıydı. Saçını ortadan ayırır ve dört bölük halinde; ikisini omuzlarına, ikisini de kulaklarına doğru bırakırdı. Bazen kulaklarını açıkta bıraktığı da vaki idi. Bu saçlar siyah renkli ve misk gibi güzel kokulu idi.Her iki manada da alnı açıktı. Bu alın genişçe ve buğday renkli idi. Ancak ortasında daima bir nur parlardı. Yüzü değirmi idi. Ona dikkatlice bakılmazdı. Parlak bir çehresi vardı. Ayın ondördü gibi parlardı. Dolgun veya şişman olmadığı gibi, kuru ve zayıf bir yüz de değildi. Yanakları ne etli, ne de çöküktü. Yüzünün aklığı içinde yanaklarının kırmızısı galip idi. Terlediği zaman, üzerine çiğ taneleri konmuş gülü andırırdı. Öfkesi veya memnuniyeti yüzünden anlışılabilirdi. Uzun, ince ve hilal kaşlı idi. Kaşlarının ucunda kıvrım vardı. İki kaşı arasında tur yok idi ve nur gibi bembeyaz görünürdü. Kirpikleri siyah ve uzun idi. Gözünde ezelden bir sürme mevcuttu. Beyazı bembeyaz; karası kapkara idi. Gözleri geceleyin de gündüz gibi görürdü. İlahi aşkın eseri, bazen gözlerinde kızarıklık olurdu. Baktığı zaman karşısındaki kişi, nazarına dayanamaz ve gözlerine dikkatle bakamazdı. Burnu mütenasip idi. İki kaşına yakın olan kısmı bir parça yüksekçe idi. Koku almakta çok hassastı. Ağ-zı ne çok büyük ne de çok küçük idi. Dişleri aralıklı olup üstüste değildi; inci gibi bembe-yazdı, konuşurken ön dişleri arasında nur çıka-rıyomuş gibi olurdu. Güldüğü zaman dişleri dolu taneleri gibi parlardı. Gülüşü tebessümden ibaretti. Kahkaha ile gülmekten haya ederdi. Eğer kahkaha ile gülecek olsa, Arş-ı A'la titrerdi. Bu sebeple; ömrü boyunca hiç kahkaha ile gülmedi. Sakalı sık ve siyah idi. Ömrü boyunca sakalından yanlızca on yedi kıl ağarmıştı. Her yeri aynı uzunlukta kesilirdi. Boynu ve gerdanı bembeyaz idi. Bu boyun; ne uzun, ne de kısa idi. Gerdanı çok güzel görünüşlüydü. Pazuları etli ve beyaz idi. Giyecek olarak en çok beyazı, sonra yeşil rengi tercih ederdi. Yazın ince atlas kumaş, kışın yün giyerdi. Elbisesi asla gösterişli olmazdı. Ömrü boyunca aynı anda iki elbiseye birden sahip olmadı. Omuzları geniş idi. Üzerinde tek-tük kıllar mevcuttu. Yassı yağrınlı olup yağrının ortası etli idi. Nübüvvet mührü onun iki kürek kemiği arasında ve sağ omuzuna yakın bir yerde bulunuyordu. Bu mühür , siyaha çalan sarı renkte olup çeyrek altın büyüklüğünde bir ben idi. Üzerinde dik duran siyah ve sık kıllar var idi. Beden olarak ince yapılı idi: Vücut yapısının bir benzeri daha yaratılmamıştır. Vücudundaki kemikler irice ve muntazam idi. Pazusu koluyla, uylukları da ayakları ile şekilce birbirine mütenasip idi. Kuru yahut ince olmayıp dolgun idiler. Her azası birbirinden güzel idi. El ve ayak ayaları genişçe idi; el ve parmakları mütenasipti. Göğsü ile karnı birbirine muvafık ve aynı düzlükte idi. Göbeği yu-varlak idi. Göğsünden göbeğine kadar bir çizgi halinde kıllar uzanırdı.



Orta boylu sayılırdı. Göze çarpacak kadar kısa; dikkat çekecek kadar da uzun değildi. Orta boylu olmasına rağmen mucize eseri olarak, kendisinden uzun birinin yanında el ayası kadar uzun görünürdü. O kişi yanından ayrılınca yine orta boylu gösterirdi. Boyu, selvi misali düzgün idi. Bedeninde kıl yok idi. Teni gül gibi kokardı ve yaşı ilerledikçe adeta tazelenirdi. Ne zayıf; ne de etli ve göbekli idi. Her bir parmağı kalem gibi düzgün idi. Yürüken ondan süratli yürüyebilen olmazdı. O kadar ki ayakları altında yeryüzü duruluyormuş gibi olurdu. O’na yetişebilmek zor idi. Fakat o zorlanmaz, vakar ve te’enni ile yürürdü. Hayasından, yokuş iner gibi başı öne eğik olarak yürür ve etrafına bakınmazdı.



Kısacası yaradılış ve huyca ne kimseye benzer; ne de kimse ona benzeyebilirdi. Nitekim bir Hadis-i Şerif’lerin de "Ben en fazla babam Hz. Adem'e benzerim; peygamberler içinde bana en çok benzeyen de atam Hz. İbrahim’dir." buyurmuşlardır.(4).

26 Nisan 1999

Aşure günü



"Aşure gününde aile efradına yeme içmesini bol yapan kimseye, Cenab-ı Hak sene boyunca rızkını genişletip bollaştırır"

Aşure gününe tezim etmek, hürmet etmek İslamın sünnetleri’ndendir, adaplarındandır. Bu güne "Aşura" adının neden verildiği hakkında birtakım görüşler vardır.



Kimine göre bugün, Muharrem ayının onuncu günü olduğu için "Aşure" adını almıştır. Bilindiği gibi Aşura on manasına gelen “Aşr“ kelimesinden alınmıştır. Yani Hicri senenin birinci ayı olan Muharrem şerif ayının 10. günü olması sebebiyle Aşura günü denmiştir.



Kimine göre de bugüne böyle bir isim takılmış olmasının sebebi, Allah'ın(Celle Celalühü) o gün On Peygambere,(Aleyhisselam) on ihsanda bulunmuş olmasıdır.



Bu Peygamberler (Aleyhisselam) ve kendilerine yapılan ihsanlar:

1. Hz. Adem (Aleyhisselam)'ın tevbesi bugün kabul edilmiştir.

2. Hz. İdris'i (Aleyhisselam) o gün yüce makama çıkarmıştır.

3. Hz. Nuh (Aleyhisselam) 'ın gemisi bugünde Cudi dağının üzerinde karaya oturmuştur.

4. Hz. İbrahim (Aleyhisselam) o gün doğmuş, Allah (Celle Celalühü) kendisini o gün dost edinmiş ve o gün ateşten kurtarmıştır.

5. Hz. Yakup (Aleyhisselam)' ın gözleri o gün görmeye başlamıştır.

6. Hz. Yunus (Aleyhisselam) balığın karnından o gün kurtulmuştur.

7. Cenab-ı Hak Musa (Aleyhisselam)' ı ve kavmini o gün kurtardığı gibi Firavun ve kavmini de o gün sulara boğmuştur.

8. Davud (Aleyhisselam)'ın tevbesi bugün kabul buyurulmuştur.

9. Hz. İsa (Aleyhisselam) Aşure günü doğmuş ve o günde de göklere kaldırılmıştır.

10. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in geçmiş ve gelecek bütün günahları Aşura gününde af edilmiştir.



Ayrıca Hz.Yusuf (Aleyhisselam)'ın kuyudan çıkarılması, Hz. Eyüp (Aleyhisselam)'ın hastalıktan kurtuluşu, Hz. Süleyman'a (Aleyhisselam) sultanlığın ihsan edilişi de Aşure günü vaki olduğu rivayet edilmektedir.



Aşura günü oruç tutmak sünnettir. Selefi Salihin (Radıyallahu Anh) çocuklara akşama kadar bir şey yedirmezlerdi.Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek tükürüğü ile hurmayı yumuşatır çocuklara aşura günü çiğnetirdi. Ve çocuklar akşama kadar bir şey yemezlerdi.



Hatta denildi ki: Vahşi hayvanlar bile o gün ot yemezler. Farz namazlarından sonra en kıymetlı namaz, gece namazı; Ramazan orucundan sonra en kıymetli oruç Aşure günü orucudur.



İbn-i Abbas (Radıyallahu Anh)'dan rivayet olunmuştur ki: Peygamberimiz (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye geldiğinde Yahudilerin aşure gününde oruç tuttuklarını gördü. Bu ne orucudur ? diye sordu.



Yahudiler: Bugün Salih bir gün. Allah (Celle Celalühü) bu günde Beni İsrail-i düşmanlarından kurtardı.(Şükür olarak) Musa (Aleyhisselam) bugün oruç tuttu dediler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

Biz Musa (Aleyhisselam)'a sizden daha layığız buyurdu. O gün oruç tuttu ve (müslümanlarada ) bu orucu tutmalarını emretti.(5) (6) (7)



Ve yine Abdullah b. Abbas (Radıyallahu Anh)'dan rivayete göre ;

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Aşure günü oruç tutunuz ve o hususta Yahudilere muhalefet ediniz. (Binaenaleyh) aşura'dan bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutun" buyurmuşlardır. (8) (9)

Bu bakımdan sadece Aşure günü oruç tutmak mekruhtur.



Hz. Aişe Validemiz (Radıyallahu Anh) şöyle buyurmuştur:

Cahiliyet devrinde Kureyş aşura günü oruç tutardı. (Hicretten evvel) Rasulullah (Sallallahu A-leyhi ve Sellem)'de aşure orucu tutardı. Medine-i Münevvere’ye geldigi zaman da (adeti üzere )bu orucu tuttu ve (sahabelerede) bu orucu tutmala rını emretti. (İkinci Sene) Ramazan orucu farz kılınınca aşura günü orucunu terketti. Artık bu orucu dileyen tuttu dileyen onu terk etti. (10) (11) (12)



Aşure günü orucunu kaçırmamalı mutlaka tutmalıyız. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ne buyurdu.

"Aşure günü orucunun önceki yılın günahlarına kefaret olacağını Allah Teala'nın Rahmetinden umarım.(13)



Bir sene yapılan günahlar bir günün orucuyla af edilecek. Aşure günü ziyafet vermek, aile halkını sevindirmek, sene boyunca bereketlere vesile olur.Ebu Said-el Hudri (Radıyallahu Anh)' dan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Aşure gününde aile efradına yeme içmesini bol yapan kimseye, Cenab-ı Hak sene boyunca rızkını genişletip bollaştırır" buyurmuşlardır.(14)



-Kim Aşura günü on müslümana selam verirse bütün müminlere selam vermiş gibi sevap alır.

-Kim bu gün bir yetimin başını okşarsa, Allah (Celle Celalühü) onun her kılına karşılık cennete bir derecesini yükseltir.

-Kim Aşure günü zerre kadar bir şey sadaka verse Allah(Celle Celalühü) O’na Uhud dağı kadar sevap verir. O sevap kıyamet gününde mizanında yer alır.

O gün yoldan eziyet verecek şeyler kaldırılır. Dargın müslümanların arasi bulunur.

Hastalar ziyaret edilir.

Böyle günleri gaflet içinde geçirmekten Rabbim cümlemizi Muhafaza buyursun, Amin!
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt