Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Emine Şenlikoğlu.CİHAD..Salih MİRZABEYOĞLU.. (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ŞENLİKOĞLU: Mirzabeyoğlu için İslâmî kesimden istediğimiz ses çıkmıyor

Kategori: Röpörtaj
catst.jpg



.....................................................................
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Emine ŞENLİKOĞLU: Mirzabeyoğlu için İslâmî kesimden istediğimiz ses çıkmıyor



Röportaj: Cumali Dalkılıç- İbrahim Keskin







Emine Hanım, başörtüsü-türban meselesinde dost-düşman bütün kesimlerin ilk aklına gelen isimlerden birisiniz. Siz 28 Şubat’ı yaşamış bir insansınız. 28 Şubat’ın mağdurları bugün iktidar. İktidarda olunduğu hâlde bir mağdur edebiyatı söz konusu. Yani din düşmanlarının, hak ve halk düşmanlarının yaptıklarını halka şikayet eden bir ağızla konuşuyor bugünkü iktidar... neler söyleyeceksiniz?

Burada biraz sizinle ayrılıyorum. Çünkü 28 Şubat mağdurlarının iktidarda oluşunu Allah’ın tuzaklarından biri olarak görüyorum. Yani bir gün gelip de Mirzabeyoğlu’nu cumhurbaşkanı görmeyeceğimizi kimse garantileyemez, kimse böyle bir şey iddia edemez. Onun için onların tuzağı varsa bizim de tuzaklarımız, Allah’ın tuzağı şüphesiz ki kıyas götürmez. Böyle anladığım için onlar ne çorap örmeye çalışırlarsa müslümanlara, her örmeye çalıştıkları çorap kendi başlarına geçti diye düşündüğüm için ben olaya takdiri ilahi diye bakıyorum. Sizi üzse de bu... Üzgünüm.



Peki şöyle bir şey var; “Finale az kaldı” demişti Tayyip Erdoğan biliyorsunuz. Derken Çankaya’da, “laikliğin kalesi” denilen Çankaya’da “İslâmcı iktidar” dedikleri iktidarın eline geçti. Ve o gün bugündür bir “gerilim”den bahsediliyor?

Bunları siparişle çıkartıyorlar. Televizyonları izlerseniz, bir televizyon kanalları var. Devamlı suretle kin ve nefret aşılamaktan başka asla hiçbir şey yapmıyorlar.

Devamlı kin ve nefret veriyorlar. V e aşırı surette, adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ordusu vardır, o televizyon kanalları yedekte bir ikinci, ordu hazırlıyorlar. Böyle bir ortamda devamlı kışkırtanlar var ve kaosu, gerginliği –medyanın tamamını kastetmiyorum- onlar yapıyor.



Çankaya “ele geçirildiği” zaman biliyorsunuz cumhuriyet mitingleri falan filan...

Ele geçti demeyelim de, Çankaya’ya bir Müslüman geçti...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Laiklerin ifadesiyle söylüyorum zaten. Laikler “kale”yi kaybettiler. Kavganın büyüğü orada kopması lazımdı fakat öyle bir şey olmadı. “AKP laikliğin teminatıdır” denildi. Cumhurbaşkanı’nın ilk sözü “Kavga unsuru olmaktan çıkarılacak” oldu. Fakat o günden bugüne hâlâ kavga devam ediyor. Yani türban mevzu istismar edilmiyor mu? Her iki taraftan...

Şimdi bir Müslüman türbanı nasıl istismar edebilir? Bunu nasıl yakıştırabiliyorsunuz? AKP nasıl istismar edebilir ki türbanı?



Şöyle, mesela Cüneyt Zapsu’nun aynen şöyle bir ifadesi var, okuyorum “Bugüne kadar Türkiye’de türban nedeniyle şişmiş bir balon oluştu. Erdoğan üniversitelerde türbana izin verip bu balonun patlamasını önledi.”



Demokrat Parti iktidarı için de buna benzer bir ifade kullanılmıştır hatırlıyorsanız, “Barajlar patlamak üzereydi”...

İnsanların mesajlarına bakarsak biz hiçbir zaman yol alamayız. Çünkü o kadar karmalar bütünü ya da karmaşalar bütünü mesajlar oluşur ki ve mevcut dengeleri alt-üst edebilir, stratejik dengelere uyum sağlamayabilir ve her ağızdan... Çünkü her ideolojinin kendine has bir stratejisi var. Dolayısıyla bence bu tür demeçlerle Fazla vakit kaybetmeden bu millete dinini öğretmeye çalışmamız lazım. Ben en büyük eksiğin; her tarafı geziyorum, Avrupa’yı, Türkiye’yi geziyorum, insanlarda fark ettiğim en büyük şey şu oldu: Şartlanmışsa da İslâm’ı bilmediği için şartlanıyor, yanlış görüyorsa da onun için şartlanıyor. Bizim en büyük dikkat vereceğimiz nokta bu olması lazım. Hatta bugün İslâm’ı hiç bilmeyen milletvekilleri de var. İslâm’ı hiç bilmeyen valisi var, kaymakamı var, din dersi öğretmeni, inadına din dersi öğretmeni olanlar var. Yani kendisi aslında bir sosyalist, hatta ateist ama “din dersi kadrosuna biz girelim ki din dersinde dindar olacak gençlerin önüne geçelim” diyen öğretmenler biliyoruz biz. Böylesi bir Türkiye’de bizim stratejimizin bence birilerinin yaptığı abuk-sabuk konuşmalarından yola çıkarak bir şeyler söylemek değil, Allah’ın bize verdiği görev üzerinden çalışmaya devam etmek. Ben öyle bakıyorum. Yoksa söylenen saçmalıklar bitmiyor yani.



Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun türbanla ilgili “Üç Işık” adlı eserinde şu sözleri geçiyor: “Türban davası aktüel bir mesele. Sirayet gücü olan bir şey. Fakat iş geliyor hâlini izah edebilecek olan belirli bir formasyon olmadığı için başkası kendisini damgalarken o damgayı kıracak bir ifade tarzı geliştiremiyor.”

Mirzabeyoğlu tanıdığım en konsantre konuşan insan. Sözlerini böyle lügatle okumak lazım. Tekrar eder misiniz lütfen...



“Türban davası aktüel bir mesele. Sirayet gücü olan bir şey. Fakat iş geliyor hâlini izah edebilecek olan belirli bir formasyon olmadığı için başkası kendisini damgalarken o damgayı kıracak bir ifade tarzı geliştiremiyor. Yani iş yine dönüp dolaşıp fikre geliyor” diyor.

Doğru söylüyor. Çünkü, neden? Diyor ya, “Bir formasyon oluşturulamıyor”. Çünkü bizim bir tane Kur’an-ı Kerim’imiz var. Bir tane ebedi liderimiz var, Hz. M.......d (S.A.V.), onun haricinde binlerce hocalarımız, yol gösteren lider olabilir. Ama çağımıza baktığımız zaman sırf akaid ve siyer okunmadığı için, tekrar ediyorum akaid ve siyer okunmadığı için, her o binlerce liderin, tarikatın, her gurubun binlerce dini oluşmuş gibi bir yargı oluştuğundan halk tabanında, biz güçlü bir İslâmî formasyonu maalesef ne tanıtabildik ne de onun yapı taşlarını Allah’a sorarak oluşturmaya çalışıyoruz.



Psikolojik imanla yürüyenlerimiz çok fazla. Psikolojik iman da bir yerde çok çabuk vuruyor duvara. O yüzden de maalesef böyle oluyor. Peki şimdi neden kıramıyoruz bu çemberi? Neden kırılamıyor? Hepimizin bildiği gibi gavur gavurluğunu, Müslüman Müslümanlığını güçlü yaparsa netleşir çizgiler. Günümüzde İslâm düşmanlarının çizgisi çok net. Müslümanları da yabana atmayalım. Güzel yol çizgisini takip edenler de var ama maalesef beslendiğimiz kaynak daha çok kin ve nefret olduğu için, ayetlerden bilgiyle beslenemediğimiz için maalesef fazla filizlenemiyoruz, maalesef çiçeklerimiz açamıyor. Ama en azından yanlışın nerde olduğu bütün Müslümanlar tarafından tespit edilmeye başlandığı için umuyoruz ki beş-on yıla kadar bu yanlışlarımızı düzeltmiş, derli toplu, kinsiz- nefretsiz ya da kinimizi ve nefretimizi nerde kullanacağımızı bilerek adım atanlar topluluğu oluşturur oluruz, daha güç buluruz. Allah demiyor mu, “Bölünürseniz zayıf kalırsınız, güçlü kalamazsınız”. Halbuki biz bin bir parçaya bölünmüş durumdayız şu anda. Allah’a şükürler olsun ben on beş yıldır o taassup çemberini yırttım ve çok zor şartlardan çıktım. Çok da ağır bedelleri var, bedellerini de ödedim, hala ödüyorum. Ama bir şey var ki çok rahat ettim, çok şükür Allah’a.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
En son çıktığınız Fatih Altaylı’nın programında...

Kıyametin koptuğu program...



Orada, “Laiklik dinsizliktir” şeklinde bir ifadeniz olmuştu.
Evet... Laikliğe Müslümanlar üç şekilde bakıyor dedim. Birisi diyor ki “Laiklik dinsizliktir”, birisi diyor ki “Laiklik, herkes dinini istediği gibi yaşar” diyor, bir grup da kararsız dedim. Ama “Laiklik dinsizliktir” dediğimi hep dillerine doladılar, ötekilerini söylemediler. “Siz hangi gruptansınız” dediler. “Tabii ki laikliğin dinsizlik olduğuna inananlardanım” dedim.



Bence hiç kimsenin laiklik umurunda değil. Dinsizliklerinin kinini, laiklik ya da M. Kemal adı altında kusuyorlar. Laiklik umurlarında olsa bir başörtüyle laikliğin yıkılmayacağını fevkalade biliyorlar. İslâm düşmanı her şeyden nem kapar. Şu Ayeti Kerime var mı yok mu? Lut Aleyhisselam için olsa gerek yanlışım varsa düzeltin ama bir peygamber olduğu kesin. Diyorlar ki Peygambere saldıran gruplara “Ya siz bu adamdan ne istiyorsunuz? Çok efendi biri”. “Ama fazla namuslu” diyorlar. Allah bildiriyor. Bazı gruplar fazla namuslu, fazla dindar, fazla dürüstleri sevmez ve bu böyle gidecek. Bizim bir stratejimiz olması lazım. İlla asalım, keselim değil. Çizgimiz belirlensin. Ne yapılması gerekiyor? Bize hakaretler devamlı yağarken üzerimize acaba bizim stratejimizin ne olması gerekiyor? Maalesef bunu bize söyleyecek kimse yok. O zaman biz daha çok Kur’an’a sarılalım, daha çok akaid, daha çok mezhepler tarihini okuyalım. Kendimize oradan bir çizgi bulalım. Yani Resûlullah nasıl bir çizgi bulmuşsa. Mesela hatırlarsınız, Mekke’den Medine’ye gidildiğinde, tabii önceleri bir şey demiyorlardı çünkü güçlü görmüyorlardı Müslümanları. Güçlü görmedikleri dönemde biliyorsunuz Müslümanları aşağılama dönemiydi. Sonra Müslümanların gücünü gördükleri zaman, Müslümanları karalama ve iftira dönemi başladı. Medine’deyken Müslümanların mallarını yağmalıyorlardı. Burada çok büyük bir ölçü var. Müslüman gençliğin bilmesi gereken bir ölçü. Geliyor, diyorlar ki “Ya Resûlallah, bu nedir? Müşrikler bizim mallarımızı yağma yapıyor. Paramızı, malımızı her şeyimizi alıyorlar. Biz de onların mallarını yağma yapalım mı?” Resûlullah “Hayır” diyor. Neden acaba “Hayır” diyor? En şiddetli zamanda bile Allah’ın çizgisinin korunması gerekiyor demek ki. Yoksa Resûlullah o kadar uyanık, devrim yapmış, dünya tarihinde ilk defa bir devrim yapıyor, yazılı anayasa ilk defa uygulamaya geçiyor. Resûlullah Efendimiz o kadar zeki olduğu hâlde bilmez miydi, “Talan edin onların neyi varsa” deseydi hepsini yerle bir ederdi Müslümanlar. Ama “Hayır” diyor, “Onlar sizin malınızı gasp etse de siz gasp etmeyin.” Bize bu çağda Resûlullah ölçüsü lazım. Resûlullah ölçüsünü tam bildiğimizde ben inanıyorum ki bizim beyaz mevsimimiz gelecektir. İnsanlığa hizmet eden bir mevsim. Bizim mevsimimiz geldiği zaman laikler de rahat yaşayacak aslında. ama bilmiyorlar.



Yine aynı programda “Salih Mirzabeyoğlu çok efendi bir insan...” demiştiniz...Evet... Her şeyden önce ben “İbdacı” değilim. Ben “Mirzabeyoğlucu” da değilim. Fakat ben Mirzabeyoğlu için çok gözyaşı döktüm. Niye diyeceksiniz. Onun o gün “Perde kapandı” dediği bir mahkeme vardı.



“Tiyatro bitti”...

Evet. “Perde kapandı, tiyatro bitti”... Oraya yara bere içinde gelmişti. Duygularımız her yönünü anlatmayacağım; çünkü bir yönü var ki orası çok derin, oralara girilmez. Ama öbür yönü, Mirzabeyoğlu acaba Müslümanlara hiç hakaret edilmeyen bir ülkede olsaydı, hiçbir suretle Müslümanlar aşağılanmasaydı, Mirzabeyoğlu rezaletlerin diz boyu olmadığı bir ülkede olsaydı hapiste olacak mıydı? İkincisi, Mirzabeyoğlu o kadar darbelerle mahkemeye çıkacak mıydı? Ve o mahkeme huzurunda, dikkat edin burası çok önemli... Hazmedemediğim bir şey...



Dikkat edin mahkeme huzurunda Mirzabeyoğlu’nun, idam cezası aldığı hâlde siz bir argo kelimesini duydunuz mu? Hiç kimse duymuş mu? Efendiliğinden taviz vermiş mi? Vermemiş! Veya yazılarında “Siz asın, kesin” demiş mi? Dememiş. Sadece ne diyor? Diyor ki, “Necip Fazıl bir fikir mimarıydı. O fikir mimarının fikirlerinin tatbikata geçme zamanıdır.” Bu geçiş döneminde yanlışlar yapılmış olabilir insanlar tarafından. Beni orası bağlamıyor. Beni neresi bağlıyor?



Böyle bir insanın, o kadar saygılı bir insanın, adam öldürttüğüne dair benim bildiğim kadarıyla delil olamadığı hâlde yara bere içinde hakim huzuruna çıkartılması beni çok etkilemiştir. Bir de ben ailesi hakkında, komşularından bir araştırmam olmuştu. Herkesten duyduğum söz şuydu: “Mirzabeyoğlu çok beyefendi bir insandır, seviyeli bir insandır. Hiç kimseyi aşağılamaz. Hiç kimseye karşı terbiyesizliği olmaz.”



Madem ki öyle, ki öyle olduğu çok belli. Böylesi bir insanın, üstelik de, yine beni başka açıdan üzen bir şey, sırf Avrupa Öcalan’ı koruyor diye Öcalan’ın çok rahat yaşadığı ortama karşılık Mirzabeyoğlu’nun çok zor şartlarda, bir hücrede yaşıyor olması da ayrıca canımı yakan unsurlardan birisidir. Bu çok da onur kırıcıdır ayrıca.



“İspatlanamaz” bir işkenceyle karşı karşıya.

Yani Mirzabeyoğlu’nun daha geniş şartlarda, daha rahat bir cezaevinde olabilmesi için binlerce insan mı öldürtmesi gerekiyordu? Ve bu iktidardan Mirzabeyoğlu’nun hiç olmazsa cezaevi şartlarında rahat bir imkana kavuşturulmasını Allah ve Resûlü’nün hatırı için istiyorum. Çünkü Öcalan çok rahat bir ortamda. Ben Öcalan çok rahat olmasın, zindanlarda işkence çekerek yatsın demiyorum. Hiçbir insan için işkence istemiyorum. Ama diyorum ki, Mirzabeyoğlu’nun bugün öğrendiğimiz şartlar doğrultusunda... Mesela Avrupa’dan gelen birileri Öcalan’ı ziyaret edebiliyor. Sıhhatimin düzelmesini bekliyorum. Ondan sonra İnşallah Adalet Bakanlığı bana bu izni verirse, gidip yerinde, kendileri de kabul ederse... Öcalan’ı zaten eskiden beri düşünüyorum. Ne hissettiğini merak ediyorum bir çok konuda. Mirzabeyoğlu’yla bir röportaj yapmak istiyorum. Yerini görmek istiyorum. Duygularını almak istiyorum. Yani Mirzabeyoğlu’nu ben çok seviyorum kısacası. Çok seviyorum. Dediğim gibi ne “İbdacı”yım, ne “Mirzabeyoğlucu” yum. İkisinden de değilim. Ama ikisinin de iyi, hayırlı işlerini onaylıyorum. Neye mâl olursa olsun hiç umurumda değil. Bu sözlerimden dolayı birileri...



Dedim size, adam diyor ki “Sen Mirzabeyoğlu için böyle dedin. Bizim ilimize yiğitsen bir gel”. Ben de “Söyle ilini, eğer yarın gelmezsem benden daha aşağılık insan olamaz. Yarın geleceğim. Hangi ildesin söyle bana!” dedim. Söyleyemiyor. Bu böyle olmaz. Allah, bir Müslüman kul isterse yanlış yapsın... Yanlış yaptığı zaman bir kardeş bir kardeşini kaldırıp atamazken, niye Mirzabeyoğlu daracık yerlere atılıyor da İslâmî kesimden istediğimiz ses çıkmıyor? Ama Öcalan için bütün teşkilatlar, bütün basın mensuplarının çoğu, hepsini demiyorum çoğu... Şimdi biraz kestiler. Eskiden, birkaç sene önce herkes Abdullah Öcalan’ı övüyordu. Koruyorlardı. Nelerdi, nelerdi yani...



Onun için, ben gözlerimin Müslüman gözü olduğuna inanıyorum. Ve o gözle bakıyorum olaylara. Baktığım zaman karşıma böyle bir manzara çıkıyor. Ama Mirzabeyoğlu’nu tebrik ediyorum ki cezaevinde de durmuyor, yazmaya devam ediyor gördüğüm kadarıyla. Bundan beş, altı ay önce bir kitap reklamı vardı. Aldım fakat birisi elimden mi aldı hatırlamıyorum, bir daha ulaşamadım. Ama hangi kitaptı bilmiyorum. Yalnız Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını okumaya çalıştığımda doğrusu çok zorlanıyorum. Dilini anlamakta güçlük çekiyorum. İnşallah Mirzabeyoğlu cezaevinde çok uzun zaman kalmayacaktır. Öyle ümit ediyorum. İnşallah bir de tarihte insanlar neden birbirleriyle savaşmış, neden birbirlerini yanlış tanımışlar? O konu hakkında da bir kitap yazar, dilerim Allah’tan...



Kendisinin “Sinyal Muhabbetleri” başlığı altında, gördüğü işkence ve baskıları anlattığı yazıları var. BARAN’ın çeşitli sayılarında çıktı.

Bu konuda inanıyorum ki Adalet Bakanı, ben kendisini eskiden beri tanırım. Kendisine bu tür şikayetler gittiği zaman Mirzabeyoğlu’na bir rahatlık sağlayacaktır. Buna inanıyorum. Eşi tarafından müracaat edilirse ya da dilekçe yazılırsa bu gerçekleşecektir sanıyorum.



Emine Hanım, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Eklemek istediklerim tabii ki çok var ama en önemlisi, ne olursa olsun biz Müslümanlar birbirimizi sevmesek bile reddetmeyelim. Yoksa güç bulamayız. Kuvvetimiz düşer. Allah böyle söylüyor. Her grubun “En güzel Müslüman biziz” hastalığının sona ermesini diliyorum Rabbimden. Ve Mirzabeyoğlu’ndan da bu konuda kitap bekliyorum inşallah. Teşekkür ediyorum.



Biz teşekkür ederiz.



BARAN Dergisi Sayı: 64
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Röpörtaj
wol_error.gif
Resmi orjinal boyutlarında 780x200 görüntülemek için tıklayınız. 105 KB.
catst.jpg
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
‘Silahlı Peygamber’in Seriyyeleri...



Ali Rıza Yaman

I.
Günümüze dair meselelere İslâm'a nispetle çözüm üretilememe sebebinin son kertede varıp dayandığı nokta; "Muhatap Anlayış"ın yokluğudur...
Zaman ve zemin üstü bir Nizâm olan İslâm, bütün aslî hüviyeti ile ortada iken ortada olmayan ne?.. Olmayan, "Muhatap Anlayış"ın zarureti idraki, "tatbik fikri" gibi bir derdin olmaması.
Meselâ Kur'an'a muhatabız ama, neya muhatap olduğumuzu bilmiyoruz. "Muhatap Anlayış" yokluğundan dolayı da kimisi "Kur'an İslâmı'ndan" bahsediyorken, kimisi de öteki'lerin belirlediği ilmî paradigmaların zaviyesinden Kur’an’a yaklaşıp ona bir biyoloji, bir zooloji kitabı muamelesi yapıyor... Kimileri de binlerce kişiyi sanki marifetmiş gibi stadyumda toplayıp, "Kur'an ziyafeti" altında muhtevadan yoksun hissîliklerle heyecanları öldürüyor. Hepsi de K. Kerim'in keyfiyetini, hakikatini es geçiyor, Mutlak Fikir'in hayata tatbik kavgasını, kaygısını ıskalıyor, bilerek veya bilmeyerek İslâm'a "ritiüellerden ibaret bir din" muamelesi yapıyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Sahabe'ye muhatabız ama, neye muhatap olduğumuzu bilmiyoruz. "Muhatap Anlayış"a sırt çevrildiğinden dolayı da onların rolü ve mânâsı görülemiyor. Bu görülemediği için de Ramazan ayında tv. ekranlarından son derece kaba- saba insiyaklarla hareket eden, bu kabalığına bakmadan bir de Sahabelerin hayatlarına dair menkıbeler anlatan soytarılar türüyor. Şimdi haklı olarak sorulabilir: Resûl ve Nebîlerden sonra yeryüzünün en şerefli insanlarının hayatlarının tv. ekranlarından milyonlarca kişiye anlatılmasında ne gibi bir kötülük olabilir, bunu yapanlara ‘soytarı’ demek çok ağır olmaz mı?.. Hayır olmaz. Kötülük, onların hayatlarına dair menkıbeler anlatmada değil; doğruyu yanlışa âlet etmede. Onlar yaşanmaya değer ideal hayat'ı yaşayan ve bu hususiyetlerinden dolayı bütün bir insanlığa numunelik teşkil eden insanlardır... Onların rolünü ve mânâsını bu çerçevede değerlendirmek, bu anlayıştan yola çıkarak onların kutlu hayatlarını anlatmak gerekir. Aksine bir durum, avamın hissîliklerinden, işin daha ziyade "nasıl"ına itibar etmesinden istifade etmek suretiyle şahsî menfaatler devşirilmesine, insanların sahabelere sadece ve sadece saygı duymasına, ideal hayat'ın hayata tatbik kavgasından uzaklaşılmasına sebep olur. Ne söyledi?.. ‘Güzel konuştu’... Ne söyledi?.. ‘Güzel konuştu’... Güzel konuşmak işin ‘nasıl’ına dair olup, ikinci plândadır, ‘nasıl söyledi’ demiyoruz, ne söyledi?.. Aldığımız cevap şu; hiçbir şey!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Gaye İnsan- Ufuk Peygamber'e muhatabız ama, neye muhatap olduğumuzu bilmiyoruz. "Muhatap Anlayış"ın zarureti idrak edilemediğinden dolayı da “Allah'a Resulü'nün, Resulü'ne de ashabının bildirdiği yoldan bağlanma”" ölçüsü es geçiliyor. İslâmı İslâm gerçekliği içinde idrak etme çilesi yok sayılıyor. Parça doğrularla hakikate erileceği zannediliyor. O yüzden de İslâm'a dair serdedilen fikirlerde herşey oluyor da İslâm'da bir tek "İslâm" olmuyor.
«İslâm hoşgörü dinidir.» «İslâm güzellik dinidir.» «İslâm'da terörizm yoktur.» Bunların hepsi doğru. Ama, eee?..
Kâfirin önünde ‘hâkim duruş’a halel getirme, onun önünde el pençe divan durma soysuzluğu, yanlışı ile «İslâm hoşgörü dinidir» doğrusunun ne alâkası var?!.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İslâm'ı şahsiyet aynasında küçülten kaba softa- ham yobazların tam zıt temayülünde inkişaf eden ve olur olmaz her yerde "aşk"tan bahsedip, aşk'ı müptezelleştiren, onun çığırtkanlığı yapanların çirkinlikleri, yanlışları ile «İslâm güzellik dinidir» doğrusunun ne alâkası var?!.
Aynı şekilde, cihad eden Müslümanlarla «İslâm'da terörizm yoktur» doğrusunun ne alâkası var?!.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Duyguyu fikirleştiremediği için Allah için sevip, Allah için nefret edemeyen, Allah için öfke dahi duymayan, ama her fırsatta parsacı mizaçlarının gereği hâlinde ‘yatak odası mücahitliği’nden de geri kalmayan ve böcekce hayatlarına meşruiyet kazandırmaya kalkanların dilinden düşürmediği ve yanlışa âlet ettiği doğrulardan birisi de Gaye İnsan- Ufuk Peygamber'in ‘rahmet, merhamet peygamberi’ olduğudur. Buna itirazı olan var mı?.. Haşa. Problem nerede?.. Problem, Gaye İnsan- Ufuk Peygamber'e ait doğruların yanlış yerlerde tatbik edilmesinin nihayetinde insanların böcekce bir hayatı idealize edecek kadar vahim bir hâl belirtmesinde. Yüz kırk bin kadına tecavüz edilmiş, ama her devrin adamı olan bir müsvedde, hempaları ile birlikte kalkmış hâlâ "Medine Vesikası"ndan bahsediyor. Bu müsveddelere sormak lâzım: Sen neye ve nereye hâkimsin ki de kalkmış Medine Vesikası'ndan falan bahsediyorsun?!.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İslâm beldelerinde binlerce Müslüman katlediliyor, buna mukabil Akıncılar, mücahidler kâfirlerle göğüs göğüse savaşıyor. Bu görülmüyor, ama Londra'da iki bomba patlayıp, elli kâfir telef olunca başka bir müsvedde de kalkıyor ‘Hududullah’tan bahsediyor. Bayağı üslubuyla «(...)yok arakadaş biz Hududullah’ı çiğneyemeyiz» diyor. İyi de Hududullah"a riayet etmekle mükellef olan savaşanlardır. Sen savaşmıyorsun ki. Hangi hâline istinaden; «Hududullahı çiğneyemeyiz» diyorsun. Hem kör alıcıların üzerinden kendini ifade eden sen, hiçbir zaman bizden olmadın ki, savaşanlara yönelik "tenkit"ler yöneltip, bir de utanmadan kendini savaşanlar arasında görüp, ‘biz’ şeklinde takdim ediyor ve kendini onlarla denk görüyorsun.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Hasılı Gaye İnsan- Ufuk Peygamber ‘Allah için sevip, Allah için nefret etme’yi de, ‘mümine müşfik, zalim şedit’ ölçüsünü de mutlak mânâda ortaya koyandı. Dava, O'na dair mutlak doğruyu doğru bir yerde tatbik edebilmede. Bu mevzu da son kertede "diyaletik"in hasrı içindedir ki, meraklısına İBDA Diyalektiği -Kurtuluş Yolu-'Kitabını tavsiye edelim.
...
Silahlı Peygamber'in seriyyelerinden birkaçını burada anlatmamızın iki sebebi var; ilki baştan beri yaptığımız izahtan da sezileceği üzere cihad kaçkını mesuliyetsiz züppelerini enselemek. İkincisi de büyüklerden edilen şu rivayettir: «Bir kimse, Allah Resûlünün gazâ ve fetihlerini okuyup anmayı âdet edinecek olursa, Allah o kimseye her işte fetih ve nusretler verir, çetinliklerini kolaylaştırır ve düşmanları üzerinde galip kılar
...
Silahlı Peygamber'in seriyyelerini anlatmada kaynağımız Büyük Doğu yayınlarından çıkan
İ. Kastalanî'ye ait Gönül Nimetleri'dir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
II.
Gaye İnsan- Ufuk Peygamber'in yirmi yedi gazâları, altmış kadar da seriyyeleri olmuştur. Seriye, az miktarda askerden mürekkep küçük birliklerin ismidir. En son haddi; dört yüz kişidir. Beş kişiden dört yüze kadar bütün birlikler seriyedir. 500'den 800'e kadar olan asker topluluğu "mensir", 800'den yukarısı "ceyş", 4000'den yukarısı "cahfel", daha büyükleri ise "hamîs"...
- Hicretin 19'uncu ayı... Ümeyr bin Adiy-ül Hatemî isimli kör Sahabe... Onun oymağında Esmâ bint-i Mervan adlı bir kâfir kadın... İşi gücü, İslâmı ayıplamak, küçük düşürmek ve nice hayasız sözlerle Allah’ın Resûlünü incitmek... Allah’ın Resûlünü Ümeyr'e, gidip o kadını öldürmesini emretti. Ümeyr doğruca gitti, gece vakti kadının evine girdi, çocuğu kadının yanında uyurken kılıcını çekip göğsüne dayadı ve bir dürtüşte arkasından çıkardı. (Bunu yapabilmek için de kadına seslenip cevap alması kılıcına istikâmet verebilmesi için kâfi geldi.) Hz. Umeyr aynı gece döndü ve sabah namazını Allah’ın Resûlüyle kıldı. Bu kör Sahabenin gönderilmesinden murat, şüphe çekmemekti. Aynı kabileden olduğu için kimse ondan gocunmaz, hatta kadının evine girip çıktığını görseler bile akıllarına bir şey gelmezdi. Kör Sahabe Peygamberinin mucizesi şeklinde, gitti, kolaylıkla işini gördü ve döndü.
- Ebu Ufek isimli bir yahudi... Yüz yirmi yaşına varmış... Bu yaşta bir ihtiyar olduğu halde, tek gayreti, din düşmanlarını Allah’ın Resûlüne karşı harekete getirmeye çalışmak... Peygamberler Peygamberi hakkında söylemediği söz bırakmıyor. Allah’ın Resûlü Salim bin Umeyr (r.a.)’i memur ettiler. Hz. Salim, varıp yahudiyi buldu ve kılıcını lânetlinin ciğeri üstüne dayadı ve dürttü. Kılıç yahudinin arkasından çıktı. Yahudinin çığlığı her tarafı tuttu. Yakınları gelip onu evine taşıdılar. Daha yatağına uzatılmadan mel'unun canı cehennemi boyladı.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Muhammed bin Müslime (r.a.), hicretin yirmi beşinci ayında (14 Rebiülevvel), emrine verilen dört kişiyle Kâab bin Eşref isimli Yahudinin üzerine gönderildi. Kaab, Allah Resûlünü hicvetmekte ve Kureyşi O'nun aleyhinde kışkırtmaya çalışmaktaydı. Allah’ın Resûlü bu vaziyetten inciniyorlardı. Kaab'ı öldürmek üzere adam istediler.
Muhammed bin Müslime (r.a.)atıldı:
- Ey, Allahın Resulü, ben varım, öldüreyim!.
- "Var ve kudret bulursan öldür!" buyurdular. Muhammed bin Müslime sordu:
- Ey, Allahın Resulü, varınca ne diyelim? (Yani nasıl bir hile ve bahane kullanalım?)

Buyurdular: “Hatırınıza ne gelirse... Bu yolda caizdir.”
Muhammed bin Müslime yanına Sahabelerden dört kişi aldı. Gittiler ve Yahudiyi öldürdüler. Dönüp Medine’nin mezarlığına vardıkları zaman, gece olmuştu. Yüksek sesle tekbir getirdiler. Allah’ın Resûlü namaza durmuşlardı. Tekbir seslerini işitince mel'un Yahudiyi öldürüp geldiklerini anladılar. Kendileri de tekbir getirdiler. Muhammed bin Müslime ve dört arkadaşı gelip, Yahudinin kesik başını Allah Resûlünün önüne bıraktılar. Kainatın Efendisi son derece memnun olup Hakka hamdettiler. İslâm’da ilk defa Medine’ye getirilen kesik düşman başı Kaab bin Eşref'inkidir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Arafat karşısında Urne isimli vadide Süfyan bin Halid isimli kafirin Allah Resulüne bir baskın vermek üzere bazı kafirleri topladığı haber alınmıştı. Bu kafire karşı tek başına Abdullah bin Enis gönderildi. İşi incelikle bitirmeye memur Sahabe, Süfyan'ın karşısına çıktı ve şu suale muhatap oldu:
- Sen kimsin?..
- Beni Huzaa'dan bir kişiyim. Haber aldığıma göre M.......'le çarpışacakmışsın. Ben de seninle birliğim. Sana katılmaya geldim.
- Hoş geldin! Gir aramıza!
Biraz söyleşip anlaştıktan sonra etrafı dolaşmaya çıktılar. Abdullah, kafiri izbe bir yere çekti ve başını kesip vücudundan ayırdı. Geceleri yol alıp gündüzleri saklanarak ve dinlenerek on sekiz gün sonra Allah Resûlünün huzuruna vardılar ve kesik başı önlerine koydu.
Alemlerin Fahri: "Yüzün ak olsun" buyurdular.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Allah Resulünün yirmi kadar, sütü sağılır, yeni doğurmuş devesi vardı. Bu develer şehir dışında ve otlak yerde bulunuyordu. Ebu Zer Hazretlerinin oğlu da develerin başındaydı.
Fezare kabilesinden Ayyine, bir çarşamba gecesi kırk atlı ile gelip Ebu Zer'in oğlunu şehit etti. Develeri de alıp sürdü.
Allah’ın Resûlü bu haberi alınca Medine’yi İbn-i Ümmü Mektan Hazretlerine bırakıp beş yüz atlı ile çıktılar. Mikdad Hazretlerine sancak verip kendisini öncü olarak ileriye sürmüşlerdi. Bunlar düşmanın artçılarına yetiştiler. Ebu Kutade, Mes'ade adlı bir kafiri öldürdü. Allah’ın Resulü, kafirin atını ve silahını Ebu Kutade'ye verdiler. Ukkaşe Hazretleri de Eban isimli bir kafiri cehenneme gönderdi. İslam’dan da bir kişi şehit oldu. Selleme bin Ekva Hazretleri kafirlerin ardına düştü. Mükemmel bir okçuydu. Müşriklerin çoğunu vurdu ve yaraladı. Onların birçok ağırlıklarını bıraktırdı. On beş deveyi kafirlerin elinden kurtardılar. Medine'ye dönüldü. Beş gün seferde geçirilmiş oldu.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Aynı ayda Ukkaşe Hazretleri "Gamr" isimli yere gönderilmişti. Mekke yolunda bir suyun ismi... Kırk kişiyle gittiler ve toplu düşman haberini alıp döndüler. Dönerken düşmanını iki yüz baş develerini sürüp getirdiler.
Muhammed bin Mesleme, yine aynı ayda, on nefer Sahabe ile Zil- kıssa adlı yere gönderilmişti. Beni Salebe kabilesinden yüz kişi gelip Sahabeleri kuşattılar. Gece vakti bir müddet ok cengi oldu. Sonra kafirler hep birden kılıç ve mızraklarla saldırıp Muhammed bin Mesleme'den başkalarını şehit ettiler. Muhammed bin Mesleme yaralamış ve kan içinde ölülerin yanına uzanmıştı. Onu da ölü sanarak orada bırakmışlardı.
Sonradan Müslümanlardan bazıları oraya uğrayıp Muhammed bin Mesleme'yi buldular ve Medine’ye getirdiler.
Allah’ın Resûlü hali görünce Ubeyde bin Cerrah'ı kırk kişiyle hadise yerine gönderdiler. Kafirler basıldı ve dağlara kaçırıldı. Birini tuttular. O da İslâma geldi. Kafirlerin bir takım davarlarını sürdüler ve ağırlıklarını aldılar.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Medine'den yedi konak mesafedeki "Vadi-ül Kura" mevkiinde Ümmü Kırfe adlı bir kafir kadın vardı. Fezarelilerden bir topluluğun başıydı. İslama çok zararı dokunuyor ve başının altında binbir fesat yatıyordu. Bir kere Zeyd, Sahabelerin mallarını taşıyan bir kervanla Şam'a giderken o yerde Fezarelilerden bu kadının adamları kervanı basmış ve malları gasbetmişti. Zeyd'den hadiseyi haber alan Allah’ın Resûlü, yine Zeyd'i, emrine bir kuvvet verip oraya gönderdiler.
Sahabeler sabah vakti oraya vardı. Tekbir alıp mahut topluluğu kuşattılar. Kafir kadını kızıyla beraber tuttular. Kadını iplerle ters istikamette iki deveye bağlayıp parçalattılar. Birçok mal ve ganimetle Medine’ye döndüler. Dönüşte Allah Resûlünün kapısını hızlı hızlı vurdular. Kainatın Efendisi aceleyle çıkıp geldi. Zeyd'i görünce sevindiler ve onu kucakladılar, övdüler. Zeyd, zaferini Allah’ın Resulüne bir bir anlattı.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Altıncı yıl Ramazanı... Hayber Yahudilerinin Reisi Ebu Raf'i öldürmek için, Abdullah bin Uteyk Hazretlerini, yanına dört kişi katıp gönderdiler.
Ebu Rafi İslâma ve Allah’ın Resûlüne her türlü kötü kast halindeydi.
Abdullah bin Uteyk Hazretleri, kaleye yaklaşınca, arkadaşlarını bir yere sakladı, kendisi de güneş battıktan sonra bir kolayını bulup içeriye girenlerle beraber kaleye sızdı ve bir tarafa saklandı. Ebu Rafi'in yakınları dağılıp yatmaya gidince, Sahabe evine girdi. Mel'un, çoluk çocuğu arasında yatmıştı. Karanlıkta nerede yattığını anlamak güçtü. Bunun için, yüce Sahabe:
- Ya Ebu Rafi!
Diye seslendi ve cevap gelir gelmez elindeki kılıcı ses istikametinde ilerleyip rastladığı cisme sapladı. Bir çığlık koptu. Sahabe de dışarıya çıktı. Fakat bu kadarıyla yetinemedi ve döndü. Karanlık odaya girdi ve bağırdı.
-Ne bağırıyorsun, ne var?
Yahudi cevap verdi:
-Odaya biri girdi ve bana bir kılıç çaldı.
Bu defa Ebu Rafi ses istikametinden avını tam yakaladı. Hemen üzerine atıldı ve kılıcını Yahudinin karnına dayayıp dürttü ve öbür tarafından çıkardı. Herkes ayaklandı ama, Sahabe kaçabildi ve işi Allah’ın Resûlüne arzetti.

- Ebu Rafi öldürüldükten sonra Yahudiler kendilerine Useyr'i reis seçtiler. Bu mel'un, yahudilerin başına geçirilir geçirilmez, bir bir Arap kabilelerini dolaşmaya ve onları Allah Resûlü aleyhine körüklemeye başladı. Haberi alan Kainatın Efendisi, Abdullah bin Revahayı, üç kişiyle, vaziyetin incelenmesi için gönderdi. Gittiler, gördüler ve dönüp hali Allah Resûlüne bildirdiler. Bu defa Abdullah bin Revaha, otuz kişiyle Useyr nezdine gönderildi.
Gittiler ve Useyr'e dediler: Ya Useyr, gel Peygamberimiz seni görmek ister. Sana ihsan edecek ve Hayber Valiliğini sana verecektir.
Useyr razı oldu ve o da yanına otuz neferlik bir maiyet alıp Abdullah bin Revaha ile yola düştü. Yolda "Karkara" dedikleri yere varılınca, yahudi, Hayber'den çıktığına pişman oldu ve Müslümanları oyuna getirmek istedi. Olmayacak bir yerde ve anda kılıcına davranıverdi. Sahabelerden Abdullah bin Enis çabuk davrandı ve; "Ne yapıyorsun, mel'un?" diye bağırarak, kılıcını Useyr'in kafasına çaldı. Useyr, cansız, devesinden yuvarlandı. Öbür Sahabeler de kalanları kılıçtan geçirdiler ve hiç birini sağ bırakmadılar. Sağ selamet, Medine’ye döndüler ve haberi Allah’ın Resûlüne arz ettiler.
Allah’ın Resûlü buyurdu: "Allah sizi zalim kavimden kurtardı.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Altıncı yıl Zilkaadesinde... Enes bin Malik:
-Birkaç kafir geldi, Allah’ın Resûlünün huzurlarında iman getirdiler. Dediler ki: "Ey Allah’ın Nebisi, biz şehir adamı değiliz, Medine'nin havasına dayanamayız; koyun ve sığır gütmekten başka bir şeye de aklımız ermez." Allah’ın Resûlünün Medine dışında güdülür birkaç devesi vardı. Emir buyurdular ve onlara, bu develerin sütüyle geçinmelerini söylediler. Onlar da, bu develerin bulunduğu yere gelince içlerindeki küfrü meydana çıkardılar. Çobanı öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Allah’ın Resûlü, bunların arkasından birkaç kişiyle Kürz bin Cabir Hazretlerini gönderdi. Sahabeler kafirlere yetişti ve onları tutup Allah Resûlünün huzurlarına çıkardı. Öldürdükleri çobanın gözlerine diken saplarını sokmuş olan bu kafirlere aynı muamele tatbik edildi. Kolları da kesildi ve böylece ölüme terk edildiler.


Aylık Dergisi Sayı: 18
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt