Bu noktada biraz da "Mugayyebât", yani "somut olanın dışında var olan şeyler"i irdelemek gerekir. "Somut olanın dışında var olan şeyler" derken hem düşünen kişinin gıyabında gerçekleşen şeyler hem de hissin gıyabında gerçekleşen şeyler kastedilmektedir. Bu bağlamda beynin, "somut olanın dışında var olan şeyler"le meşgul olması düşünme eylemini yerine getirdiği anlamına gelebilir mi? Soyut şeyler hakkında ileri sürülen görüşler "düşünce" olarak addedilir mi?
Düşünen kişinin gıyabında gerçekleşen şeyler yani mugayyebât, aslında yok olmayan şeylerdir. Hissi sadece düşünen kişi beyne nakletmez. Herhangi bir insan herhangi bir şeyi beynine nakledebilir. Sözgelimi bir kişi daha önce görmediği Mekke veya Kâbe'yle ilgili düşünme eylemine giriştiğinde, bu kişinin soyut bir şeyi düşündüğü söylenemez. Çünkü bu kişinin, hakkında fikir yürüttüğü şey somuttur. Bir şeyin somut olması için bu kişinin illa onu hissetmesi gerekmez. Somut olan şey, bünyesinde hissedilebilirlik özelliğini taşıyan şeydir. O halde düşünen kişinin gıyabında var olan şeyler de somut şeylerdir ve beynin bu gibi şeylerle meşgul olmasını "düşünme eylemi" olarak kabul etmek mümkündür. Bu açıdan binlerce yıl sonra kaydedilmiş olsa bile "tarih" düşünceler manzumesi olarak kabul edilebilir. Aynı şekilde antik bilgiler de düşünceden sayılabilir. Bu bilgilere ilişkin yapılan düşünme eylemi binlerce yıl sonra gerçekleşse bile sonuç değişmez. Çok uzak mesafelerden gelse bile telgraf haberleri düşünce olarak nitelenebilir. Beyin bu haberler üzerinde yoğunlaşırsa, düşünme eylemi gerçekleştirilmiş sayılır. Öyleyse düşünen kişinin gıyabında var olan şeyleri de somut, hissedilebilir şeyler olarak addetmek gerekir. Çünkü hissin sadece düşünen kişiye has olması şart değildir. His, insana herhangi bir şekilde ulaşabilir. Kişi, duydukları veya okuduklarıyla da hissedebilir. Demek ki bilgi, somut, yani hissedilebilir bir gerçeğin, vakıanın ürünü olmadıkça "düşünce"ye dönüşemez. "Düşünce", somut vakıa veya bu vakıanın eserini, izini, etkisini bilmektir. "Düşünme" ise, beynin hissedilebilir bir vakıa veya bu vakıaya ait eser, iz ve etki ile meşgul olmasıdır. Hissedilebilir bir vakıa veya bu vakıanın eseri, izi, etkisi olmaksızın ne düşünce ne de düşünme söz konusu olabilir.
Hissin gıyabında var olan şeylere gelince, işte "Mugayyebât" olarak adlandırılan şeyler bunlardır ve yukarıda sorulan soru da bunlarla ilgilidir.
Hissin gıyabında var olan soyut şeylerle ilgili atılması gereken ilk adım, soyut şeyleri ele almaktır: Eğer soyut şey, varlığı kesin delillerle ispatlanmış kesin bir kaynaktan nakledilip aktarılmışsa, "düşünce"nin varlığından söz edilebilir. Bu tip düşünceyle meşgul olan beyin de düşünme eylemini yerine getirmiş olur. Zira soyut şeyle ilgili aktarımda bulunan kişi ve onun sözleri, "his" ve "kesin düşünce" yoluyla tespit edilmiştir. Bu nedenle soyut şeyin, aslında kendisi veya onun eseri, izi, etkisi somut olan bir kaynaktan ortaya çıktığı kabul edilir. Üstelik kaynağın varlığının yanısıra, kaynağın doğruluğu da "kesin düşünce"yle tespit edilmiş olur. Soyut şeyi aktarma işlemi ister "kat'i" ister "zanni" delille tespit edilmiş olsun, burada hem "düşünce" hem de "düşünme" den söz etmek mümkündür. Zira aktarma işleminin bir "düşünce" olarak kabul edilmesi için, böyle bir aktarımın var olup olmadığı ve aktarım işleminin doğru yapılıp yapılmadığına bakılır. Aktarımda bulunulan sözün doğruluğuna bakılmaz. O halde varlığı kesin delille tespit edilen kaynakların ortaya çıkardığı soyut şeyler "düşünce", beynin bu şeylerle meşgul olması ise "düşünme"dir. Söz konusu soyut şeylerin doğruluğunun ise, kat'ilik veya zanniliğin baskın olduğu yollarla ortaya çıkarılması mümkündür.
Varlığı ve doğruluğu kesin delillerle ispatlanmış soyut şeylerin doğruluğunu kesin bir şekilde kabul etmek gerekir. Böyle bir durumda ısrarla şüpheci bir yaklaşım içinde olmak doğru değildir. Aktarımda bulunulan soyut şey "zanni" bir şekilde elde edilmişse, bu durumda bu bulguya kesin olmayan bir bulgu gözüyle bakmak gerekir. Ancak her iki durumda da hem düşünce hem de düşünme eyleminden söz edilebilir. Bu bağlamda Müslümanların, delil olarak göstermeye elverişli "ahad" hadislerden ve Kur'an-ı Kerim'den aldıkları hükümler de "düşünce" kapsamına girmekte olup bunlar akıl yürütmeye elverişlidirler.
Varlığı ve doğruluğu kesin bir şekilde ortaya konmamış olan soyut şeyler ise, "düşünce" değildirler. Bu tip soyut şeylerle meşgul olan beyin, "düşünme" işlevini yerine getirmiş olmaz. Bu gibi şeyler, varsayım ve kuruntudan öteye geçemez.
Varlığı ve doğruluğu kesin delillerle ortaya çıkmadıkça soyut şey "düşünce" olarak kabul edilip "düşünme eylemi"nin gerçekleştirilmesi için uygun olamaz. Zira soyut şeyler, temel olarak hissedilebilir olana, yani soyut şeye dayanmaktadır. Sonuçta soyut şeyi hisseden veya varlığı ve doğruluğunu kesin delillerle saptayan, insandır. İnsanın hissetmediği veya varlığını ve doğruluğunu kesin delillerle ispatlamadığı soyut şeyler, hissedilebilir somut şeyler olmadıklarından "düşünce" den sayılmaz. Beynin bu yolda çalıştırılması da "düşünme"yi doğurmaz. "Düşünme", beynin hissedilebilir somut varlıklar veya bu varlıkların eserleri, izleri ve etkileri üzerinde yoğunlaşmasıdır ki "düşünce" bu yoğunlaşmanın sonucunda ortaya çıkar.
devam edecek
Düşünen kişinin gıyabında gerçekleşen şeyler yani mugayyebât, aslında yok olmayan şeylerdir. Hissi sadece düşünen kişi beyne nakletmez. Herhangi bir insan herhangi bir şeyi beynine nakledebilir. Sözgelimi bir kişi daha önce görmediği Mekke veya Kâbe'yle ilgili düşünme eylemine giriştiğinde, bu kişinin soyut bir şeyi düşündüğü söylenemez. Çünkü bu kişinin, hakkında fikir yürüttüğü şey somuttur. Bir şeyin somut olması için bu kişinin illa onu hissetmesi gerekmez. Somut olan şey, bünyesinde hissedilebilirlik özelliğini taşıyan şeydir. O halde düşünen kişinin gıyabında var olan şeyler de somut şeylerdir ve beynin bu gibi şeylerle meşgul olmasını "düşünme eylemi" olarak kabul etmek mümkündür. Bu açıdan binlerce yıl sonra kaydedilmiş olsa bile "tarih" düşünceler manzumesi olarak kabul edilebilir. Aynı şekilde antik bilgiler de düşünceden sayılabilir. Bu bilgilere ilişkin yapılan düşünme eylemi binlerce yıl sonra gerçekleşse bile sonuç değişmez. Çok uzak mesafelerden gelse bile telgraf haberleri düşünce olarak nitelenebilir. Beyin bu haberler üzerinde yoğunlaşırsa, düşünme eylemi gerçekleştirilmiş sayılır. Öyleyse düşünen kişinin gıyabında var olan şeyleri de somut, hissedilebilir şeyler olarak addetmek gerekir. Çünkü hissin sadece düşünen kişiye has olması şart değildir. His, insana herhangi bir şekilde ulaşabilir. Kişi, duydukları veya okuduklarıyla da hissedebilir. Demek ki bilgi, somut, yani hissedilebilir bir gerçeğin, vakıanın ürünü olmadıkça "düşünce"ye dönüşemez. "Düşünce", somut vakıa veya bu vakıanın eserini, izini, etkisini bilmektir. "Düşünme" ise, beynin hissedilebilir bir vakıa veya bu vakıaya ait eser, iz ve etki ile meşgul olmasıdır. Hissedilebilir bir vakıa veya bu vakıanın eseri, izi, etkisi olmaksızın ne düşünce ne de düşünme söz konusu olabilir.
Hissin gıyabında var olan şeylere gelince, işte "Mugayyebât" olarak adlandırılan şeyler bunlardır ve yukarıda sorulan soru da bunlarla ilgilidir.
Hissin gıyabında var olan soyut şeylerle ilgili atılması gereken ilk adım, soyut şeyleri ele almaktır: Eğer soyut şey, varlığı kesin delillerle ispatlanmış kesin bir kaynaktan nakledilip aktarılmışsa, "düşünce"nin varlığından söz edilebilir. Bu tip düşünceyle meşgul olan beyin de düşünme eylemini yerine getirmiş olur. Zira soyut şeyle ilgili aktarımda bulunan kişi ve onun sözleri, "his" ve "kesin düşünce" yoluyla tespit edilmiştir. Bu nedenle soyut şeyin, aslında kendisi veya onun eseri, izi, etkisi somut olan bir kaynaktan ortaya çıktığı kabul edilir. Üstelik kaynağın varlığının yanısıra, kaynağın doğruluğu da "kesin düşünce"yle tespit edilmiş olur. Soyut şeyi aktarma işlemi ister "kat'i" ister "zanni" delille tespit edilmiş olsun, burada hem "düşünce" hem de "düşünme" den söz etmek mümkündür. Zira aktarma işleminin bir "düşünce" olarak kabul edilmesi için, böyle bir aktarımın var olup olmadığı ve aktarım işleminin doğru yapılıp yapılmadığına bakılır. Aktarımda bulunulan sözün doğruluğuna bakılmaz. O halde varlığı kesin delille tespit edilen kaynakların ortaya çıkardığı soyut şeyler "düşünce", beynin bu şeylerle meşgul olması ise "düşünme"dir. Söz konusu soyut şeylerin doğruluğunun ise, kat'ilik veya zanniliğin baskın olduğu yollarla ortaya çıkarılması mümkündür.
Varlığı ve doğruluğu kesin delillerle ispatlanmış soyut şeylerin doğruluğunu kesin bir şekilde kabul etmek gerekir. Böyle bir durumda ısrarla şüpheci bir yaklaşım içinde olmak doğru değildir. Aktarımda bulunulan soyut şey "zanni" bir şekilde elde edilmişse, bu durumda bu bulguya kesin olmayan bir bulgu gözüyle bakmak gerekir. Ancak her iki durumda da hem düşünce hem de düşünme eyleminden söz edilebilir. Bu bağlamda Müslümanların, delil olarak göstermeye elverişli "ahad" hadislerden ve Kur'an-ı Kerim'den aldıkları hükümler de "düşünce" kapsamına girmekte olup bunlar akıl yürütmeye elverişlidirler.
Varlığı ve doğruluğu kesin bir şekilde ortaya konmamış olan soyut şeyler ise, "düşünce" değildirler. Bu tip soyut şeylerle meşgul olan beyin, "düşünme" işlevini yerine getirmiş olmaz. Bu gibi şeyler, varsayım ve kuruntudan öteye geçemez.
Varlığı ve doğruluğu kesin delillerle ortaya çıkmadıkça soyut şey "düşünce" olarak kabul edilip "düşünme eylemi"nin gerçekleştirilmesi için uygun olamaz. Zira soyut şeyler, temel olarak hissedilebilir olana, yani soyut şeye dayanmaktadır. Sonuçta soyut şeyi hisseden veya varlığı ve doğruluğunu kesin delillerle saptayan, insandır. İnsanın hissetmediği veya varlığını ve doğruluğunu kesin delillerle ispatlamadığı soyut şeyler, hissedilebilir somut şeyler olmadıklarından "düşünce" den sayılmaz. Beynin bu yolda çalıştırılması da "düşünme"yi doğurmaz. "Düşünme", beynin hissedilebilir somut varlıklar veya bu varlıkların eserleri, izleri ve etkileri üzerinde yoğunlaşmasıdır ki "düşünce" bu yoğunlaşmanın sonucunda ortaya çıkar.
devam edecek