Ubi socioto, ibi jus" (Neredetoplum varsa, orada hukuk vardır.) der, Batı medeniyetinin isnat ettiği noktalardan olan Roma Nizamı'nı tanzim eden Romalı hukukçular. Bir soy biçiminde örgütlenen Roma toplumu kabaca incelendiği vakit; siyasî yapıda yer almak için toplumun benimsediği bir gens'e (bir soya) üye olmak gerektiği dikkatleri çeker. Bir "yurttaş" koruması altında bulunup ona hizmet etme yükümlülüğüyle bağlanmış olan ve daha sonra “pleb” sınıfı içinde yer alan ve ayrı bir sosyal kategori oluşturma özelliğini yitiren kişilere "client" (sığınma-yanaşma) deniliyordu. Client'lerin yanında Roma'nın bütün devirlerinde etkin rol oynayan ve bir "eşya" muamelesi gören "köle"ler vardı. Kölelerin yanında, borçlandığı kişinin borcunu ödeyemediği için "nexum" (borç kölesi) durumuna düşen ayrı bir sınıfın varlığı ayrıca dikkatleri çeker. Bu sosyal tabakaların yanında, Cumhuriyet döneminin Roması'nda Imperıum yetkisiyle donatılmış consullerce olağanüstü durumlarda atanan ve kadir-i mutlak olan "dictatör"lük vardı. Tıpkı Roma'da olduğu gibi kimilerinin hikmetinden(!) sual olun(a)mayan "dictatör", kimilerinin "client", kimilerinin "nexum" veya "köle" muamelesi gördüğü günümüz uluslararası hukuk düzenini; Romalı hukuçulardan ilhamla, "nerede Hristiyan-Yahudi Batı Emperyalizminin hukuku varsa orada kan, gözyaşı, nefret vardır." şeklinde nitelendirebiliriz.
"(...) hukukun hiç değişmeyen özelliği, gerçekleştirmeye yöneldiği değerlere, onlarda açıkca görülmeyen bir nesnelik kazandırmasıdır.(Antik Yunan yaklaşımı ahlâk yasalarını, kentin "sütunları" Herkaklit ise "kale duvarları" olarak adlandırmaktadır. Bu kuralların kamuya duyurulabilmesi; "resmi" olarak açıklanmalarına bağlı görülmekte ve bunların içinden yalnızca küçük bir bölümünün yaptırımları bulunmaktadır. Bkz: VILLEY, Mıchael, Phılosophıe du droit, C:1, Deuxieme edition, Dalloz, Paris 1978, s.60-61)" (5) Bir yazımızda, ABD'nin Irak'a yapacağı saldırıdan bahisle, "Yunan aklı, Roma nizamı ve Hristiyanlık ahlâkı" olarak formule edilen Batı medeniyeti'nin, sömürmek üzere gerçekleştimeye yöneldiği değerlerin "nesnelik kazanmış" şekli olan ve zorbalığa paravan vazifesi gören uluslararası hukukdaki "self-determination" (milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat tayin hakkı) ilkesi çerçevesinde, "zorba hukuku"nu değerlendirmeye çalışmıştık. Kan, gözyaşı, nefret olarak ifadesini bulan değerlerin "nesnellik kazanmış şekli" olan düzende T.C.'nin yerine gelirsek...
Zilyet-Zîllet ya da Zilyetlik-Zelillik
"Zilyet: Elmen; bir şeyi fiilen elinde bulunduran kişi; bir şeyda tasarrufta bulunan kişi,
Zilyetlik: Bir şey üzerindeki fiili tasarruf biçiminde ortaya çıkan hâkimiyet; elmenlik.
Zilyet yardımcılığı: Bir malın asıl zilyed adına kullanılması.
Zilyet yardımcısı: Vazıülyed; zilyetliği bir başkası namına kullanan kişi (...). "(6)
Zilyetlik, bir eşyayı zilyet alma iradesi (animus) ile fiilî hakimiyet (corpus) altında bulundurma olarak tanımlanabilir. Animus (zilyetlik iradesi); bir eşya üzerinde devamlı bir hakimiyet kurma iradesi olarak tanımlanabilir.Corpus (fiilî hakimiyet), eşya üzerindeki fiilî hakimiyet az veya çok ama belirli ölçüde devamlılık taşıması halinde sağlanır.
Zilyetlik yardımcılığı sıfatının doğması için ise dört koşulun gerçekleşmesi gerekir:
". Zilyed yardımcısı, asil zilyedin emir ve talimatıyla hareket eder. Onunla arasında, altlık-üstlük ilişkisi vardır.
.Zilyed yardımcısı ile zilyed arasındaki bağlılık (altlık-üstlük ilişkisi), dışarıdan açıkca görülebilir nitelikte olmalıdır.
.Zilyed yardımcısı eşyayı kendi için değil, zilyedin bir hizmetini ifa etmek için kullanır.
Zilyed yardımcısı, eşya üzerinde bir aynî veya şahsî hak iddiasında bulunmamalıdır." (7)
Zelil: Yanılan; aşağılanan; horgörülen.
Zillet: Hakirlik; horluk; aşağılık; alçaklık.
Hukuk sosyologu Eugen Ehrlich'in, hukuku, sosyal olgulardan özellikle dört tanesi üzerinde temellendirmesi ve bu sosyal olgulardan birisinin de "zilyetlik" olarak belirtmesinin bizim için şu anda ayrıca önemi vardır. Zira; bir ülke; yüksek oranda enflasyon ile beraber anılan ve bir ekmek için çantalar dolusu paranın taşındığı Weimar Cumhuriyeti'ni andırıyorsa, bir ülke de; geçim sıkıntısı son raddeye varmışsa, geçim derdinde olan halk, uygulanan ulusal programın çerçevesinin, içeriğinin hatta birçok teknik detayların dahi belirlendiğini bilmiyor, "iktidar partisi" seçtiği zannıyla sandığa gidip oy kullanıyorsa, aslında yapılanın "hükümet etme" işlevini üstlenmekten ibaret olduğunu gör(e)meyip "bu yapılan seçim sadece ve sadece aldatmadır. Attığınız her oy, meşruiyeti tartışılan bir yapıya meşruiyet kazandırıyor." ikazına kulak tıkayıp bu seçimin sadace "idari seçim" olduğunu anlayamıyorsa, bunlar yetmezmiş gibi bir ülke devletbaşkanı'nın yatak odasına kadar girme pervasızlığını gösteren ABD'nin 80.000 (seksen bin) askeri Müslüman Anadolu coğrafyasına gelme planları yapıyorsa ve o ülkede tartışılan en önemli hususlardan birisi de, zelilce bir şekilde, "gelen 80.000 ABD askerinin işledikleri-işleyecekleri suçlardan dolayı hangi yasaya tabi olacağı"na ilişkinse, o ülkeye- ülke insanlarına biçilen paye; ya "nexum" (borç kölesi) ya da üzerinde fiillî hakimiyetin tesis edilmesi ile beraber hakların kazanıldığı "eşya" olacaktır.
Halkının, borçlu olduğu kişiye borcunu ödeyememesinden dolayı, borçlu olduğu kişinin üzerinde kişinin üzerinde fiilî hakimiyeti olduğu nexum ya da eşya durumunda olduğu, yöneticilerinin ise "aslî zilyed" adına işgören "zilyed yardımcısı" durumunda olduğu, Anadolu evlâtları üzerinden pazarlıkların yapıldığı bir durumda Hristiyan-Yahudi Batı Emparyalizmi'nin "fiilîhakimiyet" durumunu görmezden gelerek bize; "sen koskoca ülkeyi ve orada yaşayan insanları nasıl bir "eşya" gibi görürsün?.." diyen olursa, onlara; "biz bir davayı ispata çalışan müddei (davacı) değil, "Anadolu, Hristiyan-Yahudi Batı Emparyalistleri'nin istediğini istediği şekilde yapacağı bir coğrafya değildir. Eğer bir ülke, ülkesinde işlenen suçlara müeyyide olarak kendi hukukunu uyguluyamıyorsa o ülke ancak "sömürge eyaleti"dir." diye haykıran ve "ben 80.000 askerimi senin topraklarına yollarım, benim askerim istediğini yapar ve şayet senin toprağında bir suç işlerse onun cezasını(!) senin egemenlik alanında dahi ben veririm." diyenlere karşı hasım (düşman) olduğumuzu tekrar hatırlatırız. Bu tavır biline... Öyle; Uluslarası Hukuk- Devletler Hukuku vb. zırvalamalara geçit yok. Zira; Uluslarası Hukuk'da devleti tanımlayan en önemli üç ögeden birisi de; "egemenlik"tir. Eğer bir ülkede elin 80.000 Coni'si suç işliyorsa ve o ülke işlenen suçtan dolayı suçluları mahkemeye çıkartıp hakkında hüküm veremiyorsa "egemenlik"ten bahsedil(e)mez. Hem, fiilî hakimiyetin varlığına rağmen, zilyetlik iradesinin yokluğunu iddia eden, bunu isbatlamakla mükelleftir. Gerçi bunca zelîlce bir durumun varlığına rağmen, zelîlce durumu görmezden gelenlere de beyyine (isbat) külfeti yüklenemez. Ve onların isbatlarına(!) (T.C. laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir... vb.) itibar edilmez. Çünkü beyyine külfeti, temyiz kudretini haiz olan mümeyyizlere ilişkindir. Zelîllere değil.
Dipnotlar:
(*) J.P. Sartre, La Nausé, s.190 (akt: Prof. Dr. Kenan GÜRSOY, "J.P. Sartre Ateizminin Doğurduğu Problemler", Akçağ Yay., s.82)
1- Salih MİRZABEYOĞLU, "HUKUK EDEBİYATI -Nizam ve İdare Ruhu- ", İBDA Yay., -Aralık 1989, s. 17-18
2- Prof. Dr. Cahit CAN, "Hukuk Sosyolojisinin Antropolojik Temelleri ve Genel Gelişim Çizgisi", Seçkin Yay., Nisan 2002, s.83-84
3- DURKHEIM, Emile. Deux lois del'evolotion penale, L'annce SocologiueIV, Paris 1901, s.86 (akt: Prof. Dr. Cahit CAN, ..... s. 30)
4- Salih MİRZABEYOĞLU, "BAŞYÜCELİK DEVLETİ -Yeni Dünya Düzeni-, İBDA Yay., Şubat 1995, s.100-101
5- Prof. Dr. Cahit CAN, "Hukuk Sosyolojisinin ....." s.82-83
6- Prof. Dr. Ejder YILMAZ, "Hukuk Sözlüğü", Yetkin Yay., Ankara 2001, s.962
7- Prof. Dr. Şeref Ertaş, “Eşya Hukuku”, Seçkin Yay., Şubat- 2002, s.34