Saadet-i Dareyn; iki dünya saadeti. Dünyada başlayıp ahirette devam eden ve mutluluğun bitmediği âsûde bahar.. Sadet-i dareyndir kalplerimizin, ruhlarımızın maksudu. Lâkin, elbette bedelsiz ve usulsüz kavuşulamaz hiçbir güzele.
Sadet-i dareynin adresinde imandır ilk basamak..
İman eden; Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz. Öyleyse nihâyet derecede muntazam olan şu memleket de hâkimsiz olamazder. Ve devam eder, Allah vardır. Yer, gök ve içinde ne varsa Onundur. Ben de Onunum Bu ifadelerle artık, kul ile Rabbi arasında bir bağlılık oluşmuştur.
Allah ile insan arasındaki irtibat demek olan imandan sonra adresin ikinci basamağı tevhidtir. Lailaheillallah. Kainatta hiç bir zerre yoktur ki bu cümleyi söylemesin.
Tevhide dair akla gelen ilk şey, tevhidin öncelikle inkâr oluşu. Yani Odan başka olan sahte ilâhları inkar La ilahe.. ilah yoktur. .İllallah Odan başka. İşte bu cümle sebeplerin sukutudur. Ve bu cümle amennâ dedikten sonra, sebeplere ilahlık makamını verecek şekilde bir fâil nazarıyla bakılamayacağının ifadesidir.
Tevhid; kuvvetli bir iman akabinde, sebepler perdesinin şeffaflaşması ve Allahın isim ve sıfatlarıyla buluşmaktır.
Kâinatta elbette her şey sebeplerle ortaya çıkar. Allahın kâinattaki kanunudur bu. Hayat için rızk gerekir. Neslin devamı için dişi-erkek. Çiçeklerin açması için bahar gelir. Hastalıklar için virüsler, felaket ve musibet için kazalar, depremler ve afetler gelir. Mazlumların zulme uğramasına zalimler sebeptir.
İşte bu sebeplere hikmetle bakmayı bilmek ve hâdiseler satırlarında ilahî mesajları okuyabilmektir tevhid.
Yani, yaşamımızda karşımıza çıkan maddî-manevî her şeyde Allahı görebilmek ve sebeplere takılmayıp her şeyde Allahı müşâhede edebilmektir. Manevi durumumuzu ortaya koyması için gelen bu bela ve musibetlerin her biri bir sebeple gönderilir adresimize. Gönderen ise Allahtır!
Sebeplere takılmak değil midir yaşamımızı buhrana çeviren ve bizi perişan eden!? Hikmetsiz, basiretsiz bakış ve yorumlarla bu sebeplerin her biri bir çıkmaz sokağa döner. Öyle miydi, böyle miydi derken başımız döner bir türlü çıkamayız işin içinden. Falancaya kızarken filancaya söylenirken perişan olur, hasta oluruz. Ve böylece her birimizin hayatı dahi bir çıkmaz sokağa dönerken intikamlarla, intiharlarla bunalım çağı oluvermiştir işte şu asrımız..
Oysa tevhidin mânâsını idrak eden hastalığın mânâsını da bilir, musibetin de. Ve der; Kâinatta maksatsız, çirkin ve abes olanı yaratmamışsa Allah, adresime gönderdiği musibeti de maksatsız değildir. Çirkin hiç değildir.
Gıdası verilmeyen, hücreleri yenilenmeyen her azanın hasta olması gibi yaratılanda yaratanı göremeyen her bir ruh da, hastadır. Asrımızda kanser günden güne hızla yayılıyor. Herkes telaşa düşmüş ya bende de varsa!diye. Oysa bu kadar telaş niye, zaten ölmek için gelmedik mi dünya misafirhanesine!? Telaş edilmesi gereken hakiki hastalığa gelince; sebeplere ilahlık derecesinde kıymet vermekle kanser olmuş ruhlarımız!
Tevhid ehli sebeplere ne tapacak ve hayranlık duyacak kadar kıymet verir ne de kin ve nefret edecek kadar ciddiye alır. Sebepler tevhid ehli için, Allahın isimlerini okutturan aynalar hükmündedir.
Baharda, çiçekte Cemîl ve Latîf isimlerini lezzetle okurken, fırtınalı denizlerde ve çakan şimşeklerde, ibretle Kahhar ve Celîl isimlerini müşahede edebilmektir tevhid. Sağlık-sıhhatte rahmeti, hastalıkta, musibette terbiye edicilik manasındaki Rab ismini okuyabilmek imanı kamil olanların tevhid basamağındaki başarısına işarettir. Evet iman eden, yaratılan her şeyde mutlaka Onu görür.
Ve saadet-i dareynin üçüncü basamağı; teslim olmak. Kendini Allaha bırakmak, Ona boyun eğmek.
Teslimiyet; kaderin tecellisi demek olan kazaya rızadır. Ve Allah’ın kaderden bize ayırdığını -bu bir bela ve musibet bile olsa- gönül rızasıyla kabul edebilmektir.
Âlimler, teslimiyet için belâ geldiğinde içte ve dışta değişme olmaksızın sabit olmaktır demişler. İnsan dil ile ne yapalım Allahtan bu da! der. Der demesine fakat, esefle, yes ile çıkar bu cümleler ağızdan! Bu teslimiyet değildir. Diliyle söylediği bu güzel cümleyi kalbiyle gösterdiği hoşnutsuzluk ile yalanlar insan. Farkında olarak ya da farkında olmadan.
Ey insanoğlu! Ağla sızla feryat et, istersen vur başını duvardan duvara. Mukadder programı değiştirmeye muktedir olamazsın!
Âcizliğini unutan insan, kulluğunu hatırlatmak için kaderin kendisine sunduğu şerbeti acı da olsa yüzünü buruşturmadan yudumlamalıdır. Semavat ve arzın dışına çıkmaya güç yetiremeyen insana, acaba rızadan başka ne yakışır?!
Onların Rableri katındaki mükafatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedi olarak devamlı kalıcıdırlar. Allah onlarda razı olmuştur ve (onlar da) Ondan razı olmuşlardır. İşte bu (karşılık),Rabbisinden korkan kimseler içindir. (Beyyine, 98/8)
Ve Tevekkül; âsûde bahar ülkesinin adresindeki son basamak. Yani işini Allaha ısmarlamak. Ona sığınmaktır tevekkül. Gerekeni yapmak demek olan, sebeplere teşebbüsten sonra ağırlıklarını Onun kudret eline bırakmak.
Abdülkadir Geylani Hazretleri (ks); Tevekkül eden kimse, Rabbin vadi ile sukûnet bulur. demiştir.
İnsanoğlu kaderine rıza göstermeyip tevekküle yanaşmadığı sürece ıstıraplardan, evhamlardan, sabırsızlıklardan asla ve asla kurtulamayacaktır. Ve böylece insan olma asaletine yakışmayan bir hal ile, yani yaratana değil, yaratılmış olana tenezzül edecektir. Her sıkıntı karşısında çaresizlik sancıları çekecek, kainata da zavallı bir dilenci olacaktır.
Hz. Ömer (ra) şöyle buyurmuştur: İster hoşuma giden olsun, isterse de gitmeyen; hangi hal üzere sabahlarsam sabahlayayım benim için fark etmez. Çünkü ben, hayrın hoşuma gidende mi, yoksa gitmeyende mi olduğunu bilmiyorum. (İbn-i Kesîr)
Beşeri bütün matlûbuna vâsıl eden kelimedir tevhid..
Hastayken hastalığı, sağlıklı iken sağlığı, musibetzede iken musibeti, yalnızken yalnızlığı, gençken gençliği, ihtiyarken ihtiyarlığı sevmeyi becerebiliyorsak ve falan bize hakaret ettiğinde filan da bahçemize çöp döktüğünde kızmamayı başarabiliyorsak, işte hasretini çektiğimiz âsûde bahar ülkesi burada, içimizde hem de her yanımızdadır. Hatta o kadar ki gittiğimiz her kışı bahara döndürecek kadar yanımızdadır bu bahar. Saadet-i dareyndir bu.
Lâkin nefsin gözü gaflet ile sebeplerden açılan maneviyat alemine kapanırsa, her şeyi kapkara görür. Ve kör olan elbette güneşin gösterdiği güzelliklerden habersizdir.
Gözleriyle sayfamda gezinen İrfan Mektebinin sevgili misafiri! Şimdi istersen biraz düşün! Mutlu musun yoksa mutsuz mu? Kaderin adresine postaladığı hadiselere memnuniyetsizlikler, vehimler ve esefler ile bakarak zindan yapıyorsan yaşamını, başa dönmelisin. Yani adresin başına. İman! Çünkü Bediüzzaman Hazretleri iman, saadet darını netice verir demiyor, Sadet-i dareyni netice verir diyor. Yani, iman; sadece âhiret mutluluğu olan cenneti netice vermez. Hem dünya hem ahiret mutluluğunu netice verir. Evet Allaha inanıyorsan bu dünyada da mutlu olursun, olmalısın (!) Çünkü dünyada kadere rıza ile elde edilen manevi huzur ahiretteki cennet saadetinin habercisidir. Kadere rızasızlık ile gelen dünyadaki mutsuzluklar ise ahiretteki cehennem azabının alametidir.
Mutlu musunuz, halinizden memnun musunuz? Öyleyse problem yok. Çünkü siz tevekkül ehlisiniz. Elinizden geleni yapıyor sonra gelen neticeye rıza gösteriyorsunuz. Demek ki; yerlerin ve göklerin ilâhına teslimsiniz. Öyleyse her şeyde Onu görüyorsunuz, Onu okuyorsunuz ki falancaya filancaya kızmakla kendinizi, hayatınızı ve başkalarının hayatını zindan etmiyorsunuz. Ve gittiğiniz her yere mutluluk taşıyorsunuz. Huzursuzluk karanlıklarını iman nuruyla ortadan kaldırıyorsunuz. Öyleyse siz imanı kâmil olanlardansınız. Evet Sırat-ı müstakim üzere olanların dünyası da cennettir ahreti de.
Aah Saadet-i Dareyn.. Nerdesin?.. İnsaniyet seni ararken perişan oldu.. Evet biliyoruz ki aslında sen Lâilâheillallah†demek kadar yanımızdasın..
Lâkin Aaah âhir zaman! Sen nasıl bir zamansın ki biz insanlar aradığımız Saadet-i Dareyn çok yakınımızdayken onu bulamayacak kadar kör olduk seninle.. Çek artık üzerimizdeki ve kalplerimizdeki kara bulutlarını. Çek ki; âsûde bir bahar ülkesi gelsin ve hiç gitmesin bizden..
İman, tevhid, teslim ve tevekkül yağmurlarıyla baharlar gelsin kalplerimize, ebedi mutluluk çiçekleri açsın. Bırakalım ıztırapları, yeis ve elemleri.. iman nimetinden mahrum ya da nasibi az olanlara..Ve huzuru bulalım, yaşatalım doya doya. Evet İman ehli bir takım sebeplerle kıymetlisini kaybettiğinde hüsrana uğramaz.. Çünkü iman eden bilir: Madem O var her şey var! Velhasıl: âmenna diyorsa dillerimiz her şeyde Onu görmeli gözlerimiz. Onu okuyunca gözlerimiz, teslimiyete bürünecektir kalplerimiz. Teslimiyetimiz varsa Ona, dünya yükümüz hafiftir artık. Ve tevekkül varsa O mutlaka bizimledir. Yerlerin ve göklerin ilahı olan Allahın (c.c) yanında olduğu kişi ise dünyadan ebede kadar âsûde bahar ülkesindedir.
ALINTI