aliye_aliye
Altın Üye
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 16,828
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 38
- Konum
- ~* پایتخت آن بهشت *~
- Web Sitesi
- www.fizikist.com
Çağdaş odun
hamalları
Resûlullah'a eziyet etmek için yoluna dikenler döken Ümmü Cemil hakkında, Kur'an "Hammâlete'l–hatap" "odun hamalı" diyor. Bu kadın, küfürde, Resûlullah'a düşmanlıkta, ona eza ve cefa etmekte, kocası Ebû Leheb'e destekçiydi. Araplar böyle fitneye çalışan, insanlar arasında fesat çıkarmak isteyen kovuculuk yapan bozgunculara "odun hamalı" derlerdi. Yani, yaptığı kovuculukla, fitne ateşini yakmak, çoğaltmak için bir nevi odun taşıyor. İşte "Tebbet sûresi", baştan sona Ebû Leheb ve karısını zemmederek, onların helâk olup şiddetli bir azaba atılacaklarını ihtar eder. Bu arada belki bazılarınızın hatırına şöyle bir soru gelebilir:
"Tebbet" gibi başlı başına bir sûre, sadece iki kâfir için mi, Ebû Leheb ve hanımı için mi nazil oldu? Efendim, Kur'an kıyamete kadar bâkî olduğuna göre, hiç şüphesiz bu sûrenin de muhatapları kıyamete kadar var olacaklardır. Orada Ebû Leheb'den ve hanımından bahsediliyor; lâkin bu sadece onların şahıslarını belirtmekten ibaret olmayıp, onların vasıflarına ve bu vasıfta onlara benzeyenlerin hâllerine de işaret etmektedir. Evet, bu sûre Ebû Leheb ve kıyamete kadar onun kafasında olan bütün Ebû Lehebler için inmiştir. Ebû Leheb demek "Alev Babası" demektir. Yani kinaye yollu cehenneme atılacağına bir işarettir. Dolayısıyla Allah'ın dinine ve Peygamber'ine düşman olanlar, düşe kalka da olsa Resûlullah'ın yolundan gitmeye gayret edenlerin yollarına dikenler döken "Hammâlete'l–hatab"lar da, çirkin planlarının ve kötü icraatlarının karşılığında hem dünyada felakete uğrayacak, hem de âhirette şiddetli bir azaba müstehak olacaklardır. Demek ki, sadece saadet asrının değil, her asrın, her devrin bir Ebû Leheb'i mutlaka vardır ve olacaktır. Şair ne güzel söylemiş: "Ebû Cehil ölmedi, Ebû Leheb kıtalar dolaşıyor." diye…
Ortadoğu'daki gelişmeleri gözden geçirdiğimizde şiddet ve kan daha da artacak gibi… Orada bir yangın var. Müslüman halkların yaşadığı bu beldeler alevlerle kuşatılmış. Binlerce masum sivil acımasızca öldürülüyor. Ne emniyet, ne huzur kalmamış. Buna kayıtsız kalmayalım, bu yangını içimizde hissedelim ve oradaki ateşin diğer Müslüman ülkelerine de sıçramaması için ve o ateşin bir an önce sönmesi için çok dua edelim. Ama âdet kabilinden laf olsun diye değil, adamakıllı dua edelim. Taa derinden, yana yana dua edelim. Sadece dilimizle değil; yüreğimizle isteyelim Rabbimizden.
Dua deyip geçmeyin. Dua çok muazzam bir manevî destektir. Mü'minin silahıdır. Hem öyle bir silah ki, şartlarına göre yapıldı mı, atom bombasından daha etkili olacağından şüpheniz olmasın.
Selçuklu Sultanı Alaaddin, şehrin kalesini tamamladığında, Mevlâna'nın babası Sultanü'l–Ulema Muhammed Bahaüddin Veled Hazretleri'nden bitirilen kaleyi görmesini ve bir değerlendirme yapmasını rica eder. Bahaüddin Veled Hazretleri gidip yapılan kaleyi görür ve fikrini şöyle ifade eder:
"Sel felâketlerini, düşman akınlarını önlemek için fevkalade güzel ve muhkem
bina edilmiş. Lâkin senin yönetimindeki mazlumların, ezilen insanların dua oklarına karşı herhangi bir tedbir aldın mı?! Çünkü onların dua okları, değil yalnız senin kaleni, yüz binlerce kale burcunu dahi deler geçer ve idaren altındaki memleketini harabeye çevirir.
En iyisi sen, adalet ve iyilikten kale burçları yap. Hayırlı dua orduları oluşturmaya gayret et. Böylesi senin için bu surlardan daha emindir. Zira memleketin, hatta dünyanın güven ve huzuru, bu ordularla sağlanır."
Demek ki, adalet ve iyilikten kale burçları, dualardan orduları olmayan zalimler, kesinlikle muvaffak olamayacak ve sonunda helâk olup gideceklerdir. Tarih bunların misalleriyle doludur. Alev babası Ebû Leheb, Allah'a ve Resûl'üne karşı küfür ateşi yakmak istediğinden, o ateşin odunu olarak helâk oldu. Ne malı, ne asalet ve nesebi, ne de kudret ve ihtişamı onu kurtaramadı.
Şarktan garba dünyayı yöneten dört hükümdardan biri olan zalim Nemrud, dünyaya hükmedecek kadar güçlü iken, bir sivrisinekle helâk oldu gitti. Darısı çağdaş Nemrutların ve Ebû Leheblerin başına…
-Alıntı-
hamalları
Resûlullah'a eziyet etmek için yoluna dikenler döken Ümmü Cemil hakkında, Kur'an "Hammâlete'l–hatap" "odun hamalı" diyor. Bu kadın, küfürde, Resûlullah'a düşmanlıkta, ona eza ve cefa etmekte, kocası Ebû Leheb'e destekçiydi. Araplar böyle fitneye çalışan, insanlar arasında fesat çıkarmak isteyen kovuculuk yapan bozgunculara "odun hamalı" derlerdi. Yani, yaptığı kovuculukla, fitne ateşini yakmak, çoğaltmak için bir nevi odun taşıyor. İşte "Tebbet sûresi", baştan sona Ebû Leheb ve karısını zemmederek, onların helâk olup şiddetli bir azaba atılacaklarını ihtar eder. Bu arada belki bazılarınızın hatırına şöyle bir soru gelebilir:
"Tebbet" gibi başlı başına bir sûre, sadece iki kâfir için mi, Ebû Leheb ve hanımı için mi nazil oldu? Efendim, Kur'an kıyamete kadar bâkî olduğuna göre, hiç şüphesiz bu sûrenin de muhatapları kıyamete kadar var olacaklardır. Orada Ebû Leheb'den ve hanımından bahsediliyor; lâkin bu sadece onların şahıslarını belirtmekten ibaret olmayıp, onların vasıflarına ve bu vasıfta onlara benzeyenlerin hâllerine de işaret etmektedir. Evet, bu sûre Ebû Leheb ve kıyamete kadar onun kafasında olan bütün Ebû Lehebler için inmiştir. Ebû Leheb demek "Alev Babası" demektir. Yani kinaye yollu cehenneme atılacağına bir işarettir. Dolayısıyla Allah'ın dinine ve Peygamber'ine düşman olanlar, düşe kalka da olsa Resûlullah'ın yolundan gitmeye gayret edenlerin yollarına dikenler döken "Hammâlete'l–hatab"lar da, çirkin planlarının ve kötü icraatlarının karşılığında hem dünyada felakete uğrayacak, hem de âhirette şiddetli bir azaba müstehak olacaklardır. Demek ki, sadece saadet asrının değil, her asrın, her devrin bir Ebû Leheb'i mutlaka vardır ve olacaktır. Şair ne güzel söylemiş: "Ebû Cehil ölmedi, Ebû Leheb kıtalar dolaşıyor." diye…
Ortadoğu'daki gelişmeleri gözden geçirdiğimizde şiddet ve kan daha da artacak gibi… Orada bir yangın var. Müslüman halkların yaşadığı bu beldeler alevlerle kuşatılmış. Binlerce masum sivil acımasızca öldürülüyor. Ne emniyet, ne huzur kalmamış. Buna kayıtsız kalmayalım, bu yangını içimizde hissedelim ve oradaki ateşin diğer Müslüman ülkelerine de sıçramaması için ve o ateşin bir an önce sönmesi için çok dua edelim. Ama âdet kabilinden laf olsun diye değil, adamakıllı dua edelim. Taa derinden, yana yana dua edelim. Sadece dilimizle değil; yüreğimizle isteyelim Rabbimizden.
Dua deyip geçmeyin. Dua çok muazzam bir manevî destektir. Mü'minin silahıdır. Hem öyle bir silah ki, şartlarına göre yapıldı mı, atom bombasından daha etkili olacağından şüpheniz olmasın.
Selçuklu Sultanı Alaaddin, şehrin kalesini tamamladığında, Mevlâna'nın babası Sultanü'l–Ulema Muhammed Bahaüddin Veled Hazretleri'nden bitirilen kaleyi görmesini ve bir değerlendirme yapmasını rica eder. Bahaüddin Veled Hazretleri gidip yapılan kaleyi görür ve fikrini şöyle ifade eder:
"Sel felâketlerini, düşman akınlarını önlemek için fevkalade güzel ve muhkem
bina edilmiş. Lâkin senin yönetimindeki mazlumların, ezilen insanların dua oklarına karşı herhangi bir tedbir aldın mı?! Çünkü onların dua okları, değil yalnız senin kaleni, yüz binlerce kale burcunu dahi deler geçer ve idaren altındaki memleketini harabeye çevirir.
En iyisi sen, adalet ve iyilikten kale burçları yap. Hayırlı dua orduları oluşturmaya gayret et. Böylesi senin için bu surlardan daha emindir. Zira memleketin, hatta dünyanın güven ve huzuru, bu ordularla sağlanır."
Demek ki, adalet ve iyilikten kale burçları, dualardan orduları olmayan zalimler, kesinlikle muvaffak olamayacak ve sonunda helâk olup gideceklerdir. Tarih bunların misalleriyle doludur. Alev babası Ebû Leheb, Allah'a ve Resûl'üne karşı küfür ateşi yakmak istediğinden, o ateşin odunu olarak helâk oldu. Ne malı, ne asalet ve nesebi, ne de kudret ve ihtişamı onu kurtaramadı.
Şarktan garba dünyayı yöneten dört hükümdardan biri olan zalim Nemrud, dünyaya hükmedecek kadar güçlü iken, bir sivrisinekle helâk oldu gitti. Darısı çağdaş Nemrutların ve Ebû Leheblerin başına…
-Alıntı-