hudavendigar
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Kas 2006
- Mesajlar
- 735
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
DİN HIRSIZI ALİMLER
Gerçek şu ki, bu zamanda şeriat işlerinde baş gösteren her zaaf ve gevşeklik, İslâm dininin yayılması ve kuvvetlenmesi hususunda görülen her kusur, ancak kötü âlimlerin bereketsizliğinden ve niyetlerinin,bozukluğundandır.
İmam Rabbânî Hazretleri'nin Mektûbât'ını elime alıp şöyle bir karıştırdım. Yetmiş bin evliyanın reisi, ikinci bin yılın müceddidi kabul edilen, o büyük Allah dostunun yazmış olduğu mektuplardan bazılarına göz gezdirdim. Şüphesiz her birinde alınması gereken pek çok dersler var.
Lâkin bir tanesi çok dikkatimi çekti: 1. cilt, 33. Mektup� İmam Rabbânî Hazretleri bu mektubunda; dünya muhabbetinin esiri ve şöhret tutkunu olan âlimleri kınamış, Allah katında çok değerli olan bu ilimlerini dünyevî ihtirasları ve menfaatleri uğruna aracı kıldıklarından dolayı zemmederek, onları "ulemâu's�sû'" (kötü âlimler) diye nitelendirmiştir.
İlim rütbesi, gerçekten çok büyük bir rütbedir. Âlimlerin Allah katında ne kadar kıymetli olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Kur'an�ı Kerîm'de "Kullar içinde Allah'tan hakkıyla ancak âlimler korkar." (1) buyrulmuştur. Bir hadis�i şerifte ise:
"Kıyamet günü âlimlerin mürekkebiyle şehidlerin kanları tartılacak ve âlimlerin mürekkebi şehidlerin kanlarından ağır gelecektir." (2) buyrularak yine ilmin kıymetine işaret edilmiştir. Böylesine yüksek makamlar sahibi olan hatta uykuları dahi ibadet olarak kabul gören âlimler, şayet ilimlerini dinin yücelmesi için değil de isimlerinin ön plana çıkması veya birtakım dünyevî menfaatler için kullanır, dini tahrif etme yoluna giderlerse, o takdirde bu yüce makamlardan alçakların alçağı bir dereceye yuvarlanır, "kötü âlim"lerden olurlar.
Yine o mektupta İmam Rabbânî Hazretleri bizlere ibrete şâyân bir olay naklediyor. Şöyle ki:
"Büyüklerden biri şeytanı bomboş vaziyette otururken görmüş. O mel'una, böylesine boş oturmasının hikmetini sormuş. Şeytan şöyle cevap vermiş:
"Bu zamanın kötü âlimleri işimde bana çok büyük destek sağladılar. Benim yerime insanları saptırma işini onlar üstlendiler. Böylece ben de işime karşı kayıtsız vaziyette oturuyorum."
Şeytanın bu cevabını okuyunca düşündüm de, asırlar önce bu sözü söyleyen şeytan, herhalde şimdilerde insanları saptırma işinden tamamen el etek çekmiş, belki de emekliye ayrılmıştır. Zira âhir zamanda kötü âlimlerin çoğalacağı rivayetlerde geçmektedir.
Şimdilerde bakıyoruz ki, ekranlar ulemâdan geçilmiyor. Yeni fikirler, yeni içtihadlar gırla gidiyor. Aykırı görüşleri savunanlar, bugüne kadar sapasağlam gelmiş olan İslâmî hükümlerin hilafına görüş serdedenler âdeta birbiriyle yarışıyorlar. Netice itibariyle, milletin kafası allak bullak, hangisine inanacağını şaşırıyor. Efendim şimdi bu milletin kafasını, şeytan bu kadar karıştırabilir mi? Allah bilir ya, şeytanın bile kafası karışıyordur.
İmam Rabbânî Hazretleri yine o mektubunda şuna dikkat çekiyor:
"Gerçek şu ki, bu zamanda şeriat işlerinde baş gösteren her zaaf ve gevşeklik, İslâm dininin yayılması ve kuvvetlenmesi hususunda görülen her kusur, ancak kötü âlimlerin bereketsizliğinden ve niyetlerinin bozukluğundandır." Ne kadar ilginç bir tespit değil mi? Şimdi bu tespite göre; bu millet dinini hakikî mânada bilmiyorsa, İslâm'ı elinden geldiğince yaşamak yerine bilinçsizce tartışıyorsa, Din�i Mübin�i İslâm'a asırlarca sancaktarlık yapmış bir neslin evlatlarından binlercesi, maalesef Hıristiyan olabiliyorsa, acep suç kimindir?!
Hıristiyan olmak deyince, bir kardeşimiz şöyle söylemişti:
"Misyonerlerin kendi dinlerini anlatmasında ne sakınca var? Biz de kendi dinimiz anlatalım." Güzel kardeşim! Hıristiyanların kendi dinlerini tebliğ etmeleri konusunda bizim onlardan çekindiğimiz falan yok. Lâkin şayet onlar Hıristiyanlığı anlatır, istedikleri gibi bunun propagandasını yaparlar da, sen Yüce İslâm'ı hakkıyla anlatmaz, millete lâyıkıyla dinini öğretmezsen, o zaman bu Müslüman toplumu misyonerlerin kucağına atmış olursun İ
şte sakınca burada güzel kardeşim. Nitekim misyonerlerin Türkiye'mizdeki faaliyetleri malûm. Ayrıca "Dinler arası diyalog ve hoşgörü" toplantıları da buna fazlasıyla zemin hazırladı ve onlara bu konuda iyice cesaret verdi. Yani anlayacağınız onlar tam gaz gidiyor.
Din âlimleri ne yapıyorlar?
Peki, ya bizler?! Özellikle de İslâm'ı anlatması gereken din âlimleri ne yapıyorlar?!
Müstesnalar olmakla birlikte gördüğümüz kadarıyla bir kısmı bunu dert bile edinmiyor. Bir kısmı da "Geleneksel İslâm'ı(!)" (ne demekse) yıkmakla meşguller. Adamların dertleri, gayretleri bu�
Misyonerlerin faaliyetleri ortadayken, konuşulması ve anlatılması gereken pek çok hakikat varken, şu Müslüman halkı aydınlatmak yerine onların kafalarını karıştırma gayretinde olanlar, İslâmî hakikatleri gizleyenler, Allah'ın lânetine uğramaktan korkmuyorlar mı? Nitekim Rabbimiz "İndirdiğimiz açık hükümleri ve doğru yolu biz insanlara Kitap'ta beyan ettikten sonra gizleyenler var ya, işte onlara Allah lânet eder, bütün lânet ediciler de lânette bulunurlar."(3) buyurmuştur.
Gerçek şu ki, bu zamanda şeriat işlerinde baş gösteren her zaaf ve gevşeklik, İslâm dininin yayılması ve kuvvetlenmesi hususunda görülen her kusur, ancak kötü âlimlerin bereketsizliğinden ve niyetlerinin,bozukluğundandır.
İmam Rabbânî Hazretleri'nin Mektûbât'ını elime alıp şöyle bir karıştırdım. Yetmiş bin evliyanın reisi, ikinci bin yılın müceddidi kabul edilen, o büyük Allah dostunun yazmış olduğu mektuplardan bazılarına göz gezdirdim. Şüphesiz her birinde alınması gereken pek çok dersler var.
Lâkin bir tanesi çok dikkatimi çekti: 1. cilt, 33. Mektup� İmam Rabbânî Hazretleri bu mektubunda; dünya muhabbetinin esiri ve şöhret tutkunu olan âlimleri kınamış, Allah katında çok değerli olan bu ilimlerini dünyevî ihtirasları ve menfaatleri uğruna aracı kıldıklarından dolayı zemmederek, onları "ulemâu's�sû'" (kötü âlimler) diye nitelendirmiştir.
İlim rütbesi, gerçekten çok büyük bir rütbedir. Âlimlerin Allah katında ne kadar kıymetli olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Kur'an�ı Kerîm'de "Kullar içinde Allah'tan hakkıyla ancak âlimler korkar." (1) buyrulmuştur. Bir hadis�i şerifte ise:
"Kıyamet günü âlimlerin mürekkebiyle şehidlerin kanları tartılacak ve âlimlerin mürekkebi şehidlerin kanlarından ağır gelecektir." (2) buyrularak yine ilmin kıymetine işaret edilmiştir. Böylesine yüksek makamlar sahibi olan hatta uykuları dahi ibadet olarak kabul gören âlimler, şayet ilimlerini dinin yücelmesi için değil de isimlerinin ön plana çıkması veya birtakım dünyevî menfaatler için kullanır, dini tahrif etme yoluna giderlerse, o takdirde bu yüce makamlardan alçakların alçağı bir dereceye yuvarlanır, "kötü âlim"lerden olurlar.
Yine o mektupta İmam Rabbânî Hazretleri bizlere ibrete şâyân bir olay naklediyor. Şöyle ki:
"Büyüklerden biri şeytanı bomboş vaziyette otururken görmüş. O mel'una, böylesine boş oturmasının hikmetini sormuş. Şeytan şöyle cevap vermiş:
"Bu zamanın kötü âlimleri işimde bana çok büyük destek sağladılar. Benim yerime insanları saptırma işini onlar üstlendiler. Böylece ben de işime karşı kayıtsız vaziyette oturuyorum."
Şeytanın bu cevabını okuyunca düşündüm de, asırlar önce bu sözü söyleyen şeytan, herhalde şimdilerde insanları saptırma işinden tamamen el etek çekmiş, belki de emekliye ayrılmıştır. Zira âhir zamanda kötü âlimlerin çoğalacağı rivayetlerde geçmektedir.
Şimdilerde bakıyoruz ki, ekranlar ulemâdan geçilmiyor. Yeni fikirler, yeni içtihadlar gırla gidiyor. Aykırı görüşleri savunanlar, bugüne kadar sapasağlam gelmiş olan İslâmî hükümlerin hilafına görüş serdedenler âdeta birbiriyle yarışıyorlar. Netice itibariyle, milletin kafası allak bullak, hangisine inanacağını şaşırıyor. Efendim şimdi bu milletin kafasını, şeytan bu kadar karıştırabilir mi? Allah bilir ya, şeytanın bile kafası karışıyordur.
İmam Rabbânî Hazretleri yine o mektubunda şuna dikkat çekiyor:
"Gerçek şu ki, bu zamanda şeriat işlerinde baş gösteren her zaaf ve gevşeklik, İslâm dininin yayılması ve kuvvetlenmesi hususunda görülen her kusur, ancak kötü âlimlerin bereketsizliğinden ve niyetlerinin bozukluğundandır." Ne kadar ilginç bir tespit değil mi? Şimdi bu tespite göre; bu millet dinini hakikî mânada bilmiyorsa, İslâm'ı elinden geldiğince yaşamak yerine bilinçsizce tartışıyorsa, Din�i Mübin�i İslâm'a asırlarca sancaktarlık yapmış bir neslin evlatlarından binlercesi, maalesef Hıristiyan olabiliyorsa, acep suç kimindir?!
Hıristiyan olmak deyince, bir kardeşimiz şöyle söylemişti:
"Misyonerlerin kendi dinlerini anlatmasında ne sakınca var? Biz de kendi dinimiz anlatalım." Güzel kardeşim! Hıristiyanların kendi dinlerini tebliğ etmeleri konusunda bizim onlardan çekindiğimiz falan yok. Lâkin şayet onlar Hıristiyanlığı anlatır, istedikleri gibi bunun propagandasını yaparlar da, sen Yüce İslâm'ı hakkıyla anlatmaz, millete lâyıkıyla dinini öğretmezsen, o zaman bu Müslüman toplumu misyonerlerin kucağına atmış olursun İ
şte sakınca burada güzel kardeşim. Nitekim misyonerlerin Türkiye'mizdeki faaliyetleri malûm. Ayrıca "Dinler arası diyalog ve hoşgörü" toplantıları da buna fazlasıyla zemin hazırladı ve onlara bu konuda iyice cesaret verdi. Yani anlayacağınız onlar tam gaz gidiyor.
Din âlimleri ne yapıyorlar?
Peki, ya bizler?! Özellikle de İslâm'ı anlatması gereken din âlimleri ne yapıyorlar?!
Müstesnalar olmakla birlikte gördüğümüz kadarıyla bir kısmı bunu dert bile edinmiyor. Bir kısmı da "Geleneksel İslâm'ı(!)" (ne demekse) yıkmakla meşguller. Adamların dertleri, gayretleri bu�
Misyonerlerin faaliyetleri ortadayken, konuşulması ve anlatılması gereken pek çok hakikat varken, şu Müslüman halkı aydınlatmak yerine onların kafalarını karıştırma gayretinde olanlar, İslâmî hakikatleri gizleyenler, Allah'ın lânetine uğramaktan korkmuyorlar mı? Nitekim Rabbimiz "İndirdiğimiz açık hükümleri ve doğru yolu biz insanlara Kitap'ta beyan ettikten sonra gizleyenler var ya, işte onlara Allah lânet eder, bütün lânet ediciler de lânette bulunurlar."(3) buyurmuştur.