Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Diyalog Nedir?Ne Değildir? (5 Kullanıcı)

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru; Diyalogun dinlerarasi mi yoksa kulturlerarasi mi olmasi uygundur? Diyalog denince ne anlasilmalidir?

Ifade acisindan, "dinlerarasi" degil de "din mensuplari arasinda diyalog" demek daha uygun olsa gerek. Aslinda, dinlerarasi diyalog denilirken de, din bir sahs-i manevi (tuzel kisilik) oldugu icin. burada mecaza gidilmekte ve dolayisiyla din muntesipleri kastedilmektedir. Kanaatimce, isme takilmanin bir faydasi yoktur; eger daha isabetli olacaksa "kulturlerarasi diyalog" ya da "farkli felsefeler arasinda diyalog" denilerek muhteva daha da genisletilebilir ve semavi dinlerin disindaki diger inanc mensuplarinin da bu faaliyetlere dahil edilmesi dusunulebilir.

Bu itibarla, diyalog, farkli inanclara mensup insanlarin herhangi bir meselede birbirlerinin duygu ve dusuncelerini dinlemeleri, ogrenmeye calismalari, kendi fikirlerini zorla kabul ettirme gayretine girismeden birbirini anlamak maksadiyla karsilikli konusmalari, boylece uzlasip beraber yasayabilmeleri ve hatta insanligin ortak problemlerinin cozumunde isbirligine gidebilmeleri gibi gayelere matuf faaliyetlerin butunudur. Meseleye bu zaviyeden bakilinca gorulecektir ki;hosgoru, diyalog, herkese karsi saygi, herkesi kendi konumunda kabullenme demek aslinda Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine Vesikasi'ni bir kere daha seslendirmis olmaktir ve bu bir manada Muslumanlar uzerine bir vazifedir. Iste, boyle bir yolla gonullere girmek, onlara Cenab-i Hakk'i duyurmak, Efendimizin adim cihanin her yanma ulastirmak butun Muslumanlar uzerine bir vazifedir. Bu itibarla da, zannediyorum, bugun dunyanin degisik ulkelerinde gonullu kultur elcileri gibi gorev yapan insanlar dinin tahmil buyurdugu iste bu vazifeyi eda etmektedirler.
Evet. adina ne derseniz deyin, ister hosgoru ve diyalog, ister insani degerleri one cikarma ya da evrensel degerler etrafinda kumelenme, isterse de farkli anlayis, farkli inanis ve farkli dusuncelere sahip kimselerin konumuna saygili olma unvaniyla ortaya konan bu faaliyetler, katiyen kendi degerlerimizden vazgecme ve baskalarinin deger olculerini ayniyla kabullenme manasina gelmemektedir. Belli Olcude saygi baska bir mesele,, onu kabullenme daha baska bir meseledir. Diyalog ve kavl-i leyyin yoluyla meseleleri muzakere sahasina cekmek, baskalarini oldugu gibi kabullenmenin degil, onlarin konumlarina da saygili olmanin geregidir ve ayni zamanda kendi duygularimizi, dusuncelerimizi anlatabilmenin de bir vesilesidir.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Ozellikle Turkiye'de diyalogun oncusu olarak siz gosteriliyorsiinuz. Diyalogun sizinle basladigina kabul ediyor musunuz?

Hosgoru, diyalog veya bizim kullandigimiz istilah ile 'herkesi kendi konumunda kabul etme' dusuncesi ve bunun hayata intikali Islam Tarihinde bizimle ortaya cikmis bir sey degildir. Sadece Medine Vesikasi'ni bu gozle incelemeye alin; insanin hangi din, hangi irk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, tesebbus ve mulk edinme hakkinin oldugunu "Insanligin Iftihar Tablosu" o mubarek sesini yukselterek aleme duyuruyor mu duyurmuyor mu? Bu haklarin dokunulmaz ve ayni zamanda mukaddes oklugu Vesika'da var mi yok mu? Ayni hakikatler baska bir dille, farkli bir anlatma uslubu ile Veda Hutbesi'nde tekrar ediliyor mu, edilmiyor mu? Medine Vesikasi ile Veda Hutbesi arasinda yaklasik on yil var. Demek bu on yil icinde herhangi bir cizgi degisikligi yok; aksine ayni konuda tahsidat var, tahkim var.

Bu kabuller ne Medine Vesikasi'nda, ne de Veda Hutbesi'nde zikredilmekle kalmamis, sadece edebiyat tarihine edebi bir risale olarak tevdi edilmemistir; bu hakikatler ayni zamanda hayat olmustur. Evet, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunlari bizzat yasadigi gibi takip eden donemlerde Rasit Halifeler de yasamis, tabiin de yasamis, tebe-i tabiin de yasamistir. Bakin hakimiyet donemlerine, Muslumanlar nerede kilise ve havralari yikmislar? Nerede azinliklarin haklarina dokunmuslar? Nerede vicdan hurriyetine kisitlama getirmisler? Ve nerede dusunce hurriyetini tahdit etmisler? Tarihte Muslumanlarin vesayeti altinda yasayan azinliklar, kendilerine taninan bu haklarin, baska isgal gucleri tarafindan ellerinden alindiklari zaman ancak anlamislar Muslumanlarin kendilerine neler bahsettiklerini. Demek bizim mazimizin ozu, usaresi bu. Oyleyse diyalog, bizimle baslayan bir surec degil.

Fakat sunu da kabullenmek gerekir ki bu hakikatler on bes asirlik Islam Tarihinde her zaman Efendimizin (salallahu aleyhi ve sellem) ve "Rasid Halifelerdin gozettigi hassasiyet icinde uygulanmamis; uygulanmamis, cunku bazen isin ozunu hazmedemeyen ve icine sindiremeyen naehil kimseler ust makamlari tutmus. Islam ile bagdastirmayacagimiz dunyevi dusunceler on plana cikmis. Makam sevdasi, menfaat duygusu, kabile taassubu ve benzeri nice menfilikler zuhur etmis. Dahasi, buna bagli olarak gun gelmis nasslar farkli yorumlamalara konu edilmis. Zamanla bu farkli yorumlar pratige yansimis. Dolayisiyla, halk tabiriyle ifade edelim, Islam adina nice kabaliklar yapilmis. Ne var ki, bunlarin hicbiri esasinda Islam'a ait degil. Muslumanligi hazmedememis insanlarin tavirlarina ait kabaliklardir.

Bu zaviyeden, biz hosgoru, diyalog, herkese saygi, herkesi kendi konumunda kabullenme diyorsak Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) "Medine Vesikasi"ni seslendiriyoruz.Veda hutbesi'nde beyan buyurdugu hakikatleri haykiriyoruz. Boylece vazifemizi ve vecibemizi yerine getiriyoruz.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Diyalogun dini temellerine dair Kur'an'dan delil gostermek mumkun mudur?

Kuran-i Kerim'e o nazarla bakacak olursaniz, diyaloga cagiran pek cok ayet bulabilirsiniz. Bilhassa Ehl-i Kitaba karsi yumusak olmak Kuran'in emridir. Degil sadece Ehl-i Kitap. Cenab-i Allah, Hazreti Musa'yi, Firavun'a gonderirken dahi "Ona yumusak soz soyle; olur ki, ogut alir, kendine gelir ve Allah tan Korkar' (Taha Sûresi,. 20/44) diye mulayemeti emreder. Muhataplari, Firavun. Nemrut, Seddad gibi kalb ve kafalari imana kapali, kufre programlanmis insanlar bile olsa, Musluman anlatacagi seyleri yine "kavl-i leyyin" ile anlatmalidir. Galiz sozlerin, insanlari kinamanin ve onlara karsi kaba davranmanin Islam'da hic mi hic yeri yoktur.

Bakara sûre-i celilesinin hemen basinda Allah Teala soyle buyurur: "Kuran muttakileri hidayete ulastirir." Daha sonra da bu muttakilerin kim oldugunu aciklar: "Gaybe iman eden, namazi dosdogru kilan ve rizik olarak verdiklerimizden infakta bulunanlar. Ve ayni zamanda sana ve senden onceki (Peygamberlere) indirilenlere iman edenler. Ve onlar ahirete de kesin bir yakin icindedirler." Kur'an bu ayetleriyle bizi, cok yumusak ve biraz da kapali bir uslûp kullanarak, gecmis peygamberleri ve adlariyla onlara indirileni kabule cagirir. Daha Kur'an'in basinda, ondan istifade icin boyle bir sartin getirilmesi, bana Ehl-i Kitap ile diyalog adina cok onemli geliyor.

Diyalog denince ilk akla gelen ayet-i kerimelerden biri de, "De ki: -Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aramizda birlesecegimiz, musterek ve adi! su sozde karar kilalim: "Allah'tan baskasina ibadet etmeyelim. O'na hicbir seyi serik kosmayalim, kimimiz kimimizi Allah'la beraber rab edinmesin." (AH Imran Sûresi, 2/64) mealindeki ilahi beyandir. Evet, Islam'i butun bir kale ve hududullah ile cevrilmis genis bir kasr-i mualla olarak dusunecek olursak, bu sarayin muteaddit giris kapilari oldugu gibi, bu kapilara ulastiran ve iceri girmeyi saglayan mahlukatm nefesleri adedince yollarin var oldugunu da unutmamak icab eder. Islam, kendine has uslubuyla insanlari bu yollardan herhangi birinde ve yine yolun herhangi bir noktasinda kucaklar ve usulune gore onu kapilarindan birinden iceriye ceker. Zannediyorum, boyle bir husus ve tedririligin anlasilamamis olmasi ya da tam idrak edilememesi, dun oldugu gibi, bugun de bazilarim belli yanlisliklara suruklemektedir. Iste bu ayet, Ehli Kitabi, sozu edilen yollardan veya noktalardan birinde yakaliyor; onlara guler bir yuz ve tatli bir dille yaklasip, "gelin" diyor. Bu "gelin'' deyiste, "Sizi cagirdigim, davet ettigim seyler, sizin bilmediginiz seyler degil; tam tersine, bildiginiz, unsiyet ettiginiz ve bizden cok once karsilasip da, simdi unutmus olabileceginiz veya yanlis hatirladiginiz seyler turundendir." diyor ki, bu da Kur'an'nin, Ehl-i Kitapla aramiza bir kopru kurarak onlari gayet yumusak bir sekilde, sicak baktiklari bir noktadan yakalamasi demektir.

Allah Teala bir baska ayette soyle buyurur. "Zulmedenleri haric, Ehl-i Kitap ile en guzel olan seklin disinda hir tarzda, munazara, mucadele etmeyin!" (Ankebut Sûresi. 29/46) Kuran, bu ay eriyle de bize, uslubda takinacagimiz tavri ve sergilememiz gereken edebi saliklar. Islam'da munazara sekil ve uslûbu konusunda Bediuzzaman'in soyledikleri de son derece dikkat cekicidir: O, "Munazarada karsidakinin maglubiyetiyle memnun olan insan, insafsizdir." der ve bunun sebebini de soyle aciklar: "Onun maglûp olmasiyla siz bir sey kazanmazsiniz; siz maglûp olup da, o kazanmis olsaydi, o takdirde bir yanlisinizi duzeltmis olacaktiniz." Evet, munazarayi, nefsi adina degil de, gercegin ortaya cikmasi adina yapan insanin tavri baska degil bu olmalidir. Buna karsilik, siyaset meydanlarinda, sadece hasmi maglûp etme dusuncesiyle yapilan munakasalara baktigimizda, o tartismalardan olumlu hicbir netice cikmadigi da aciktir. Oyleyse, musademe-i efkardan, yani fikirlerin carpismasindan hakikatin ortaya cikmasi icin, karsilikli anlayis, saygi, hakperestlik gibi dusturlar katiyen kulakardi edilmemelidir. Bu ise, Kur'ani bir dustur olarak ancak iyi bir diyalog ortaminda gerceklesebilir.

Soz konusu ayetin devaminda Cenab-i Hak, "Onlara soyle deyin: Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim ilahimiz da sizin ilahiniz da bir ve ayni ilahtir ve biz O'na gonulden teslim olduk." (Ankebût Sûresi. 29/46) buyurarak, Muslumanlara ortak noktalan one cikarmak suretiyle kendilerini anlatabilmek Icin bir zemin olusturmayi tavsiye etmektedir. Dolayisiyla, Ehl-i Kitabin zalim olmayan kesimiyle munasebetlerimizde, siddetli davranma ve onlari tahrik etme dusuncesi Islami bir dusunce ve davranis degildir. Boyle bir dusunce ve davranis Islami olmaktan da ote, Islami kaide ve prensiplere aykiri bir carpiklik demektir.
Bir baska yerde, "Dininizden Oturu sizinle savasmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen inancsizlara gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmekten, adalet ve insafi gozetmekten menetmez. Cunku Allah adil olanlari sever." (Mumtehine Suresi, 60/8) buyrulmaktadir. Bu ayetin inmesiyle alakali olarak, Hazreti Esma validemizin musrike olan annesinin, Mekke'den Medine'ye gelip validemizle gorusmek istemesini naklederler. Hazreti Esma, Allah Resulu'ne gelir ve musrik annesiyle gorusup gorusemeyecegini sorar. Bunun uzerine bu ayet nazil olur ve gorusmenin de otesinde, ona iyilikte bulunmanin dahi herhangi bir mahzuru olmadigi ifade edilir (Buhari, Hibe 28.. Edeb 8; Muslim, Zekat 50). Evet, bahse konu olan bu kadin bir musrikedir. Ayrica, bu ayet Muslumanlarla Mekke musriklerinin aralarinin son derece gergin oldugu bir sirada nazil olmustur. Buna ragmen iyiligi, insaf ve adaleti emretmesi bize gore oldukca manidardir.
Evet, Kur'an-i Kerim'e bu zaviyeden bakinca, konuyla alakali daha pek cok ayet bulmak mumkundur. Kaldi ki zaten "Islam" da ismi, mensei itibariyla silini, emniyeti ve guveni ifade etmektedir.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Kur'an-i Kerim'deki oldurme, surme, harb etme gibi hukumleri nasil anlamali?

Gecmis donemlerde, bazi Hristiyan ve Yahudilerin apacik bir gercek karsisinda gosterdikleri inat, ayak direme ve dusmanligi ifade icin Kur'an'in kullandigi ayni uslûp, bugunun butun Yahudi ve Hiristiyanlari icin de ayniyla kullanilacak diye bir sart, bir mecburiyet yoktur. Bu tur ayetlerde subût-u kat'i arandigi gibi, delalet-i katiye de aranmalidir. Yani, bu ayetlerin Kur'an ayetleri oldugu kesindir. Fakat, o ayetlerin ilk gunden bu yana istisnasiz ve mutlak manada her Yahudi ve Hristiyani icine aldigi kesin degildir.

Ikinci olarak, o sert gibi gorulen uslubun muhatabi, sahislardan ziyade bir kisim carpik duygu ve dusuncelerdir. Evet, Kur'im, ihkak-i hak geregi sesini yukseltirken, munkirlerden ve niulhidlerden ziyade, onlarin dile getirdikleri kafirce dusunceleri' re malilide? anlayislari hedef almistir. Kur'an'in bu uslubu, o donemlerde kendilerini Yahudilik ve Hristiyanliga mensup addedenlerin Yahudilige ve Hristiyanliga getirdikleri yanlis yorumlardan ve o yorumlan hayatlarina hayat kilmalarindan dolayidir. Daha dogrusu, dini inanc ve dusunceyi bir dusmanlik sebebi ve malzemesi yapmalarindan dolayi Kuran onlari boyle bir uslupla ele almistir. Yani, Kur'an'in tavri sahislara degil, yanlis davranis ve yanlis dusuncelere karsidir; bu tavir, gercek karsisinda ayak direyip, dusmanlik uretme hislerini korukleyen kin, nefret, haset ve kibir gibi tasvip edilemeyecek sifatlarla alakalidir. Bu sifatlara karsi cok daha sert ifadeleri bizzat Tevratta ve Incil'de de gormek mumkundur.

Ayrica, Kur'an-i Kerim'de, Islami hakikatlere baskaldiran insanlara karsi taknilmasi gereken tavirlar, had, kisas gibi cezai mueyyideler de vardir. Bu mueyyidelerden hareketle Hulefayi Rasidin Efendilerimiz zamaninda, Emevi, Abbasi, Selcuklu ve Osmanli donemlerinde yapilagelen bazi uygulamalardan bahsetmek mumkundur. Sayet, o uygulamalar bagli bulunduklari tarihi cizgiden koparilarak degerlendirilirse yanlis kanaatlere varilir. O halde, o hadiselere siyak-sibak munasebeti icinde bakmak ve her seyi oylece degerlendirmek lazimdir.

Dahasi; meseleleri degerlendirirken, hadiselerin cereyan ettigi sartlar da cok iyi incelenmelidir. Mesela; savas zamaninda harb hukukuna gore verilecek hukumler baskadir; baris aninda dikkat edilmesi gereken hususlar ise daha baskadir. Dolayisiyla, bu ifadelerim, bazilarinin belki de bilerek yanlis yorumladiklari gibi "hukumlerin dunku musrikler icin gecerli oldugu ama bugunku inancsizlari kapsamadigi" seklinde basitce ele alinmamali ve bazi modern yorumcularin seslendirdigi turden bir tarihselcilik olarak da degerlendirilmernelidir.

Diger taraftan Kur'an, bazilarina sert gibi gelse de, en uygun ifadelerle ortaya koydugu bu tur sifat ve davranislari yermesinin ve bu sifat ve davranis sahiplerini ikaz ve tehdit etmesinin hemen ardindan, cok yumusak ifadelerle gonulleri hakikate uyarmaya ve kalbilere umit asilamaya calisir. Ayrica, Kur'an-i Kerim'in Yahudiler, Hristiyanlar ve munafiklarda gorulen bazi tavir ve davranislardan dolayi serdettigi tenkit ve ikazlarin, imanlari kendilerini ayni tavir, davranis ve sifatlardan alikoymaya yetmeyen muzminler icin de soz konusu oldugunda Sahabe ve mufessirler arasinda adeta gorus birligi vardir.
Bu itibarla, diyebiliriz ki, Islam'da sulh, sevgi, af, musamaha esastir; kafirlere karsi seri davranma gibi hukumler ise eskilerin ifadesiyle "saniyen ve bilaraz"dir. Kaldi ki onlara sert davranma, mucadele etme ve gerektigi yerde oldurme cesitli sebeplere talik edilmistir. Sayet o sebepler soz konusu olmazsa, hukumler de tatbik edilmeyecek demektir, O sebepler mevcut degilse o zaman yapilacak sey "vaz u nasihat"tir, "emr-i bi'1-maruf"tur, "kavl-i leyin"dir ve "tavr-i leyyin" ile Islam'in guzelliklerini anlatmaktir. Bu esaslari nazar-i dikkate almadan, Kur'an'i Zahirilerin anladigi sekliyle anlayip, vurma, kirma, dovme diyen insanlar maalesef ne hukmu, ne hukmun menatini ve ne de Islam'i anlamamislardir.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: "Yahudi ve Hiristiyanlari dost edinmeyin!"' (Maide Sûresi. 5/51) ve ''Muslumanlardan baskasini sirdas edinnieyin!" (Al-i Imran Sûresi, 3/118} mealindeki ayetleri nasil anlamamiz gerekiyor?

Kur'an'i anlama mevzuunda, Kur'an'nin bir kismi bir kismini tefsir ettigi gerceginin ve tahsis, ta'mim, takyit ve esbab-i nuzûl gibi tefsir usulune ait dusturlarin goz onunde bulundurulmasi cok onemlidir. Soz konusu ayetleri de bu cercevede ele almak gerekmektedir: Kur'an-i Kerim, "Yahudi ve Hristiyanlari dostedinmeyin!"' (Maide Sûresi. 5/51) buyurdugu gibi, "Allah sadece, dininizden Oturu sizinle savasan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmaniza destek veren kafirleri dost edinmenizi meneder. Her kim onlari dost edinirse, iste onlar zalimlerin ta kendileridir.'" (Mumtehine sûresi: 60/9) buyurarak Maide suresindeki ayeti takyit etmekte, yani sinirlayip cercevesini belirlemektedir.Nitekim Kuran-i Kerim, butun Ehl-i Kitabin ayni olmadigim, onlar arasinda Allah'tan korkan, zulumden kacinan ve ahirete inanan kimselerin de bulundugunu ifade ettigi gibi. Peygamber Efendimiz de onlari bir tutmamistir. Mesela; Medine Vesikasi'na uymayan Yahudilerden Beni Kurayza'yi cezalandirdigi donemde yine bir Yahudi kabilesi olan Beni Nadir ile anlasmasini devam ettirmistir.
Ayrica, ozellikle Zahid-i Kevseri ve Nur Muellifi gibi tefsirciler, bu ve benzeri ayetleri aciklarken "Hukmun mustakka taliki me'haz-i istikakin illiyetini iktiza eder." kaidesini esas almislardir. Yani, bu ve benzeri ayetleri "bir sozden cikarilan hukum icin esas alinan kelime, o hukme illet olmalidir." kaidesine gore tefsir etmislerdir. Dolayisiyla, ilahi beyan "Onlari dinleri itibariyla, Yahudilik ve Hiristiyanliklarini paylasma seklinde dost edinmeyin." demektir.

Ustad Hazretleri, bu meseleyi ele alirken, "Ehl-i Kitap'tan bir mahremin olsa elbette seveceksin!" der ve cok onemli bir nuansi hatirlatir. Ehl-i Kitaptan bir kadinla evlenen Musluman, elbette hanimini sever; fakat, onun bu sevgisi haniminin dinini de sevmesi ve kabul etmesi manasina gelmez.

Ayrica, onlari dost edinip edinmeme mevzuunda, meselenin siyasi yanlari, muhataplarin anlasma sartlarina uyup uymamamalari ve dini, bir dusmanlik sebebi yapip yapmamalari da dikkate alinmalidir.Hasili, medeniyete ve terakkiye acik yanlarini ve mu'mince sifatlarini istihsan etmeye, evrensel barisi ve asayisi saglamaya matuf bir dostluk, katiyen Kur'an'in nehyettigi dostluga girmez.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Peygamber Efendimizin hayatinda boyle bir diyalogun misalleri var midir?

Tabii ki vardir; zira, bu sehrahin ilk fatihi Allah Resulu'dur. O, Mekke'deki musriklere karsi bu uslupla davranmis, Hudeybiye sulhunda meseleyi pratik olarak ortaya koymus, Medine Vesikasi ile de bu hususu te'yid buyurmustu. Hangi din, hangi irk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, tesebbus ve mulk edinme haklarina dokunulmayacagini ilk kez Insanligin Iftihar Tablosu aleme duyurmus ve bir yonuyle, birlikte yasama ve diyalog kopruleri insa etme tavsiyelerinde bulunmustu. O, ayni hakikatleri farkli bir uslup ve eda ile Veda Hutbesi'nde de tekrar etmisti.

Ayrica, Resûl-u Ekrem Efendimiz, basta Hristiyan kabileler olmak uzere etrafindaki butun topluluklarla anlasma yolunu secmis ve hep sulh taraftari olmustu. Mesela, O, Hristiyanlardan Ibn Haris b. Ka'b ve kabilesi, Bahreyn halki ve Yemenliler ile muahede imzalamisti. Necran Hristiyanlari ile yaptigi anlasma ise Medine Vesikasi kadar tarihi onemi haiz bir vesikaydi. Merhum Muhammed Hamidullah Hocanin israrla nazara verdigi bu muahedenin bir iki maddesi soyleydi: "Ehl-i Kitaba merhamet edilecek, kimsenin onlari incitmesine izin verilmeyecek... Bir Hristiyan kadin bir Musluman erkegin nikahi altina girerse Musluman koca onun Hiristiyanligina razi olacak, kendi dini gorevlerini yerine getirme konusundaki isteklerine uyacak ve onu bunlardan men etmeyecek. Kim buna uymaz ve kadini dini konusunda sikistirir, baski akinda tutarsa Allah'in ahdine, Resûlu'nun anlasmasina karsi cikmis olur ve o kimse Allah nezdinde yalancilardan biridir. Eger onlar mabedlerini tamir gibi bir din isinde veya herhangi bir dunyevi ihtiyaclarinda Muslumanlardan yardim isterlerse Muslumanlar onlara yardimda bulunacak ve bu onlari borc altina sokmayacaktir; bu yardim, Allah Resûlu'nun ahdine vefa, onlara hediye ve Allah'in lutfu olarak yapilacaktir."

Evet, Allah Resulu hep diyalog ve anlasma arayisinda olmustu; bunu ayni zamanda peygamberliginin bir esasi olarak ortaya koymustu. Ebû Cehil, kufur ve cehaletin babasiydi; fakat Efendimiz onlarca defa onun ayagina gitmis ve davasini anlatmisti. O inat etmis, kabule hic yanasmamisti ama Efendimiz de anlatmaktan geri durmamisti. Kainatin iftihar Tablosu, Ebû Talib'in ocaginda neset etmis, amcasi vefat edene kadar belki yuzlerce defa onu da Hak dine cagirmis; defalarca "Amca, ne olur bir kere "La ilahe illallah, Muhammedun Resûlullah" de; de ki, ahirette sana sefaat edeyim" buyurmustu. Peygamber Efendimiz, sadece Ebû Talib'e bile birkac yuz defa ayni davette bulunmus; "kafir" deyip onu terk etmemis, hep yaninda olup bir firsat kollamis ve ona defalarca Islam'i anlatmisti. Amcasi olum dosegindeyken bile, Allah Resulu, bir kere daha ona ebedi huzur koridorunu isaret etme gayretine girmisti. Simdi eger O, irtibati kesse, Ebû Talib'in yakininda durmasa ve onun evine gidip gelmese idi nasil anlatacakti davasini?
Aslinda, o ilk donemde, dini anlatma gayesiyle cihanin her yanma giden sahabe efendilerimiz yumusak tavirlariyla, musamaha ve mulayemetleriyle gonullere girmislerdi. Onlarla tanisan insanlarin pek cogu Islam'in nuruyla aydinlanmis, bazilari da hic olmazsa muslumanlara sempati duyar hale gelmisti. Hazreti Mus'ab (radiyallahu anh), Efendimizin emriyle, Me-dine-i Munevvere'ye gittigi zaman, orada putperestlerle ayni mekanda bulunmasaydi ve onlarla yakinlik tesis etmeseydi, nasil duyuracakti ki Islam'i? Halbuki, Hazreti Mus'ab gibi teblig ve temsil abidelerini Laniymca en kati kalblcr bile eriyor, yumusuyor ve fonul nzasivla Islam'a kosuyorlardi. O seviyeyi yakala-yamayanlar ise, en azindan Muslumanin kan dokucu, kavgaci ve fesat cikarici olmadigini goruyor, muminlere karsi yakinlik duymaya basliyorlardi.

Dihyetu'l-Kelbi hazretleri, Peygamber Efendimiz tarafindan Roma Imparatoru'na elci olarak gonderilip Heraklius'a davet mektubunu sundugunda, o kadar ask u heyecanla dolu ve o denli coskuluydu ki, onun bu haline vurulan Heraklius "Bilmem ki, teblig icin yollara duserken ve cole acilirken, Hazreti Isa'nin havarileri de bu kivamda ve bu celadette miydi?'' diyerek hayranligini ifade etmisti. Dihyetul Kelbi, ta Heraklius'un ulkesine kadar gitmeseydi onlar nereden bileceklerdi Hak dini? Imparatorun piskoposu o yuce sahabiyi tanimasaydi, iman ufkunu nasil yakalayacak ve nasil gaybi biat edecekti Allah Resûlu'ne?
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Peygamber Efendimizin hayatinda boyle bir diyalogun misalleri var midir?

Tabii ki vardir; zira, bu sehrahin ilk fatihi Allah Resulu'dur. O, Mekke'deki musriklere karsi bu uslupla davranmis, Hudeybiye sulhunda meseleyi pratik olarak ortaya koymus, Medine Vesikasi ile de bu hususu te'yid buyurmustu. Hangi din, hangi irk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, tesebbus ve mulk edinme haklarina dokunulmayacagini ilk kez Insanligin Iftihar Tablosu aleme duyurmus ve bir yonuyle, birlikte yasama ve diyalog kopruleri insa etme tavsiyelerinde bulunmustu. O, ayni hakikatleri farkli bir uslup ve eda ile Veda Hutbesi'nde de tekrar etmisti.

Ayrica, Resûl-u Ekrem Efendimiz, basta Hristiyan kabileler olmak uzere etrafindaki butun topluluklarla anlasma yolunu secmis ve hep sulh taraftari olmustu. Mesela, O, Hristiyanlardan Ibn Haris b. Ka'b ve kabilesi, Bahreyn halki ve Yemenliler ile muahede imzalamisti. Necran Hristiyanlari ile yaptigi anlasma ise Medine Vesikasi kadar tarihi onemi haiz bir vesikaydi. Merhum Muhammed Hamidullah Hocanin israrla nazara verdigi bu muahedenin bir iki maddesi soyleydi: "Ehl-i Kitaba merhamet edilecek, kimsenin onlari incitmesine izin verilmeyecek... Bir Hristiyan kadin bir Musluman erkegin nikahi altina girerse Musluman koca onun Hiristiyanligina razi olacak, kendi dini gorevlerini yerine getirme konusundaki isteklerine uyacak ve onu bunlardan men etmeyecek. Kim buna uymaz ve kadini dini konusunda sikistirir, baski akinda tutarsa Allah'in ahdine, Resûlu'nun anlasmasina karsi cikmis olur ve o kimse Allah nezdinde yalancilardan biridir. Eger onlar mabedlerini tamir gibi bir din isinde veya herhangi bir dunyevi ihtiyaclarinda Muslumanlardan yardim isterlerse Muslumanlar onlara yardimda bulunacak ve bu onlari borc altina sokmayacaktir; bu yardim, Allah Resûlu'nun ahdine vefa, onlara hediye ve Allah'in lutfu olarak yapilacaktir."

Evet, Allah Resulu hep diyalog ve anlasma arayisinda olmustu; bunu ayni zamanda peygamberliginin bir esasi olarak ortaya koymustu. Ebû Cehil, kufur ve cehaletin babasiydi; fakat Efendimiz onlarca defa onun ayagina gitmis ve davasini anlatmisti. O inat etmis, kabule hic yanasmamisti ama Efendimiz de anlatmaktan geri durmamisti. Kainatin iftihar Tablosu, Ebû Talib'in ocaginda neset etmis, amcasi vefat edene kadar belki yuzlerce defa onu da Hak dine cagirmis; defalarca "Amca, ne olur bir kere "La ilahe illallah, Muhammedun Resûlullah" de; de ki, ahirette sana sefaat edeyim" buyurmustu. Peygamber Efendimiz, sadece Ebû Talib'e bile birkac yuz defa ayni davette bulunmus; "kafir" deyip onu terk etmemis, hep yaninda olup bir firsat kollamis ve ona defalarca Islam'i anlatmisti. Amcasi olum dosegindeyken bile, Allah Resulu, bir kere daha ona ebedi huzur koridorunu isaret etme gayretine girmisti. Simdi eger O, irtibati kesse, Ebû Talib'in yakininda durmasa ve onun evine gidip gelmese idi nasil anlatacakti davasini?
Aslinda, o ilk donemde, dini anlatma gayesiyle cihanin her yanma giden sahabe efendilerimiz yumusak tavirlariyla, musamaha ve mulayemetleriyle gonullere girmislerdi. Onlarla tanisan insanlarin pek cogu Islam'in nuruyla aydinlanmis, bazilari da hic olmazsa muslumanlara sempati duyar hale gelmisti. Hazreti Mus'ab (radiyallahu anh), Efendimizin emriyle, Me-dine-i Munevvere'ye gittigi zaman, orada putperestlerle ayni mekanda bulunmasaydi ve onlarla yakinlik tesis etmeseydi, nasil duyuracakti ki Islam'i? Halbuki, Hazreti Mus'ab gibi teblig ve temsil abidelerini Laniymca en kati kalblcr bile eriyor, yumusuyor ve fonul nzasivla Islam'a kosuyorlardi. O seviyeyi yakala-yamayanlar ise, en azindan Muslumanin kan dokucu, kavgaci ve fesat cikarici olmadigini goruyor, muminlere karsi yakinlik duymaya basliyorlardi.

Dihyetu'l-Kelbi hazretleri, Peygamber Efendimiz tarafindan Roma Imparatoru'na elci olarak gonderilip Heraklius'a davet mektubunu sundugunda, o kadar ask u heyecanla dolu ve o denli coskuluydu ki, onun bu haline vurulan Heraklius "Bilmem ki, teblig icin yollara duserken ve cole acilirken, Hazreti Isa'nin havarileri de bu kivamda ve bu celadette miydi?'' diyerek hayranligini ifade etmisti. Dihyetul Kelbi, ta Heraklius'un ulkesine kadar gitmeseydi onlar nereden bileceklerdi Hak dini? Imparatorun piskoposu o yuce sahabiyi tanimasaydi, iman ufkunu nasil yakalayacak ve nasil gaybi biat edecekti Allah Resûlu'ne?
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Rasit Halifeler devrinde ve onlardan sonraki donemlerde de diyaloga mesned olabilecek hadiseler vuku bulmus mudur?

Hulefa-yi Rasidin efendilerimizden gunumuze kadar hemen her zaman Muslumanlar Ehl-i Kitaba karsi hep muruvvetkarane davranmis, hatta zulme maruz kalsalar da asla zulmetmemisler-dir. Mesela, Hacli seferleri sirasinda camilerin kiliseye cevrilmesine ayni dilden cevap vermek isteyen muslumanlar "Onlar bizim rehberlerimiz degil; bizim dinimizde mabedlere saldiri yoktur!'' diyen Islam ulemasindan fetva alamamis ve kiliseleri oldugu gibi birakmislardir.

Emeviler, Abbasiler, Selcuklular ve Osmanlilarla surup giden upuzun bir donemde, baska din ve inanc muntesipleri Islam topraklarinda hep huzur icinde yasamis, kendi inanc ve kultur degerlerinden taviz vermeye hic mi hic zorlanmamis ve Muslumanlarin idaresini kendi dinlerinden olan kimselerin emri altinda yasamaya tercih edecek kadar hayatlarindan memnun kalmislardi. Muslumanlar da bu toplumlarda onlarla beraber yasama ve hal diliyle onlara Islam'in guzelliklerini anlatma yolunu secmis ve bu anlayisa hep uygun davranmislardi. Tarihin sayfalari soyle bir karistirilsa bu meseleye ornek teskil edebilecek pek cok uygulama ve anlasma gormek mumkun olacaktir:

Taberi'nin naklettigine gore; Hazreti Omer efendimiz Eyle halkina teminat verirken anlasma metnine su maddeyi koymustu: "Onlarin can ve mal emniyeti, kiliseleri, haclari, butun fertleri teminat altindadir. Kiliseleri mesken yapilmayacak, yikilmayacak ve icindeki esyalara asla dokunulmayacaktir. Onlardan hic kimseye dini inanisindan dolayi zorlamada bulunulmayacak ve katiyen zarar verilmeyecektir."

Muslumanlardaki bu hosgoru ve vicdan hurriyeti tarih boyu hep boyle devam etmisti. Oyle ki, I. H. Danismend'in anlattigina gore, Fatih doneminde Ortadoks Sirplar, Katolik Macarlar ile Osmanlilar arasinda tercih yapma durumunda kalinca kendilerine din ve vicdan ozgurlugu taninacagindan emin olarak Osmanli himayesine girmislerdi. Yine, Fatih Sultan Mehmet'in, Bosna'daki Latin papazlarina verdigi ferman cok meshurdur ve tam bir insan haklari vesikasidir.

"Devlet-i aliye-i Osmaniye'yi insanligin semsiyesi yapacagim" diyen Sultan 2. Bayezid, Ispanya'daki zulumden kacan 150 bin Yahudi'ye siginma hakki tanimistir.
Yavuz Sultan Selim de Kudus Ermeni Patrik'ine verdigi emanda hic kimsenin dini vecibelerini yerine getirmesine mani olunmayacagini ve mabetlerinin korunacagini taahhut etmistir.

Evet, Rasit Halifelerden Omer b. Abdulaziz'e, Nureddin Zengi'den Selahaddin Eyyûbi'ye, Alparslan'dan Fatih'e kadar butun Musluman idareciler emirleri altindaki gayrimuslimleri bir emanet gibi gormus; onlara Islam'i hal ile anlatma hususunda azami gayret gostermislerdi. Dahasi, Cumhuriyet doneminde de ayni hosgoru devam etmistir ve Nazi zulmunden kacanlar gelip Anadolu'ya siginmistir.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Peyganiberimiz'in risaletinin ilk senelerinde kelime-i tevhidin sadece ilk kismim soyledigini iddia ettiginiz hususu tenkit ediliyor?

Once sunu ifade edeyim ki; bu benim iddiam degil; insanlari, az da olsa bildikleri ulûhiyet inancina ve tevhit dusuncesine cagirmak ve daha sonra soyleyeceklerine alistirmak icin Efendimizin kullandigi bir teblig yoludur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah (celle celaluhu) tarafindan butun insanliga son elci olarak gonderilmis ve kendisinden onceki peygamberler gibi basta tevhid (Allah'in varligi ve birligi) olmak uzere itikada ve amele muteallik degisik esaslari insanlara teblig etmekle vazifelendirilmistir. Evet, diger elciler gibi o En Buyuk Elcinin de ilk vazifesi, insanlari degisik putlara tapmaktan, onlarin esaretinden kurtarmak suretiyle butun kainatta farkli eser ve tecellileriyle varligini ve birligini apacik gosteren bir tek Yaraticiya inanmalarini; dolayisiyla da her turlu zihni, ruhi ve kalbi daginikliktan kurtulmalarini saglamaktir.

Efendimiz risalet vazifesiyle tavzif edilir edilmez, adeta mahalle mahalle, carsi carsi, kapi kapi dolasarak muhataplarina Allah'in tek yaratici oldugunu, dunya saadetinin ve ahirette kurtulusun buna inanmakla mumkun olabilecegini anlatmaya calismistir. Haddizatinda, bu teklifte bulunan belli ki bir peygamberdir ve O'nun tevhid davetini kabul eden de Ona inanmak suretiyle nubuvvetini de kabul etmis demektir.

Basta Ahmed b. Hanbel'in Musned'i olmak uzere degisik pek cok kaynakta gecen bir hadis-i Serif soyledir; Rabia bin Abbad anlatiyor: "Allah Resûlu'nu Zu'1-Mecaz panayirinda gordum. Insanlarin arasinda dolasip onlari Allah'a inanmaya cagiriyor ve durmadan tekrar ederek "Kûlû la ilahe illallah, tuflihû - Allah'tan baska ilah yoktur deyin, kurtulun!" diyordu. (Yani kurtulusu la ilahe illallah demeye bagliyordu.) Insanlar da sukûnetle dinliyorlardi. Yalniz Allah Resûlu'nun arkasinda saclari orulu ve ayni zamanda da sasi birisi vardi ki, Allah Resulunu susturmaya ugrasiyor, etrafindakilere de "Bu adama inanmayin, -hasa- o bir yalancidir; sizi atalarinizin dininden dondurmek istiyor!" deyip duruyordu, Oradakilere adamin kim oldugunu sordum. Bana "Allah Resûlu'nun amcasi Ebû Leheb'tir." dediler.

Efendimizin peygamberliginin ilk yillarinda gerceklesen bu hadise ve Onun "La ilahe illallah deyin kurtulun!""demesi, Ebû Cehil'in orada bulunmasi ve Efendimizin mubarek yuzune toprak savurmasi gibi degisik ek ve nuanslariyla Mustedrek'te. Imam Buhari'nin Tarihu'l-Kebir'inde, Beyhakinin Sunen'inde ve daha baska eserlerde anlatilmistir. Sahih-i Buhari serhi Fet-hu'i-Bari'de Ibn-i Hacer, Efendimizin "Allah'tan baska ilah yoktur deyin, kurtulun" ifadesinin. O'nuin kavmine ilk cagrisi oldugunu ve Yemen'e gonderdigi Hazreti Muaz'a da, "Onlari davet edecegin ilk sey Allah'in birligine sehadet etmeleri olsun." dedigini nakleder.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Yani Resûl-u Ekrem Efendimiz bunu bir teblig metodu olarak mi yapmis?

Bu uslupta aslinda Peygamber Efendimizin tevazu ve mahviyetini gormek gerekir. Ben hu konudaki hadis-i serifleri ne zaman zikretsem hep gozlerim dolmus ve "Ya Resûlallah, senin ismin olmadan bu soz eksik kaliyor; ama zannediyorum sen insanlari kendine cagirmadigini, onlari Allah'a davet ettigini ifade etmek ve onlari alistirmak icin kendi adini zikretmiyorsun. Senin mulahazalarinin otesinde bir sey soylemek haddimiz degildir; fakat, orada senin adini gecmemesi bana cok giran geliyor; cunku, sensiz bu yollar asilmaz, sensiz sahil-i selamete ulasilmaz!" demisimdir.

Dogrusu, Kelime-i Tevhidin ancak Efendimizin peygamberligini ikrarla tamam olacagi hususundaki inancima -ki bu her Muslumanin inancidir- kitaplardan ve eski sozlerimden deliller gostermeyi de cok gereksiz buluyorum. Fakat, adeta cimbizla secip hem de anlamadiklari sozleri kendi anlayislarina gore yorumlayanlar mesela su cumlelerimi hic mi gormediler diye dusunmeden de edemiyorum: "Artik bugun esya ve hadiseleri didik didik eden pek cok kimse mutlak hakikat olan Allah'a ulasma yolunda; buna karsilik pozitivizm ve rasyonalizmin getirmis oldugu 'inkar-i ulûhiyet' anlayisi da yavas yavas yikiliyor. Bati alemindeki ferdi hadiselerle baslayan, yani James Jean, Eddington, Einstein gibi kimselerin dine yonelisi, simdilerde kitlevi huviyet kazanmak uzere.. fakat ben ne kadar arzu ederdim, 'La ilahe illallah' diyen bu insanlar 'Muhammedun Resûlullah' desin ve tam kurtulusa ersin! Mesela, Jean deli gibi asik bir insan. Ama Muhammedi vapura binememis. Eddington, astro-fizikci. Devasa bir kamet. James Jean Pakistanli bir dostundan 'Allah'tan hakkiyla korkan alim kullardir.' (Fatir Sûresi, 35/28) ayetini duyunca "Bu baska degil, bu bir Allah kelami' itirafinda bulunur; bulunur ama bu Hazreti Peygamberi de ikrar anlamina gelir mi? Bunu bilemeyecegim ama Einstein bu kainati, icinde isleyen muthis nizam ve ahengi gorup de Allah'i kabul etmemeyi aptallik sayar. Fakat o da Hazreti Muhammenin kaptanligini yaptigi gemiye bin dileyenlerden biri.. ve daha niceleri.. (Fasildan Fasila-2, 255)

Evet, en masumane sozlerden hic olmayacak manalar cikaranlar; keske bir kez olsun, cami kursulerinde Peygamber Efendimizi anlatmaya calistigim, aylarca devam eden vaazlarima ve daha sonra Sonsuz Nur adiyla kitaplastirilan, belki yirmi degisik dile tercume edilen, bugun yurtdisinda universitelerde ders kitabi olarak okutulan ifadelerime de baksalardi.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Diyalog toplantilarina gelip giden gayrimuslimler arasinda Islam'i hak din, Resûl-u Ekrem Efendimizi de hak peygamber olarak kabul edenlere sahit oldunuz mu?

Diyalog surecinde benim yanima gelenler oldugu gibi farkli ortamlarda gorusmelerimiz de oldu. Beraber bulundugumuz zamanlarda namaz vakti girince izin istedigimiz zaman saygiyla karsiladilar."Buyurun, siz ibadetinizi bitirinceye kadar biz de burada dua ederiz." dediler. Boylesine yumusak tavirli insanlardan yuzlercesi diyalog faaliyetleri sayesinde "Muhammed Allah'in Resuludur. Kuran, Allah kelamidir."' dedi. Onlardan biriyle -isim vermeyecegim- ucakta giderken bir an egildi kulagima, "Ben senden de saklayamam ki, La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah" deyiverdi.

Onlari gorunce. Ustad Hazretlerinin bir kerametini daha musahede etmis oldum. O, '"Isevi Muslumanlar" tabirini kullanarak bu turlu insanlara dikkat cekmis ve ayni zamanda onlara bir jest yapmis. Bu tabirle, Hristiyan oldugu halde dinimiz hakkindaki onyargilardan kurtulmus, Efendimizi peygamber, Kuir'an'i da Allah kelami olarak kabul etmis kisileri kastetmis. Bugun boyle insanlardan yuzlercesini gostermek mumkundur. Hatta, bir yerde kocaman bir Hristiyan grup bulundugunu ama artik Efendimize inandiklarini ve her firsatta Insanligin Iftihar Tablosunun nubuvvetini anlattiklarini orada vazife yapan arkadaslardan dinledim.Iste bu kabuller cok onemlidir. Necip Fazil ya cok hayranlik duydugu Pascal hakkinda veya bir baska dusunur icin, "Limana kadar geldi gemiyi kacirdi." der uzulurdu. Evet, Resûl-u Ekrem'in gemisine binmek cok onemlidir. Sadi, Bostan'inda "O ummete ne gani var ki onun gemisine binmisler. O geminin kaptani O'dur." der. Binlerce insanin "La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah" demesine vesile olmak ve onlari da Hazret: Muhammed'in (aleyhi ekmelut-tehaya) gemisine tasimak cok ama cok onemlidir. Samanyolu televizyonunda nesredilen ''Diyalogun Meyveleri" adli seri ve "Yeni Hayatlar" isminde yayinlanan dizi bu insanlardan onlarcasini ekrana tasidi; sahsen gozyaslariyla izledim onlarin dinimiz ve kulturumuz hakkindaki intihalarini.

Burada Katolik kilisesindeki bir direktorun hocalik yapan bir arkadasimizla arasinda gecen bir olayi da anlatayim. Arkadasimiz anlatiyor: "Direktor bir keresinde 'Ben derse giremeyecegim dersime sen gir.' dedi. Hocam dedim 'Derse gireyim ama ben ne anlatayim orada?' "Canim ne anlatacagim var mi? Gir Fatiha'yi anlat. Sizinle bizim aramizda musterek bir sûredir bu" dedi. Ben de girdim, onun sinifinda Hiristiyanlara Fatiha'yi anlattim; anlattim ve hicbir menfi tepki almadim, aksine takdir aldim. Bir gun yanina gittim. Odasinda oturuyordu. Elinde Kur'an, okuyordu. 'Ne yapiyorsunuz?" dedim, 'Kur'an-i Kerim okuyorum.' dedi. 'Ama bilesiniz, sizin Eski Ahid'i okudugunuz gibi sadece bilgi edinmek icin degil, Kur'an Allah'in kitabi oldugu icin sevap kazanayim diye okuyorum."

Simdi eger elit sinif arasinda bu kadar bir yumusaklik meydana getirilmisse bence bu onemli bir kazanctir. Bunu sadece Inananlarla, ihtida edenlerle de olcmemek lazim. Muslumanligi soyle boyle kabul edenleri de bir kazanc saymak lazim. "Kur'an Allah'in kelami olabilir." ya da "Ilazrcti Muhammed peygamber olabilir." diyenleri de yarinlar adina buyuk bir kar kabul etmek lazim. Bugunku nesilden sonra gelecek farkli nesiller olacaktir. Siz bu ucurumlari bugun kapamazsaniz yarin kendinizi ve o dogru dusuncelerinizi ifade etme imkanim bulamazsiniz. Simdiye kadar hep ucurumlarla birbirimize karsi uzak durmusuz. Onlar gelsinler diye beklemisiz. Oyle degildir mesele; once ucurumlarin kapatilmasi lazimdir.

Ustad Hazretleri Kur'anin onlara hitaben "Ya Ehle'l-Kitap!" demesini, "Ya ehle'l-mektep" seklinde bir cagri olarak yorumluyor. Yani, "Siz okumus insanlarsiniz. Gelin bir kelimede, Allah kelimesinde birleselim." O ayete oyle yorum getiriyor. Iste bugun bazi onyargili kimseler mesafeli dursalar da ozellikle okumus, arastirmis ve bilgi sahibi olmus insanlar kendilerine uzatilan diyalog eline samimiyetle mukabelede bulunuyorlar. Bazi ortak degerler sayesinde tanisma ve yakindan tanima yoluna giriyor ve cok gecmeden de dinimizin, kulturumuzun guzelliklerine hayran kaliyorlar.

Bu acidan, oyle inaniyorum ki,, baska kulturlerin temsilcileriyle bir araya gelmekten ve meseleleri muzakere etmekten cekmenler, ancak kendi degerlerinden suphe eden mutereddidlerdir. Hazreti Musa gibi Allah'a itimat edip elindeki mubarek asaya ve mazhar oldugu yed-i beyzaya guvenenler, karsilarina Firavun'un sihirbazlari da ciksa, onlarin el ve ayak oyunlariyla maglup olmayacaklarindan emin; hak ve hakikati onlarin ruhlarina da duyurma heyecaniyla dopdoludurlar. Sayet, siz de kendi guzelliklerinizden ve oz degerlerinizden eminseniz, onlari her panayirda ortaya cikarin ve her fuarda sergileyin... Sergileyin, zira, bazi kadirsinas insanlar arasindan bunlari gorecek, begenecek, takdir edecek ve benimseyecek kimseler mutlaka cikacaktir.

Soru: "Gonulluler Hareketi" olarak da anilan bu egitim ve diyalog faaliyetlerini inceleyen sosyologlar "hareketin bagimsizligi"na vurguda bulunuyorlar. Hem bagimsiz olmak hem de herkesle diyalog halinde bulunmak cok zor degil mi?

Aslinda, hur ve tam bagimsiz olma ile diyalog arayisinin ve herkesin konumuna saygi anlayisinin geregi olarak herkesle bir nevi irtibat icinde bulunma birbirine ters seyler degildir. Cunku, sadece Allah'a kul oldugunuzun suuruyla hareket ediyor ve Onun rizasini tahsil etmek icin calisiyorsaniz, bu itibarla siz, baglanacaginiz kapiya baglanmis ve sair kayitlardan kurtulmussunuz demektir. Bu niyetinizi gerceklestirmek icin diyalog, hosgoru ve egilim yolunu vesile kabul ediyorsaniz, baska insanlarla bir araya gelirken bazi davranislariniza bir kisim kayitlar koyuyormus gibi olabilirsiniz; mesela, onlari da hesaba katmak, onlarin tavirlarini., davranislarini ve hissiyatlarini da gozetmek zorunda kalabilirsiniz. Fakat, aslinda bunlar hurriyeti sinirlama manasina gelmedigi gibi temelde Islam'in ruhuna da aykiri degildir. Cunku, insanlari kendi hissiyatlariyla okuyamaz, kendinizi onlarin yerine koyamaz ve gunumuzun ifadesiyle "empati" yapmazsaniz, onlarin ihtiyaclarini goremez,, isteklerini belirleyemez, dillerini cozup duygularini ogrenemez ve cok meselede isabetli kararlar veremezsiniz. Isabetli karar verebilmeniz ve adimlarinizi daha rahat atabilmeniz icin onlari iyi tanimaniz, kulturlerinin temel orgulerine vakif bulunmaniz, hassas olduklari noktalari bilmeniz ve hissiyatlarini da hesaba katmaniz gerekir.

Sayet, bu hususlari goz ardi ederseniz, kendi degerlerinizi one surerken hic farkina varmadan onlarin degerlerine dokunmus; onlari kendinizden ve oz degerlerinizden kacirmis olursunuz. Mesela; Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) alemlere rahmet olarak gonderildiginde ve Sultan-i Enbiya oldugunda suphemiz yoktur. Evet, O'dur nubuvvet silsilesinde vucud-u Hakk'a en acik burhan. O'dur ilahi emirlere en fasih tercuman. Esma-i ilahiye ve sifat-i subhaniyenin merkez noktasi O, peygamberlik semasinin kutup yildizi da O'dur... Ne var ki, Hazret-i Mesih'i her sey goren, hatta onun hulul ve ittihadina inanan ve ona bir yonuyle "Rab" diyen insanlarin yaninda, daha soze baslar baslamaz, "Efendimiz esi menendi olmayan birisidir, butun Peygamberler -bilaistisna- O'nun kapikulu ve halayikidir." der; Merhum Ali Ulvi Kurucu'nun,
''Mahserde nebiler bile senden medet ister, Rahmet, diyen alemlere, Rahman'dir Efendim.''

misralariyla guderseniz, muhataplarinizin hissiyatini hesaba katmamis ve daha ilk anda onlarin "kabul kapilarini kapatmis olursunuz. Soyleyeceginiz sozlerin dogru olmasi gerektigi gibi. O dogrunun dile getirilecegi yer, zaman ve uslup da cok iyi tespit edilmelidir.

Sahsen, bu turlu hususlara dikkat ederken, cok defa "Ya Resûlallah! Beni affet; burada sana hakkiyla tercuman olamadim. Fakat, muhataplarimin hissiyatini goz onunde bulundurarak, onlari tepkiye sevk etmemek ve Seni tam olarak anlatabilmek icin boyle davrandim!" demis ve O'ndan ozur di] emi -simdir. Evet, siz o insanlari tanimazsaniz, bazi meselelerde onlarin duygu ve dusuncelerini gozetmez ve bir olcude konumlarina saygili olmazsaniz, kendinizi anlatma firsatini hic mi hic yakalayamazsiniz. Dininizden, milletinizden ve tarihinizden renkler tasiyan kimliginizi ortaya koyma imkanini bulamazsiniz.

Dolayisiyla, hosgoru-diyalog derken ve herkesle bir cesit irtibat icinde bulunurken de dinin ruhsat verdigi dairede dolasmis, yine Hakk'a kullugunuzu seslendirmis, hurriyetin ayri bir yanini tatmis ve bagimsizligi baskalarina da tattirma gayretinde bulunmus oluyorsunuz.
 

kalbin zümrüt tepesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
395
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Soru: Bazilari, diyalog icin "yalnizca ilahiyatcilarin akademik bir egzersizidir." diyorlar. Bu meselede ne buyurursunuz?

Insanligin, bir gun mutlaka mayasindaki asli iyilik ve guzellige donecegine ve yeryuzunun, en azindan genel manada bir baris ve uzlasma atmosferiyle dolacagina inananlar icin diyalog ne sadece bir egzersizdir ve ne de sadece ilahiyatcilara has bir vazifedir.

Hayir, diyalog; medeniyetler catismasindan cok daha ote bir hakikattir ve evrensel baris icin ciddi bir hamledir. Bu kutlu gaye ugrunda atilan tek bir adim bile, onu kim atarsa atsin, mubec-celdir ve takdire sayandir. Fertler, toplumlar, ulkeler ve milletler arasinda dalga dalga gelisecek bir baris icin en onemli sartlardan biri surekli hosgoru yorungeli yasamak, diyalog yollari aramak ve dostluk kopruleri kurmaya calismaktir. Dunya barisi adina devletler ve milletlerarasi resmi kuruluslar kendilerine duseni yerine getirirken, siviller, sivil toplum kuruluslari ve fert fert butun insanlar da bu barisin gerceklesmesi istikametinde hosgoru ve diyalog gayretleriyle onemli bir hizmeti ifa etmis olacaklardir.
Soru; Diyalog faaliyetlerinde bulunmayi bir fazilet olarak degil de bir vecibe ve vazife olarak gordugunuzu ifade etmis ve "Diyalogdan geriye donus intihar olur!" buyurmustunuz. Bu sozun manasini lutfeder misiniz?

Bastan bu yana arz etmeye calistigini gibi; Allah Resulu ve O'num ashabi, gonullere girmek icin her firsati kullandilar; yaptiklari toplantilarla, verdikleri ziyafetlerle insanlara yakin oldular ve daha sonra da davalarini anlattilar. Ayaklarina gelinmesini hic beklemediler, hep muhtaclarin ayagina gittiler. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe-i kiram Oyle yaptigi gibi onlari takip eden donemlerde Rasit Halifeler, tabiûn ve tebe-i tabiin asrinda yasayanlar da ayni sekilde davrandilar. Fetihlerde bile, Muslumanlar kilise ve havralari yikmadilar... azinliklarin haklarina asla dokunmadilar... hicbir zaman vicdan hurriyetine kisitlama getirmediler... dusunce hurriyetini tahdit altina almadilar... Selahaddin Eyyûbiler, Alparslan'lar, Kilicarslanlarr ve daha sonra Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler hep boyle davrandilar. Siyanet kanatlarini acip yeryuzunde Allah'in halifesi olarak herkesi himaye ettiler ve onlar varken kimseye zarar gelmesine meydan vermediler. Gucleri yettigi surece, din, dil ve irk aynini yapmadan herkesi korudu ve kolladilar.

Bazen kendi kendime diyorum ki; keske guclu oldugumuz donemde dil belli olcude yayginlastirilsaydi, din uzerinde biraz daha hassasiyetle durulsaydi. Fakat daha derin dusununce, ecdadimiza "bin barekallah" cekiyor ve soyle devam ediyorum: Elhamdulillah, oyle bir miras birakmislar ki, bizim bugun yuzumuz ak, alnimiz da acik; cunku bizim atalarimiz ne Saraybosna'da, ne Makedonya'da, ne Yunanistan'da ne Bulgaristan'da ve ne de bir donemde hukum surdukleri bir baska beldede hic kimseye baski yapmamis, hic kimseye zulmetmemis, hic kimseyi dinini ve dilini degistirmeye zorlamamis ve gunumuzde uygulananlardan cok daha ileri seviyede bir demokrasi anlayisi sergilemisler... sergilemis ve Islam'i hal diliyle anlatina yolunu secmis, musamaha ve hosgoruyle insanlarin gonullerine girmisler.

Dolayisiyla, hem temel kaynaklarimiz hem de tarihi tecrubeler gosteriyor ki hosgoru ve diyalog bizimle baslayan bir yol degildir; o bizim mazimizin ozu ve usaresidir. Dahasi; bu mesele falanin ic inceliginin, filanin sefkat enginliginin ve bir baskasinin vicdan genisliginin ifadesi de degildir. Dini ve tarihi kaynaklarimiz bunu bir vazife ve vecibe olarak inananlarin omuzlarina yukluyorsa, bu yolun birilerince sahiplenilmesi soz konusu olamaz, O hic kimsenin sefkat ve merhametinin urunu degil; Islam'in sefkat ve merhametinin neticesidir.

Diyalog anlayisimiz, Islam'in ozunden, Kitap'tan, Sunnet'ten ve dinin yoruma acik yanlarinin upuzun bir tarih boyu yorumlanmasin dan kaynaklanmaktadir. Isterseniz soyle de diyebilirsiniz; bu anlayisin kaynagi, Kur'an, Sunnet, icma ve kiyas gibi asli delillerle, yine bu delillerden cikarilan, istihsan. istislah. istishab, beraat-i asliye, orf ve adetlerin mesru olanlari gibi feri (ikinci derecede olan) delillerdir. Evet, bir kere daha ifade edeyim; dunyanin her yaninda dinimize ve kendi medeniyetimize tercumanlik eden insanlarin yaptiklari, onlarin hususi mahiyette ve kendi tabiatlarina bagli olarak icat edip ortaya koyduklari seyler degildir. Yani hosgoru demek, baskalarina sevgi eli uzatmak, el sikismak, konumlara saygili davranmak, kimsenin dinine ve diyanetine ilismemek onlarin sahsi hissiyatlarindan, ozel dusuncelerinden ve mulayemetlerinden kaynaklanmamakta; aksine cok saglam ve kalici kaynaklara dayanmaktadir. Bundan dolayi da bu uslup, muvakkat ve gecici bir uslup degil, bundan sonra da devam edecek olan, kalici bir usluptur; cunku dayandigi kaynaklar kalici ve degismeyen esaslardir.

Bizden oncekiler arasinda bu noktada kusurlu davranmis olanlar bulunabilir. Bazilari, dahili veya harici sebeplerle, hakli ya da haksiz nedenlerle farkli bir yolda yurumus olabilirler. Bunlar bizi alakadar etmez, biz yapabilirsek vazifemizi yapmaya devam etmeliyiz.

Dolayisiyla, dunya elli defa hallac olsa, yuz defa degisse de biz, hep ayni dusunceleri ifade etmeli ve diyalog demeliyiz; demeliyiz, zira temel kaynaklarimiz farkli dusunmemize musaade etmiyor. Zaten aksini dusunmek ve bu isi terketmek, harakiriden ve intihardan farksiz olur. Zira, bugune kadar terorle, canli bombalarla, uyusturucuyla baski altina alinarak robotlastirilmis insanlarla karartilan Islam'in cehresini kendi guzelligine yakisir bir tarzda gostermenin yegane yolu diyalogtur; Allah'in izniyle bu yolda epey mesafe kat edilmistir ve bu surec asla inkitaya ugratilmamalidir.

Efendimizin, "Benim adimi gunesin dogup battigi her yere ulasacaktir." sozunu bizlere verilmis bir hedef olarak anliyorum. Benim Efendimin, teroristlerin mensup oldugu bir dinin kurucusu gibi taninmasi, O'na karsi yapilan cok ciddi bir haksizliktir. O'nun dogru tanitilmasi, diyalog ve hosgoru temsilcilerinin onunde ihmal edilmesi dusunulemeyecek derecede onemli bir vazife olarak duruyorken, onlarin baska dusuncelere girmeleri kendileri ve dinleri hakkinda olusmaya baslamis guzel kanaatleri yikmalari manasina gelir ki, bu da ihanet olur.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Asıl diyaloğ şimdi Irakta , aısl Demokrasi operasyonu orda yapıldı.hepimizin gördüğü ..uzaklarda değil. Cezire kanalında Ebu Grabe hakkında bir proğram izledim, müslüman bir adamı yatırdılar hareketsiz bırakan bir iğne vurdular ( bu iğne sadece hareketsiz birakıyor, acısını kesmiyor,bayıltmıyor) ve başından kesik yapıp içeri büyük bir şırınga sokmular ve diri diri beyni çekmeye başladılar, eğer bu iğneyi yapmasalardı hiç bir güç onu yerinde tutamazdı,çünkü o acı ne acı yalnız Allah bilir.
Yunan tv de bir program yer aldı
Konstantiniye yine bizim olacaktır diye .bir papaz konuştu, peki ya ordaki onca insanı ne yapacağız dediler, şöyle cevab verdi : üçte birini hristiyan yapacağız, üçte biri kaçıp gidecektir, üçte biri denizde boğulacaktır.
Bakın adam ne diyor, biz ne diyoruz bir düşünün !


ne kadar zorlamaya çalışsak da İlahi hüküm açık ve nettir:
''Ey iman edenler ! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin .Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar onlardandır.Şüphesiz Allah zalimlerin topluluğuna yol göstermez.
Kalblerinde hastalık bulunanların :'Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz'diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün .Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de, onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.''
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt