Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ehl-i Sünnet inancı (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Esselamü Aleyküm
Değerli kardeşlerim Mevla nasip ederse Ehl-i Sünnet vel cemaat inacı hakkında genel bililer aktarmaya çalışacağım.Bu bilgileri aktarmada Mehmed Zahid Kotku Ks. hocamızın kitaplarından yararlanacağım inşaAllah.


MUKADDİME

İman —herkesin bildiği gibi— bir itikad, bir inanç ve bir tasdikten ibarettir. Lâkin bütün ibadetlerin başı, kökü, esası ve temelidir; bu olmadıkça hiç bir ibadet sahih ve makbul olamaz. Temel olmadan bina yapmak mümkün olmadığı gibi, tarla olmadan bir şey ekmenin ve yetiştirmenin de mümkün olamayacağı apaşikârdır. Binâenaleyh, imanın mevkii her şeyden üstün ve her şeyden efdal ve a'lâdır. Onun için insanlar bir Allah ve bir mabud bulmak için nelere baş vurmamışlar, heykeller mi yapmamışlar, putlar mı icad etmemişler, bunların sayısı yüzleri de geçmiş; kimisi yaz mabudu, kimisi de kış mabudu, güzellik, mabudu, rahmet mabudu, gazab mabudu diye bir sürü ilâhlar yapmışlar ve bugün de hâlâ o putlara tapmakta oldukları görülegelmektedir. Peygamberimize peygamberlik geldikten sonra ve Mekke zabtedildiği zaman Kabe'de tam üçyüz altmış put vardı. Lat ve Uzza gibi büyük ve kıymetli putları da vardı. O zamanın cahil ve şâirleri bile, büyük küçük hepsi ve herkes bu putlara tapmaktaydılar. Mekke-i Mükerreme müslümanlar tarafından zabtedildiği zaman bunların hepsi kırılmış ve dökülmüş olarak parçalanıp atıldılar ve o zaman onlar da putlarının bir şeye yaramadığını görünce hepsi de müslüman oldular.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri de bunlara tapmanın hiçbir faydası olmadığını hakiki mabudun bu varlıkları ve bu varlıklar içerisinde sayısını ancak kendisinin bildiği bir çok çeşitli mahlûkları yaratanın Allahu Teâlâ olduğunu bildirmiştir. Bunların bir kısmı görünür ve bir kısmı da gözümüzün göremeyeceği kadar ufak fakat çok kuvvetli ve kudretli mahlûklardır ki, adına mikrop diyorlar. Bir kısmı da sırf ruhanî, görmek ve tutmak mümkün olmayan, çok büyük kuvvet ve kudrete malik olan meleklerdir ki bunların sayısını da yalnız Allah Teâlâ bilir.
İşte bizi yaratan ve rızıklarımızı veren ve bize akıl, zekâ ve irâdeyi, görüp konuşmayı, duyup anlamayı, yazıyı okumayı, okutmayı, bunca sanat ve hünerleri veren, göklerde uçmak, yerlerde envai çeşit makinalar icad etmek kabiliyyetini veren hep bu mülkün hakiki sahibi Allah'tır. Ve O Allah birdir, benzeri, eşi ve dengi yoktur; herkes ve her şey ona muhtaçtır. Güneşlerin, ayların, yıldızların halikı, mabudu hep o Allah'dır.
Denizlerden, göllerden suları havaya çekip bulut halinde istediği yerlere yağmurları, karları, doluları sevkeden yine hep o bir Allah'tır ve bunlar hep onun istediği şekilde cereyan eder, hiçbirisinin kendi başına bir irâdesi yoktur. Bütün bu görüp görmediğimiz mevcudat, hiçbirisi kendiliğinden olmuş değildir; bu zaten mümkün de değildir.
Her varlığı yaratan bir varlık sahibi vardır ki ona da müslümanlar Allah derler. Hatta her aklı olan —hristi-yan dahi olsa— bu varlıkların sahibi Allah'dır der. Fakat Allah'ı tanımak öyle kolay bir şey olmadığı için insanlar kendiliklerinden «Allah'dır» diye bir çok putları, heykelleri yapmışlar ve bunlara da hâlâ tapmaktadırlar.
İşte Cenâb-ı Hak bizlere olan sevgi ve muhabbetinden nâşi ve kendisini bizlere tanıtmak ve bildirmek için peygamberlerle birlikte bir de kitaplar göndermiştir ki kullarım öyle elleriyle yaptıkları putlara, heykellere değil mülkün hakikî sahibi olan, bir olan Allah'a tapsınlar, işte bu sebeble peygamberlere inanıp iman edenlere mü'min demişlerdir. Mü'min ile müslüman karın kardeşidir, dersem acaba beni ayıplar mısınız? Her ne kadar iman başka amel başka demişlerse de, meselâ: Bir adam, Allah Teâlâ'-nın birliğine, varlığına inanıp da kelime-i şehadeti getirip hemen hiçbir amel yapmadan oluverse yeri cennettir derler, çok da doğrudur. Fakat bu gibi hal nâdirattandır.
İman ile İslâm bir canla bir vücud gibidir; can olmayınca vücud olmaz, iman olmayınca müslümanlık olmaz, müslümanlık olmayınca da iman olmaz. Sen istersen kemaline masruftur de istersen evet de. Bu meselede fuka-ha-i kiram hazretleriyle muhaddisin hazeratırıın görüşleri her ne kadar ayrı ise de yazacağımız âyet-i kerime ve hadis-i şerifler inşaallah hepimizi aydınlatacaktır. İman ayrı bir nesnedir, amel ayrı bir nesnedir diyenler de doğru, iman ile amel birleşince mü'min olur diyenler de doğrudur.
Bir insan var ki sıhhatli, akıllı, işini, vazifesini güzelce yapar, kendi hayatını ve efrad-ı ailesini de güzel geçindirir (bu bir insandır). Sonra bir insan daha vardır ki sıhhati bozuk, aklı ve idraki kâfi değil hemen her gün hasta. Başkalarına faydasını bırak kendisi de hemen herkese zararlı, mütemadiyen etrafına mikrop saçar ve ölümünü beklemektedir. Siz, buna da, (tabiî, bu da) insandır, diyeceksiniz. Fakat varlığı - yokluğu müsavi, belki de zararlı. Bu iki insan şimdi hiç bir olur mu dersiniz?
Malûm ruh ayrı, ceset de ayrıdır. Fakat sahib-i kâinat olan Allah Teâlâ Hazretleri bunları bir vücutta cem' etmiş ve insan meydana gelmiştir. Halbuki ruh nûranîdir, âlem-i mülkten değil, lâhut âlemindendir. Manevî bir varlıktır. Ceset ise topraktan, maddeden teşekkül etmiştir ve bu âlemin malıdır. Ruha ölüm yoktur, ceset ise ölüme mahkûmdur. Neticede ise bu ikinin birleşmesiyle hayat kâim olduğu gibi, sıhhatli insanla sıhhatsız insanın da bir olmadığı cümlece malûmdur.
Öyle ise iman ayrıdır, benim kal'a gibi imanım var diye kurulma. Amel olmayınca sıhhatsız hasta gibi ölümünü bekleyen zavallıya benzemektense; sıhhatli, kudretli, hem kendisine hem de başkalarına faydası olan insan gibi olmağa bak ki beşeriyyet ve bahusus müslümanlar da senden istifade edebilsin. Öyle olunca imanını amelden ayırma ki Allah Teâlâ'nm da sevdiği bir kulu olasın. Amel —ki ibadetlerdir— bunları ne kadar güzel dürüst ve devamlı yaparsan imanın da o kadar kuvvetli, sağlam ve sarsılmaz olur.
Bugün görüyoruz ki bir çok insanlar menfaatları icabı hemen yön değiştirmektedirler. Akşam müslüman, sabahleyin küfre dönen ne kadar insan ararsın; bunların bir kısmı da hâlâ kendini müslüman sayar, çok acaib!
Fikir değişikliği —Allah korusun— hep iman za'fiyetinden ileri gelmektedir. Bugün insan dövme ve öldürme hadiseleri de yine ya tamamen imansızlığın veya çok zayıf bir imanın, amelsiz bir imanın mahsûlü olsa gerektir ki, müslüman bu gibi cinayetleri katiyyen irtikâb edemez. Çünkü müslümanlık tam bir hürriyet dinidir. Müslüman, kimseye ne eliyle ne de diliyle eza ve cefa edemez. Zira bu gibi çirkin hareketler müslümanlıkta yasaktır, haramdır.
Halbuki bugün müslümanım diyen ne kadar kişi var ki —hem de namaz kılanları da vardır— imanım da vardır der. Fakat hem içki içer, hem kumar oynar, hem zina eder, hırsızlık yapar, faizden kaçmaz ve korkmaz. Sonra da müslümanlığı kimseye' vermez.
Müslümanm en çok dikkat edeceği şeyse boğazı ve midesidir. Buraya haram şeyler ve lokmalar girerse artık o vücuttan hayır beklemek akılsızlıktır. Bakın bizim otomobillere aldığımız benzinlere: Eğer başka şeyler karıştırılıp verilse artık arabamız işler mi dersiniz. Bir araba ki yaktığı yağ uygun olmazsa işlemez oluyor. O halde bir kişi ki haramlardan ve günahlardan kaçmazsa onun da müslümanlığı işlemez, kuru bir adı vardır; dünyası da berbat âhireti de berbattır.
Kur'ân-ı Kerîm'in ilk sahifesinde: Kur'ân'a iman eden, namaz kılıp Allah Teâlâ'nm verdiği rızıktan başka muhtaçlara da veren ve her bakımdan yasak ve günahların her çeşidinden -p-büyük ve küçüğünden— kaçan kişilere hidayet edici olduğundan bahsedilir.
Öyle kuru iman değil, olgun ve kâmil bir iman lâzım. Bu da ancak ibadet ve tâatlara hem de ihlâsla birlikte devamla mümkündür. Nasıl ki vücutlarımız hergünkü yemek ve gıdaları almakla hem büyüyor, hem de kesb-i kuvvet buluyorsa, ruhun ve imanın da gelişmesi ve kesb-i kuvvet etmesi onun alacağı manevi ibadet ve tâatlara bağlıdır. Yemeyen, içmeyen vücutlar nasıl ölüme mahkûm ise, ibadet ve tâattan mahrum, inanç ve akideler —ki biz bunlara iman diyoruz— bir zaman sonra tabitayıla sönüp gider de insan farkına bile varamaz. Yine hiç şüphemiz yoktur ki, bu iman ile amel-i salihin devamı her bahtiyara nasib olmamaktadır.
însan gençliğinde başka bir gaflet içerisinde, tahsil devresinde başka bir gaflet... Ondan sonra evlenir, çoluk çocuk sahibi olup ev idaresi başına çöker, maişet derdi herkese ayrı ayrı tecellilerle geçer: Kimi kolay, kimi de çok zor ve ağır hizmetlerde yorularak kazanır. Bu sırada ibadet ve tâat ne kadar kıymetlidir, tarifi bile müşkildir. İşte bu yaşlarda aklı başında olup da ibadet ve tâatlara devam eden bahtiyarlara imrenmemek mümkün bile değildir. Bu, ya ailenin salâbet-i diniyye sahibi olup, daha küçüklük devrelerinden itibaren edilen dinî nasihat ve sohbetlerin tesiri veya Cenab-ı Hakk'm o kuluna bir lütuf ve ihsanıdır.
Bu çocukluk devrelerini hiç ihmâl etmemek lâzımdır, bu yaşlarda atılan dinî tohumlar zamanla gelişir, vakti gelince de çok güzel meyveler verir. Onun için sakın çocukları ihmal etmeyin, güzel güzel, tatlı tatlı nasihatları hikâye etmeniz hem çocuk için hem de sizler için çok faydalı olur. Malûm ya «kart ağaç eğilmez» derler. Binâenaleyh her şeyin vaktinde yapılması lâzımdır.
Bazı ihtiyarlık devrelerinde iman edenler veya ibadete dönenlerde lâyıkıyla muvaffakiyet görülememektedir, çünkü mevsimsiz ekilen tohuma benzerler. Sakın As-hab-ı kiramın haline benzetme. Onlar Resûlullahm sayesinde kemâle ulaşmışlardır. Çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin dikdiği kuru dalların bile hemen yeşerip meyve bile verdiklerini herhalde işitmişsinizdir. Bilâl-i Habeşî'nin hali malûmunuzdur...
İmam Şafiî Hazretlerinin mezhebine mensup bütün ulema imanın ziyadeliğinden ve noksanlığından bahsederler ki, çok haklıdırlar. Çünkü Kur'ân-ı Azimüşşan'da da aynı üslûb vardır. Zira Kur'ân-ı Azimüşşan tam yirmi üç senede nazil olmuştur. Hemen her gün yeni yeni âyetler, ahkâm nazil olmakta ve bir gün evvelkisine nazaran bir artış açık bir şekilde görülmektedir. Meselâ: İlk devirde nazil olan âyet-i kerimelerle 23 sene sonra nazil olan âyetler arasında çok artma vardır. Binaenaleyh ilk müslümanın hemen bir kelime-i şehâdetle iktifası ve bilâhare peyderpey namaz, oruç, hac, zekât ve cihad gibi mühim esaslar geldikçe hep imanlar artmakta idi. Vakta ki Kur'an tamam oldu, artık artacak bir şey kalmamıştır, yalnız za'f ve kuvvet vardır ki buna da kimse bir şey diyemez. Amel-i salihler, ibadet u tâatler, zikr ve teşbihler, Kur'ân okumak ve okutmak gibi ameller imanın kesb-i kuvvet etmesine başlıca yardımcıdırlar. Onun için imanı amelden ayırma.
Evet, iman başka, amel başka, âmenna. Lâkin can başka, ceset de başka. Amma ikisi birleşmedikçe hiç bir şey olmaz. Nasıl ki ölümle, can cesetten çıkınca o cesedi hemen mezarlığa götürüp toprağın içine atmaktayız. Çünkü artık işe yaramaz. Neden? Zira asıl olan ruh çıktı cesedin işi de bitti.
Öyle ise aziz ve muhterem kardeşim, imanım amelsiz bırakma ve bir de imanına zarar verecek olan günahlardan çok sakın. Zira günahların en büyük zararı kulu Rabbisinden uzak etmesidir. Cehennemdeki en büyük azab da kulun Halik'ından uzak kalmasıdır ki, bu azab Cehennemin ateşinden yüzbinlerce fazladır.
Halik'ın kuluna tecellisi olduğu yerin adı Cennettir. Cennetin Cennet oluşu da Hak Teâlâ'nm oradaki tecellisidir. Yoksa Cennetteki huriler, köşkler, saraylar, envai çeşit nimetler tecellî-i İlâhî'nin yanında çok ufak kalırlar. Bizim Cennet diye bayıldığımız o yer nefsânî ve şehvanî hayatların idâmesi için değil; şüphesiz o Halik-ı Zülce-lâl'in oradaki tecellisine mazhar olabilmek içindir. Cenâb-ı Hak cümle ümmet-i Muhammed'e ve bizlere de lütuf ve ihsan buyursun, âmin.
İşte bu dâr-ı dünya dediğimiz imtihan evi, bu tecel-li-i ilâhiyyenin vaki olacağı Cennet evini kazanabilmek içindir. Muvakkat ve çok çabuk geçici olan ömrümüzü, hayatımızı, zevk ü safa peşinde değil, sayısız nimetleri hem de bedava veren Allah Teâlâ'nm emirlerini dinleyip onun buyruğundan dışarı çıkmamak ve Resulü olan Peygamberimizin de aynı şekilde emirlerine uymak ve O'nun da sünnetinden zerre miktarı ayrılmamak şartıyla bu canım Cennet evini kazanıp o mülkün hakiki sahibi olan Hz. Allah'ı müşahede edip görebilmek devletine nail olmağa çalışmak en mühim ve dürüst bir yoldur. Bu devletin tadına, lezzetine doymak hiç mümkün olur mu? Dünyaya ve geçici lezzetlere aldanıp bu büyük, bulunmaz, eşsiz nimeti kaçırmak, zayi etmek hiçbir akıllı kimseye yakışmaz.
Yine büyükler diyor ki: Bir insanın kalbi olur da vücudu, cesedi olmazsa veya cesedi olur da kalbi olmazsa o kalb ve o ceset neye yarar? İşte tıpkı bunun gibi iman olur da amel olmazsa kalbi var amma, cesedi olmayan bir nesneye benzeyeceği tabiîdir.
Yine iman var amel yoksa; cesedi olup ta kalbi olmayan kişiye benzetilmiştir. Zira insanın insanlığının kalb ve cesedinin birleşmesinden hasıl olduğu herkesçe bilmen bir hakikat olduğu halde, hâlâ imanlarına amel-i salih ve ibâdât u tâatlan eklemeyen kimselere ne demek lâzım olduğunu artık sen söyle.
Zerre kadar imanı olan kimselerin de Cehennemde ebedî kalmayacakları yine hepimizin malûmudur. Binâenaleyh iman kadar kıymetli hiçbir nesne yoktur ve imansızlık kadar da kötü bir şey yoktur. İmanlının yeri Cennet, imansızın da yeri Cehennemdir,.
Bu dünya dâr-ı imtihandır, burada ne kadar yaşarsan yaşa, sonu ölüm! Ölüm ise mü'min için bir rahmet, bir lütuf ve bir ihsân-ı İlâhî'dir. Dinsiz ve imansız için de pek acı bir felâket ve pek büyük bir azabdır. Çünkü daha ölmeden o Cehennemdeki yerini görünce mahv u perişan olacaktır, öldükten sonra artık o azabtan hiç de kurtulacağı yoktur.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
İman eden mü'min ise: İmanını amel-i salih ve ibâdât u tâatla beraber yasaklardan, günahlardan koruduğu zaman o da önceden o Cennetteki o güzel yerini temaşa ederek sevinç ve sürûrlar içinde canını Mevlâsma teslim eder. Kabri de bir Cennet bahçesi gibi, güzellikler içerisinde, rahatlıklar içinde kıyamet gününü bekler.
Şimdi fırsat senin elinde, bu fırsat elinden gitmeden seçeceğin yeri iyi seç ve bu dünyaya iyi bak ki, kimseye kalmamıştır. Her gelen yolcu buradan geçmektedir. Yolların biri Cehenneme gider, ki imansızların, dinsizlerin, kâfirlerin, münafıkların, din düşmanlarının, Allah düşmanlarının, peygamber düşmanlarının, Kur'ân-ı Azimüş-şan düşmanlarının yoludur. Hiç sapmadan, hesap, mizan falan olmadan doğru Cehenneme atılırlar ki bu yol pek tehlikeli bir yoldur.
Hırsızlık, adam öldürmek, yol kesip soymak, can yakmak!. Allah Teâlâ'nm yasak ettiği günah yolları irtikâb etmek hep Cehennem yolcularının işidir...Mü'min ve müslim olan zat ise Allah Teâlâ'dan korkusundan nâşi ne hırsızlık yapabilir, ne yol kesip halkı soyar ne de bir cana kıyabilir. Bunlar her ne kadar kolay da olsa zor da olsa. İmanlı insan daima Allah'ın kendisinin bütün hareketlerini gördüğünü, bildiğini, işittiğini bilir de —kimse olmasa ve kimse de görmese— beni Allah'ım görüyor diyerek hiçbir fenalığı ve hiçbir günahı mûcib şeyleri yapamaz, ödü patlar, sevdiği mabudunu her şeyden fazla severek, O'nun hoşuna gitmeyecek hiçbir hareketi irtikâb edemez ve bilâkis mabudunun rızasını kazanabilmek için de canını da malını da her şeyini de onun yolunda feda etmekten zerre kadar kaçınmaz. Bunun içindir ki, insan en çok sevdiğinden korkar.
Şimdi iyi düşün: Bir yanda dinsiz, imansız, küfür içinde, âhirete, hesaba, mizana, Cennet ve Cehenneme inanmayan dinsiz kimse ve öbür yanda Allah korkusu ile içi dışı dolan, bütün insanların hayrına çalışan, kimseyi de incitmeyen, herkesin elinden, dilinden emin olduğu insan. Hangisini tercih edersin? Elbette en iyisi, en güzeli müslümanlık. Bunu bırakıp başka yol aramak doğrusu çok cahilliktir.
İmanın zıddı imansızlık, inanmamak. Buna da küfür denilmektedir ki tam manâsıyla gâvurluktur.

Dinsizler ki, Kur'ân-ı Azimüşşan onlara çok dehşetli hücumlarla onların çok acı âkibetlerini gayet güzel üslûb ile beyân etmektedir, onları yazmağa kalkışsak ne biter ve ne de tükenir. En iyisi Kur'ân-ı Azimüşşanı her zaman çok çok, tekrar tekrar okumaktır. Kimbilir ne kadar: «Gerçeği örtenler (küfredenler) ve yalanlayanlar» âyetlerine rast geleceksiniz ki Allah Teâlâ bu kâfirlerin ve hakkı inkârla yalan söyleyenlerin Cehennem ashabı olup orada ebedî kalacaklarını beyân buyurmaktadır. Bu da dinsizler için çek güzel bir ders ve ibrettir.
Ey zavallı! Sen Allah'ı nasıl inkâra kalkıyorsun. Senin aklın senin ihtiyacına bile kâfi gelmiyor, çok kere işinin bile içinden çıkamıyor ve şaşırıp kalıyorsun da sonra hiç düşünmeden Allah'ı inkâra kalkıyorsun. Sonra hiç de sıkılmadan: «Haydi çocuklar hep beraber Allah'dan bir şeyler isteyelim, bakalım varsa elbette verecektir, eğer istediklerimizi vermezse demek ki Allah yoktur,» diye hükmedersin. Şimdi bir de: «Falandan isteyelim bakalım çocuklar...» Tabiî çocuklar bu sözlerin nereye varacağını bilebilirler mi? O adam da onlara bir çok hediyeler vererek sevindirince: «Bakınız var olan nasıl verdi,» diye yavrularımızı şaşırtan budalalara ne deniek lâzım bilemem!
İnsan kendi hilkatini ne çabuk unuttu da şimdi inkâr yollarına kalkıyor. Halbuki insanın yaradılışmdaki incelikleri, maddi ve manevî kuvvetlerin birleşmesini ve insanın meydana gelmesini, sonra anadaki sütü düşün bakalım, bunlar nereden gelip nereye gider? Yediğimiz nesnelerin nasıl kana çevrildiğini, sonra insanın muayyen yerinde saklanan insan tohumunun meniye nasıl çevrildiğini acaba hiç düşündün mü? Sonra insan vücudunu tedrici bir surette nasıl kemâle ulaştırdı. Bugün bizleri hayretlere düşüren sanatları meydana getirmeleri, göklerde uçuşumuz, ay'a gidip gelme, telefon, telgraf, televizyon gibi sanatları yapan hep bu ufacık sudan, meniden olan şu insanoğlunun yaptıklarına bak! Bu kadar kuvvet, kudret ve zekâyı ona veren saltanat-ı kâmile ve mülkün hakiki sahibi Allah'tır. O tek, bir, eşi, dengi, benzeri olmayan, kimseden doğmayıp doğurmayan yani anaya ve babaya muhtaç olmadığı gibi hanıma ve çocuklara da ihtiyacı olmayan Allah'dır. Herkes ve her şey ona muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Görüp - görmediğin, bilip - bilmediğin bütün varlıkların sahibi, halikı, mucidi, hep o bir Allah'dır. Bir şeyi yaratırken onun sebeplerini ihtiyacını muhtaç olacağı her şeyi de yaratan Mürebbi-i Rabbi'l-Âlemîndir.
Bu insan ve mevcudatın yaratılmasından evvel kâinatta yaratılmış hiçbir şey yoktu. Ay, güneş, yıldızlar, yer, gök, dağlar, ormanlar, sular, dereler, nehirler, göller, denizler hep sonradan yaratılmış ve bu insanoğlunun yeryüzündeki saltanatını temin edip bu nimetlerin Allah Teâ-lâ'dan olduğunu bilsinler. O'na iman edip inansınlar, bu nimetlere şükürler edip imanlarını artırsınlar, kuvvetlendirsinler, Allah'a tam manâsıyla bağlanıp emrinden dışarı çıkmasınlar, bu suretle bu imtihan evinden tam numara alarak âhiret evine göçsünler ve orada da kendilerine hazırlanan sayısız, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatırlardan bile geçmeyen nimetlere ve bu nimetlerin üstünü O zatı ecelli a'lâyı müşahede şeref, saltanat ve”devletine mazhar olsunlar ve ebediyyen ölümsüz bir hayata da nail olsunlar diye yaratılmıştır.
Şimdi ne kadar acı ve ne kadar kötü bir bedbahtlık ki bu fırsat ve devleti, saadeti, selâmeti şu kısacık ömrünü fâni olan bu âlemin zevk ü safasına kaptırıp envai çeşit günahları da irtikâb ile hem dünya sıhhatini berbad eder hem de o âhirette namütenahi devletleri, saltanatları kaçırırsın. Bir de bunların yerine nimetlerin kadr ü kıymetini bilmeyenler için, Allah tanımaz, peygamber tanımaz, kitap tanımaz zavallılar için hazırlanan Cehennem evine atılmaları acıların en acısı, felâketlerin de en felâketlisi. Zira insanoğluna verilen nimet çok büyük. Bu nimet hiçbir mahlûka verilmemiştir. Binâenaleyh bu nimeti zayi etmenin cezası da muhakkak çok ağır ve çok da acı olacaktır. Onun için bunlara verilecek azabın şiddetini Cenâb-ı Hak bizlere haber verip: «azabu'n-azîm, aza-bu'n-şedîd, azabu'n-elîm» gibi ibarelerle bizleri uyarmaktadır. Bir de, bunların arkasından o azâb muvakkat değil, bitecek değil, «ebedî kalıcılar olarak» diye kurtulma ümitlerini de kesmiştir. Şimdi bundan daha acı ne olabilir. Ey aziz kardeş! Şimdi sen hangisini tercih edersin? İşte yol apaçık: İmanlılara Cennet, imansızlara da Cehennem. Bu imansızların adına kâfir denilmektedir.
Kur'ân-ı Azimüşşanda küfre tealluk eden âyetlerin adedini bilmek için Kur'ân-ı Kerîm'i çok okumak gerektir. Hemen hiç bir sayfa yoktur ki orada küfrün fenalığı zikredilmesin. Kur'an'da olduğu gibi bizler de hep dualarımızda bile: «Kâfirlere karşı bize yardım et» der ve Cenâb-ı Hakk'tan kâfirler zümresine karşı yardım isteriz. Hemen her müslümanın da bildiği bir de Sûre-i Kâfirûn vardır.
Ve bizler: «Ey kâfirler iyi biliniz ki ben sizin ibadet ettiğiniz putlara ibadet etmem» mealindeki âyetin mânâsını herhalde iyi anlarız. Onların hiçbir hareketi bizler için makbul ve memduh değildir.
İbadette uymayız da başka şeylerde uyacak mıyız? Asla! Çünkü Fatiha-i Şerifenin son âyetinde çok açık olarak ilân ediyoruz ki: Yolumuz ancak Peygamberimizin ve Peygamberimizin yolunda gidenlerin yolu olup İslâm'dan hariç ne yahudi ve ne de nasara yani bilumum hristiyan-ların yollarını istemediğimizi her gün en aşağı kırk defa Cenâb-ı Hakk'dan niyaz edip istemekteyiz. Lâkin maalesef hemen hemen bütün âdet ve an'anelerimizi medeniyet sözü altmda onlara benzetmekte olduğumuz da pek aşikardır.
Evvelâ en basit olan yemek âdetimizi unuttuk. Artık medeniyyet devri diye masalar, ayrı tabaklar, yemek taşıma servis arabaları. Sonra ne yemekten önce ve ne de yemekten sonra el yıkamak âdeti hemen hemen kalkmış gibi. Hele besmele-i şerifle başlayıp yemekten sonra bir şükran duası —bilmem ki— acaba kaç müslümanın evinde yapılmaktadır? Sonra ev, gerek yapısı bakımından ve gerekse tanzim bakımından belki bir çok Avrupa âdetlerini de geride bırakacak şekilde. Masraflar, süsler, avizeler, heykeller, içki tertibat ve tezyinatı... Doğrusu hiç bir müs-lüman evine yakışmayacak şekilde, evlerde ne misafir odası ve yatacak yeri, ne haremlik ve selâmlık denilen erkek ve kadınların yerleri ayrı. Daha acısı hanımefendilerimizin bilâperva açık ve pek de süslü oldukları halde misafirlere çıkıp hizmet etmesi, çay, kahve ve meyveler ikram etmeleri... Bunlar bizde İslâmî ruhun da kalmamış olduğuna alâmet değil midir?
Bazı evlerde hanımefendilerin başlarında bir örtü bulunmaktaysa da bu da bir ma'nâ ifade etmese gerektir. Zira matlub olan kadının erkeklerle olan münasebetini kesmektir ve bu münasebet baki oldukça evlerde geçim ve huzur çok zor ve müşkül olur. Çünkü kadın sıcakta eriyen bir kar gibidir. Sakın bu sözü yabana atma, bu söz benim değil, kitaplarda nakledilmiş, büyük kimselerin sözleridir.
Şimdi ise zaten kaç-göç çoktan kalkmıştır. İster manto giy ister çarşaf, istersen bir de peçe ile yüzünü, gözünü de kapa, elinde de eldivenlerin olsun. Bir kadın ki sokak sokak, ev ev gezmeğe alışmıştır. Taksilerin, otobüslerin hali malûm. Kendi araban dahi olsa para etmez vesselam. Bugünkü cemiyetin hali malûm.
Allah cümle ümmet-i Muhammedin yardımcısı olsun. Âmin.
Eğer bir de giyim tarzımızı ele alacak olursak çok fecî. Evvelâ o kıravat bilmem nereden geldi, o frenk gömlekleri, o daracık pantolonlarla potin denilen medeniyet ayakkabısı nereden çıktı? Bir de evlerimize ayakkabılarla girmemiz yok mu ya, doğrusu hiç afvedilecek bir şey değil, hele o sigara faslı da ayrıca bir dert, hem sıhhatı-mıza hem de kesemize vurduğu darbeyi anlamamak kadar gariplik olamaz.
Bunlar medeniyyet diye içimize girmiş kanımızı, iliğimizi soran birer âfet. Fakat alışkanlık ve taklitçilik çok fena bir âdettir.
İyi düşünecek olursak maddî ve manevî bütün varlığımız birer birer elimizden gitmektedir. Sana en kısa bir misâl: Bu kâğıt paralar çıktığı zaman bir yüz liralık kâğıt para ile yüzsekiz kuruş olan sarı altın müsavi idi. Bak bugün ne hale geldi. Bir sarı altın bin liradan fazlaymış. Bu paraların kıymetinin neden düştüğünü hiç hesaba katanımız var mı?
Dün, Arabistan'a giden bir hacı efendi oranın bir lirasma bir lira veriyordu. Bugün ise bir lirası altı veya yedi hatta sekize kadar satılıp alınmakta. Bu gidişle hacca gitmek de kimbilir ne kadar müşkün olacak. Cenâb-ı Hak muinimiz olsun. Âmin.
Bir bakımdan hacca gitmenin, hacı olmanın pek kolay olduğu anlaşılmıştır. Evvelce hacı olabilmek için çok duâ eder ve gayret gösterirdik. Para olunca hepsi kolay oluyor. Fakat asıl mühim olan şey insanın insanlığı, olgunluğu ve kâmilliğidir. Bu da öyle kolayca ele geçmiyor. Paralarla hacılık kolay oluyor amma, insanlığa en çok engel olan da o paradır. Varlık, benlik, onur, kibir, büyüklük, gurur, hırs, şehvet, şöhret. Hele, gazab, kin, haset yok mu insanı berbâd ve perişan eder.
Mamafih bu huylar fakir kimselerde de olur amma, fakirlik onun boynunu bükmüştür. Ekmek derdi, ev derdi, kışın odun, kömür derdi. Zavallı çocukların üst başları ve okul dertleri ona yetip artmaktadır. Halbuki insanlık denilen nimet İslâm'ın medhettiği güzel ahlâklardır ki bunların tahsili öyle para kazanmak gibi kolay değildir. Evvelâ kuvvetli bir imanla ibâdet ü tâatlara fazlasıyla devam, dinî bilgilere vâkıf olmak ve bir de çile denilen uzletlere, halvetlere erbabının huzurunda devamla beraber gece - gündüz ve bütün ibadetlerin arkasından hem de ağlaya sızlaya Hak'dan bu güzel huyları istemek lâzım. Bu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnet-i seniyye-sine tam manâsıyla uymağa çalışmakla gerçekleşir. Peygamberimizin yoluna dönmedikçe bunların hiçbirisine ulaşmak mümkün değildir.
İster zengin, ister fakir, ister âlim, ister câhil hepimize en kısa ve en güzel yol bu Peygamberimizin yolu ve ahlâkıdır. Cenâb-ı Hak cümlemize nasib buyursun. Âmin.Şimdi biraz da mevzumuz olan iman dersimize dönelim: Bundan evvel İmam Şafiî hazretlerinin mezhebine tâbi olan ulemânın görüşlerini, bahusus Ebu Talib-i Mek-ki Hazretlerinin «Kûtu'l-kulûb» adlı kitabının ikinci kısmında çok geniş malûmat verilmektedir ki onların bir kısmını gücümüz nisbetinde yazmağa çalıştım. Bundan sonra biraz da bizim imamımız îmam A'zam Hazretlerinin «Fıkh-ı Ekber»'inden ve bir de: «Emâli» ile «Ramazan Efendi» adlı kitaplardaki iman hakkındaki görüşleri yazmağa çalışacağım.Muvaffakyet Allah'tan.
Mehmed Zahid Koktu ks.
 

__henza__

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Mar 2010
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Tüm hayatı müminler için güzel bir örnek oluşturan Peygamberimiz (sav) yalnızca birkaçına yer verdiğimiz bu üstün ahlak özellikleri ile, müminlerin üzerlerinden yüklerini almış, Kuran ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini bizzat kendi yaşantısı ile göstererek onlara cennete giden kurtuluş yolunu açmıştır. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Kuran-ı Kerim’den sonra müminlere bıraktığı en değerli miras Kuran ahlakını yaşama konusundaki titizliğidir. Kendi yaşantısı ile örnek olan Peygamberimiz (sav)’in yaptıklarına uyan müminler de Allah’ın izniyle kurtuluş yollarına ulaşırlar. Konuyla ilgili bir Kuran ayeti şöyledir:

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”” (Al-i İmran Suresi, 31)

Unutulmamalıdır ki; Peygamberimiz (sav)'in takipçisi olan ve bu değerli mirası devralan müminlerin de, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve ihlaslı çabaları ile örnek olmaları hem de diğer insanlara tebliğ yaparak onları Kuran ahlakına davet etmeleri gerekir. Böyle bir tavır üstünlüğü gösterildiği takdirde Allah Peygamberimiz (sav)'e nasıl yardım ettiyse, ona destek olanlara da yardım edecek ve yollarını açarak, onlara umulmadık başarılar verecektir. (Maide Suresi, 56) En önemlisi de Peygamber Efendimiz (sav)'in ahlakını örnek alarak, Rabbimiz’in rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmeyi umut etmek mümkün olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" hadis-i şerifinde bu gerçeğe açıkça dikkat çekerek müminler için güzel ahlakın önemini vurgulamıştır.

Peygamber Efendimiz (sav) sünnetine uyanları şu şekilde müjdelemektedir:

"Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir." (Tirmizi)

“Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa Suresi, 80)

Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti Hakkında İslam Alimlerinin Görüşleri

“Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira ahirette cennete giren, dünyada sünnete sarılan kurtulur." (Tefsiru Kurtubi, xıı, 365)

İmam Malik de sünneti Nuh Aleyhisselamın gemisine benzetmiş ve "Kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur" demiştir. (Süyuti, Miftahu'l Cenne, s. 53-54)


Allah razı olsun....
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Selamun Aleyküm gönüldaşım YUSUF...
Bir solukta baştan aşağıya okuyup bitirdim..
Sabırsızlıkla devamını bekleriz inşaALLAH...
Allahcc tesirli eylesin...
Allahcc dostları kısa yoldan menzile ulaştırırlar,tekki taliplisi olsun,samimi olsun...
Allahcc samimi talebelerden eylesin bizleri inşaALLAH...
Rabbimize emanetimsin...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
Besmele...Selam...Dua...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Tüm hayatı müminler için güzel bir örnek oluşturan Peygamberimiz (sav) yalnızca birkaçına yer verdiğimiz bu üstün ahlak özellikleri ile, müminlerin üzerlerinden yüklerini almış, Kuran ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini bizzat kendi yaşantısı ile göstererek onlara cennete giden kurtuluş yolunu açmıştır. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Kuran-ı Kerim’den sonra müminlere bıraktığı en değerli miras Kuran ahlakını yaşama konusundaki titizliğidir. Kendi yaşantısı ile örnek olan Peygamberimiz (sav)’in yaptıklarına uyan müminler de Allah’ın izniyle kurtuluş yollarına ulaşırlar. Konuyla ilgili bir Kuran ayeti şöyledir:

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”” (Al-i İmran Suresi, 31)

Unutulmamalıdır ki; Peygamberimiz (sav)'in takipçisi olan ve bu değerli mirası devralan müminlerin de, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve ihlaslı çabaları ile örnek olmaları hem de diğer insanlara tebliğ yaparak onları Kuran ahlakına davet etmeleri gerekir. Böyle bir tavır üstünlüğü gösterildiği takdirde Allah Peygamberimiz (sav)'e nasıl yardım ettiyse, ona destek olanlara da yardım edecek ve yollarını açarak, onlara umulmadık başarılar verecektir. (Maide Suresi, 56) En önemlisi de Peygamber Efendimiz (sav)'in ahlakını örnek alarak, Rabbimiz’in rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmeyi umut etmek mümkün olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" hadis-i şerifinde bu gerçeğe açıkça dikkat çekerek müminler için güzel ahlakın önemini vurgulamıştır.

Peygamber Efendimiz (sav) sünnetine uyanları şu şekilde müjdelemektedir:

"Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir." (Tirmizi)

“Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa Suresi, 80)

Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti Hakkında İslam Alimlerinin Görüşleri

“Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira ahirette cennete giren, dünyada sünnete sarılan kurtulur." (Tefsiru Kurtubi, xıı, 365)

İmam Malik de sünneti Nuh Aleyhisselamın gemisine benzetmiş ve "Kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur" demiştir. (Süyuti, Miftahu'l Cenne, s. 53-54)


Allah razı olsun....

Değerli katkılarınızdan dolayı Mevlam sizlerdende razı olsun
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Selamun Aleyküm gönüldaşım YUSUF...
Bir solukta baştan aşağıya okuyup bitirdim..
Sabırsızlıkla devamını bekleriz inşaALLAH...
Allahcc tesirli eylesin...
Allahcc dostları kısa yoldan menzile ulaştırırlar,tekki taliplisi olsun,samimi olsun...
Allahcc samimi talebelerden eylesin bizleri inşaALLAH...
Rabbimize emanetimsin...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
Besmele...Selam...Dua...

Ve Aleyküm Selam mürmüdük abi
Mevlam bizleri Ehli sünnet inancından ayırmasın inşaAllah
Selam ve dua ile
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yolu tarîk-ı müstakîm'dir. Şöyle ki:
Musa Aleyhisselâmın kavmi yetmişbir fırkaya ayrılmış; yetmiş dalâlette olup helak olmuşlar. Ancak bir fırka kurtulmuştur.
İsa Aleyhisselâmın kavmi yetmişiki fırkaya ayrılmış; yetmişbiri dalâlette olup helak olmuş. Bir fırkası necat bulmuştur.
Peygamberimizin ümmeti de yetmişüç fırkaya bölünmüş; yetmişiki fırka dalâlette olup helak olmuş. Ancak ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebi selâmette kalıp necat bulmuştur. Buna da «Sevâd-ı a'zam» derler. Binâenaleyh bu ehl-i sünnet cemaatından zerre kadar ayrılan kimse İslâm'ı boynundan çıkarmıştır, yani İslâmiyetten uzaklaşmıştır.
Bu ehl-i sünnet akidesi şu aşağı doğru sıralanan altmışiki haslet inanç üzere oldukları beyan buyurulmuştur. Şöyle ki:

1. MESELE:
Evvelâ imanından şek ve şüphe etmez.

İnşallah ben mü'minim demez de belki, ben hakka mü'minim, der. Zira insanlar üç kısımdır:
a) Mü'min.
b) Münafık.
c) Kâfir.
Dördüncüsü yoktur. Binâenaleyh inanç sahipleri hakka mü'mindir. Mü'min olmayana yani imansıza kâfir denildiği gibi, imanlı kimseye de Mü'min denir. Abdullah b. Abbas'dan böyle rivayet edilmiştir.

2. MESELE:
Cemaat-i müslimîn'e muhalefet etmemektir.

İbn-i Abbas'dan vaki rivayette Allah rızası için cemaatla yapılan ibâdâtta isabet olduğu takdirde Allah Teâlâ onu kabul eder. Eğer hata ederse onu da mağfiret eder. Fakat cemaattan ayrılıp yalnız başına yaptığı ibadetleri hem kabul olmaz ve hem hata ederse yerini Cehennemde hazırlasın.
Cenâb-ı Peygamber Efendimiz cemaatı muhafaza buyurmuşlar ve halka cemaatın muhafazasını emretmişlerdir. Binâenaleyh cemaat-i müslimin'in muhafazası sünnettir, riayet etmeyenlere bid'atcı denir.

3. MESELE:
Her iyi veya facirin arkasında namaz kılmayı hak görmelidir.


Rafiziler gibi olma. Çünkü onlar herkesin arkasında namaz kılmazlar.
Mahmud Eş-Şâmî ölürken ashabına diyor ki: «Ben, şu dört şeyi sizlere söylememiştim. O hadisleri şimdi söylüyorum. Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
a) Ehl-i kıble'yi —her ne kadar büyük günah işleseler de— tekfir etmeyiniz, gavur oldu demeyiniz.
b) Her ölen kişiye cenaze namazı kılınız.
c) Her imamın arkasında namaz kılınız.
d) Her emirle cihad ediniz.»
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
4. MESELE:
Mü'mine lâyıktır ki ehl-i kıble'den hiçbir kimseyi günahından nâşi tekfir etmeye, o günaha helâl demedikçe.

Kâfir her ne kadar hayır amel işlese de iman etmedikçe ona faydası olmadığı gibi, mü'min de ne kadar büyük veya küçük günahları işlese de bu günahlar helâldir diye itikad etmedikçe kâfir olmaz. Fakat şuna da dikkat etmeli ki günahların her birisi gönlü karartan birer âfettir, çok sakınmak gerektir. Yalnız mü'min günahından nâşi tekfir olunmaz. Bak Âdem Aleyhisselâmı Cennetteki men olunan ağaçtan yeyip Cennetten çıkarken Allah Te-âlâ ona: «Âdem âsî oldu» dedi, kâfir oldu demedi. Mü'-minlerin de günahkârlarına:
— «Ey iman edenler tevbe ediniz» dedf. Demek ki günah ilşemekle kâfir olmazmış. Yoksa ey kâfirler derdi.
Altmış kadar sahabî'den —hem de Bedir harbine iştirak edenlerden— rivayet edilen şu yedi şeye dikkat ediniz. Zira bunlar sünen-i Hüdâdır.
a) Cemaattan katiyyen ayrılmayınız, cemaattan ayrılmayınız, çıkmaymız. Cemaattan ayrılan cemaattan çıkar. «Yalnız kalan koyunu kurt yer» derler.
b) Ehl-i kıbleye küfr, şirk ve münafıklıkla şehâdet etmeyiniz ve bunların iç âlemini Hakk'a bırakınız.
c) Ehl-i kıbleden ölen herkesin cenaze namazını kılınız, beş vakit namazı ve cumayı bırakmayınız.
ç) Her iyi ve racirin arkasında namaz kılınız.
d) Her emirle yani kumandanla düşmana karşı mü-cahede ediniz.
e) Emirlerinize, imamlarınıza kılıç çekmeyiniz, her ne kadar sizlere eza ve cefa ederlerse de.
f) Bütün heva ve arzularınızdan uzak olunuz.

5. MESELE:
Her cenaze —büyük ve küçük olsun-kılınız.

İster iyi ister fâcir olsun cenaze namazını kılınız.

6. MESELE:
Her mü'min iyi bilmelidir ki hayır ve şer Allah'tandır ve haktır.

Zira Cibril Aleyhisselâm iman hadisinin sonunda şöyle demiştir :
«Şüphesiz ki, kaderin hayrı da, şerri de Allahtandır.»
Kaza-yı İlâhî'yi inkâr, küfürdür. Kaderiyye mezhebi kaza-yı İlâhiyye'yi inkâr ederler.
Cebriyye mezhebi ise, kaza-yı İlâhîyye'ye itimatla kulluk fiilini yani ibadetleri terk ederler.
Ehl-i iman ise, inkâr ve itimad etmeyip ibadetten geri kalmaz. Mü'min der ki: Hayır ve şer benden sâdır olmuştur, fakat hayır ve şerrin takdiri Allah'tandır.
İbn-i Abbas'tan vaki rivayette Cenâb-ı Hak Hadîs-i Kudsîde buyuruyor ki:
«Ben, hayrı ve şerri yarattım. Müjdeler olsun o kimseye ki hayırları onun elinde yarattım. Yazıklar olsun o kimseye ki şerri de onun elinde yarattım.»
Binâenaleyh kul, ibadetleri ve hayırları işlediği zaman bunun Allah'ın takdiriyle olduğunu bilip şükrederse Allah'ın nimetlerine fazlasıyla nail olur. Kusur, kabahat ve günahları işlediği vakit bu da: Allah Teâlâ'nm razı olmadığı bir kaderidir diye inanip hemen tevbe etmelidir.

7. MESELE:
Haksız yere hiçbir mü'minin üzerine silahla, kılıçla çıkmaya.

Zira Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri: «Katil ve maktul Cehennemdedir» buyurmuşlardır. Çünkü ikisi de birbirini öldürmeyi kasdetmişlerdir.
Bir mü'min bir mü'mini hataen öldürürse ona diyet verir, kefaret yapar. Fakat mü'mini kasden öldürürse bununla gâvur olmaz. Fakat çok hem de çok büyük bir günahı irtikâb etmiştir.
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
31
Cemaattan katiyyen ayrılmayınız, cemaattan ayrılmayınız, çıkmaymız. Cemaattan ayrılan cemaattan çıkar. «Yalnız kalan koyunu kurt yer» derler.
cemaatlerle insan kendini o güzel insanların içinde buluyor ve ibadetlerini yapaması daha kolay ve devamlı oluyor.
gerçektende bu zamanda insanların, dini kafasına göre yorumlayıp yanlışlıklara sapması çok kolay olurken,bunları doğru yolda tutan sebeplerden biri de bu cemaatler...
Allah razı olsun .gerçekten çok güzel bilgiler.

 

bir_umut

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2009
Mesajlar
2,564
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
42
Allah razı olsun yusuf kardeşim..fevkalade bir konu;)
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Cemaattan katiyyen ayrılmayınız, cemaattan ayrılmayınız, çıkmaymız. Cemaattan ayrılan cemaattan çıkar. «Yalnız kalan koyunu kurt yer» derler.
cemaatlerle insan kendini o güzel insanların içinde buluyor ve ibadetlerini yapaması daha kolay ve devamlı oluyor.
gerçektende bu zamanda insanların, dini kafasına göre yorumlayıp yanlışlıklara sapması çok kolay olurken,bunları doğru yolda tutan sebeplerden biri de bu cemaatler...
Allah razı olsun .gerçekten çok güzel bilgiler.

Allah razı olsun yusuf kardeşim..fevkalade bir konu;)

Mevlam cümlemizden razı olsun, Ehl-i Sünnet yolundan bizleri ayırmasın inşaAllah değerli kardeşlerim.
Baki Selamlar
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
8. MESELE:
Mestlere meshetmek haktır.

Mukim olan bir gün bir gece mestini çıkarmadan abdest alır ve ayaklarına mesheder. Misafir kim olursa olsun üç gün üç gece meshedebilir. Zaruret zamanında müddet kalkar, zaruret bitinceye kadar mesh edebilir. Çıplak ayağa mesh caiz değildir, bunu ancak Râfızîler yapar.

9. MESELE:
Emirlerin arkasında cuma ve bayram namazları haktır.

Zira sultanların kulakları kesik dahi olsa onlara itaat farzdır demişler ve onlara isyan caiz değildir. Adalet ederse sevaba erişir, zulmederse vebali, günahı kendine olur.

10. MESELE:
iman, kullara Allah'ın atâsıdır.
Böyle demek haktır. Çünkü imanı Allah Teâlâ fazlı ve rahmeti ile kullarından istediğine verir.

İnsan dememelidir ki «Allah bana versin de ben de iman edeyim!» Bu söz Cebriyye mezhebinin sözüdür, çok sakınmalıdır.
«Bu iman hep benimle olmuştur, yani arzu ve dilek benimdir. Binâenaleyh burada atâ ve ihsan-i İlâhî yoktur» sözü de Kaderiyye mezhebinin sözüdür. Bundan da çok sakınmalıdır. En güzeli imamımızın dediği gibi, «İman Allah Teâlâ'nın atâsıdır, fazl u kerem ve ihsanıyla lütfetmiştir.»
Mevzu ile alâkalı âyet-i kerimeler pek çoktur. Allah Teâlâ buyurdu:
«İşte bu Allah'ın fazlıdır. Bunu dilediği kimseye verir ve Allah pek büyük fazl sahibidir.»
İmandaki ikrar, yani kalb ile tasdik, dil ile ikrar kulun fiili olmakla mahlûktur. Fakat imana tevfîk, yani kula ikrar kabiliyyetini veren Allah'tır. Bu da (yani bu kabiliyyetin verilişi de) mahlûk değildir. Allah Teâlâ'nın sıfatları gayri mahlûk, kulun sıfatları ise mahlûktur. Marifet kuldan, ta'rîf ise Allah'tandır. Kulun bütün sıfatları mahlûk, Allah'ın bütün sıfatları da gayr-ı mahlûktur vesselam.
Kur'ân da öyle değil mi? Kulun okuması mahlûktur, fakat Kur'ân-ı Kerîm'in kendisi gayri mahlûktur. Lâ ilahe illallah kelimesi de Kur'ân'dadır.

11. MESELE:
Mü'mine lâyık olan şöyle inanmasıdır: Kulun bütün fiilleri mahlûktur. Allah Teâlâ'nın ise ef'âl ve sıfatları gayr-i mahlûktur.

Çünkü ibadın bütün harekâtı dâim, baki ve kadim değildir, bugün varsa yarın yoktur, o kuvvet ve harekâtı veren Allah Teâlâ'dır. Namaz, oruç, zekât, hac kulun fiilidir. Lâkin bunu yapmağa kudreti veren Allah'tır. Nitekim Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Halbuki yaratmıştır.»
sizi de, yapageldiğiniz şeyleri de Allah Kul, fiilinin halikı değildir/ Bakınız: Ağzı kapamadan dudaklarınız birleşmeden bir mim harfini bile söylemek kulun elinden gelmez. Var gerisini sen kıyas eyle!..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
12. MESELE:
Mü'mine yakışan ve bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki: Allah Teâlâ'nın kelâmı olan Kur'ân-ı Kerim mahlûk değildir.

Çünkü Kur'ân kelâmullahtır, Allah Teâlâ'nın sıfatıdır. Allah Teâlâ'nın sıfatları da gayr-i mahlûktur, yani mahlûk değildir, sonradan olma değildir, ezelîdir, ebedîdir. Mahlûk olan bizim okumamızdır. Her kim Kur'ân mahlûktur derse kâfir olur. İmam A'zam hazretlerinin görüşü de böyledir.
Hz. Ömer'in oğlundan gelen rivayette hulâseten: «Kur'ân'a mahlûk diyen bir kavme rast gelirseniz onlarla oturmayınız ve onlarla mücadele de etmeyiniz. Çünkü onlar, Allah-ı Azimüşşan'a kâfirdirler. Cennete giremez ve Cennetin kokusunu da duyamazlar. Onların misâli: Nasara (hristiyanlar) gibidirler, ki onlar İsa Aleyhisselâmın ölüleri dirilttiğini görünce ona Allah dediler. Halbuki o diriltme Allah Teâlâ'nm işidir.»
Âdem aleyhisselâmdan beri gönderilen semavî kitaplardan yüzü suhuf, dördü de büyük kitaplardır. 10 sayfa I Hz. Adem Aleyhisselâma, 50 sayfa Şit Aleyhisselâm'a, 30 sayfa İdris Aleyhisselâm'a, 10 sayfa İbrahim Aleyhisselâm'a, gönderilmiştir ki hepsi 100 eder.
Tevrat Musa Aleyhisselâm'a, İncil İsa Aleyhisselâm'a, Zebur Davud Aleyhisselâm'a, Kur'ân da bizim Peygamberimize gönderilmiştir ki hepsi kelâmullahtır ve O'nun sıfatıdır, gayr-ı mahlûktur. Her kim bunlardan bir kelimesine mahlûk derse kâfirdir ve bunlara Cühemi mutezilî derler. Cenâb-ı Hak bu gibi hatalardan hepimizi muhafaza buyursun.
Bilmem dikkat ettiniz mi? Bir mü'min ne kadar günah işlese ve hatta adam öldürse —helâl demedikçe— gâvur olmaz da, Allah'ın kelâmına mahlûk deyince gâvur olur. Bak, itikad meseleleri ne kadar mühim. İmam Ahmed bu hususta bütün ümmet-i Muhammed'e canlı bir örnektir. O kadar sopa yediği halde hiçbir türlü Kur'ân mahlûktur dememiştir. Allah ona, engin rahmetinden versin.

13. MESELE:
Mü'mine lâyık olan, azab-ı kabri hak görmektir.

Zira kabir azabını inkâr eden dâll ve bid'at sahibidir, Mu'tezile mezhebine mensuptur. Ehl-i sünnet onları kabul etmezler. Zira kabir ya Cennet bahçesidir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Her kim sûre-i Mülkü yani Tebâreke sûresini her gece okursa Allah Teâlâ ondan kabir azabını kaldırır.
Kur'ân-ı Kerîm'de Tâha sûresinin 124. âyetinde zikr olunan: «Dar bir geçim» kabir azabına işarettir denilmiştir.

14. MESELE:
Kabirde münkereyn meleklerinin sorgusu da haktır.

Zira sual-i münkereyni inkâr eden, Kaderiyye mezhebine mensuptur ki dâll ve mudill'dirler.
Meyyit, kabrine konulduğu zaman gözleri gök renginde iki siyah melek gelip sorarlar:
— Sen hayatında kimi Allah tanıdın, Rabbin kimdir, Peygamberin kimdir, hangi dindensin, kitabın hangi kitaptır, kıblen nedir, neresidir? diye sorarlar.
Bunlara cevap, tabii ki dünyadaki haline göredir. Allah'a yönelmeyen, Peygamberi tanımayan veya sünnetine uymayan, dinine karşı saygılı olmayan, vazifesini yapmayan, kitabıyla amel etmeyen, dünyada iken kıbleye dönmeyen ve vakti varken onu ziyaret etmeyen acaba o gün ne diyecektir?
îyi bilmelidir ki, ölüler, dirilerin duasından, sadaka ve haclarından faydalanırlar.
Her kim inkâr ederse ona mu'tezile denir, bid'at sahibidir. Mü'min olarak ölen ana ve babaya yapılacak dualar, sadakalar, hayırlar, haclar onlara erişir. Onlara her zaman Kur'ân-ı Kerîm, hatmi, devirler, 70.000 tehlil göndermek hemen her evlâdın vazifesidir. Her gün okuduğun Kur'ân'ın sevabından, yaptığın hayırlar ve hacların; sevabından onlara hediye etmek ne kadar güzel bir şeydir.
Hele her gün bir veya iki bin veya daha fazla tevhid çekip te her ayda veya iki ayda bir kere 70.000 tevhidin sevabını hediye edip göndermek ne kadar sevaptır. Azabda olsalar dahi bu hayırlar sebebiyle kurtulmaları ümid olunur.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
16. MESELE:
Günahkârlar için Peygamberimizin şefaatini hak görmek lâzımdır.

Cenâb-ı Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri: «Benim şefaatim büyük günah işleyen kimseler içindir» buyurmuştur.
Binâenaleyh, şefaati inkâr edenlere mübtedi' denir. Vehhabîler gibi Kur'ân-ı Kerîm'deki şefaati; ancak Allah'ın izniyledir diye inkâra yeltenenler varsa da, şefaat hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
«Onun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş?»'
Yine Duhâ sûresinde:
«Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın» buyurulmuştur.
Cenâb-ı Peygamberin razı olacağı en mühim şey ise ümmetinin selâmetidir. Onun için gerek Cehenneme girmemek veya Cehennemden kurtulmak için bir çok şefaâtçılarla, başta Peygamberimizin, ulemanın, şühedanın, sulehanm, hakiki hafızların hattâ her mü'minin birbirlerine şefâatları muhakkaktır.
Hatta Hz. Âişe (Radıyallahu Anha) validemizin rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte:
— «Bir akşam —ki gece demektir— O'nu (yani Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i) namazda bulmuşlar. Müşarün ileyha diyor ki: Rükû ettiği vakit: Ya Rabbi! Ümmeti ümmeti, dediğini duydum. Sonra secdeye gittiler, secdelerinde de: Ya Rabbî! Ümmeti, ümmeti, dediler. Ve namazdan çıktıktan sonra da: Ya Rabbî! Ümmeti ümmet!, dediler ve: Ya Âişe, buna taaccüp mü ettiniz? Ben dünyada sağ, hayatta kaldığım müddetçe: Ya Rabbî! Ümmeti ümmeti diyeceğim. Kabirde de bunun gibi yine: (ümmeti, ümmeti!) derim. Hatta sûr nefholununcaya kadar. Sûr'a nefh olunduğu zaman yine: Ümmeti, ümmeti derim. Bütün enbiyanın: Nefsi dedikleri o günde ben de: Ümmeti ümmeti, derim; Cenâb-ı Hak ta:
«Sen ve ümmetin ve benim vahdaniyyetime inanıp tasdik eden ve senin de peygamberliğini tasdik edenlere seni şefaatçi kıldım» buyurur.
Cenâb-ı Hak Peygamberimizin o büyük şefaatini hepimize müyesser kılsın. Âmin.
Tevrat'ta yazılıdır ki: «Ümmet-i Muhammed Cennete üç fırka üzerine gireceklerdir. Bir kısmı hesap görmeden, doğrudan doğruya. Bir kısmı ise kolay bir hesapla. Üçüncü kısmı da Cehenneme girdikten sonra Peygamberimizin şefâatıyla Cennete gireceklerdir.»
Bu hususta çok geniş tafsilât varsa da bu kadarıyla iktifa yeter zannederim.

17. MESELE:
Peygamberimizin mi'racmın hak olduğunu bilmektir.

Her kim bu mi'racı ve âyetleri reddederse kâfir olur. Âyetleriyle Beyt-i Makdis'e gidişini tasdik edip mi'racı, yani semavata urucunu inkâr eder veya semavata çıkıp -çıkmadığını bilmem derse buna mübtedi' derler.
Mi'rac hakdır. İbn-i Mes'ud'dan rivayet edilen hadîs-i şerifte Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri İbrahim Aleyhisselâmı gördüğünü ve onunla konuştuklarını ve mi'raçtan dönerken de:
«Ya Muhammed, ümmetine benden selâm söyle ve onlara de ki: Cennet çok güzel bir yerdir, ibadet ve hayırlarınızı süratli yapıp Allah Teâlâ'nın rızasını isteyiniz...» hadisini sonuna kadar rivayet eder.
Bunda düşünülecek hiçbir şey yoktur. Şu kadar mesafe, şu kadar ışık saati bunların hepsi kullara göredir. Allah'ını iyi bilen, bu işte hiç tereddüt etmeden âmenna deyip tasdik eder.
Cebrail Aleyhisselâm'ın getirdiği haberlerin de aynı mesafeden olduğunu unutma. İtiraza da kalkma ki ne bid'at sahibi olasm ne de küfre giresin.

16. MESELE:
Herkesin, kıyamet gününde yaptıklarını yazan kitabı okuyacağını hak bilmesi lâzımdır.

Her kim bunu inkâr ederse kâfir olur. Çünkü mevzu ile alâkalı âyet-i kerîmeler sarihtir, açıktır.
Allah Teâlâ buyurdu:
«Herkesin (dünyadaki) amel (ve hareket) ini kendi boynuna doladık. Kıyamet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki neşredilmiş olarak kendisine kavuş (up şöyle çat) acak: Oku kitabını, bugün sana karşı, iyi hesap görücü olarak kendi nefsin yeter.»
Bir diğer âyette de şöyle buyuruluyor:
«(Hatırla) o gün (ü) ki insan sınıflarından her birini biz imamlarıyla (rehberleriyle) çağıracağız. Artık kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmaksızın (kendileri) okuyacaklardır.»
Bu âyet-i kerîmelerin delaletiyle, kıyamette herkesin yaptığı ameller, kitap halinde yazilı olarak eline verilecek: ve böylece kendi hesabını kendisi görüp bilecektir ki bunlar aynen insanoğlunun gözleri önünden bir kere de ölürken geçirilecektir.
Cenâb-ı Hak cümlemize uyanıklık ihsan etsin de o gün okuyacağımız kitaba iyi hallerimiz geçsin. İbâdât ü tâatlarımızla dolu olup, bizi mahcub edecek kötü, çirkin,; yazılardan muhafaza buyursun.
Bunun da en kolayı her gün sabah ve akşam istiğfara devamla seyyieleri sildirmek. Bahusus seyyidü'l-istiğfârı hiç unutma
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
19. MESELE:
Kıyamet gününde herkesin hesab göreceğini bilmektir.

Her kim hesabı inkâr eder ve âyetleri de inkâr ederse kâfir olur. Çünkü âyet-i kerimeler açıktır. Her gün sûre-i Fatihada okuduğumuz: «Hesab gününün sahibidir (Allah).» mealindeki âyetle yine:
«Sana karşı, iyi hesab görücü olarak kendi nefsin yeter.» âyeti ve yine:
«Kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek o» âyetleri hesab günü hakkında pek sarihtirler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri de bir keresinde mal ve mülkten bahsolunduğunda şöyle buyurmuşlardır :
«Helâline hesab, haramına da azab vardır.»

20. MESELE:
Her mü'min, âhirete geçeceğimiz sırat köprüsünü hak bilmelidir

Bu husustaki âyet-i kerimeler onu açıkça haber vermektedirler.
Allah Teâlâ buyurdu:
«Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (Cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin üzerine kat'i olarak aldığı, kaza ettiği (bir şey) dir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız».
Yine Allah Teâlâ buyurdu:
«Çünkü Rabbin şüphesiz ki rasat yerindedir.»
Bu sırat köprüsünün üzerinde yedi köprü yani yedi] geçit vardır ki her birisi bin sene çıkış, bin sene iniş, bin sene de düzlük bir uzaklıktadır. Bu köprü kıldan ince, kılıçtan keskin ve karanlık geceler gibi karanlıktır.
Her köprüde kul durdurulur ve sorguya çekilir. Cevap veren geçer, cevap veremeyenin vay haline!
Birinci köprüde sorgu imandandır. İmanı olmayanların vay haline!.
İkinci köprüde namazdan
Üçüncü köprüde zekâttan.
Dördüncü köprüde oruçtan.
Beşinci köprüde hacdan.
Altıncı köprüde cenabetten temizlenmekten.
Yedinci köprüde ana ve baba haklarından.
Bunların Amme Sûresi'nin içinde daha geniş tafsilâtı vardır. Bize düşen vazife, bu sırat köprüsüne inanmaktır. İmanın icabı da budur.

21. MESELE:
Cennet ve Cehennemin mahlûk olduklarına inanmak, hak ve gerçektir dernek^ lâzımdır.

Bunun inkârı küfrü muciptir. Zira âyet-i kerîme ile sabittir. Bunların mevcudiyetini inkâr tabiatıyla âyetleri ve ve Kur'an'a inkâr olur ki bu da küfrü icab ettirir ve bâtıl mezheblerden Cühemî mezhebine dahil olur.
Bizim imanımıza göre Cennet ve Cehennem hazır, yapılmış iki yerdir ve Âdem Aleyhisselâm girip orada sakin olmuştur ve oradaki ağaçtan yememesi de kendisine tavsiye edilmişti. Bu husus şu âyetlerle sabittir.
Allah Teâîâ buyurdu :
«Ve demiştik ki: Ey Âdem, sen eşinle beraber Cennette yerleş, ondan (Cennetin yiyeceklerinden), neresinden isterseniz ikiniz de bol bol yeyin. (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de (nefsine) zulmedenlerden olursunuz.
Bunun üzerine Şeytan onları (n ayağını) oradan kaydırıp içinde bulunduklarından (onun ni'metlerinden) onları çıkanvermiş (mahrum edivermiş) di.»'
Eğer Cennet olmasaydı Âdem Aleyhisselâm nerede sakin olurdu? Şeytanm da onun oradan çıkmasma sebeb olması onların varlığına başlıca delildir.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine de mi'rac gecesinde Cennet, Cehennem, huriler vesair lezzetler, nimetler ve azablann da çeşidi gösterilmiş idi.
Cenâb-ı Hak hepimize o enncet evini nasib etsin de Cehenneminden muhafaza buyursun. Âmin.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
22. MESELE:
Kulun kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın, vasıtasız hesab edeceğini bilip, inanmasıdır.

Allah celle ve alâ kıyamet gününde kullarına, yaptıklarını vasıtasız olarak bir anda soracak ve kullar da Cenab-ı Hakk'a bir anda cevap verecektir. Bu husustaki âyet-i kerîmeler sarihtir.
Allah Teâlâ buyurdu:
«İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeyleri elbette soracağız.»
Allah Teâlâ buyurdu:
«Eyvah bize, derler. Bu kitaba ne olmuş, küçük, büyük hiçbir şey bırakmayıp onları saymış!»
Allah Teâlâ buyurdu:
«O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Ne irtikib ediyorduysalar bize elleri söyler, ayakları (ve diğer uzuvları) da şahidlik eder.»
Allah Teâlâ buyurdu:
«Derilerine, (Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?) derler. Onlar da, (Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz) derler.»
Hz. Allah o gün muinimiz olsun. Çok dehşetli bir gün. İnsan, bu sorguların cevabında hiç kaçamak yolu da bulamayacak, hepsini bir bir itiraf edecek, hatta ağızlar mühürlenip eller söyleyecek, ayaklar da yaptıklarına şehadet edecek ve insan, şaşkınlığından azalarına karşı: Neden böyle söyleyip bir de şehadet ediyorsunuz, bu bizim aleyhimize değil mi, diye azaları tenkîd etmeye kalkışınca, azalar da:
— Ne yapalım, elimizde ne var ki, her şeye gücü yeten ve her şeye istediğini konuşturmağa kadir olan Allah celle ve alâ bizi böyle söyletti, diyecekler.
Yani o gün saklayacağımız hiçbir şey yoktur. Zaten amel defterlerimizde hepsi olduğu gibi yazılı, neyi inkâr edebilirsin.
Onun için her gün ve her saat hemen istiğfarlardan başka çaremiz yoktur. Hak muinimiz olsun.

23. MESELE:
Cennet ile tebşir olunan on sahabiyi tasdik etmek gerektir.
Bunları veya bunlardan birisini ta'n etmek bid'atcıların işdir, dâll ve mübtedi' olur. Bunların isimleri de şöyledir :
1 — Ebû Bekr,
2 — Ömer,
3 — Osman,
4 — Ali,
5 — Talha,
6 — Zübeyr b. Awam,
7 — Sa'd b. Ebî Vakkas,
8 — Said b. Zeyd,
9 — Abdurrahman b. Avf,
10 — Ebû Ubeyde b. Cerrah.
Bu zevat-ı muhterem bizzat Allah Resulü tarafından Cennetle müjdelenmişlerdir. Cenab-ı Hak kendilerinden razı olsun.
Bunların menkıbelerini yazmağa gücümüz de yetmez, kâğıtlarımız da. Hepsi bu dine çok büyük hizmet ve fedâkârlıklar yapmışlardır ki bu devlete mazhar olabilmişler. Malûmdur ki bütün mükâfatlar, hep emeklerin mukabilidir. Kısaca Talha radıyallahu anh'ın bir menkabesini yazayım da fedakârlık bakın nasıl oluyor:
Malûmdur ki Uhud muharebesinde bir aralık düşman, merkeze kadar sokulmuş, bütün güçleriyle Peygamberimizin üzerine saldırmaktaydılar. O anda mübarek Talha (R.A.) Peygamberimizin önünde siper olmuş, bir taraftan müdafaa yaparken, bir taraftan da düşmanın daha fazla yaklaşmasına mani olmak için mütemadiyen ok atıyordu. İşte böyle bir fırtına içerisinde bulunduğu zaman âdeta kendi varlığını unutmuş, Peygamberimizin muhafazasına çalışmakta iken aldığı yaraların (büyük - küçük) sekseni geçtiğini tarih rivayet eder.
Hele bir ikindi vakti, bahçesindeki o güzel manzaraları seyrederken ikindi namazında cemaata yetişemediğinden bahçesini derhal vakfetmiştir.
Cenâb-ı Hak cümlemizi onların şefâatlarma nail eylesin. Âmin.

24. MESELE:
Peygamberlerden sonra ümmetin en efdali Ebu Bekr radıyallahu anh'dir.
Ebu Bekri's-Sıddîk hazretlerinin efdaliyyeti hakkıda gerek Kur'ân âyetleri ve gerekse Resûllullah sallallahu aleyhi vesselem'in haberi kâfidir: Bir kere, hicret esnasında mağarada Resûlullah Efendimizle başbaşa kalmışlardır. İkincisi bütün varlığını Resûlullah uğrunda feda etmiştir. Üçüncüsü de kızı Hz. Âişe'yi Resûlullah Efendimimi ze nikâh etmişlerdir ve ümmetin ittfakıyla da halife olmuştur. Mağarada iken:
«Peygamber, o vakit arkadaşına (Ebu Bekri's-Sıddîk'a) : Tasalanma, Allah hiç şüphe yok, bizimle beraberdir diyordu.»1 mealindeki âyet-i kerime nazil olmuştur. Tabiî orada iken düşmanlaı onları bulsalardı yok edeceklerdi Bunun için Cenâb-ı Hak onları teselli makamında bu âyeti inzal buyurmuş ve Resûlullah Efendimiz de: Ne korkarsın ya Eba Bekr, eğer düşman bizi bulursa bak buradan Cenâb-ı Hak bizleri kurtarır, onlara teslim etmez diye ona mucizeler gösterdi.
Kureyş müşrikleri o gece Resûl-i Ekrem Efendimize suikast etmeğe niyet etmişlerdi. Bu haberi Cenâb-ı Hak melekleri vasıtasıyla kendisine duyurdu. O da yatağına Hz. Ali Efendimizi yatırıp kendisi Ebu Bekri's-Sıddîk hazretlerinin evine gitti ve beraberce gece vakti Mekke'den çıkıp saklandıkları mağaraya gelip orada gizlendiler.
Müşrikler Peygamberimizi bulabilmek için izini arayıp mağarayı buldular. Şeytan da aralarında mutlaka buradadır diyordu. Fakat Cenâb-ı Hak örümceklere ilham ederek mağaranın kapısının ağzını kaini bir şekilde ördüler. Güvercinler de yumurta yaptılar. Düşmanlar mağaranın etrafında dolaşıyorlar ve muhakkak buradalar diyorlar. Fakat örümcek yuvası ve kuşun yumurtası üzerinde oturması onlara burada kimse yoktur zannını verdi ve nihayet bırakıp gittiler. Halbuki şöyle eğilip bir baksalar onları orada göreceklerdi. Cenâb-ı Hak himaye edince bak nasıl koruyor. Onun için bizim de o Allah'a öylece sarılmamız lâzımdır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyururlar ki:
«Ben her kime İslâmiyet arzetti isem hepsi biraz tereddüt edip tehir ettiler. İlla ki Ebû Bekr, hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden hemen iman etti.»

25. MESELE:
Yine mü'minlerin bilmesi lâzımdır ki Ebu Bekr'den sonra halkın efdali Hz. Ömer radıyalla-hu anh'tir.
Müşarün - ileyh ikinci halifedir. Efdaliyyeti kitap ve sünnetle sabittir.
Şu âyet-i kerîmede ona işaret vardır:
«Ey Peygamber sana da, mü'minlerden senin izince gidenlere de Allah yeter.»
Efendimiz salallahu aleyhi vesellem de:
«Benim gökte ve yerde iki vezirim vardır. Göktekiler Cibril ve Mikâil. Yerdekiler de Ebu Bekr ile Ömer'dir.»
Hz. Ömer'in iman edişi çok ilgi çekici : O da Mekke müşrikleri gibi müslüman olanlara ve Peygamberimize karşı, Cenâb-ı Peygamber de Hz. Allah'a duâ buyuruyorlar ki:
«Ya Rab bu dini Ebu Cehil veya Ömer'le teyid eyle, kuvvetlendir.»
Hz. Ömer bir gün kızkardeşinin evine gider. Halbuki kızkardeşi de müslüman olmuştu. Tâha sûresinden nazil olan bazı âyetleri okumakta iken Hz. Ömer içeri girdi ve ne okuduğunu sordu. O da okudu. Hz. Ömer'i derin bir düşünce aldı, o da iman etmeğe karar verdi ve Resûlullah'ın bulunduğu eve gitti. Resûlullah Efendimiz kendisini karşıladı ve kucakladı. Hz. Ömer de iman edip İslamların arasına karıştı. 36 erkek müslüman, 4 de kadın vardı ki hepsi henüz kırk kişi olmuşlardı ve bugüne kadar da namazlarını evlerde gizli olarak kılıyorlardı.
Hz. Ömer'in imanından sonra namaz, Kabe'de aşikâr olarak kılınmağa başladı. Sonra bütün müslümanlar, hicret ederken, Medine-i Münevvere'ye giderlerken gizlice yapıyorlardı. Fakat Hz. Ömer hicret sırasında kendini gösterdi ve şöyle dedi:
«Ben de Medine-i Münevvere'ye, Peygamberin yanına gidiyorum. Çocuklarını yetim bırakmak, karısını dul bırakmak isteyen peşimden gelsin!» Bu suretle serbestçe gelip Medine-i Münevvere'de Resûlullah Efendimize iltihak etmiştir.
11 küsur sene halifeliği vardır. Halifeliği esnasında Acemistan, Mısır, Suriye ve Irak İslâm ülkelerine katılmışlardır. Kendisi gayetle salabet-i diniyye sahibi olduğundan adaleti ile meşhurdur.
Devlet işi görürken devletin mumunu yakar, devlet işi bitince de kendi mumunu yakar. Sofrada ancak yedi lokma ile iktifa ederdi. Halifeliği esnasında bile giydiği elbisenin bir çok yerleri eskimiş ve yırtılmış olduğu halde onları diker öyle giyerdi.
Mevlâ şefâatma nail eylesin. Menakıbı çok uzundur, menkabe kitaplarına müracaat oluna.

26. MESELE:
Ebu Bekr ve Ömer'den sonra ümmetin efdali Hz. Osman'dır.
Üçüncü halifedir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin iki kızıyla evlenmiştir. Birinci kızı vefat edince; Cenâb-ı Peygamber ikinci kızını vermişti. Kur'ân-ı Azimüşşanı toplayıp yazdırmış. Hilâfeti de 13 seneye yakındır.
Müşarün - ileyh hakkında Cenâb-ı Peygamber : Kırk kızım olsaydı hepsini birer birer (ona) nikâh ederdim, buyurmuştur.
Yine Resûlullah Efendimiz: «Ey Osman sen benim dünya ve âhiret dostumsun, beni Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için!.»
Osman b. Affan kıyamet gününde ümmetin günahkârlarından ve Cehenneme girmeğe müstahak 70.000 kişiye şefaat edecektir.
Tebûk gazasında yaptığı fedakârlığından nâşi: «Bundan sonra Osman'a hiçbir şey zarar vermez.» buyurulmuştur.
Bu mübarek zatın İslâm'a çok büyük iyilikleri vardır: Ehl-i Medine'nin suyu yoktu, bir yahudinin kuyusundan alıyorlardı. Fakat her zaman vermek istemezdi. Hz.
Osman o kuyuyu satın alıp müslümanlara hediye etmiştir.
Nihayet bu mübarek zâtı hanesinde şehid ettiler. Ehl-i Medine, eşkiyaları dağıtmak için her ne kadar izin istediyseler de; «benim için ümmet-i Muhammed'den bir kişinin bile burnunun kanamasını istemem, çünkü benim için dövüşüp şehid olacaklar!..» Caniler şehid ettikten sonra cenazesinin defnine bile bir müddet müsaade etmemislerdir ve Bakî denilen mezarlığın dışına gömülmüştür Sebebi de: «Sen hep akrabalarını himaye ediyorsun» teranesi. Elbette ki umur-ı devlette en emin kimseler akraba-i taallukattır.
Bu devirde de İslâm orduları bir çok fütuhatlar yapmışlarsa da Hz. Osman'm şehâdetiyle fitne kapıları açılmış ve nihayet Hz. Ali (R.A.) ile Cemel Vak'ası, daha sonra da Hz. Ali ile Muâviye hâdiseleri patlak vermiş ve bu yüzden ehl-i İslâm pek çok zarar görmüştür.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
27. MESELE:
Yine bilmek lâzımdır ki: Ebu Bekr, Ömer ve]Osman'dan sonra ümmetin efdali Hz. Ali'dir.

Hilafeti haktır. «Benden sonra hilafet 30 senedir» buyurulmuştur. Bu da Hz. Ali'nin zamanında tamam olmuştur.
«Ya Rab, Ali'nin sevdiklerini sen de sev ve Ali'nin buğzettiklerine sen de buğz eyle!»
«Ya Ali, Musa aleyhisselâm Harun'a nasılsa, sen de bana öylesin.»
«Ben, Cenete girdim ve Cenetin kapısında : Lâ ilahe illallah Muhammedürrasûlullah ve Ali de Resûlullahın
kardeşidir diye yazılı gördüm» gibi taltifat-ı risâletmeâb'a nail olan bir zât-ı pak-i muhteremdir.
Hz. Ali (R.A.) demişler ki:

«Bana izzet olarak yeter senin benim Rabbim
olmaklığın! Bana iftihar olarak yeter benim de sana kul
olmaklığım.»
Müşarün - ileyh'in bir diğer sözü :
«İstediklerine yedir; sen onun emiri olursun. Kime muhtaç olursan sen de onun esiri olursun.»
Ne kadar şayan-ı dikkat bir ders. Diğer bir sözü:
«İnsanın, Rabbisini bilerek yaşlı halinde ölmesi, genç yaşında ölmesinden —velev ki Cennete girse dahi— hayırlıdır.»
Yine buyurmuşlar ki:
«İlimsiz ibadette hayır yoktur, fehimsiz ilimde de hayır yoktur ve tefekkürsüz kıraatta (Kur'an okumakta) da hayır yoktur.»
Hz. Osman'ın katlinden sonra yemek bile yemediğini rivayet ederler.
Kış mevsiminde üşürdü de; ona «Beytü'l-maldan bir elbise alsanız» dedikleri zaman: «Ben, müslümanların Beytü'l-malmdan bir şey eksiltmek istemem» buyururlardı.

Nihayet bu insanlar, bu mübarek zâtı da camie giderken şehid ettiler. Allah'ın hikmeti 14 erkek evlâdı olmuş, fakat, beşinden nesli gelmiştir: Hasan, Hüseyin, Muhammed b. el-Hanefiyye, Ömer ve Abbas radıyallahu anhüm ecmaîn.

28. MESELE:
Ashab-ı kiram hakkında lâyıksız söz konuşmamak gerekir.

Gerek ashab-ı kiram arasında vaki münazaalardan ve gerekse herhangi bir sebebten nâşi onların aleyhinde konuşmaktan kaçınmak lâzımdır. Zira o münazaalar bir içtihadın neticesidir. Malûmdur ki içtihadlarda hata olsa dahi yine içtihad sahibine sevab verilir.
Halbuki Cenâb-ı Hak ashab-ı kiram hakkında: ,

«Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan.»
diye onları medhü sena buyurmuş olması kâfi değil mi? Sonra da Cenâb-ı peygamber Efendimizin :
«Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız menzile erersiniz.» medhiyyesi yetmez mi? Yine Resûlullah :
«Kim ashabıma kin tutarsa o münafıktır,» buyurmuştur.
Binâenaleyh, bu hususta dili tutmaktan daha lâyıklı bir şey yoktur. Çünkü Allah Teâlâ onlardan razı olduktan sonra artık başkasına söz söylemek düşer mi? Sonra onlar yıldızlar gibi hangisine uyarsanız, hidayet bulursunuz. Bunlara buğz edenlerin münafık kimse olduğu da açıklanmış olduğundan, onların aleyhinde hiçbir şey söyleme ve dikkat eyle. Onlar, o günün darlık ve zorluklarına karşı nasıl Resûl-i Ekrem'e sarıldılar ve O'nun için can ve başlarını ve mallarını feda ettiler. Bugün tarih bunlara hayran, insanlık ta hayran.
Biz bugün, dünya zinetlerine ve dünyanın envai çeşit zevk ü safasma kendimizi kaptırmış gidiyoruz. Hani hangimizde sünnet-i seniyyeye dair bir alâmet var. Bazılarında bir sakal varsa da ona da saygımız yok. Yalanlar, yeminler, hileler, iftiralar, zulümler, içkiler, kumarlar, faizler, rüşvetler, isyan, kabahat, nikâhsızlık... Bunları unutup da Ashab-ı kiram aleyhinde ve daha doğrusu mü'min kardeşler aleyhinde konuşmak kime yakışır yahu!?.
Allah, cümlemizi afvetsin de kendisini ve Rabbisini bilen kullarından eylesin.

29. MESELE:
Allah Teâlâ'nın gazabı da vardır, rızası da vardır.

Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatıdır. Onun için, onun gerek gazabı ve gerek rızası Hâlık-ı zü'l-Celâl'da bir değişiklik yapmaz. Biz ise mahlûkuz, kızdığımız vakit hemen halimiz değişir, büyük hatalar işleriz. Rızamız da böyledir. Fakat Zu'l-Celâl'in ne gazabı ve ne de rızası onun haline hiçbir tesir yapamaz. Çünkü sıfatları mahlûk değil ki.
Herhangi bir şeyde değişiklik mahlûka aittir. Halikta tasavvur olunamaz. Binâenaleyh, Hâlık'ın gazabı ve rızası onun halini değiştiremez. Çünkü Hâlık'ın sıfatı da kendisi gibi kadîm ve değişmez. Onun için Cennet evi, Hâlık'ın rıza evidir, oraya razı olduğu kullarını kor. Öyle ise sen de onun rızasını kazanmağa bak, zira başka şeylerde hayır yoktur. Cehennem de gazab evidir, oraya da âsileri koyacaktır, sen de bundan çok sakın.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt