BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Süheyl b. Amr, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber (s.a.) ile müşrikler arasında imzalanan Hudeybiye musalahasında Kureyş’in temsilcisiydi.
Sözleşme metnindeki besmeleye ve “Rasûlüllah” ibaresine karşı çıkmış.
“Senin Allah Rasûlü olduğuna inansaydım zaten seninle savaşmazdım” diyerek itirazda bulunmuştu.
Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi ileri gelenlerden bazılarının karşı çıkmalarına rağmen Rasûlüllah (s.a.) bu anlaşmayı imzalamıştı. Zira İslam’ın rahat yayılması için barış ortamına ihtiyaç vardı.
Anlaşmaya göre Mekke’de müslüman olan birisi Medine’ye kabul edilmeyecek, Mekke’ye dönenler ise geri gönderilmeyecekti.
Bu ağır bir hükümdü.
Anlaşma imzalandığı sırada Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel zincirlerini sürüyerek ve avaz avaz bağırarak Hz. Peygamber’e geldi. Medine’ye götürülmesini istiyordu.
Fakat anlaşma imzalanmış ve yürürlüğe girmişti.
Süheyl b. Amr, müslüman olan oğlu Ebû Cendel’i tokatlıyor, yakasından çekiyor ve Hz. Peygamber (s.a.)’e de: “Ey Muhammed, Ebû Cendel sana sığınmadan önce anlaşmamız yürürlüğe girdi. Onu Medine’ye götüremezsin” diyordu. Rasûlüllah’ın ricasını da kabul etmemişti. Bunun üzerine Ebû Cendel feryatlarıyla baş başa bırakılmıştı. Bu acı tablo karşısında müslümanlar çok üzülmüştü ama, anlaşmaya sadık kalınmıştı. Ebû Cendel’e ise sabır tavsiye edilmişti.
Hz. Peygamber (s.a.)’e ve Müslümanlara karşı son derece haşin davranan Süheyl b. Amr Bedir savaşına katılmış ve müslümanlara esir düşmüş, fidye vererek serbest bırakılmıştı. Mekke fethedilince evine kapanmış. Müslümanlara karşı yaptıklarını düşünerek öldürüleceği ânı beklemeye başlamıştı.
Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:
“– Rasûlüllah Mekke’ye girip, vaziyete hakim olunca eve girip kapıyı üzerime kapattım. Benim için Peygamberden eman dilemesi için oğlum Abdullah’a haber saldım, öldürülmeyeceğimden emin değildim. Muhammed’le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı hatırladım. Onlara karşı benden daha kötü davranışlı bir kimse yoktu. Hudeybiye’de sözleşmeyi istediğim gibi yazdırmıştım. Bedir ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine katılmıştım.”
Oğlu Abdullah babasına eman vermesi için Efendimizin yanına geldi. “Ya Rasûlallah! Ona eman verecek misin? Diye sordu. Rasûlüllah da: Evet, ona Allah’ın emanı ile eman verilmiştir. Evinden dışarı çıksın, dedi. Sonra da etrafındakilere: Süheyl b. Amr’a kim rastlarsa ona sert bakmasın ki, rahat bir şekilde dışarı çıkabilsin. Andolsun ki, Süheyl akıllı ve şerefli bir kimsedir. Süheyl gibi kişilerin İslam’ı tanıyıp takdir etmemeleri düşünülemez. O, şimdiye kadar inandığı şeylerin kendisine hiç bir yararı olmadığını anlamış ve görmüş bulunuyor, buyurdu.
Abdullah babasının yanına gelip Peygamberimizin söylediklerini kendisine haber verdi. Süheyl de: “Vallahi o küçük ikende iyi, dürüst ve yararlı idi, büyük ikende,” dedi. Neticede Rasûlüllah’ın yanına gidip gelmeye başladı. Efendimizle birlikte Huneyn gazasına katıldı, bilahere müslüman oldu.
Süheyl b. Amr, Kureyşlilerin eşrafındandı, bilgili ve tesirli hatiplerindendi. Kendisinin üst dudağı yarıktı. Bedir savaşında esir düştüğü zaman. Hz. Ömer: Ya Rasûlallah! Müsaade et, onun ön dişlerinin ikisini çekeyim de bir daha senin aleyhinde söz söylemeye kalkışmasın. Söylesede gülünç duruma düşsün demişti. Peygamberimiz: Ben dişlerini söktürerek ona işkence yapamam. Aksi halde peygamber olmama rağmen Allah da beni aynı azaba uğratır. Onun ileride hoşlanacağın, beğeneceğin bir davranışta bulunmasıda umulur. Bırak onu ey Ömer! O bir gün öyle bir makamda bulunacaktır ki, sen onu o makamda övüp takdir edeceksin, buyurmuştu.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Süheyl b. Amr hakkındaki kanaat ve haberi, vefatı üzerine Mekke’de çıkan irtidat hareketleri esnasında aynen gerçekleşmişti. Biz namaz kılarız ama zekat vermeyiz, diyorlardı, durum o kadar nazik ve karışıktı ki, Vâli Attâb b. Esîd bile saklanmak zorunda kalmıştı. Bu kaos ortamında Süheyl ayağa kalkarak Mekke’lilere şöyle seslendi:
– “Ey Kureyş topluluğu! Sizler en son müslüman olduğunuz halde ilk önce İslamdan ayrılanlardan olmayınız. Vallahi ben biliyorum ki, bu din güneşle ayın doğuşu ve batışı devam ettikce devam edecektir.” Süheyl uzun ve tesirli konuşmasını bitirdiğinde halk yatıştı. Kureyşlilerin İslama bağlılıkları sağlanmış oldu. Hz. Ömer Süheyl’in bu konuşmasını işitince Hz. Peygamber’in vaktiyle onun hakkındaki sözlerini hatırlamış ve Efendimizin hak peygamber olduğuna tekrar tekrar şehadet etmiştir.
Şayet esir düştüğünde Süheyl’in dişleri sökülecek olsaydı hem müslümanlara karşı düşmanlığı kat be kat artacak, hem de onun İslamiyet lehine sağladığı büyük faydadan mahrum olunacak, belki de Mekke’de baş gösteren büyük fitne ateşi söndürelemeyecekti. Efendimizin âl-i cenaplığı hem zararı def hem de faydayı celb etmiş oldu.
Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamberin misyonu da insanları kaybetmek değil, kazanmaktı. Dostları düşman yapmak çok kolaydır. İnsan kadim ve çok sevdiği bir dostunu kırıcı bir sözle gücendirip kendinden uzaklaştırabilir. Dostluğu kazanmak ise çok zordur. Bir binayı yapmak ne kadar zor, yıkmak ne kadar kolaysa dost kazanmak ve kaybetmek de öyledir. Önemli olan dostu düşman değil, düşmanı dost yapabilmektir. Bu engin bir gönül, büyük bir sabır ister. Sevgi en büyük güçtür. Sevgi karşısında direnmek zordur. Sıcak bir yaklaşımın, tebessümün karşısında nefretten oluşan buz dağları bile erir.
Yüce Mevlâ düşmanları dost yapmanın sınırını şöyle belirtiyor: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluverir.” (Fussilet, 34) “Sen kötülüğü en güzel bir tutumla sav.” (Mü’minûn, 96)
Hz. Peygamber (s.a.) sabrı, affı ve hoş görüşüyle Süheyl b. Amr gibi nice azılı düşmanları İslam’ın en hararetli savunucuları ve hizmetkarları haline getirmiştir. Kendisini öldürmeye kalkışanları bile bağışlayarak, onların hidayeti için dua ederek en ideal tebliğ ve davranış modelini ortaya koymuştur. Zaten o her konuda en güzel örnektir. “Andolsun ki, içinizden Allah’ın lutfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokca ananlar için hiç şüphe yok ki, Rasûlullahta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab, 21)
Haksızlık ve zalimane tutumlara iyilikle mukabele her zaman müsbet neticeler doğurmayabilir. Adalet, bir şeye karşı denk bir karşılık vermektir. Bu bir hukuk kuralı olmakla beraber işin ahlak ve rahmet yönü daha güzeldir.
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Ama kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şûra, 40)
“Kim sabreder ve affederse, şüphesiz bu, yapılmaya değer işlerdendir.” (Şûra, 43)
Şiddet görüntüsündeki davranışlarda bile bir rahmet havası estirilmeli. Sevgi kokusu duyulmalıdır.
Hastanın tedavisine yönelik ameliyat, görünürde kesme, biçme şeklindedir. Fakat neticesi sağlığa yönelik olduğu için kabullenilir, yerine göre ısrarla istenir. İnsanlara yaklaşımı bu tarzda olursa sıcak bir sevgi ve dostluk ortamı oluşur. Böyle bir ortamda da her türlü müspet gelişme olur. Düşmanlıklar düşmanlıkları, dostluklar dostlukları üretir. Ateşi su söndürdüğü gibi düşmanlık ateşlerini de dostluk için akıtılan sevgi göz yaşları söndürür. Tekrar edelim: Sevgi ve dostluk en büyük yapıcı güçtür. Dünyamızın, yakıp yıkan silahlara değil, dostluk ve barışın ikrisi olan sevgi ve merhamete ihtiyacı vardır.
Sözleşme metnindeki besmeleye ve “Rasûlüllah” ibaresine karşı çıkmış.
“Senin Allah Rasûlü olduğuna inansaydım zaten seninle savaşmazdım” diyerek itirazda bulunmuştu.
Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi ileri gelenlerden bazılarının karşı çıkmalarına rağmen Rasûlüllah (s.a.) bu anlaşmayı imzalamıştı. Zira İslam’ın rahat yayılması için barış ortamına ihtiyaç vardı.
Anlaşmaya göre Mekke’de müslüman olan birisi Medine’ye kabul edilmeyecek, Mekke’ye dönenler ise geri gönderilmeyecekti.
Bu ağır bir hükümdü.
Anlaşma imzalandığı sırada Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel zincirlerini sürüyerek ve avaz avaz bağırarak Hz. Peygamber’e geldi. Medine’ye götürülmesini istiyordu.
Fakat anlaşma imzalanmış ve yürürlüğe girmişti.
Süheyl b. Amr, müslüman olan oğlu Ebû Cendel’i tokatlıyor, yakasından çekiyor ve Hz. Peygamber (s.a.)’e de: “Ey Muhammed, Ebû Cendel sana sığınmadan önce anlaşmamız yürürlüğe girdi. Onu Medine’ye götüremezsin” diyordu. Rasûlüllah’ın ricasını da kabul etmemişti. Bunun üzerine Ebû Cendel feryatlarıyla baş başa bırakılmıştı. Bu acı tablo karşısında müslümanlar çok üzülmüştü ama, anlaşmaya sadık kalınmıştı. Ebû Cendel’e ise sabır tavsiye edilmişti.
Hz. Peygamber (s.a.)’e ve Müslümanlara karşı son derece haşin davranan Süheyl b. Amr Bedir savaşına katılmış ve müslümanlara esir düşmüş, fidye vererek serbest bırakılmıştı. Mekke fethedilince evine kapanmış. Müslümanlara karşı yaptıklarını düşünerek öldürüleceği ânı beklemeye başlamıştı.
Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:
“– Rasûlüllah Mekke’ye girip, vaziyete hakim olunca eve girip kapıyı üzerime kapattım. Benim için Peygamberden eman dilemesi için oğlum Abdullah’a haber saldım, öldürülmeyeceğimden emin değildim. Muhammed’le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı hatırladım. Onlara karşı benden daha kötü davranışlı bir kimse yoktu. Hudeybiye’de sözleşmeyi istediğim gibi yazdırmıştım. Bedir ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine katılmıştım.”
Oğlu Abdullah babasına eman vermesi için Efendimizin yanına geldi. “Ya Rasûlallah! Ona eman verecek misin? Diye sordu. Rasûlüllah da: Evet, ona Allah’ın emanı ile eman verilmiştir. Evinden dışarı çıksın, dedi. Sonra da etrafındakilere: Süheyl b. Amr’a kim rastlarsa ona sert bakmasın ki, rahat bir şekilde dışarı çıkabilsin. Andolsun ki, Süheyl akıllı ve şerefli bir kimsedir. Süheyl gibi kişilerin İslam’ı tanıyıp takdir etmemeleri düşünülemez. O, şimdiye kadar inandığı şeylerin kendisine hiç bir yararı olmadığını anlamış ve görmüş bulunuyor, buyurdu.
Abdullah babasının yanına gelip Peygamberimizin söylediklerini kendisine haber verdi. Süheyl de: “Vallahi o küçük ikende iyi, dürüst ve yararlı idi, büyük ikende,” dedi. Neticede Rasûlüllah’ın yanına gidip gelmeye başladı. Efendimizle birlikte Huneyn gazasına katıldı, bilahere müslüman oldu.
Süheyl b. Amr, Kureyşlilerin eşrafındandı, bilgili ve tesirli hatiplerindendi. Kendisinin üst dudağı yarıktı. Bedir savaşında esir düştüğü zaman. Hz. Ömer: Ya Rasûlallah! Müsaade et, onun ön dişlerinin ikisini çekeyim de bir daha senin aleyhinde söz söylemeye kalkışmasın. Söylesede gülünç duruma düşsün demişti. Peygamberimiz: Ben dişlerini söktürerek ona işkence yapamam. Aksi halde peygamber olmama rağmen Allah da beni aynı azaba uğratır. Onun ileride hoşlanacağın, beğeneceğin bir davranışta bulunmasıda umulur. Bırak onu ey Ömer! O bir gün öyle bir makamda bulunacaktır ki, sen onu o makamda övüp takdir edeceksin, buyurmuştu.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Süheyl b. Amr hakkındaki kanaat ve haberi, vefatı üzerine Mekke’de çıkan irtidat hareketleri esnasında aynen gerçekleşmişti. Biz namaz kılarız ama zekat vermeyiz, diyorlardı, durum o kadar nazik ve karışıktı ki, Vâli Attâb b. Esîd bile saklanmak zorunda kalmıştı. Bu kaos ortamında Süheyl ayağa kalkarak Mekke’lilere şöyle seslendi:
– “Ey Kureyş topluluğu! Sizler en son müslüman olduğunuz halde ilk önce İslamdan ayrılanlardan olmayınız. Vallahi ben biliyorum ki, bu din güneşle ayın doğuşu ve batışı devam ettikce devam edecektir.” Süheyl uzun ve tesirli konuşmasını bitirdiğinde halk yatıştı. Kureyşlilerin İslama bağlılıkları sağlanmış oldu. Hz. Ömer Süheyl’in bu konuşmasını işitince Hz. Peygamber’in vaktiyle onun hakkındaki sözlerini hatırlamış ve Efendimizin hak peygamber olduğuna tekrar tekrar şehadet etmiştir.
Şayet esir düştüğünde Süheyl’in dişleri sökülecek olsaydı hem müslümanlara karşı düşmanlığı kat be kat artacak, hem de onun İslamiyet lehine sağladığı büyük faydadan mahrum olunacak, belki de Mekke’de baş gösteren büyük fitne ateşi söndürelemeyecekti. Efendimizin âl-i cenaplığı hem zararı def hem de faydayı celb etmiş oldu.
Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamberin misyonu da insanları kaybetmek değil, kazanmaktı. Dostları düşman yapmak çok kolaydır. İnsan kadim ve çok sevdiği bir dostunu kırıcı bir sözle gücendirip kendinden uzaklaştırabilir. Dostluğu kazanmak ise çok zordur. Bir binayı yapmak ne kadar zor, yıkmak ne kadar kolaysa dost kazanmak ve kaybetmek de öyledir. Önemli olan dostu düşman değil, düşmanı dost yapabilmektir. Bu engin bir gönül, büyük bir sabır ister. Sevgi en büyük güçtür. Sevgi karşısında direnmek zordur. Sıcak bir yaklaşımın, tebessümün karşısında nefretten oluşan buz dağları bile erir.
Yüce Mevlâ düşmanları dost yapmanın sınırını şöyle belirtiyor: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluverir.” (Fussilet, 34) “Sen kötülüğü en güzel bir tutumla sav.” (Mü’minûn, 96)
Hz. Peygamber (s.a.) sabrı, affı ve hoş görüşüyle Süheyl b. Amr gibi nice azılı düşmanları İslam’ın en hararetli savunucuları ve hizmetkarları haline getirmiştir. Kendisini öldürmeye kalkışanları bile bağışlayarak, onların hidayeti için dua ederek en ideal tebliğ ve davranış modelini ortaya koymuştur. Zaten o her konuda en güzel örnektir. “Andolsun ki, içinizden Allah’ın lutfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokca ananlar için hiç şüphe yok ki, Rasûlullahta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab, 21)
Haksızlık ve zalimane tutumlara iyilikle mukabele her zaman müsbet neticeler doğurmayabilir. Adalet, bir şeye karşı denk bir karşılık vermektir. Bu bir hukuk kuralı olmakla beraber işin ahlak ve rahmet yönü daha güzeldir.
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Ama kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şûra, 40)
“Kim sabreder ve affederse, şüphesiz bu, yapılmaya değer işlerdendir.” (Şûra, 43)
Şiddet görüntüsündeki davranışlarda bile bir rahmet havası estirilmeli. Sevgi kokusu duyulmalıdır.
Hastanın tedavisine yönelik ameliyat, görünürde kesme, biçme şeklindedir. Fakat neticesi sağlığa yönelik olduğu için kabullenilir, yerine göre ısrarla istenir. İnsanlara yaklaşımı bu tarzda olursa sıcak bir sevgi ve dostluk ortamı oluşur. Böyle bir ortamda da her türlü müspet gelişme olur. Düşmanlıklar düşmanlıkları, dostluklar dostlukları üretir. Ateşi su söndürdüğü gibi düşmanlık ateşlerini de dostluk için akıtılan sevgi göz yaşları söndürür. Tekrar edelim: Sevgi ve dostluk en büyük yapıcı güçtür. Dünyamızın, yakıp yıkan silahlara değil, dostluk ve barışın ikrisi olan sevgi ve merhamete ihtiyacı vardır.