Rabbimiz! Güçsüzlüğümüzü ve Senin isteklerini yerine getirmedeki yeteneksizliğimizi Sana şikayet ediyoruz. Üzüntümüzü ve tasamızı da yalnız Sana arz ediyoruz. Özünün hakikati ve yüzünün nuru üzerine yemin ederiz ki Sana duyduğumuz ihtiyaç Senin zenginliğine denk! Sana olan ihtiyacımız Senin büyüklüğün kadar... Bildirdiğin ve gizlediğin tüm isimlerini ve Kur'an-ı Kerim'i kalbimizin baharı gönlümüzün nuru sıkıntımızın ilacı yap.
Ey Âlemlerin Rabbi olan ’ım
Herkesin gönlünü yaratıp da o gönüllerin isteklerini veren Sensin.
Adını konuşmaya başlayan çocuğa öğreten Sonra o çocuğa adını andıracak rızıkları veren yine Sensin. Biz o çocuk gibi Sen’in lütfuna talip olduk Bizleri de o gibi layık olabilenlerden kıl.
Ömrümüzü günlerimizi ve bu Cumamızı mübarek kıl. Bizleri doğru olabilen ve de kalabilenlerden eyle!
Adının rahmetini öğrenen ve de öğretenlerden kıl
Huzuruna varırken bir çocuk timsali gibi çıkabilmeyi nasib eyle.
***Hayırlı Cumalar***
Günleriniz böylesine hayırlı ve de bereketli olsun.
ALLAH için sevmek
Muhyiddin Arabi (k.s.)’nın bir hocası vardır. Kendisine çok şeyler öğretmiş, derin minnettarlık duymaya başlamıştır. Ne var ki Ebu Medyen adındaki bu muhterem insanın mizacı sert, sözleri acıtıcıdır. Vaazlarında hep sert konuşur, doğruları yumuşatmadan anlatır. Bu yüzden onu sevmeyen cemaat söz konusudur.
Muhyiddin de hocasını sevmeyen bu insanları sevmez. Hatta birlikte saf tuttukları bu insanlara gönlünden de buğzetmekten geri kalmaz.
İşte bu sıralarda bir gece rüyasında Efendimiz (S.a.v.) Hazretlerini gören Muhyiddine Efendimiz (s.a.v.)den şöyle bir soru gelir:
Niçin
- Muhyiddin, birlikte safta namaz kıldığınız o kimseleri niçin sevmiyor, buğzediyorsun?
Der ki:
– Onlar benim hocamı sevmiyorlar da onun için.
Arkasından şu soruyu yöneltir Efendimiz (S.a.v.):
– Peki, der, onlar Allah’ı, Resulullâh’ı seviyorlar mı?
– Elbette diye karşılık verir. Allah’ı sevmeseler farzları kılmazlardı, Resulullâh’ı sevmeseler sünnetleri eda etmezlerdi. Halbuki bunların hepsini de yerine getiriyorlar. Demek ki Allah’ı, Resulullâh’ı seviyorlar.
Bu defa Efendimiz (s.a.v.) şunu sorar
- Muhyiddin der, senin buğzettiğin bu insanları, Allah’ı, Resulullâh’ı sevdikleri için sevsen olmaz mı da, hocanı sevmedikleri için sevmemeyi esas alıyor, olumsuzluğu tercih ediyorsun?
Efendimiz, sorusuna şunu da ekler:
– Allah’ı, Resulullâh’ı sevmeleri basit mi geliyor yoksa?
…ve ölçüler yumuşar
Bu olaydan sonra Muhyiddin’de (k.s.) ölçüler yumuşar. Allah’a ve Resulullah’a imanı olan herkesi sevmeyi tercih eder, olumsuzluklarını öne alıp da o taraflarından dolayı soğuk bakmayı sürdürmez.
Bilmem bu vaka bizlere bir şeyler fısıldıyor mu? Çevremizdeki insanların Allah’a, Resulullah’a imanları kâfi gelmeli, bunun yanındaki farklı düşüncelerine bakıp da uzaklaşma duygusuna kapılmamalı mıyız? Her insanda olabilecek kusur ve yanlışları öne çıkarıp da kendimizi kusursuz insan gibi görme yanılgısından uzak mı kalmalıyız? Allah’a ve Resulüllah’a iman gereği, din kardeşi olarak birbirimize bağlanmaya yetmeli mi?..