Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

DİKKAT! DİKKAT! DİKKAT! (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
O (celle celaluhu) emrediyor
ey inananlar! yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin


Yahudi ve Hıristiyanlara veya onlardan bir kısmına dost olan kimse, onların dinine muhalefet eden bütün mü'minlere karşı onlarla dostluk etmiş olur ki, Yahudi ve Hıristiyanlar Müslümanlarla harbettiği gibi o da mü'minlere harp açmış olur. O hâlde ey mü'minler! Siz de birbirinizin dostu olup Yahudi ve Hıristiyanlara düşman olun.


"Ey İman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veliler (dost ve üzerinize hâkimler) edinmeyin, (çünkü) onlar birbirlerinin velileri (dostları) dırlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah zulmeden bir kavmi hidayet etmez." (Maide, 51)


ANLAMADAN YAHUDİ VE HIRİSTİYAN OLMAKTAN SAKININ Bu âyet–i celilenin iniş sebebi hakkında müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Öncelikle müfessirlerin ihtilaflarına kısaca değinelim.
1– Alûsî tefsirinde İbn Cerîr ve İbn Ebû Şeybe'nin Atiye b. Sa'd'dan rivayetlerine göre,
Hâris b. Hazrec oğullarından Ubâde b. Sâmit Radıyallahu Anh, Resûlullah'a gelerek "Yâ Resûlallah! Benim Yahudilerden çok dostlarım vardır, fakat ben Yahudilerin dostluğundan uzaklaşarak Allah'ı ve Resûl'ünü dost ediniyorum!" dedi.
Bunun üzerine münafıkların reisi olan Abdullah b. Übeyy'in:
"Ben başıma gelecek belâlardan korkan insanım, dostlarımın velayetinden berî olamam." demesi üzerine bu âyet–i celile indi.
2– İbn Kesîr tefsirinde İmam Süddî Rahimehullah'dan rivayet edildiğine göre; bu âyet–i celile iki kişi hakkında inmiştir. Şöyle ki: Uhud vakasından sonra insanlardan bir kısmı kâfirlerin kendilerine saldırmasından çok korktular. Bunun üzerine Müslümanlardan birisi: "Ben şu Yahudiye gidip sığınarak onunla beraber Yahudi olacağım. Belki bir hâdise zuhur ettiğinde bana faydası olur." dedi. Diğeri ise: "Bana gelince, ben Şam'daki nasraniye gidip sığınarak, onunla beraber Hıristiyan olacağım" dedi. Bunun üzerine Allahu Teâlâ bu âyet–i celileyi indirerek onları Yahudi ve Hıristiyanları dost etmekten nehyetti.
3– Beğavî, Hâzin ve Taberî tefsirlerinde zikredildiğine göre İkrime Radıyallahu Anh şöyle buyurmuştur. "Bu âyet–i kerime, Ebû Lübabe b. Abdülmünzir hakkında inmiştir. Şöyle ki: Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kureyza oğullarını muhasara edince Ebû Lübabe'yi Yahudilere gönderdi. Onlar Resûlullah'ın emrine uyarak kalelerinden inip inmemek hususunda onunla istişare etmek üzere: "Onun hükmüne inersek (razı gelirsek) bize ne yapar?" dediklerinde o parmağını boğazına koyarak "Sizi öldürür." demek istedi. Bunun üzerine Allahu Teâlâ bu âyet–i celileyi indirerek, onun bu hareketinin Yahudilere dostluk muamelesi olduğunu ve inananların bu gibi şeyler yapmamaları gerektiğini açıkladı.
İmam Taberî'nin beyanına göre, âyet–i celilenin zikredilen sebeb–i nüzullerle inmesi caiz ise de, bundan maksat bütün mü'minleri, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmekten nehyetmek, Allah'ı, Resûl'ünü ve mü'minleri bırakıp da onları dost ve yardımcı edinenlerin, Allah'a, Resûl'üne ve mü'minlere karşı tehazzüp (hizipleşmek, bir grup oluşturmak)ta onlardan olduklarını, bu yüzden Allah ve Resûl'ünün de onlardan berî olduklarını bildirmektedir. Çünkü sebebin hususi olması, hükmün umumi olmasına engel teşkil etmez.
Bundan sonra Mevlâ Teâlâ Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmekten nehyetmesinin sebebini açıklamak üzere "Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar." buyurmuştur.
Taberî tefsirinde zikredildiğine göre bunun mânası: "Yahudiler mü'minlere karşı kendi aralarında birliktirler, Hıristiyanlar da böylece kendi dinlerine muhalefet eden herkese karşı birbirlerinin yardımcısıdırlar." demektir ki, bununla mü'minlere şu anlatılmak istenmiştir:
"Yahudi ve Hıristiyanlara veya onlardan bir kısmına dost olan kimse, onların dinine muhalefet eden bütün mü'minlere karşı onlarla dostluk etmiş olur ki, Yahudi ve Hıristiyanlar Müslümanlarla harbettiği gibi o da mü'minlere harp açmış olur. O hâlde ey mü'minler! Siz de birbirinizin dostu olup Yahudi ve Hıristiyanlara düşman olun. Çünkü onlarla dost olan kimse mü'minlerden uzak olduğunu açıklayıp onlara harp açmıştır."

YAHUDİ VE HIRİSTIYANLARI DOST EDİNEN ONLARDANDIR
Nesefî tefsirinde zikredildiğine göre, bu âyet–i celilede küfrün tek millet olduğuna delil vardır. Bununla beraber "Ruhu'l–Beyan" tefsirinde zikredildiği üzere, Yahudi ve Hıristiyanlar arasında haddizatında bir dostluk yoktur. Ancak burada anlatılmak istenen Yahudi ve Hıristiyanlardan her bir fırkanın kendi aralarındaki diğer fırkalarla dostluğudur. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlardan her biri küfürde ittifak etmiş ve Müslümanlara zarar vermek fikrinde birleşmişlerdir.
Daha sonra Mevlâ Teâlâ "İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır." buyurmuştur.
"Tefsir–i Kebîr"de İbn Abbas Radıyallahu Anhumâ'dan rivayet edildiğine göre; Mevlâ Teâlâ bununla "Sanki o, onlar gibidir." mânasını murad etmiştir.
Bu ifade–i celile, kişinin din konusunda muhalif ve farklı olan kimseden mutlaka uzaklaşması hususunda Mevlâ Teâlâ'nın te'kidli ve şiddetli beyanı(açıklaması)dır.
Alûsî ve "Ruhu'l–Beyan" tefsirlerinde zikredildiğine göre Yahudi ve Hıristiyanları dinlerinden razı olarak dost edinen kimse hakikaten kâfirdir ki, o kişinin onların dini üzere olduğu ve cehennemde onlarla birlikte olacağında şüphe yoktur. Çünkü bir kimsenin dininden ve hâlinden razı olarak onu dost eden, onun muhalif olduğu her şeye düşman olacağından, onun hükmü, dost ettiği kimsenin hükmü olur.
Fakat âyet–i celilede kastedilen mâna bu olmayıp, Müslümanları kâfirlerle dostluk muamelesinden nehyetmekte mübalağadır. Ama onlardan bir şey almak için veya onlara bir iş gördürmek için onlarla sohbet edip, inançta ve din işlerinde onlara ters düşen kimse bu tehdide dâhil değildir.
Ebussûd Efendi'nin beyanına göre bu âyet–i celilede mü'minleri, kâfirlere hakikaten dost olmasalar da, dost gibi görünmelerinden de, büyük bir nehiy (engelleme) vardır. Çünkü Mevlâ Teâlâ mutlak olarak "İçinizden onları dost edinen de şüphesiz onlardandır." buyurmuştur.
Abd b. Humeyd Rahimehullah, Huzeyfe Radıyallahu Anh'ın, "Sizin biriniz anlamadan Yahudi ve Hıristiyan olmaktan sakınsın." buyurduktan sonra bu âyet–i kerimeyi okuduğunu rivayet etmiştir.
Fahrurrazî ve Hâzin tefsirlerinde Ebû Musa el–Eşarî'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kere ben Hz. Ömer Radıyallahu Anh'a, 'Benim bir Hıristiyan kâtibim var.' dedim. O da: "Hay Allah canını alasıca! Sana ne oluyor? Bir Müslüman kâtip edinsene! Allah'ın: 'Ey iman edenler! Ne Yahudileri ne de Hıristiyanları dost edinmeyin!' âyet–i kerimesini hiç duymadın mı?" buyurdu.
Bunun üzerine ben: "Onun dini kendine ait, bana lâzım olan yazısıdır." deyince, o: "Mademki Allah onları hakir kılmıştır. Ben onlara ikram etmem. Allah ki onları zelil kılmıştır, ben onları aziz kılmam. Allah onları rahmetinden uzaklaştırmışsa, ben onları yaklaştırmam." buyurdu. O zaman ben "Basra'nın işi ancak onunla halloluyor." deyince Hz. Ömer Radıyallahu Anh: "Farzet ki, o Hıristiyan kâtip öldü, o zaman ne yapacaksın? Onun ölümünden sonra ne yapacaksan şimdi onu yap. Bir Müslüman bularak, ona muhtaç olma." buyurdu. (Hâzin, "Mecmûatü't–Tefâsîr" 2/301)

GAYRI MUSLİMLERE DEVLET YÖNETİMİNDE GÖREV VERİLMEZ
Bu rivayeti naklettikten sonra Konyalı Mehmed Vehbi Efendi tefsirinde şu açıklamaya yer vermiştir: "İşte bu âyet–i celilenin mânasını gözetmediklerinden dolayı İslâm milleti çok büyük felaketler görmüştür. Hatta Osmanlı devletinde Divan Efendiliği, yani Hariciye Nezareti (Dış işleri Bakanlığı) bir zamanlar Müslüman olmayan kimselere teslim edildiğinden, onların zamanında birçok İslâm topraklarının elden çıktığı tarihte geçmektedir. Son Balkan Harbi'nde zimmî kabul ettiğimiz Hıristiyanlardan, Müslümanların ne kadar zarar gördüğü ve onlardan alınan askerlerin taburlarda ne kadar hainlik ettikleri görülmüştür. Bu muharebelerde beş altı vilayetin elden çıkmasının birçok sebepleri varsa da, onlardan birisi de, tebaamızdan olan gayrimüslimlerin hainlikleri olduğu bilinmektedir. Şu hâlde İslâm hükümetinin kendi dininden her işte hizmete elverişli sanatkârlar yetiştirip, yabancılara muhtaç olmamanın çaresini düşünmesi lâzım olduğu gibi, mümkün olduğu kadar gayrımüslimleri mühim işlerden uzaklaştırması gereklidir.
Eğer İslâm ümmeti bu âyetin gereğince hareket etmiş olsa, hiçbir zaman mağlup düşmeyeceği şüphesizdir. Kâfirleri mühim görevlere yerleştirmek her iyiliği onlarda görmek ve bu meyanda sözler söylemek, oların şecaat, gayret ve heveslerini artırarak, Müslümanların hevesini kırmaktan ibaret olduğundan, ne kadar çirkin ve yanlış bir hareket olduğu vicdan sahiplerince bilinmektedir. Maalesef bu gibi durumlar bir zamandan beri Müslümanların müptela olduğu bir hastalıktır ki, İslâm ümmetine tamamen zafiyet vermiş ve onları yerlerinden kalkamayacak hâle getirmiştir. Allahu Teâlâ İslâm ümmetini bu müzmin hastalıktan kurtarsın. Âmin!
"Ruhu'l–Beyan" tefsirinde zikredildiğine göre; Şeyh–i Ekber Muhyiddin Arabî buyurmuştur ki: "Şam'da gördüm ki, erkekler ve kadınlar Hıristiyanlarla dostluk ediyorlar, onlara yumuşak muamele yapıyorlar. Küçük çocuklarını kiliselere götürerek teberrük yoluyla Ma'mudiye suyundan onların üzerine serpiyorlar. İşte bu küfürdür. Bundan Allahu Teâlâ'ya sığınırız." (Ma'mudiye: Hıristiyanlara ait sarı bir sudur ki, çocuklarını ona daldırırlar ve onu diğer ümmetlerin sünnet muamelesi gibi kabul ederlerdi.)
Hıristiyanların "Nevruz"una tazim edip o günde onlara bir şey hediye etmek ve onlarla birlikte olmak, buna kıyas edilmelidir. Dostluk damarını kesmek için bazı meselelerde çok iyi tedbir almak gerekir.
Harun b. İbrahim Rahimehullah'dan nakledildiğine göre: İbn Sîrîn Hazretlerine evini kilise yapılmak üzere Hıristiyanlara satan bir adamın hâli sorulduğunda, soranlara: "Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin." âyet–i kerimesini okuyarak cevap vermiştir. (Taberî, 12171, 4/618)
Mevlâ Teâlâ âyet–i celilenin sonunda, "Şüphesiz ki, Allah o zalimler topluluğunu hidayet etmez." buyurarak, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinenlerin hem kendilerine hem de din kardeşlerine zulmettiklerine işaret edilmiştir. Çünkü zulüm; "Bir şeyi mahallinin gayrine koymaktır." Buna göre mâna; "Dostluğu, mahallinin gayrına koyarak, Allaha, Resûl'üne ve mü'minlere düşman olduklarını bildikleri hâlde Yahudi ve Hıristiyanları dost edinenleri, Allahu Teâlâ hiçbir hayra muvaffak etmez. Bilakis onları kendi nefislerinin eline bırakır; böylece onlar küfür ve dalalet çukuruna düşer." demektir.
"Ruhu'l–Beyan" tefsirinde bu âyet–i celileye şöyle bir işârî mâna da verilmiştir:
"Şu bilinsin ki, nefis, şeytan ve insan vücudunda bulunan diğer şer güçler, Yahudi ve Hıristiyanlar gibidir. Nasıl ki Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayıp onlardan uzak durmak gerekiyorsa, aynı şekilde nefis ve âvânıyla dostluk caiz değildir. Çünkü onların arzularına uymak hem cehennem ateşine, hem de Allah'tan uzaklık ateşine sevkeder. Mü'min, kim olursa olsun Allah'ın düşmanlarına düşman olmakla memurdur; yoksa imanı sahih olmaz.
İmam Kuşeyrî, bu âyet–i kerimeye şöyle mâna vermiştir. "Ey mü'minler! Dünyevî bir haz elde etmeyi tercih ederek yahut birinin hakkını düşünerek veya bir nesep yakınlığına meylederek ya da bir yakınının samimiyetini celbederek yahut da bir dostu üzmekten çekinerek Allahu Teâlâ'nın düşmanlarıyla dostluğa meyletmeyin.
Bilakis her sûrette Allahu Teâlâ'nın düşmanlarından uzak durmaya samimiyetle karar verin. Çünkü onlar birbirlerinin dostudurlar.
Sizinle onlar arasındaki zıddiyet, din ihtilafından kaynaklanmakta olup, din (ceza) gününe kadar sürecektir. İçinizden onlarla dostluk eden de onlara katışır, onların ipine dizilir ve onların arasında sayılır.


Ahmet Mahmut Ünlü Hoca Efendinin Beyan Dergisinde Yanınlanan yazısından alıntıdır...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt