Kıyamet alametlerinden biri "dâbbetü'l - arz"ın çıkışıdır. Peygamber efendimiz şöyle bildirir:
"Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)
"Dâbbe, yanında Hz. Musa'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min- kâfir belli olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, "Müsned", II, 491)
Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe” denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'l-arz" diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.
Burada “Dâbbetü'l - arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür?” sorusu hatıra gelebilir. Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.
Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir.” Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.
Dâbbeye “AİDS mikrobu” diyenler vardır. “Televizyon” şeklinde değerlendirenler vardır. Hatta “robotlar olabilir” görüşünü ileri sürenler vardır. Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin” sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir.
Kur’anda Dâbbe
"Dâbbe" kelimesi Kur’anda on dört defa geçer. Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb” ise dört defa kullanılır. Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:
"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir.” (Hud, 56)
"Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir." (Nûr, 45)
Neml suresi 82. ayette geçen "dâbbetü'l- arz" ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:
"Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."
Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir. Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır. Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar. Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek” denilir. Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır.
Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.
Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma “lisan-ı hal” yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.
Dâbbe neler söylüyor?
Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur. Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir. Cenab-ı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir. Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir.
Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz. Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır. Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür. “Rüzgârın dişleri” denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar.
Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir. Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır. Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir. Surede geçen “ebabil” kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder. Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama” olayıdır. Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına” çevirmişlerdir.
Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir. (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır. Mesela su rahmettir. Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür. Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır. Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir.
Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir. Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur. Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz.” Yani işini ihtimale bırakmaz. Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur.”
Kur'anın bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak her an tasarruftadır. (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir. Cenab-ı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir. Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez. "Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez." (En'am, 59) "Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz." (Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir "azap kamçısı" olarak görev yapar.
Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır. Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar.
AİDS Dâbbe mi?
Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir. Çünkü bu mikrop daha çok gayr-i meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır. Tarih boyunca gayr-i meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır. Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir.
Hatta Hz. Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:
Hz. Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
"Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l- arz) ölümünü onlara fark ettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı." (Sebe, 14).
Rivayete göre Hz. Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi. Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti. Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler. Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz. Süleyman yere düştü. Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar. Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi.
(Not: Burada nazara verilen Hz. Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.)
İşte bu dâbbe Hz. Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l- arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür.
Ama “dâbbe AİDS midir?” denilirse “evet” demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir. Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir.
Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:
Ayette geçen "dabbe" kelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder. (İngilizcede kullanılan “the” takısı gibi Arapçada “el” takısı vardır. Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir.)
-Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır. Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur.
-Din bir imtihandır. İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz.” Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur. Mesela alnında “bu kâfir” yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashab-ı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir. (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar. Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir” yazısı bulunur. Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder. Mehdi zamanında mağaradaki Ashab-ı Kehf uykudan uyanırlar. Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır. Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir. Çünkü Kehf suresinde Ashab-ı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir.)
-Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır. Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir. Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar” anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar.
-Te'vil, "bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir.” Te'vilde bir katiyet olmayıp, "mümkün bir ihtimal" söz konusudur. Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler. Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenab-ı Hakk'ındır.
-Müteşabih manalarda nihai söz Cenab-ı Hakk'ındır.
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (En'âm, 59).
"O gün sırlar ortaya çıkacak" (Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, "Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacak" ayetinin manası görülecektir. (Hacc, 69)
SONUÇ
Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta/ askıda bıraktığımız görülür.
İnsanın ilmi sınırlıdır. Mesela “zaman nedir, ruh nedir” gibi sorulara çok net cevap veremeyiz. Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur. Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz. Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar. Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir. İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer. İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez. Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar.
Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir. “Bundan murat şudur” diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler. Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir.” demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur. Çünkü,
“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır.” (Mülk, 26)
“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez.” (Neml, 65)
Doç. Dr. Şadi Eren
Not: Mehmet Kırkıncı Hocanın konuyla ilgili şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Dâbbetül-arz
Dâbbe; hareket eden canlı bir hayvan demektir. Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur.
"Dâbbe" kelimesi Kur’an-ı Kerimde on dört yerde geçmektedir. “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud, 11/6) Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir.
Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (Neml, 27/ 82)
Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez. Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hadise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar.
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der:
“Debb ve Debib: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tespit olunamayan şeylerde de kullanılır. “Dabbe” kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatin aslına göre “dâbbe” demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfte dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber “Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür...”(Nur, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir.”(Hud, 11/6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de kullanılır. Bu ayette "dâbbe" kelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır. Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır.
Râgıb, ‘Müfredat’ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: “Dâbbe”, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur.” Bir de denildi ki: “Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kast olunmuştur.”
Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. “Hâin” kelimesinin cemisi, “hâine” gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu “cessâse” casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder…..
Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü’l-arz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak.”
Bu hadise göre de, dâbbe, normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette; "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” buyrulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:
1- İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: "Dâbbe'nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne halde olur" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi.
"Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)
"Dâbbe, yanında Hz. Musa'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min- kâfir belli olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, "Müsned", II, 491)
Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe” denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'l-arz" diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.
Burada “Dâbbetü'l - arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür?” sorusu hatıra gelebilir. Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.
Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir.” Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.
Dâbbeye “AİDS mikrobu” diyenler vardır. “Televizyon” şeklinde değerlendirenler vardır. Hatta “robotlar olabilir” görüşünü ileri sürenler vardır. Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin” sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir.
Kur’anda Dâbbe
"Dâbbe" kelimesi Kur’anda on dört defa geçer. Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb” ise dört defa kullanılır. Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:
"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir.” (Hud, 56)
"Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir." (Nûr, 45)
Neml suresi 82. ayette geçen "dâbbetü'l- arz" ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:
"Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."
Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir. Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır. Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar. Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek” denilir. Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır.
Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.
Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma “lisan-ı hal” yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.
Dâbbe neler söylüyor?
Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur. Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir. Cenab-ı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir. Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir.
Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz. Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır. Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür. “Rüzgârın dişleri” denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar.
Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir. Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır. Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir. Surede geçen “ebabil” kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder. Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama” olayıdır. Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına” çevirmişlerdir.
Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir. (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır. Mesela su rahmettir. Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür. Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır. Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir.
Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir. Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur. Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz.” Yani işini ihtimale bırakmaz. Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur.”
Kur'anın bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak her an tasarruftadır. (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir. Cenab-ı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir. Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez. "Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez." (En'am, 59) "Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz." (Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir "azap kamçısı" olarak görev yapar.
Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır. Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar.
AİDS Dâbbe mi?
Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir. Çünkü bu mikrop daha çok gayr-i meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır. Tarih boyunca gayr-i meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır. Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir.
Hatta Hz. Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:
Hz. Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
"Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l- arz) ölümünü onlara fark ettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı." (Sebe, 14).
Rivayete göre Hz. Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi. Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti. Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler. Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz. Süleyman yere düştü. Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar. Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi.
(Not: Burada nazara verilen Hz. Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.)
İşte bu dâbbe Hz. Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l- arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür.
Ama “dâbbe AİDS midir?” denilirse “evet” demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir. Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir.
Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:
Ayette geçen "dabbe" kelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder. (İngilizcede kullanılan “the” takısı gibi Arapçada “el” takısı vardır. Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir.)
-Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır. Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur.
-Din bir imtihandır. İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz.” Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur. Mesela alnında “bu kâfir” yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashab-ı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir. (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar. Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir” yazısı bulunur. Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder. Mehdi zamanında mağaradaki Ashab-ı Kehf uykudan uyanırlar. Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır. Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir. Çünkü Kehf suresinde Ashab-ı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir.)
-Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır. Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir. Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar” anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar.
-Te'vil, "bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir.” Te'vilde bir katiyet olmayıp, "mümkün bir ihtimal" söz konusudur. Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler. Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenab-ı Hakk'ındır.
-Müteşabih manalarda nihai söz Cenab-ı Hakk'ındır.
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (En'âm, 59).
"O gün sırlar ortaya çıkacak" (Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, "Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacak" ayetinin manası görülecektir. (Hacc, 69)
SONUÇ
Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta/ askıda bıraktığımız görülür.
İnsanın ilmi sınırlıdır. Mesela “zaman nedir, ruh nedir” gibi sorulara çok net cevap veremeyiz. Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur. Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz. Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar. Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir. İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer. İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez. Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar.
Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir. “Bundan murat şudur” diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler. Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir.” demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur. Çünkü,
“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır.” (Mülk, 26)
“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez.” (Neml, 65)
Doç. Dr. Şadi Eren
Not: Mehmet Kırkıncı Hocanın konuyla ilgili şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Dâbbetül-arz
Dâbbe; hareket eden canlı bir hayvan demektir. Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur.
"Dâbbe" kelimesi Kur’an-ı Kerimde on dört yerde geçmektedir. “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud, 11/6) Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir.
Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (Neml, 27/ 82)
Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez. Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hadise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar.
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der:
“Debb ve Debib: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tespit olunamayan şeylerde de kullanılır. “Dabbe” kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatin aslına göre “dâbbe” demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfte dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber “Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür...”(Nur, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir.”(Hud, 11/6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de kullanılır. Bu ayette "dâbbe" kelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır. Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır.
Râgıb, ‘Müfredat’ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: “Dâbbe”, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur.” Bir de denildi ki: “Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kast olunmuştur.”
Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. “Hâin” kelimesinin cemisi, “hâine” gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu “cessâse” casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder…..
Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü’l-arz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak.”
Bu hadise göre de, dâbbe, normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette; "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” buyrulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:
1- İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: "Dâbbe'nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne halde olur" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi.