Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ebubekir Sifil in seadeti ebediyye yi tenkid ettiği yerler (1 Kullanıcı)

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
Okuyucu soruları içinde hakkında bilgi istenen kitapların başında gelen "Saadet-i Ebediyye" isimli eserin benim elimde bulunan son baskısı 2001 tarihli ve yaklaşık 1250 sayfa. Bu hacimdeki bir kitabın bir yazı çerçevesinde detaylı bir değerlendirmesini yapmak takdir edersiniz ki mümkün değil. Bununla birlikte, piyasaya ilk çıktığı tarihten bu yana hacmi durmadan kabaran ve muhtevasında değişiklikler yapıldığı görülen bu eserin baştan sona zararlı olduğunu söylemek insaf ve adaletle bağdaşmaz.

Eserde Ehl-i Sünnet'e yapılan yoğun vurgu ve genel olarak Ehl-i Sünnet ulemanın eserlerinden istifade edilmiş olması, ona ayrı bir hususiyet vermektedir. Ancak mütekaddimun ulemanın eserlerinden yok denecek kadar az istifade edilmiş olması ve Hadis'le ilgili hususlarda temel Hadis musannefatına hemen hiç başvurulmaması, eserin önsözünde "ilim kitabı" olarak tevsif edilmesiyle örtüşmemektedir.

Bununla birlikte eserin şu yönlerine dikkat etmek gerekir:

1. Eserde bol miktarda zayıf –ve hatta bazen uydurma– rivayetlere rastlanmaktadır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Hz. Ali (r.a)'ye, "Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen" buyurduğunun söylenmesi (69) böyledir.

2. Eserde yer alan birtakım fıkhî hükümler muteber değildir. Mesela hoparlörle ezan ve radyoda Kur'an okunmasının caiz olmadığının söylenmesi (206) böyledir. Hatta "Saadet-i Ebediyye" yazarı bu meselede o denli ileri gitmiştir ki, belirttiğim sayfada şöyle demektedir: "Görülüyor ki, radyo (mizyâ') ile ve minarede hoparlör (mükebbirussavt) ile ezan okumak (...) ve bunları ezan diye dinlemek caiz olmaz. Bunlar hem kabul olmaz, hem de günah olur. (...) Küçük günaha devam, büyük günah olmaktadır."

"... İbadetlerde değişiklik yapmanın bid'at olduğunu, büyük günah olduğunu biliyoruz. Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve selem) kabul etmediği, red ettiği bir şeyi ibadete karıştırmak ise, bid'atten daha büyük, ondan daha çirkin günah olur..." (722)

"... Radyodan ve hoparlörden çıkan sesler, şimdi Hıristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan İncil ve Tevratlar gibi Allah kelamı değildir... (724)

3. "... Yani mü'min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münafıklar ise bazen kılar, bazen kılmaz. (...) Hadis imamları söz birliği ile bildiriyor ki, bir namazı vaktinde, amden kılmayan, yani namaz vakti geçerken namaz kılmadığı için üzülmeyen kâfir olur veya ölürken imansız gider..." (210)

Oysa bu konuda Hadis imamlarının söz birliği ettiğini söylemek mümkün değildir. Daha önce (2003 Ekim'inde) bu köşede, yine bizzat Ehl-i Hadis'ten birisinden, İmam el-Buhârî'nin çağdaşı Muhammed b. Nasr el-Mervezî'den, Ehl-i Hadis'in bu konuda ikiyi ayrıldığını nakletmiştim.

4. "İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a'zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, "Bütün müçtehidler, İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır" demiştir." (49)

Oysa İmam eş-Şâfi'î'nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas'ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi'î'nin İmam Ebû Hanîfe'ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi'î'nin mezhebinin "yüzeysel" ve "daha az değerli" olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.

Bir de İmam Ebû Hanîfe'nin, "Sünnet'e ittibada herkesten ileri gittiği"nin söylenmesi (49), "diğer mezheplerin Sünnet'e daha az ittiba ettiği"nin tersinden ifade edilmesidir ve oldukça düşündürücüdür.

5. Bir diğer tesbit hatası da, Sahabe'nin tümünün müçtehid olduğunun söylenmesidir (50). Oysa muhakkık ulema, Sahabe'den içtihad seviyesine yükselenlerin sayısının 20 civarında olduğunu söylemiştir.

6. Bir kısım Hadis alimlerinin (es-Sehâvî, Ali el-Kârî gibi), sırf mevzu hadis konusunda eser verip, mevzu hadisleri diğerlerinden ayırdıkları için hedef tahtasına oturtulduğu görülmektedir ki, "Din kitaplarında uydurma hadis olmaz" diyen "âllame"nin buradan beslendiği açık. İmam el-Gazzâlî ve İmam es-Süyûtî'nin eserlerinde hiç uydurma hadis bulunmadığı iddiasında da öyle...

Bir takım kitaplarda uydurma hadis bulunduğu gerçeğinin savunulacak yanının kalmadığı görüldüğü zaman da "O kitaplar dinin temel bilgilerini bildiren kitaplar değildir" denerek güya çıkış yolu bulunuyor!...

7. Bir "garib hadis" tarifi: "Yalnız bir kimsenin bildirdiği hadis-i sahihdir." (423)

Demek ki Usul-i Hadis ilminde ya bütün garip hadisler sahih kabul ediliyor veya uydurma hadisler arasında, garib hadisler gibi tek kişi kanalıyla nakledileni yok!!

Mezkûr kitap hakkında elbette daha fazla şey söylenebilir. Ancak muhtelif konulardan seçtiğim bu örnekler, kitabın, tam anlamıyla güvenilerek okunamayacağını göstermeye yeterlidir. (ebubekirsifil )
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Tam ilmihal'den..
İslâmiyyeti yıkmağa çalışan diğer bir kuvvet de, din bilgisi vermek için, din düşmanlarını (gûyâ) susdurmak için yazılan mecmû’alar ve kitâblardır. Îmândan ve islâmdan haberi olmıyan, tesavvufun hakîkatine, rûhuna, inceliklerine ermemiş olan zındıklar, dünyâ işlerinde söz sâhibi olunca, kendilerini din âlimi görüyor, bozuk düşüncelerini yaymak için veyâ yalnız para kazanmak için, din kitâbları yazıyorlar. Bu kitâblarında, din büyüklerinin sözlerini anlamadıkları, birçok bilgileri yanlış ve ters yazdıkları, acı acı görülüyor. Zındıkları islâm âlimi olarak tanıtıyorlar. Bunların câhil kafaları ile, sapık düşünceleri ile yazdıkları yıkıcı ve bölücü kitâblarını terceme ederek, din bilgisi diye gençliğin önüne sürüyorlar. Bunların zararlarını, bozuk olduklarını ortaya koyan, yüzkaralarını meydâna çıkaran, böylece kazançlarına, milleti sömürmelerine mâni’ olan kitâblarımın basılmasına, yayılmasına mâni’ olmak için bu fakîre câhilce, ahmakca iftirâ ediyorlar.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
ebubekir sifil hoca bir alimdir.
tasavvufuda çok iyi bilir.
ve kendiside bildiğim kadarıyla ehli tasavvuftur.
tasavvuftan senden çok daha fazla haberi olduğu malumdur.
yazılarınıda para kazanmak için yazan bir zındık olduğunu düşünmüyorum.
Ebubekir sifil hoca Milli gazetede yazar.
sende eğer hakkında ve yazıları hakkında bilgi sahibi olmak istersen milli gazetedeki köşesinden Ebubekir sifili takip edebilirsin.
önünüze geleni zındık ilan etmeyin.Ebubekir sifil bir müslümandır.zındık değildir.
seadet ebediyye Kuran değildir ki hatasız olsun.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Tam ilmihal'in ÖNSÖZÜ

İşte budur, miftâh-ı genc-i kadîm;
Bismillâhirrahmânirrahîm.

(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbını yazmağa E’ûzü ve Besmele okuyarak başlıyorum. E’ûzü okumak, (E’ûzü billâhi mineşşeytânirracîm) demekdir. Besmele okumak, (Bismillâhirrahmânirrahîm) demekdir. Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek, E’ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur’ân-ı kerîmin anahtarı, Besmeledir). Bunun için, bu kitâba bu ikisini okuyarak başlanmasını, okuyucularımdan istirhâm ederim. Böylece kitâbı, bu iki zînet ile süslemiş ve bu iki hazînede, dostlar için toplanmış olan fâidelere kavuşmuş olursunuz! Allahü teâlâya yaklaşmak isteyenler, E’ûzü’ye yapışmakda, Ondan korkanlar da, E’ûzü’ye sarılmakdadır. Günâhı çok olanlar E’ûzü’ye sığınmışdır. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin doksanyedinci âyetinde meâlen, Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” (Kur’ân-ı kerîm okuyacağın zemân E’ûzü... söyle) buyurmuşdur. Bu emr, (Allahın rahmetinden uzak olan ve gazabına uğrayarak dünyâda ve âhiretde helâk olan şeytândan, Allahü teâlâya sığınırım, korunurum, yardım beklerim. Ona haykırır, feryâd ederim de!) demekdir.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için sened yazdırır). Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anh” diyor ki, (Cehennemde azâb yapan ondokuz melekden kurtulmak istiyen, Besmele okusun! Besmele, ondokuz harfdir). Levh-i mahfûzda, ilk yazılan, Besmeledir. Âdeme “aleyhisselâm” ilk gelen, Besmeledir. Mü’minler, Besmele yardımı ile, Sırâtdan geçer. Cennet da’vetiyyesinin imzâsı Besmeledir.

Besmelenin ma’nâsı: (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkda durdurmakla, yok olmakdan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile, bu kitâbı yazabiliyorum. Ârifler, Onu ilah olarak tanıdı. Âlemler, Onun merhameti ile rızk buldu. Günâh işliyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu) demekdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîme bu üç ismi ile başladı. Çünki, insanın üç hâli vardır. Dünyâ, kabr ve âhiret hâlleri. İnsan, Allahü teâlâya ibâdet ederse, dünyâda işlerini kolaylaşdırır. Kabrde ona acır, âhiretde günâhlarını afv eder.

Elhamdülillah! Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamd ve senâların, medhlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Hamd, bütün ni’metleri Allahü teâlânın yaratdığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek demekdir. Şükr, bütün ni’metleri islâmiyyete uygun olarak kullanmak demekdir. Ni’met, fâideli şey demekdir. Ni’metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri, meşhûr olan dört mezhebin âlimleridir. Herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen hep Odur. Kuvvet ve kudret sâhibi yalnız Odur. O hâtırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmağı irâde, arzû edemez. Kulun irâdesinden sonra, O da istemedikce, kuvvet ve fırsat vermedikce, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği herşeyi, O da irâde ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmağı, çeşidli sebeblerle hâtırlatmakdadır. Merhamet etdiği kulları kötülük yapmak irâde edince, O irâde etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irâde etdikleri zemân, O da irâde eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydâna gelir. Gazab etdiği düşmanlarının kötü irâdelerinin yaratılmasını, O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irâde etmedikleri için, bunlardan hep fenâlık hâsıl olur. Demek oluyor ki, insanlar, bir âlet, bir vâsıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsân edilmiş olan (İrâde-i cüz’iyye)lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını istiyen, sevâb, kötülük yaratılmasını istiyen, günâh kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların irâdeleri ile yaratmasını ezelde dilemişdir. İşlerin insan irâdesi ile yaratılması, ezeldeki ilâhî irâde ile yaratılması demekdir.

Bütün düâlar, iyilikler, Onun Peygamberi ve en sevdiği kulu, insanların her bakımdan en güzeli, en üstünü olan Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ehl-i beytine ve Eshâbına “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve bunları sevenlere ve izlerinde gidenlere olsun!

İlk tahsîlimi, baba yerim olan İstanbulda, Eyyûb sultânda, Reşâdiyye nümûne mektebinde yapdım. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. Halıcıoğlu Askerî lisesi Orta ve Lise kısmında okurken, mekteblerden Kur'ân-ı kerîm ve din dersleri kaldırıldı. Allahü teâlânın, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. Onları yüksek, olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. Fekat, mukaddesâtıma saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradım. Îmân ile küfr arasında bocaladım. Küçük aklımla düşünerek, müslimânlık olarak öğrendiğim bütün bilgilerimi inceliyordum. Hepsinin fâideli, iyi, kıymetli olduğunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum. Altı sene, bu iki te'sîr altında sarsıldım. Birkaç sene önce, berâber oruc tutduğumuz, nemâz kıldığımız arkadaşlarım, öğretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. Yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haksızmıyım, yanlış yoldamıyım diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz yaşında idim. Kadr gecesi, mektebde yatmışdık. Uyuyamadım. Şaşkın olarak, yatağımdan fırladım. Düşüncelerimde, îmânda yalnız kalmışdım. Sıkılıyordum, bunalıyordum. Bağçeye çıkdım. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyyûb sultânın, ya'nî Hâlid bin Zeydin türbesine karşı, Halîcin ışıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın diyorlardı. Hıçkırarak ağladım. (Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmakdan koru!) diye yalvardım. Allahü teâlâ, bu ma'sûm ve hâlis düâmı kabûl buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâsı Abdülhakîm efendi, önce rü'yâda, sonra câmi'de karşıma çıkdı. Beni, cezb etdi. Eczâcı mektebinde talebe iken, Bâyezîd câmi'i şerîfinde va'zlarına, sonra evine gitdim. Bana acıdı. Sarf, nahv, mantık, fıkh öğretdi. Çok kitâb okutdu. Fransızca Maten gazetesine de abone etdirdi. Arabî ve fârisî öğretdi. (Emâlî kasîdesi)ni, (Hâlid-i Bağdâdî dîvânı)nın bir kısmını ezberletdi. Sohbetleri o kadara tatlı, o kadar fâideli idi ki, çok def'a, sahâhdan gece yarısına kadar yanından ayrılmazdım. Şimdi, o sohbetleri hâtırladığım ânlar, hayâtımın en zevkli dakîkaları olmakdadır. (m. 1936)ya kadar askerî tıbbiyye mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek hühendisliğine devâm etdim, hem de o islâm âliminin va'zlarından, sohbetinden ilm ve zevk topladım. Kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. İslâmiyyetin dünyâ ve âhıret se'âdeti için, biricik kaynak olduğunu anladım. Önceleri, büyük sandığım kimseleri, islâm âlimlerinin büyüklükleri yanında, çocuk gibi gördüm. Onların ilm diye söyledikleri ba'zı şeylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüş plânlar, iftirâlar olduğunu anladım. (m. 1936) dan sonra, Ankarada, Mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca öğrenmemi ve İmâm-ı Rabbânînin "kuddise sirruh" (Mektûbât)ını devâmlı okumamı söyledi. Her fırsatda İstanbula gelip, ma'rifetler deryâsından inci, mercân topladım. O ilm güneşinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar, sonra Kadıköyü müftîsi, fazîletli seyyid ahmed Mekkî efendinin halka-i tedrîsine kabûl buyuruldum. Büyük bir şefkat ve mehâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma'kûl ve menkûl, üsûl ve fürû' ilmlerini ta'lîm buyurup beni, 27 Ramezân-ı mubârek 1373 [m. 1953] Pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me'zûn eyledi.

(m. 1947) den sonra, öğretmenlik hayâtımda, engin denizden bir damla gibi olan bilgilerimi, gençlerin temiz rûhlarına, onların gonca gibi açılmakda olan körpe dimâglarına akıtmak için çırpındım. İçimde yanan îmân ışığından, onların saf kalblerine birer kıvılcım salmak istedim. Elhamdülillah! Rabbim kolaylık gösterdi. Senelerce uğraşarak hâzırladığım ve fâideli ve nefîs kokulu çiçeklerden toplanarak doldurulan tatlı ve şifâlı bal gibi, birkaç sahîfeye yerleşdirdiğim (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbı birinci kısmının basılması (m. 1956) senesinde nasîb oldu.

Hanefî mezhebine göre hâzırlanmış olan bu küçük kitâbın, gazete ve mecmû’alarda reklâmı yapılmamış, dıvârlara i’lânları asılmamış, köşedeki bir dükkânın raflarına emânet edilivermişdi. Müslimân ecdâdının nûrlu ve uğurlu yolundan ayrılmayan, mukaddes dînini öğrenmek aşkı ile dâimâ kalbi yanan, asîl ve îmânlı gençler, bu küçük kitâbı aradı, buldu. Az zemânda kapışdı.

Vatanına saldıran düşmana karşı, kükremiş arslanlar gibi döğüşerek, istiklâl savaşını kazanan şehîdlerin ve gâzîlerin temiz çocukları, bugün de, aynı aşk ve îmânla, babalarının yolunda yürüyerek, istiklâlleri gibi, îmânlarını da, her çeşid tecâvüzden korumağa çalışıyor. Hakka, hakîkate, doğruya koşuyor. Kur’ân-ı kerîme sarılıyor.

Târîh gösteriyor ki, yalnız kendi râhatlarını, keyflerini düşünen krallar, diktatörler, islâm dîninin, kendi zulmlerini, kötülüklerini meydâna çıkardığını görerek, cinâyetlerini, hıyânetlerini gizliyebilmek ve yalanlarına herkesi inandırabilmek için, islâmiyyete saldırmışlardır. Zâlim düşman kumandanları, müte’assıb haçlı orduları, her zemân, karşılarında müslimân türk kahramanlarını bulmuşlar, ecdâdımızın îmân dolu göğüslerini aşamamış, silâhlarını, ölülerini bırakarak hep kaçmışlardır.

Târîh yine gösteriyor ki, islâmiyyet, her zemân dahâ üstün, dahâ yeni ve dahâ fennî harb vâsıtalarının ve medenî cihâzların yapılmasına ve dahâ akllı, dahâ kahraman milletlerin yetişmesine sebeb olmuş; dinsizler, ilmde, fende, silâhda ve şecâ’atde dâimâ geri kalmışlardır. Hattâ, bir islâm ordusu, her cihetden adâlete bağlılığı nisbetinde gâlib geldiği hâlde, aynı orduda adâletden uzaklaşıldıkca, başarının azaldığı görülmüşdür. İslâm devletlerinin, kurulması, yükselmesi, durması ve çökmeleri de hep, adâlete bağlılıkları nisbetinde olmuşdur.

Dinsiz diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulm, fesâd ile insanları inleterek ve hayvan gibi çalışdırarak, ağır harb sanâyı’i, büyük fabrikalar, üstün silâhlar yapmış, dünyâyı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve târîh boyunca, la’netle anılmışlardır. Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabâh rüzgârı gibi ferâhlatıcı, hafîf bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar birşey bırakmamışlardır. Şimdi de, dinsiz bir temele dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette yıkılacak, zulm pâyidâr olamayacakdır. Böyle kâfirler, bir ânda parlıyan kibrite benzer ki, etrâfındaki saman, talaş gibi hafîf şeyleri tutuşdurur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan milletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birşeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara râhatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fekat harâret, enerji kaynağına mâlikdir. İslâmiyyet de, böyle fâideli bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan ferdleri, âileleri ve cem’iyyetleri besler, kuvvetlendirir.
Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, ni’metleri, o kadar çokdur ki, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyâda râhat, huzûr içinde, kardeşce yaşamaları, âhiretde de, sonsuz se’âdete, bitmez, tükenmez ni’metlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vâsıtası ile bildirmiş, bunları bildiren bir çok kitâb da göndermişdir. Bu kitâblardan, yalnız Kur’ân-ı kerîm bozulmamış, diğerlerinin hepsi, kötü kimseler tarafından değişdirilmişdir. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmeyerek, Kur’ân-ı kerîmdeki ahkâma, ya’nî emr ve yasaklara uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Bu, fâideli bir ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, îmânsız çok kimsenin ve müslimân olmıyan, hattâ islâm düşmanı olan ba’zı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, râhat, huzûr içinde yaşamaları, inanmadıkları, bilmedikleri hâlde, Kur’ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalışdıkları içindir. Müslimân olduklarını söyliyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği ahkâma ve güzel ahlâka uymadıkları içindir. Kur’ân-ı kerîme uyarak âhıretde sonsuz se’âdete kavuşabilmek için ise, önce buna îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyyet ederek uymak lâzımdır.

İslâm dînini bilmedikleri için, ona karşı olanlar, asrlar boyunca yapdıkları kanlı ve acı tecribelerle anladılar ki, îmânını yıkmadıkça, müslimân milleti yıkmağa, imkân yokdur. Hakîkatde her ilerlemenin ve yükselmenin hâmîsi ve teşvîkcisi olan islâmiyyeti, ilmin, fennin ve yeğitliğin düşmanı gibi göstermeğe yeltendiler. Genç nesllerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları ma’nevî cebheden vurmağı hedef edindiler. Bu yolda milyonlar dökdüler. İlm ve îmân silâhları çürümüş, hırs ve şehvetlerine kapılmış olan ba’zı câhiller, kâfirlerin bu hücûmları ile hemen bozuldu. Bunlardan bir kısmı, ismlerini siper edinip, müslimân görünerek, fen adamı, kalem sâhibi ve din âlimi, hattâ müslimânların hâmîsi şekline girip, temiz gençlerin îmânlarını çalmağa koyuldular. Kötülükleri hüner şeklinde, îmânsızlığı moda şeklinde gösterdiler. Dîni, îmânı olanlara softa, gerici denildi. Din bilgilerine, islâmın kıymetli kitâblarına, irticâ’, gericilik ve te’assub diyenler oldu. Kendilerinde bulunan ahlâksızlık ve şerefsizlikleri, müslimânlara, islâm büyüklerine atf ve isnâd ederek, o temiz insanları kötülemeğe, evlâdları babalarından soğutmağa uğraşdılar. Târîhimize de dil uzatıp, parlak ve şerefli sahîfelerini karartmağa, temiz yazılarını lekelemeğe, vak’a ve vesîkaları değişdirmeğe kalkışdılar. Böylece, gençleri dinden, îmândan ayırmağa, islâmiyyeti ve müslimânları yok etmeğe çalışdılar. İlmi, fenni, güzel ahlâkı, fazîleti ve yeğitliği ile dünyâya şân ve şeref saçan, ecdâdımızın sevgisini genç kalblere yerleşdiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin kemâlâtından, ululuğundan mahrûm ve habersiz bırakmak için, kalblere, rûhlara ve vicdânlara hücûm etdiler.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
ebubekir sifil hoca bir alimdir.
tasavvufuda çok iyi bilir.
ve kendiside bildiğim kadarıyla ehli tasavvuftur.
tasavvuftan senden çok daha fazla haberi olduğu malumdur.
yazılarınıda para kazanmak için yazan bir zındık olduğunu düşünmüyorum.
Ebubekir sifil hoca Milli gazetede yazar.
sende eğer hakkında ve yazıları hakkında bilgi sahibi olmak istersen milli gazetedeki köşesinden Ebubekir sifili takip edebilirsin.
önünüze geleni zındık ilan etmeyin.Ebubekir sifil bir müslümandır.zındık değildir.
seadet ebediyye Kuran değildir ki hatasız olsun..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Hâlbuki, anlıyamıyorlardı ki, islâmiyyetden uzaklaşdıkca, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayrıldıkca, ahlâk bozulduğu gibi, her vâsıtayı yapmakda ve her asrın îcâb etdirdiği yeni bilgilerde, üstünlüğü gayb ediyor, ecdâdımızın askerlikdeki, fen ve san’atdaki başarılarını gösteremiyor, hattâ geri kalmağa başlıyorduk. Bu maskeli dinsizler, böylece, bir tarafdan ilmde, fende geri kalmamıza çalışıyor, diğer tarafdan da, islâmiyyet geriliğe sebeb oluyor. Garb sanâyı’ine yetişebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız, şark dîninden, çöl kanûnlarından kurtulmamız lâzımdır, diyorlardı. Bu sûretle maddî ve ma’nevî kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza, milletimize, dışardaki düşmanların, asrlarca yapmak istedikleri, fekat yapamadıkları kötülüğü yapdılar. Müslimân ismini taşıyan islâm düşmanlarına (Zındık) denir. Zındıkların islâmiyyete zararları, kâfirlerin, misyonerlerin zararlarından dahâ çok oldu.

Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamıyacak kadar çok ni’met, iyilik vermişdir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, Resûller ve Nebîler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndererek, islâmiyyeti, se’âdet-i ebediyye yolunu göstermişdir ve İbrâhîm sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Ni’metlerimin kıymetini bilir, şükr ederseniz, ya’nî emr etdiğim gibi kullanırsanız, onları artdırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim) buyurmuşdur. Bir asrdan beri islâmiyyetin garîb olması ve son zemânlarda büsbütün uzaklaşarak, dünyânın küfr ve irtidâd karanlığı ile kaplanması, hep islâm ni’metlerinin kıymetlerini bilmeyip, onlara şükr etmemenin, arka çevirmenin netîcesidir.

Allahü teâlâ, sevdiklerini hayrlı işlere vâsıta kıldığı gibi, kendisine inanmıyanları, düşmanlık edenleri de, fenâ yerlerde çalışdırmakdadır.

İslâm ni’metlerinin elden çıkmasına sebeb olanlar iki kısmdır:

Birincileri, küfrlerini, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silâhlı kuvvetleri ile, bütün propaganda vâsıtaları ve siyâsî oyunları ile, islâmiyyeti yıkmağa uğraşıyorlar. Müslimânlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmağa çalışıyor.

İkinci kısm kâfirler, kendilerine müslimân ismini ve süsünü verip, din adamı tanıtdırıp, müslimânlığı, kendi aklları ile, keyflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeğe uğraşıyor, müslimânlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hîle ve yalanları ile, sözlerini isbât etmeğe, yaldızlı, yaltakcı yazılar ile, müslimânları aldatmağa çalışıyorlar. Müslimânların çoğu bu düşmanları, ba’zı sözlerinden ve islâmiyyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idâre edildikleri için, birçok sözleri revâc bulup, müslimânlar arasında yerleşiyor. Müslimânlık dîni, yavaş yavaş bozularak, bu zındıkların istedikleri, plânladıkları şekle dönüyor.

Ba’zıları da: (Bu asrda yaşıyabilmemiz için, milletce, topluca garblılaşmalıyız) diyor. Bu sözün iki ma’nâsı vardır: Birincisi, garblıların fende, tecribede, san’atda, i’mâr ve terfîh vâsıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifâdeye çalışmakdır ki, bunu islâmiyyet de, zâten emr etmekdedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifâye olduğu, kitâbımın çeşidli yerlerinde, vesîkaları ile bildirilmişdir. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i şerîfde: (Hikmet [ya’nî fen ve san’at], mü’minin gayb etdiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fekat bu, garba uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmağa çalışmakdır. İkinci ma’nâda garblılaşmak ise, ecdâdımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, garbın bütün an’anesini, âdetlerini, ahlâksızlıklarını, pisliklerini ve hepsinden dahâ acı, dahâ şaşkın olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, câmi’leri kilise ve eski san’at eseri şekline sokmak, müslimânlığa şark dîni, gerilik dîni, Kur’ân-ı kerîme çöl kanûnu, puta tapmağa, ibâdete müzik karışdırmağa garb dîni, modern ve medenî din demek ve islâmiyyeti bırakıp, hıristiyanlığa, mûsikî âletleri ile ibâdete dönmeğe, (Dinde reform) ismini vermekdir.

Herkes şunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlarında dolaşan asîl kan, ne bugün, ne de, onların ümmîd ile bekledikleri günlerde, bu ma’nâda aslâ garblılaşmayacak ve dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmıyacakdır. Ecdâdının mukaddesâtını ayaklar altında çiğnetmiyecekdir!
İslâmiyyeti yıkmağa çalışan diğer bir kuvvet de, din bilgisi vermek için, din düşmanlarını (gûyâ) susdurmak için yazılan mecmû’alar ve kitâblardır. Îmândan ve islâmdan haberi olmıyan, tesavvufun hakîkatine, rûhuna, inceliklerine ermemiş olan zındıklar, dünyâ işlerinde söz sâhibi olunca, kendilerini din âlimi görüyor, bozuk düşüncelerini yaymak için veyâ yalnız para kazanmak için, din kitâbları yazıyorlar. Bu kitâblarında, din büyüklerinin sözlerini anlamadıkları, birçok bilgileri yanlış ve ters yazdıkları, acı acı görülüyor. Zındıkları islâm âlimi olarak tanıtıyorlar. Bunların câhil kafaları ile, sapık düşünceleri ile yazdıkları yıkıcı ve bölücü kitâblarını terceme ederek, din bilgisi diye gençliğin önüne sürüyorlar. Bunların zararlarını, bozuk olduklarını ortaya koyan, yüzkaralarını meydâna çıkaran, böylece kazançlarına, milleti sömürmelerine mâni’ olan kitâblarımın basılmasına, yayılmasına mâni’ olmak için bu fakîre câhilce, ahmakca iftirâ ediyorlar. Dünyâ çıkarları için dinlerini satan münâfıklardan bir kısmının, dahâ da aşırı giderek, tarîkatçılık yapıyor gibi yalanları yaydıklarını, böylece beni kanûna karşı suçlu duruma düşürerek, kitâblarımın yasaklatılmasına uğraşdıklarını işitdim. Hâlbuki, hiçbir kitâbımda böyle birşey yazılı değildir. Kitâbımda tarîkatler üzerinde bilgiler varsa da, bunlar, eski asrlarda yaşamış olan, tesavvuf âlimlerinin yazmış oldukları kitâblardan terceme edilmişdir. Ben de, bunları okuyup anlamağa çalışmakdayım. Bir tarîkat ile ve bir şeyh ile hiçbir ilgim olmamışdır ve yokdur.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
ebubekir sifil hoca bir alimdir.
tasavvufuda çok iyi bilir.
ve kendiside bildiğim kadarıyla ehli tasavvuftur.
tasavvuftan senden çok daha fazla haberi olduğu malumdur.
yazılarınıda para kazanmak için yazan bir zındık olduğunu düşünmüyorum.
Ebubekir sifil hoca Milli gazetede yazar.
sende eğer hakkında ve yazıları hakkında bilgi sahibi olmak istersen milli gazetedeki köşesinden Ebubekir sifili takip edebilirsin.
önünüze geleni zındık ilan etmeyin.Ebubekir sifil bir müslümandır.zındık değildir.
seadet ebediyye Kuran değildir ki hatasız olsun...
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Evet, islâm âlimi gördüm. Müslimânlığın ne olduğunu ve islâmiyyetin yüksek bilgilerini ondan öğrenmekle şereflendim. Onun islâm ilmlerinde ve fen ve târîh bilgilerinde engin bir denize benzediğini ve islâm dîninden kaynaklanan güzel ahlâkını görerek hayrân oldum. Bu büyük zâtdan, şeyhlikle, mürîdlikle ilgisi olduğunu gösteren bir söz işitmedim. Tekkelerin kapatılmasından önce ve sonra ismleri duyulan ba’zı tarîkatcıların, islâmiyyete ve tesavvuf bilgilerine uymadıklarını, zararlı olduklarını söylerdi. Dünyânın her yerinde, her dilde tesavvuf kitâbları yazılmakdadır. Kanûnlar, tesavvuf kitâbı yazmağı ve tesavvuf ilmini övmeği değil, tesavvuf perdesi altında, şahsî menfe’at sağlamağı ve tesavvufda bulunmıyan kötülükleri yapmağı suç saymakdadır. Tesavvuf âlimleri de, böyle tarîkatcıları red etmişler, bunların din hırsızları olduklarını, islâmiyyeti içerden yıkdıklarını bildirmişlerdir. Kitâblarımda ve konuşmalarımda hep, (Müslimânın kanûnlara uyması lâzımdır. Fitne çıkarmak harâmdır) diyorum. Böyle söyliyen kimse, kanûna uymıyan iş yapar mı? Hasedcilerimin, beni kendileri gibi münâfık zan etdikleri anlaşılıyor. Çok yanılıyorlar! Münâfık kelimesini, burada kâfir ma’nâsına kullanmıyorum. Dışı içine uymıyan, iki yüzlü demek istiyorum. Söz ile olan bu nifâkın küfr olmadığı, harâm olduğu, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır. Bu zevallılar, bilerek veyâ bilmiyerek, islâm düşmanlarının ekmeklerine yağ sürüyor ve islâmiyyete, onlardan dahâ çok zararlı oluyorlar. Çünki, bunların kitâblarını ve dergilerini okuyan sâf müslimânlar ve hele asîl ve kahramân ecdâdının mukaddes dînini öğrenmeğe susamış olan temiz gençler, bunların yaldızlı kelimelerle övdükleri zındıkları, din âlimi sanıp, bozuk ve yanlış yazılarına din ve îmân diye sarılıyor. Böyle, para kazanmak, mevkı’, etiket ele geçirmek için, kısacası dünyâlığa kavuşmak için, mukaddes dînimizi âlet eden câhillere (Ulemâ-i sû’), ya’nî (Zındık) denir. Bu din yobazları ve fen adamı olarak ortaya çıkıp, fen bilgilerini değişdirerek ve kendi hâin düşüncelerini fen bilgisi imiş gibi söyliyerek, islâmiyyeti yıkmağa çalışan (Fen yobazları) ya’nî (Zındık)lar, bu millete çok zarar verdiler. Kardeşi kardeşe düşman yapdılar. İç harblere sebeb oldular. Hâlbuki, islâm dîni, birleşmeği, sevişmeği, yardımlaşmağı, hükûmete, kanûnlara karşı gelmemeği, fitne, ya’nî anarşi çıkarmamağı, kâfirlerin haklarını da gözetmeği, kimseyi incitmemeği emr etmekdedir. İslâm âlimleri, bütün istirâhatlerini, menfe’atlerini fedâ ederek, dînimizin bu güzel emrlerini bildirmek ve torunlarının dinlerini, îmânlarını korumak için, çok sayıda ve çok kıymetli kitâb yazmış ve bizlere yâdigâr bırakmışdır. Sonra gelen âlimler, bu kitâblara açıklamalar yapmış, bunlara (hocamızın tarîkati) denilerek çeşidli tarîkatlar meydâna gelmişdir. Ehl-i sünnet düşmanları, bid’at sâhiblerinin kitâblarına da bu mübârek ismleri koymuşlardır. Bid’at sâhibleri, Kur’ândan ve hadîs-i şerîflerden yanlış ma’nâ çıkarıyorlar. Zındıklar, kendi anladıklarına, düşüncelerine âyet ve hadîs diyor. Güzel ahlâkı, adâleti, çalışkanlığı, fende, san’atda birinciliği ve yeğitliği dünyâ târîhlerinde, parlak kelimelerle yazılı olan, şanlı ve şerefli ecdâdımızın, düşman elinin dokunmaması için, mubârek kanını dökdüğü ve bütün temizliği, doğruluğu ile bizlere mîrâs bırakdığı mukaddes dînimizi, yine onların mubârek elleri ile yazdıkları, hâlis ve afîf kitâblarından okuyup öğrenmeliyiz. İngiliz câsûslarının tuzaklarına düşmüş olan, satılmış zındıkların kalemlerinden çıkan, süslü kelimelerle örtülmüş, aynı ismi taşıyan kitâbları okuyarak, azîz ve sevgili îmânımızı kapdırmamağa, aldanmamağa çok dikkat etmeliyiz!

Şunu da bildireyim ki, hadîs-i şerîfler ve islâm âlimlerinin açıklamaları, din adamlarının siyâsete karışmalarını şiddetle men’ etmekdedir. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu yasağa titizlikle uymuşlardır. Müslimânlar, dîni siyâsete âlet etmez. Bunun için ben, hiçbir zemân siyâsete karışmadım. Hiçbir yazımda, şu veyâ bu devlet şeklinin savunuculuğunu yapmadım. Ba’zı kimselerin, böyle davranışımı beğenmediklerini, bu yüzden de kitâblarıma bozukdur diyerek, vatandaşların okuyup öğrenmelerine mâni’ olduklarını, (neresi bozukdur?) diyenlere karşı, bir cevâb veremiyerek, şaşırıp kaldıklarını işitiyorum. Hased edenler, satılmış olanlar, her zemân Ehl-i sünnet kitâblarına saldırdı. Sonunda rezîl oldular. Bana iftirâ edenlerin gafletden uyanmaları, hidâyete kavuşmaları için (Yüz karası) kitâbını hâzırladım. 1970 de basıldı.

Otuz madde ve altmış sahîfe olan (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımı okuyanların teşvîki ile, ikinci kısmını da, üç yüz sahîfe olarak hâzırladım. Bu da, (m. 1957) de basdırıldı. Bu iki kitâb, temiz gençlikde, islâmiyyete karşı, öyle bir alâka ve câzibe uyandırdı ki, süâl yağmuru altında kaldım. Bu çeşidli soruları cevâblandırmak için, mu’teber kitâblardan terceme ederek yapdığım açıklamalar ve ilâvelerle, birinci kısmın otuz maddesine yetmiş madde dahâ ekliyerek ikinci baskısı meydâna geldi ve dörtyüz sahîfe oldu. Nihâyet Allahü teâlâ, ihsân ederek, yıpratıcı çalışmakla, üçüncü kısmın hâzırlanması da müyesser oldu ve 1379 [m. 1960] da basıldı.

Salâhiyyetim olmadığını bildiğim hâlde, yalnız İslâm âlimlerinin, aklları durduran üstünlüklerine hayrânlığımın ve onlara karşı taşıdığım sevgi ve saygının mükâfâtı olarak ve bu temiz milletin, asîl gençlerin, din simsarlarının tuzaklarından kurtulmaları, dünyâ ve âhıret se’âdetine kavuşmaları için, kalbim sızlayarak etdiğim düâların karşılığı olarak, Allahü teâlânın tevfîkı ile meydâna gelen bu üç kitâbı, (m. 1963) de bir araya getirip, (Tâm ilmihâl) adını verdim. Devâmlı süâller sebebi ile, kitâbımın her baskısına yeni ilâveler yapılmakdadır. Hepsi ingilizceye de terceme edilerek (Endless Bliss) ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi tarafından beş cild olarak basdırılmışdır. Bu kitâbda, bu fakîre âid hiçbir bilgi ve fikr yokdur. Terceme ve toplamakdan başka nasîbim olmamışdır. Büyük, mubârek zâtların yazıları olduğu için, okuyanların fâidelendiklerini, zevk aldıklarını ve bölücülere, kitâblarıma saldıran, iftirâ eden zındıklara aldanmadıklarını görmekle, cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Böylece, temiz rûhlu, sâf kanlı, mubârek gençlerin, müstecâb düâlarına kavuşacağımı düşünerek seviniyor, bu kitâbı ve düâları kıyâmet günü için, biricik sermâyem biliyorum.

(Se’âdet-i Ebediyye) ya’nî (Tâm ilmihâl) kitâbımdaki fıkh bilgileri, hanefî mezhebine göre yazılmışdır. Bu bilgilerin çoğu, Muhammed Emîn ibni Âbidînin (Redd-ül-muhtâr) kitâbının 1272 [m. 1856] senesinde Mısrda Bulak matba’asında beş cild olarak yapılan baskısından terceme edilmiş, sahîfe numaraları bu baskıya göre bildirilmişdir. Hanefî mezhebindeki fıkh kitâblarının en kıymetlisi olan (Redd-ül-muhtâr)ın çoğunu muhterem Ahmed Davudoğlu türkçeye terceme etmiş, Şâmil kitâbevi tarafından 1982-1986 arasında onyedi cild olarak basdırılmışdır. Kitâblarımızda âyet-i kerîmelerin tercemeleri değil, tefsîrleri ve meâlleri yazılmışdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği ma’nâlara (Tefsîr) denir. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından, açık bildirilmemiş ma’nâlarından, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olanı seçmeğe (Te’vîl) ve bu ma’nâya meâl denir. Âyet-i kerîmeyi başka lisâna nakl edince, tercemesi denir. Âyet-i kerîmeler kısa ve tam terceme edilemez. İslâm âlimleri, âyet-i kerîmelerin tercemelerini değil, uzun tefsîr ve te’vîllerini bildirmişlerdir. Kitâbıma, ençok (Tefsîr-i Mazherî ) ve (Tefsîr-i Hüseynî)deki açıklamalardan aldım. Âyet-i kerîmelerin sıra numaralarını hâfız Osmânın “rahmetullahi aleyh” yazdığı Kur’ân-ı kerîme göre koydum.

Bu (Tam İlmihâl)i okuyanlar, dedelerinin dînini şu’ûrlu olarak öğrenip, bölücülerin iftirâlarına aldanmıyacak, câhillerin, münâfıkların ve tarîkatcı ismi altında gençliği zehrliyen zındıkların, maddî ve ma’nevî soygunculuğundan kurtulacaklardır. Hak yolda birleşecekler, sevgili kardeşler olacaklardır.

Müslimân, iyi insan, aklı başında kimse demekdir. Hakîkî müslimân, Allahü teâlânın emrlerine itâat eder. Allahü teâlânın emrlerine uymamak günâh olur. Kul haklarını, devlete olan borçlarını öder. Devletin kanûnlarına karşı gelmez. Kanûna karşı gelmek suç olur. Müslimân günâh yapmaz ve suç işlemez. Vatanını, milletini ve bayrağını sever. Herkese iyilik eder. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Böyle olan müslimânı Allah da sever, kullar da sever. Râhat ve huzûr içinde yaşar.

(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının her üç kısmının şimdi seksenyedinci baskısı yapıldı. Birinci kısmda doksansekiz madde, ikinci kısmda yetmişüç madde, üçüncü kısmda yetmiş madde vardır. Bu ikiyüzkırkbir [241] maddeden yüzsekiz [108] maddesi, büyük islâm âlimi, tesavvuf bilgilerinin, zevklerinin kaynağı, Muhammed aleyhisselâmın hakîkî vârisi, imâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed-i Fârûkînin (Mektûbât) kitâbının ikinci ve üçüncü cildlerinden, yüzotuzüç [133] maddesi de, salâhiyyetli islâm âlimlerinin kitâblarından toplanmışdır. Mektûbâtın birinci cildinin hepsi Müstekîmzâde Süleymân Sa’deddîn efendi tarafından türkçeye terceme edilmişdir. Hakîkat Kitâbevinin bu tercemeyi (Müjdeci Mektûblar) ismi ile basdırdığını görerek Rabbime şükr eyledim. İslâm bilgilerinin deryâsı ve tesavvuf ma’rifetlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm efendi, (Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs kitâblarından sonra, islâm kitâblarının en üstünü imâm-ı Rabbânînin Mektûbâtıdır) ve (İslâm âleminde, imâm-ı Rabbânînin Mektûbâtı kadar kıymetli bir kitâb dahâ yazılmamışdır) buyururdu. Bir mektûbunda diyor ki, (Hilmi! Mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükr etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarayan ve dîn-i islâmda misli te’lîf olmıyan (Mektûbât) kitâbını okuyup, ba’zısını anlamak, pek ziyâde bir fadl ve ihsân-ı ilâhîdir. Hilminin bu ihsâna kavuşduğunu öğrenince, Rabbime çok şükr eyledim.) Kitâbımda yazılı ismlerden binyirmi [1020] adedinin hâl tercemeleri de sonuna eklenmişdir.

Bu kitâb bir ilm kitâbıdır. Her ilmde olduğu gibi, din bilgisinin de kendine mahsûs kelimeleri vardır. Bu kelimelerin ma’nâları, sırası geldikçe bildirildi. Bunlar, kitâbı temâmen okuyunca, öğrenilir. Bunları öğrenmiyen, kafasını yormıyan bir câhil, kitâbdaki ilmleri anlıyamaz. (Bu kitâb anlaşılmıyor) diyerek, kendi kusûrunu kitâba yükler. (Câhil kimse, anlıyamadığı şeyi beğenmez) sözü meşhûrdur. Gülün kıymetini bülbül bilir. Altının hâlisini sarrâf seçer. Bir kayada ne cevher bulunduğunu kimyâger anlar. Bunun için, bu kitâbı, gazete okur gibi, bir göz gezdirip elinden bırakmamalı. Her kelimesini iyi düşünmelidir. Her cümlesinin ma’nâsını iyi anlamağa çalışmalı, her maddeyi bitirince tekrârlamalı, bir hülâsa hâlinde hâfızaya yerleşdirmelidir. Evlâda, ahbâba da öğretmelidir. Çalışmalı, bu yolda ilerlemelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (İki gün aynı hâlde bulunan, [ya’nî hergün ilerlemiyen, yeni bir şey öğrenmiyen], aldandı, ziyân etdi) buyurdu. Görülüyor ki, islâm dîni, gerilemeği değil, duraklamağı bile red ediyor. Dâimâ ilerlemeği ve yükselmeği emr ediyor. Bu kitâbı hâzırlamakdan ve neşr etmekden hâsıl olan sevâbları ve okuyup istifâde eden müslimânların düâlarının hepsini, kitâbdaki ilmlerin kaynağı olan seyyid Abdülhakîm Arvâsînin mubârek rûhuna hediyye ediyorum. Allahü teâlâ vâsıl eylesin. Âmîn! Bu kitâbda yazarın boş kafasından çıkan hiçbir yazı yokdur. Seyyid Abdülhakîm efendinin sohbetlerinden hâsıl olan bilgilerdir. Kıyâmet günü, Onun kölesi olarak yanında bulunmağı, kendime se’âdet biliyorum. Hakîkat Kitâbevinin neşr etdiği kitâblar, (İnternet) ve bilgisayar vâsıtası ile her memlekete gönderilmekdedir. (Kıymetsiz Yazılar) kitâbımızın sonuna bakınız!
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
ebubekir sifil hoca bir alimdir.
tasavvufuda çok iyi bilir.
ve kendiside bildiğim kadarıyla ehli tasavvuftur.
tasavvuftan senden çok daha fazla haberi olduğu malumdur.
yazılarınıda para kazanmak için yazan bir zındık olduğunu düşünmüyorum.
Ebubekir sifil hoca Milli gazetede yazar.
sende eğer hakkında ve yazıları hakkında bilgi sahibi olmak istersen milli gazetedeki köşesinden Ebubekir sifili takip edebilirsin.
önünüze geleni zındık ilan etmeyin.Ebubekir sifil bir müslümandır.zındık değildir.
seadet ebediyye Kuran değildir ki hatasız olsun....
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Her ilim sahibine âlim denir mi?
Her ilim sahibine âlim denmez. Mal ve mevki sahibi olmak için ilim öğrenen ve ilmi ile amel etmeyen, İslam âlimi değildir. Buyuruluyor ki:
Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç, âlimler de helak olmuştur. İhlaslı olanlar hariç, amel eden âlimler de aldanmıştır. O halde gerçek âlim, ilim, amel ve ihlas sahibi salih kimsedir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Cahiller ile mücadele etmek ve meşhur olmak için ilim öğrenen Cehenneme gider.) [İbni Mace]

(Allah rızasından başka maksatla ilim öğrenen Cehennemdeki yerine hazırlansın.) [Tirmizi]

(Dünya için ilim öğrenen, mala, mevkiye kavuşursa, kazancı Cehennem ateşi olur.) [R.Nasıhin]

(Âlim, ilmi az da olsa, ilmi ile amel eden kimsedir.) [Ebuşşeyh]
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
ebubekir sifil hoca bir alimdir.
tasavvufuda çok iyi bilir.
ve kendiside bildiğim kadarıyla ehli tasavvuftur.
tasavvuftan senden çok daha fazla haberi olduğu malumdur.
yazılarınıda para kazanmak için yazan bir zındık olduğunu düşünmüyorum.
Ebubekir sifil hoca Milli gazetede yazar.
sende eğer hakkında ve yazıları hakkında bilgi sahibi olmak istersen milli gazetedeki köşesinden Ebubekir sifili takip edebilirsin.
önünüze geleni zındık ilan etmeyin.Ebubekir sifil bir müslümandır.zındık değildir.
seadet ebediyye Kuran değildir ki hatasız olsun.....
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
1. Eserde bol miktarda zayıf –ve hatta bazen uydurma– rivayetlere rastlanmaktadır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Hz. Ali (r.a)'ye, "Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen" buyurduğunun söylenmesi (69) böyledir.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
________________________________________
Okuyucu soruları içinde hakkında bilgi istenen kitapların başında gelen "Saadet-i Ebediyye" isimli eserin benim elimde bulunan son baskısı 2001 tarihli ve yaklaşık 1250 sayfa. Bu hacimdeki bir kitabın bir yazı çerçevesinde detaylı bir değerlendirmesini yapmak takdir edersiniz ki mümkün değil. Bununla birlikte, piyasaya ilk çıktığı tarihten bu yana hacmi durmadan kabaran ve muhtevasında değişiklikler yapıldığı görülen bu eserin baştan sona zararlı olduğunu söylemek insaf ve adaletle bağdaşmaz.

Kendini hemen de hakim koltuğuna oturtmuş.1250 sayfayı okumayı bile başaramamış,bu kitabı yazabilecek kadar büyük bir İslam alimine iftira atıyor.

Eserde Ehl-i Sünnet'e yapılan yoğun vurgu ve genel olarak Ehl-i Sünnet ulemanın eserlerinden istifade edilmiş olması, ona ayrı bir hususiyet vermektedir.
Sen de söylüyorsun ehl-i sünnet ulemasının eserlerinden yazıldığını..

Ancak mütekaddimun ulemanın eserlerinden yok denecek kadar az istifade edilmiş olması ve Hadis'le ilgili hususlarda temel Hadis musannefatına hemen hiç başvurulmaması, eserin önsözünde "ilim kitabı" olarak tevsif edilmesiyle örtüşmemektedir.

Ehl-i sünnet’in dışı mezhepsizliktir.Senin kadar bilmiyordu!Onun icazeti silsilesi belli Linke bakın. Türkçesi burada
Hüseyin Hilmi Işık         

Arabisi de burada.
Hüseyin Hilmi Işık         
Bu icazeti verenler dikkat edilirse sıradan insanlar değildir.Taa Resulullah(Aleyhisselam)a kadar uzanır.Üstadı Seyyid Ahmet Mekki efendi hazretlerinin icazette yazdıklarına bakın Âlet ilmlerini, fıkh, tefsîr, hadîs ve nush-i Ehl-i İslâm [Müslimânlara nasîhat] ilmlerini rağbet, iştiyâk ve harâret ile taleb edenlere tedrîs eylemesine, babam ve üstâdımın bana verdiği gibi, icâzet-i mutlaka ile icâzet verdim.


Bununla birlikte eserin şu yönlerine dikkat etmek gerekir:

1. Eserde bol miktarda zayıf –ve hatta bazen uydurma– rivayetlere rastlanmaktadır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Hz. Ali (r.a)'ye, "Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen" buyurduğunun söylenmesi (69) böyledir.

Cehaletin böylesi;Bu hadis-i şerifi naklettiği kitap Abdülkadir Geylani’nin Gunye-tüt Talibin kitabı.Yoksa ondan da mı iyi biliyorsun hadis-i şerifleri cahil adam.
2. Eserde yer alan birtakım fıkhî hükümler muteber değildir. Mesela hoparlörle ezan ve radyoda Kur'an okunmasının caiz olmadığının söylenmesi (206) böyledir.

Lütfen linki okuyun da işin aslını görün.Kendisinden mi söyle miş yok sa nakil mi yapmış.
01-TAM LMHL SE'DET- EBEDYYE[jump!3A!27!2861!29!27]/doc/%7B@1464%7D?

Hatta "Saadet-i Ebediyye" yazarı bu meselede o denli ileri gitmiştir ki, belirttiğim sayfada şöyle demektedir: "Görülüyor ki, radyo (mizyâ') ile ve minarede hoparlör (mükebbirussavt) ile ezan okumak (...) ve bunları ezan diye dinlemek caiz olmaz. Bunlar hem kabul olmaz, hem de günah olur. (...) Küçük günaha devam, büyük günah olmaktadır."

"... İbadetlerde değişiklik yapmanın bid'at olduğunu, büyük günah olduğunu biliyoruz. Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve selem) kabul etmediği, red ettiği bir şeyi ibadete karıştırmak ise, bid'atten daha büyük, ondan daha çirkin günah olur..." (722)

Ne oldu işine gelmemiş galiba.ibadete kendi uydurduklarını karıştırdığın için mi acaba??

"... Radyodan ve hoparlörden çıkan sesler, şimdi Hıristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan İncil ve Tevratlar gibi Allah kelamı değildir... (724)

Burada kurnazca Hıristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan İncil ve Tevratlar’ ın hak olduğunu mu iddia ediyorsun yoksa!!

3. "... Yani mü'min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münafıklar ise bazen kılar, bazen kılmaz. (...) Hadis imamları söz birliği ile bildiriyor ki, bir namazı vaktinde, amden kılmayan, yani namaz vakti geçerken namaz kılmadığı için üzülmeyen kâfir olur veya ölürken imansız gider..." (210)

Oysa bu konuda Hadis imamlarının söz birliği ettiğini söylemek mümkün değildir. Daha önce (2003 Ekim'inde) bu köşede, yine bizzat Ehl-i Hadis'ten birisinden, İmam el-Buhârî'nin çağdaşı Muhammed b. Nasr el-Mervezî'den, Ehl-i Hadis'in bu konuda ikiyi ayrıldığını nakletmiştim.

Hep kendinden bahsediyorsun. İcazetin yok. Oysa onlar hayatlarında nefslerini gösterip ben dememişler.Hep hocalarını göstermişler.Bu ni'metler hocamdan demişler.

4. "İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a'zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, "Bütün müçtehidler, İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır" demiştir." (49)

Oysa İmam eş-Şâfi'î'nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas'ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi'î'nin İmam Ebû Hanîfe'ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi'î'nin mezhebinin "yüzeysel" ve "daha az değerli" olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.

Bir de İmam Ebû Hanîfe'nin, "Sünnet'e ittibada herkesten ileri gittiği"nin söylenmesi (49), "diğer mezheplerin Sünnet'e daha az ittiba ettiği"nin tersinden ifade edilmesidir ve oldukça düşündürücüdür.
Yahu bu zatın hocası Şafii alimi bu kadar edepli birisi nasıl olur da hocasının tabi olduğu imama dil uzatır.Aksine imamın büyüklüğü anlatılıyor.Ayrıca İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinin Talebesi İmam-ı Muhammed Şeybani hazretleri Bu da imam-ı Şafii nin annesiyle evlidir ve İmam-ı Şafii hazretleri İmam-ı Muhammed şeybani nin kitablarıyla deve yükü kitap yazdım diyor.Kör göremezse güneşin suçu ne buyurulmuş .

5. Bir diğer tesbit hatası da, Sahabe'nin tümünün müçtehid olduğunun söylenmesidir (50). Oysa muhakkık ulema, Sahabe'den içtihad seviyesine yükselenlerin sayısının 20 civarında olduğunu söylemiştir.

Senin ulema dediklerin zaten yazılarından belli.Sahabeler o kimselerdir ki Allahü Teala onları habibinin(Aleyhisselam)sohbetine layık olarak yaratmıştır buyuruluyor.Talebeyi küçültmek hocayı aşağı görmek olur.Çünkü onu yetiştiren hocasıdır.Resulullah(Aleyhisselam)sizin hocanız kadar maharetli değildi de onları yetiştiremedi sizin hocanız yetiştirdi sizi müctehid oldunuz değil mi!!!
6. Bir kısım Hadis alimlerinin (es-Sehâvî, Ali el-Kârî gibi), sırf mevzu hadis konusunda eser verip, mevzu hadisleri diğerlerinden ayırdıkları için hedef tahtasına oturtulduğu görülmektedir ki, "Din kitaplarında uydurma hadis olmaz" diyen "âllame"nin buradan beslendiği açık. İmam el-Gazzâlî ve İmam es-Süyûtî'nin eserlerinde hiç uydurma hadis bulunmadığı iddiasında da öyle...

Bir takım kitaplarda uydurma hadis bulunduğu gerçeğinin savunulacak yanının kalmadığı görüldüğü zaman da "O kitaplar dinin temel bilgilerini bildiren kitaplar değildir" denerek güya çıkış yolu bulunuyor!...

Yazık Allahü Teala anlayış idrak versin..

7. Bir "garib hadis" tarifi: "Yalnız bir kimsenin bildirdiği hadis-i sahihdir." (423)

Demek ki Usul-i Hadis ilminde ya bütün garip hadisler sahih kabul ediliyor veya uydurma hadisler arasında, garib hadisler gibi tek kişi kanalıyla nakledileni yok!!
Yahu hakikaten senin gözlerin göremiyor galiba.Bunu yazanın kim olduğuna iyi bak sen göremezsin şimdi ben sana yazıyım.
6 — HADÎS-İ ŞERÎFLERİN ÇEŞİDLERİ
[1308] senesinde İstanbulda basılan, (Mahzen-ül’ulûm) kitâbının, birinci cüz’, yüzotuzaltıncı sahîfesinde ve (Eşi’at-ül-leme’ât)in üçüncü sahîfesinde hadîs-i şerîflerin çeşidleri, şöyle ta’rîf edilmekdedir:
Merak edenler linkten baksın lütfen..
01-TAM LMHL SE'DET- EBEDYYE[jump!3A!27!28iki06!29!27]/doc/%7B@3149%7D?

Mezkûr kitap hakkında elbette daha fazla şey söylenebilir. Ancak muhtelif konulardan seçtiğim bu örnekler, kitabın, tam anlamıyla güvenilerek okunamayacağını göstermeye yeterlidir. (ebubekirsifil )

İnşallahü Teala tövbe etmek nasib olur da kurtulursun.Yoksa bu yazını okuyanlar mahşer günü karşına çıkıp haklarını talep edeceklerdir.Ve elbette ki iftira ettiğin Ulemalarda…

Hakkında bilgi edinmek isteyenlere dinlemelerini tavsiye ederiz.


Hüseyin Hilmi Işık Efendi (Sesli) .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
2. Eserde yer alan birtakım fıkhî hükümler muteber değildir. Mesela hoparlörle ezan ve radyoda Kur'an okunmasının caiz olmadığının söylenmesi (206) böyledir. Hatta "Saadet-i Ebediyye" yazarı bu meselede o denli ileri gitmiştir ki, belirttiğim sayfada şöyle demektedir: "Görülüyor ki, radyo (mizyâ') ile ve minarede hoparlör (mükebbirussavt) ile ezan okumak (...) ve bunları ezan diye dinlemek caiz olmaz. Bunlar hem kabul olmaz, hem de günah olur. (...) Küçük günaha devam, büyük günah olmaktadır."

"... İbadetlerde değişiklik yapmanın bid'at olduğunu, büyük günah olduğunu biliyoruz. Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve selem) kabul etmediği, red ettiği bir şeyi ibadete karıştırmak ise, bid'atten daha büyük, ondan daha çirkin günah olur..." (722)

"... Radyodan ve hoparlörden çıkan sesler, şimdi Hıristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan İncil ve Tevratlar gibi Allah kelamı değildir... (724)
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
3. "... Yani mü'min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münafıklar ise bazen kılar, bazen kılmaz. (...) Hadis imamları söz birliği ile bildiriyor ki, bir namazı vaktinde, amden kılmayan, yani namaz vakti geçerken namaz kılmadığı için üzülmeyen kâfir olur veya ölürken imansız gider..." (210)

Oysa bu konuda Hadis imamlarının söz birliği ettiğini söylemek mümkün değildir. Daha önce (2003 Ekim'inde) bu köşede, yine bizzat Ehl-i Hadis'ten birisinden, İmam el-Buhârî'nin çağdaşı Muhammed b. Nasr el-Mervezî'den, Ehl-i Hadis'in bu konuda ikiyi ayrıldığını nakletmiştim.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
4. "İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a'zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, "Bütün müçtehidler, İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır" demiştir." (49)

Oysa İmam eş-Şâfi'î'nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas'ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi'î'nin İmam Ebû Hanîfe'ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi'î'nin mezhebinin "yüzeysel" ve "daha az değerli" olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.

Bir de İmam Ebû Hanîfe'nin, "Sünnet'e ittibada herkesten ileri gittiği"nin söylenmesi (49), "diğer mezheplerin Sünnet'e daha az ittiba ettiği"nin tersinden ifade edilmesidir ve oldukça düşündürücüdür.
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24


Okuyucu Soruları 3 BAZI TASAVVUF KAYNAKLARINDAKİ HADİSLER-I

Milli Gazete - 15 Şubat 2009

10 Haziran 2004 tarihli yazımda Saadet-i Ebediyye isimli eserle ilgili kısa bir değerlendirme yapmış ve içinde zayıf, hatta uydurma rivayetler bulunduğunu söylemiştim. Örnek olarak da Efendimiz (s.a.v)'in, Hz. Ali (r.a)'a, "Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen" buyurduğunu anlatan rivayeti zikretmiştim.

Yine o yazıda, Saadet-i Ebediyye'de yer alan, "İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a'zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, "Bütün müçtehidler, İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır" demiştir" şeklindeki tesbit üzerine şunları söylemiştim:

"Oysa İmam eş-Şâfi'î'nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas'ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi'î'nin İmam Ebû Hanîfe'ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi'î'nin mezhebinin "yüzeysel" ve "daha az değerli" olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir."

İnternetteki bazı forumlarda bu meselenin gündeme geldiği ve mezkûr rivayetin İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ında geçtiği söylenerek yukarıdaki ifadelerime itiraz edildiği konusunda bir uyarı aldım. İtiraz edenler, Tasavvuf büyüklerinin bir hadisi keşfen tashih etmeleri halinde artık zahir ulemasının değerlendirmelerinin bir şey ifade etmeyeceğini söylemişler. "Bir metin hadis-i şerif olmak üzre Mektubat-ı Rabbani'de müsbetse (geçiyorsa) o metin hadistir ve sahihtir" diyenler olmuş, hatta (Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbânî gibi büyüklere dil uzattığım düşüncesinden kaynaklanan bir gayret-i diniye ile) şahsıma yönelik ağır ithamlarda bulunulmuş. Ayrıca İmam eş-Şâfi'î'nin sözüyle ilgili değerlendirme hakkında söylediklerimin de İmam-ı Rabbânî'yi hedeflediği tesbitinde bulunmuşlar.

Bu eleştirilerde bulunanların, Tasavvuf büyüklerinin kendilerine ve eserlerine yönelik tahripkâr saldırılar karşısında gösterilmesi gereken hassasiyetle hareket ettiklerini biliyor ve bunu takdir ediyorum. Bu hassasiyete her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan bir zaman diliminde yaşıyoruz. Aidiyetlerimizi muhafaza etmenin bizim için hayat-memat meselesi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. Bu köşenin takipçileri, bu köşede en fazla vurgulanan hususu bu noktanın teşkil ettiğini çok iyi biliyor. Bu cümleden olarak hangimiz diğerinin tavrında hakkın hatırını rencide eden bir tavır görürse, onu lisan-ı münasiple ikaz etmeli, birimizden hasbel beşer sadır olmuş bir hata/kusur varsa, en uygun tarzda düzeltme yoluna gitmelidir. Kardeşliğin gereği budur…

Meselemize gelecek olursak, geçen haftanın Pazar (8 Şubat) yazısında bir noktaya dikkat çekmiştim. Kaynaklardan istifade etme tarzı, onlara vakıf olmak kadar, hatta ondan daha önemlidir. Hangi kaynağın özelliği nedir, hangi eserden hangi sahada istifade etmek gerekir, bunları iyi bilmek ve müelliflerin eserlerini telif ediş gayesi ve metodu hakkında gerekli donanıma sahip olmadan bu sahada sarf-ı kelam etmekten uzak durmak icab eder…

Evet, İmam-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât'ında[1] Abdülkadir Geylânî hazretlerinin Gunye'sine atfen iki rivayet zikrediyor. Bunlardan birine göre Efendimiz (s.a.v) Miraç'tayken, Hz. Ali (r.a)'ı halife kılmasını Allah Teala'dan talep etmiş, ancak melekler, "Daima Allah'ın dilediği olur; senden sonra halife Ebû Bekr'dir" karşılığını vererek bu talebin kabul edilmediğini bildirmişler.

Diğer rivayete göre Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v), kendisinden sonra Ebû Bekr'in, sonra Ömer'in, sonra Osman'ın, ondan sonra da benim halife olacağıma dair benden söz almadan dünyadan ayrılmadı."

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şurası: İmam-ı Rabbânî hazretleri, Hulefa-i Raşidin'in efdaliyeti konusunda Ehl-i Sünnet'in görüşünü zikrettiği bağlamda yer verdiği bu rivayetleri keşfen ya da başka bir tarikle tashih ettiğini söylemiyor. Abdülkadir Geylânî hazretlerinin Gunye'sini referans vermesi bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Öyleyse burada onun bu rivayetleri, Geylânî hazretlerine itimat ederek aldığını söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

O halde soru şu:

1. Abdülkadir Geylânî hazretleri bu hadislerin sahih olduğunu söylemiş midir?

2. Onun Gunye'sinde geçen rivayetlerin tamamının sahih olduğunu söylemek mümkün müdür?

Devam edecek.

[1] Bkz. Mektûbât, II, 176 (67. mektup).
 

pşşttt

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
24
Bir önceki yazıda Abdülkdir Geylanî Hz.lerinin, Hulefa-i Raşidin’in hilafete geliş sırasıyla ilgili -uydurma olduğunu söylediğim- rivayeti kullanma tarzını gördük. Muhtemelen kendisinin iştirak etmediği, ama mezhep imamı Ahmed b. Hanbel (rh.a)’den geldiği için zikretme gereği duyduğu bir görüşün gerekçesi olarak zikrettiği bu rivayeti, -daha önce de muhtelif vesilelerle ifade ettiğim veçhile- “temriz sigası” kullanarak, yani “rivayet edilmiştir, nakledilmiştir…” gibi bir ifadeyle vermiştir. Bu nokta önemlidir; zira bu hadisi keşfen veya bir başka şekilde tashih etmediğini gösterir.

İmam-i Rabbânî Hz.’nin bu rivayeti Gunye’ye atfen kullanmasına gelince, dediğim gibi Geylânî Hz.’ne olan itimadı sebebiyle araştırma ihtiyacı duymamaktan kaynaklanmış olabilir. Nitekim Mektûbât’ta bu şekilde kaynağı bulunamamış birkaç rivayet daha mevcuttur ve hepsi de öncekilere itimaden nakledilmiş rivayetlerdir.

Bahse konu rivayetin uydurma olduğunu söylediğim halde, bunu niçin Saadet-i Ebediyye isimli kitaba atfen yaptığım ve onun kaynağı Mektubat’ı ve onun da kaynağı durumundaki Gunye’yi niçin zikretmediğim meselesine gelince; bunu farkında olmadan yapmış olmam elbette mümkün değil.

Daha önce birçok vesileyle İmam el-Gazzâlî’nin İhyâ’sında uydurma rivayetler bulunduğunu -bizzat Şafiî mezhebine mensup Ehl-i Sünnet Hadis alimlerine ittibaen- söylediğimi bilenler biliyor. (Bunun ilmî emanet düşüncesinden başka bir şeyle irtibatlandırılması söz konusu olamaz.) Bu durumun İhyâ’nın ve sahibinin kadrini tenkis etmek anlamına kesinlikle gelmeyeceğini söylediğimi de… Dolayısıyla internette bu meseleyi dillerine dolayanların söylediği gibi “farkında olmadan” baltayı taşa vurmuş değilim. Saadet-i Ebediyye hakkında yazarken, bu eserde o rivayetin nereden naklen verildiğini atlayacak ya da dikkate almayacak kadar üstünkörü hareket etmedim elbette.

Böyle hareket etmemin sebebine gelince:

Saadet-i Ebediyye üzerine kaleme aldığım o yazıda, eserin karakteristik birkaç özelliğini zikretmiştim. Bunlar arasında, “Hadis’le ilgili hususlarda temel Hadis musannefatına hemen hiç başvurulmaması” da bulunuyordu. İhtiva ettiği hadislerin tahricinin ilmî usullere uygun bir şekilde yapılması bu eserin temel ihtiyaçlarından birisidir. O yazıda örnek olarak zikrettiğim rivayetin kaynağı Mektubat ya da Gunye iken, eserin başka yerlerinde zikredilen benzer durumdaki rivayetlerin kaynağı da başka eserlerdir. Dolayısıyla eseri neşredenlerin, muhtevasındaki rivayetler üzerinde ciddi bir tahriç faaliyeti gerçekleştirmesi o yazımın temel hedefi idi. Yoksa yazı, Mektubat ya da Gunye üzerine kaleme alınmış olsaydı, elbette rivayet bu eserlere atfen zikredilirdi…

2. Saadet-i Ebediyye ile ilgili yazımın eleştiri konusu yapılan bir diğer pasajı da, “İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı A’zam’ın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müçtehidler, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin çocuklarıdır” şeklindeki tesbitim. Şöyle demiştim: “Oysa İmam eş-Şâfi’î’nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe’nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas’ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi’î’nin İmam Ebû Hanîfe’ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi’î’nin mezhebinin “yüzeysel” ve “daha az değerli” olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.”

Bu ifadelerim hakkında şunlar söyleniyor: “Diğer (4 numaralı) maddedeki tenkid de İmam-ı Rabbanî kuddise sirruh Hazretlerini hedef alıyor. Çünkü Sifil Hoca’nın beğenmediği bu yazı, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubatının 2. cild, 55. mektubunda mevcuttur. Herkesin kolayca bulması için ilave edeyim ki, E. Sifil’in tenkid ettiği birinci ifade Yasin Yayınevi tarafından neşredilmiş Mektubat tercümesinin (İstanbul, 2004) 2. cild, 683. sayfasında, sondan 5. satırdadır; ikinci ifade ise 684. sayfada son paragrafın ilk cümlesidir. E. Sifil Hoca burada İmam-ı Rabbanî Hazretleri hakkında “aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir” gibi hiç de hoş olmayan, yakışıksız ifadeler kullanmış oluyor.”

Saadet-i Ebediyye müellifinin bu ifadesinin, İmam-ı Rabbânî’nin Mektubat’ın belirtilen yerinde mevcut ifadelerinden (alıntı olduğu belirtilmeden) iktibas edildiği doğrudur. Ancak benim İmam-ı Rabbani Hz.’ni hedef aldığım doğru değildir. Zira İmam-ı Rabbânî’nin o ifadeleriyle Saadet-i Ebediyye’deki ifade arasında şu farklar var:

1. İmam-ı Rabbânî Hz.’nin o ifadeleri, İmam Ebû Hanîfe ve ashabını, Kitap ve Sünnet’e muhalefet ve mücerret re’ye dayanarak hüküm vermekle itham edenlere yöneliktir. Oysa Saadet-i Ebediyye’de bu noktayı dile getiren ifadeler yer almamaktadır.

2. İmam eş-Şâfi’î’nin sözü hatalı çevrilmiştir. “en-Nâsu ıyâlun alâ Ebî Hanîfe”, cümlesinin doğru çevirisi, “İnsanlar Ebu Hanîfe’nin çocuklarıdır” şeklinde değil, “İnsanlar (Fıkıh’ta) Ebû Hanîfe’ye muhtaçtır” şeklinde olmalıdır. Zira “âle-ye’îlu” fiili, “muhtaç olmak” anlamındadır. Dilimize de geçmiş bulunan “aile” kelimesi de buradan gelmektedir. Kişinin ehl-u ıyâli, geçimlerini tekeffül ettiği, kendisine muhtaç kişileri anlatır. “Iyâl” kelimesini “çocuklar” olarak anladığımızda, Ebû Ya’lâ, el-Bezzâr, et-Taberânî ve daha başkaları tarafından nakledilen “en-Nâsu ıyâlullâh…” rivayetini, “İnsanlar -haşa- Allah’ın çocuklarıdır…” gibi hiç olmayacak bir şekilde çevirmek gerekecektir! Hasılı İmam eş-Şâfi’î’nin bu sözü, Fıkıh ilminde derinleşmek isteyenlerin İmam Ebû Hanîfe’ye, onun dakik istinbat metotlarını bilmeye ve bıraktığı mirasa muhtaç olduğunu anlatmaktadır.

Burada son bir noktaya değinmek istiyorum: Saadet-i Ebediyye üzerine kaleme aldığım o yazıda daha başka bir kısım hususları da dile getirmiştim. O yazının sadece burada söz konusu ettiğim pasajlarına dikkat kesilip, diğer yerlerinin hiçbir şekilde bahse konu edilmemesi, önyargıyla okunduğu hissini uyandırıyor.

Devam edecek.
 

ishakyakup

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Tem 2007
Mesajlar
549
Tepki puanı
21
Puanları
18
Yaş
45
Konum
Gebze
selamün aleyküm...

mektubat kardeşim.. kuyruğuna basılmış kedi gibi zıplayıp durma... haksız yere sifil hocaya da dil uzatma... bizzat tanırız sifil hocayı... ehli sünnetin sağlam kalelerindendir kendisi hatta son kalelerinden dir...

saadeti ebediyyeyi, yıllar önce mehmhet talu hocaya da sormuştuk ömer nasuhiyi okuyun demişti.. saadeti ebediyyeyi tavsiye etmem demişti... ebubekir sifil hocada aynısını diyor..

adam'a saldırmayın hakaret etmeyin... kendi fikridir deyin saygılı olun ki size de saygılı olunsun..

ebu bekir sifil hoca ehli sünnet alimidir... bunu unutmayın..
ehli sünnet alimleri arasında da ihtilaflar olabilir...

sen saadeti ebediyye yi hatasız kusursuz sayarsan..
nurcular risaleyi hatasız sayarsa
bir başkası kendi cemaatine mal olmuş kitabı hatasız sayarsa bu işin içinden çıkılmaz.. mevla teala'nın kelamı dışında hangi alim'in kitabı olursa olsun hangi meşayıh'ın kitabı olursa olsun hata olasılığı hep vardır...
unutmayın ki hatasız tek kitap vardır..kur'an'ı kerim..
onun dışında bütün kitaplar tenkid edilebilir..hatası bulunabilir..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
SAADETİ EBEDİYYE ALINTI..devlete olan borçlarını öder. Devletin kanûnlarına karşı gelmez. Kanûna karşı gelmek suç olur..........................................................................................................................BURDAKİ İSLAM DEVLETİMİ YOKSA LAİK DEVLETİN KANUNLARIMI......MÜSLÜMAN ALLAHIN HÜKMÜNE SAVAŞ AÇMIŞ KANUNLARA KARŞI GELEMEZMİ SAYIN MEKTUBAT KARDEŞİMİZ...Hz ÖMER EFENDİMİZ HUTBEDE VAAZ VERİRKEN SORUYOR..EEEY CEMAT..ŞERİATTAN KIL KADAR AYRILSAM NE YAPARSINIZ..SAHABENİN BİRİ KILICINI ÇEKİYOR VE HAYKIRIYOR..YA ÖMER SENİ BUNLA DOĞRULTURUZ...HZ ÖMER RA EFENDİMİZ BÖYLE ARKADAŞLAR NASİP ETTİĞİ İÇİN ALLAHCC E ŞÜKREDİYOR...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt