Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Çölleşen ruhlarımıza bir damla sevgi... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bugün ilkokula giden henüz 6–7 yaşındaki bir çocuk televizyon karşısına geçip merakla bir şeyleri yakalamaya çalışıyor. Ahlâk dışı klipler, filmler, amacının dışına çıkmış reklâmlar ve programlara takılıp en verimsiz en çirkin şeyleri beynine âdeta nakşediyor.

"Bütün kâinat birbirine
sevgi ile bağlanmış;
Sevgini vermesini öğren.
Gönlün anlasın ki
hepsine yer varmış.
Sevgisiz insandan, unutma ki
dünya kaçarmış…" (Mevlânâ)

Mektuplarına tiryaki olduğum, Saygıdeğer Tiryaki Hocamız, son yazısında "GERÇEK SEVGİ"yi kaleme aldığı; fakat benim alanıma girmemek için değinmediği:
"Günümüz gençliğinin yaşamış olduğu duygu çatışmalarına; sevgi adına, aşk deyip macera aramalarına; hayatı sadece maddede görüp mânevî hayattan yoksun bir şekilde yaşamalarına; sevgiyi sadece karşı cinse duyulan istek ve dürtülerle örtmeye çalışmalarına; zamanla tüm güzel duygulardan uzaklaşıp ruhsuz bir hâle gelen gençliğimizin çatışığı, çeliştiği noktaları ve tüm bunların bir sorun hâline gelmesi sonucunda bu sorunları aşamayıp kötü ahlâka, kötü yollara, sahte sevgilere, kokuşmuş ve yozlaşmış sevgi anlayışlarına" benim değinmemi rica etmesi üzerine bu ay siz değerli okuyucularıma BİR DAMLA SEVGİ SUNARAK, ÇÖLLEŞEN RUHLARIMIZI BİR NEBZE DE OLSA SERİNLETECEĞİZ.
Bir yandan Tiryaki Hocamızın, bizden yazmamızı istediği bunca önemli sorunlar; bir yandan sizlere aktarmak istediğim konular; diğer yandan ise, saygıdeğer okuyucularımın göndermiş oldukları soruları, problemleri, acıları ve sıkıntıları…
İşte bunlardan bir tanesi daha var ki benim e–mailime değil de dergimizin adresine gönderilen Emine YILDIZLI'nın mektubu… Kendi özel e–mailime gelen okuyucularımın sıkıntıları onlara özel olduğu için tekrar e–mailim yolu ile cevaplandırırken; Emine Hanım'ın göndermiş olduğu mektubun bana değil de bizzat dergimize gönderilmiş olması nedeniyle ben de bu okuyucumun mektubunu yine dergimiz vasıtasıyla cevaplandırayım.
Emine Hanım şöyle diyor:
"Dergimizin "Terapi" yazılarının yazarı İdris BİLEN'in "Sevgi Hırsızı" yazısından çok etkilendim. O yazıda yazılanları ben, bizzat şahsımda yaşadım. Şu anda büyük bir mânevî sıkıntı içerisindeyim, bana yardımcı olun." (Beyan, Nisan 2005, sayı: 74, sayfa: 70)
İnsanların duygularına terennüm olmak ne kadar güzel bir şey… Hele bir de onların yaşadıklarını farklı bir üslupla tekrar onlara aktarabiliyorsanız ne güzel…
İşte bu insanlardan biri de Emine Hanım'dı ve bizlerden yardım istemekteydi… Fakat dergimize ne bir adres, ne de bir telefon numarası bırakmıştı. Bu nedenle Emine Hanım'ın bizimle irtibat kurması gerekmektedir. Çünkü şu anda ben bu okuyucum hakkında maalesef hiçbir şey bilmiyorum. Ve kendime soruyorum:
"Emine Hanım, acaba "Sevgi Hırsızı" yazımdaki çocuğunu sevgiden, ilgiden, şefkatten ve merhametten yoksun olarak kreşlerde ve yatılı okullarda aile sıcaklığı ve ilgisi eksikliği ile büyüten çalışan bir anne mi; yoksa bu şekilde büyüyen bir çocuk mu?.." Bilemiyorum ve yapabilecek tek şey olarak da bu okuyucumun bir vesileyle bize ulaşmasını gerekli görüyorum.
"Sevgi Hırsızı" yazımdan da yola çıkarsak eğer gençlerimizin ve tüm insanlarımızın pohpohlanmaya değil; gerçekleri görmeye ihtiyacı olduğu için ve bu sorunları gerçekçi bir şekilde görmemiz gerektiği için, yine kendi üslubumla sizlere sesleneceğim ve çölleşen kişiliklerimize, çölleşen ruhlarımıza bir damla sevgi sunmaya çalışacağım.

SEVGİ YOLUNDA KAYBEDİLENLER…
Bugün ilkokula giden henüz 6–7 yaşındaki bir çocuk televizyon karşısına geçip merakla bir şeyleri yakalamaya çalışıyor. Ahlâk dışı klipler, filmler, amacının dışına çıkmış reklâmlar ve programlara takılıp en verimsiz en çirkin şeyleri beynine âdeta nakşediyor. Görmemesi gerekeni görüyor; duymaması gerekeni duyuyor. Hatta daha 3–4 yaşındaki bebeklerimizi günümüz anneleri, "Aman yemek yaparken çocuk beni rahatsız etmesin, oyalamasın." diyerek çocuğu televizyonun karşısına geçirip TV izletiyor. Yemeğini uslu bir şekilde yesin diye reklâmları açıyor; reklâmların o masum çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini düşünmeden… Bilmiyor ki o anne çocuğunun o yaşlarda ne kadar meraklı olduğunu ve her şeyi öğrenmek istediğini… Öğrenmeye en elverişli olduğu bir dönemde zihnini bir yığın gereksiz ve lüzumsuz şeylerle doldururken, onun zihinsel, duygusal ve bedensel gelişimini de köreltiyor.
Lise çağındaki bir genç geliyor bize, duygusal açmazlarla kısır döngülerini açıyor aşk adına… Anne babasından alamadığı ve bulamadığı sevgi doyumunu başka yerlerde veya başka insanlarda arıyor. Sayılabilecek o kadar çok şey var ki… Bunlardan ilk olarak sayabileceklerimiz:
Uyuşturucu, alkol, sigara ve madde bağımlılıkları…
Sapık inanışlar ve yaşayışlar…
Son günlerde iyice artan ve toplumuzun en tehlikeli yaralarından biri hâline gelen ve âdeta tüm dünyayı kamçılayan ve işe çocuklardan, gençlerden başlayan Siyonist ve misyonerliğin tehlikeli sinyalleri…
Teknolojinin sunduğu imkânları negatif yönde kullanarak internet aracılığıyla ziyaret edilen binlerce ahlâksız siteler: Haberlerde duyduğum şekliyle kumarhaneler kapatılmıştı; fakat internet üzerinden açılan binlerce kumar sitelerini kim kapatacak? Evli kadınların ve evli erkeklerin bile ağına düştüğü "çet"leşmeler… Çocuklarımızdan gençlerimize, gençlerimizden yetişkinlere kadar uzanan birçok kesimin saplandığı pornografik yayınlar ve siteler…
Bu konuda şahit olduğum ibret verici bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

GENÇLERİ SAPIK DÜŞÜNCELERDEN KORUYALIM
Geçen gün, önümde yürüyen henüz 10–12 yaşlarında iki çocuk, kendi aralarında konuşmaktalar. Ben hızlı bir şekilde yürüdüğüm için onlarla aramdaki mesafe bir hayli azalmıştı ve konuşmalarını duyabiliyordum. Biri diğerine: Bu bahsetmiş olduğum ahlâk dışı yayınların olduğu sitelerden birinin adını veriyor, diğeri de o sitenin adını büyük bir heyecanla not alıyordu. İnanamadım, hayretler içerisinde kalmıştım, yetişkinlerimiz, gençlerimiz derken çocuklarımıza kadar sıçramıştı bu tehlike.
Toplumun kaçınılmaz sorunlarından biri, bilmeliyiz ki çocuklarımızın çok erken yaşlarda boş ve anlamsız olan birçok şeyi zihinlerine ve davranışlarına yerleştirmeleridir. Televizyonda gördüğü bir klip, bir sanatçı veya bir program çocuklarımızın ve gençlerimizin allak–bullak olmasına neden oluyor. Bu yaşlarda duygularını karışık bir şekilde yaşayan çocuklarımız gelip giden duygular arasında bocalayıp kalıyor. Kötü olaylara odaklanan gençlerimiz, gördüğü esrarengiz olaylara ve insanlara takılıyor. Sevgiyi, cinsel istek ve dürtülerin öne çıkmasıyla görüyor, bu ihtiyaçla örtmeye çalışıyor. Yanlış zamanlarda yanlış adımlar atıyor ve bir yığın sorunla karşı karşıya kalıyor. Örneğin, genç bir kızımızın, saf ve temiz duygularını aldatılan bir aşk oyununda kaybettiği gibi…
Gençlerimiz kendini kabul ettirmek, "entel" görünmek için, kıyafetinden saç kesimlerine kadar uçuk–kaçık hâllere giriyor. Eline de bir sigara alıp artık kocaman bir adam olduğunu ispatlamaya çalışırken o kadar çok şey kaybediyor ki… Bunlardan en önemlisi duygularını kirleterek o masumluğunu öldürüyor. Sonrasında ise, sorunlarla baş başa kalan gençlerimiz çözüm aramaktan ve bulmaktan âciz, anne–babadan yardım istemekten korkan ve kaçan, yaşadıklarını anlatamayan veya anlatmaktan utanan, çareyi ise, hep dışarıda ve yanlış yollarda ararken iyiden iyiye bataklığa saplanan kötü kahramanlar olarak karşımıza çıkıyor; birer eylemci, terörist, bombacı ya da suç dosyası oldukça kabarık bir katil oluyorlar; ya da topluma bir birey olarak katılamayan, idealsiz, ruhsuz ve güçsüz bir robota dönüşüyorlar.
Peki, bu çocuklarımızın günahı ne?

ÇOCUK OLMAK MI?
Yoksa tüm bunların
temel dinamiğini
oluşturan bilinçli
bir aile hayatından
yoksun olmaları mı?
Çocuklarımıza sevgi ve şefkatle bakarak onları geleceğe umutla ve güvenle hazırlamalıyız. Bugünün anne–babaları, yarının anne–babalarını şekillendirdiğinden, evlatlarımıza hâl, davranış ve düşünce yönünden hep olumlu ve güzel olanı vermeye çalışmalıyız.

ONLARI KAZANMANIN YOLU SEVGİDEN GEÇER
Sevildiğini fark eden her kim olursa olsun, değerli olduğunu hisseder ve hayata hep güzel ve olumlu bakar. Sevgi ve değerlilik duygusuyla oluşan o güçlü duyguları olumsuz olan hiçbir şey yıkamaz. Ki zaten o kişi sevildiğini ve kendisine değer verildiğini gördüğünde her şeyi olumlu görecek, negatif düşüncelerden uzaklaşacaktır.
Bir toplumun ayakta kalabilmesi için öncelikle genç neslinin ayakta olması gerekir. Oysa şu anda durum bunun tam tersidir ve maalesef çocuklarımıza, genç neslimize sahip çıkmak yerine; onları bataklıklara kendi ellerimizle itmekteyiz. Bu bir toplumsal sorundur ve bu konuda gereken duyarlılık, gereken sorumluluk gösterilmemektedir. Başta aileler olmak üzere bir toplumsal çöküşle karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım.

SEVME VE SEVİLME ARZUSU
"Onu kaybettiğimde sanki her şeyimi kaybetmiştim. Hayat sanki oydu. O olmayınca ne ben vardım ne de diğerleri. Onsuzluğun eşiğine geleceğimi, bir gün onu kaybedeceğimi hiç düşünmemiştim. Yaşamak, nefes almak, yürümek, düşünmek konuşmak, ağlamak, gülmek… vs. her şeyde o vardı. O olmayınca hiçbir şey yoktu. Bir kısır döngü içerisindeydim. Sevmek, sevilmek hep sevgi beklentisi içinde olmak en güzel duygulara sahip olmak ve de en önemlisi bir insana sahip olmak. En çok yokluğunu hissettiğim duygu bu olsa gerekti: Sahiplenme ve sahip olma arzusu. Zihnimdeki tüm düşüncelerimde, tüm duygularımda eriyen benliğimde kopması mümkün olmayan zincirler oluşmuştu, sevgiyle başlayan sevgiyle biten zincirler…
İstediğim ve her zaman arayıp da bulamadığım, hep beklediğim şey sevgiydi, birisinin beni ölesiye sevmesiydi. Sanki varlığımı bu şekilde ispatlayacaktım. Sanki kaybettiğim bir duyguyu arıyordum. Hâlbuki o duyguya hiç sahip olamamıştım…" diyerek kendisini muhasebe eden genç bir kızımız geliyor aklıma.
"Hiçbir şeyi kendisi kadar sevmeyen insan, sevdiği varlıkla yani kendisiyle baş başa kalmaktan çok hiçbir şeyden korkmaz. Her şeyi kendisi için ister, kendisi için arar; ama en çok kendisinden kaçar. Kendisini bulmak istemez. Çünkü kendisini iyice gördüğünde; istediği gibi olmadığını anlar. İçinde müthiş bir zavallılık, hiçbir zaman dolduramayacağı uçurumlar, boşluklar bulur."
Aslına bakarsanız insan, doğuştan başlıyor belli bir şeyleri sevmeye. Her insanın yaratılışında var yani anlayacağınız sevme ve sevilme arzusu; fakat bu arzu yukarıdaki gibi bir bağımlılığa dönüştüğünde gerçek sevgi yerle bir olur. Kişi, yukarıdaki örneğimizde olduğu gibi, o olmadan yapamıyorsa, onsuz bir hayat düşünemiyorsa ve onu kaybettiğinde kendisini de kaybediyorsa eğer, bu noktada durmak gerek. O nedenle gelin isterseniz bağımlılığa dönüşen sahte sevgi anlayışlarını da izah edelim ve bağımlılık ile bağlılık arasındaki sevgi anlayışı arasındaki farkları da görelim:

İNSAN SEVDİĞİ KİŞİYE BAĞLI MI OLMALI YOKSA BAĞIMLI MI?
Öncelikle, bağlılık ile bağımlılık arasındaki farkı çok iyi ayırt etmeliyiz:
Bağımlı kişilerde, "Onsuz yapamama" vardır. Bireyin kendisi yoktur. Kendi duygu, düşünce, fikir ve görüşleri de yoktur. Diğerinde kaybolma vardır. Bu bir bozukluktur ve bu bozukluğun temelleri ta bebeklik yıllarına kadar, anne–bebek arasındaki ilk iletişim ve ilk etkileşimlere kadar dayanır. Meselâ, bir anne bebeğinin ihtiyaçlarını giderdiğinde bebekte bir rahatlama olacaktır. Bu esnada anne ile bebek arasında duygusal bir bağlantı kurulur. Anne bebeğinin ihtiyacını giderdiği için, bebekte, anneye karşı bir bağlılık gerçekleşir. İşte bu bağlılık, yaratılıştan gelmekte ve sadece bebeğin annesine değil; annenin de bebeğine yönelik olarak ortaya çıkan çok hoş bir bağlılıktır.
Buraya kadar her şey güzeldir, olması gerektiği gibidir. Fakat anne, bebeğini yanından hiç ayırmadığında, onu acıkmadan emzirdiğinde, ihtiyacı yokken onu doyurmaya çalıştığında, bebeğinin diğer insanlarla etkileşim kurmasına engel olduğunda hatta en yakınında bulunan babasından veya kardeşlerinden bile kendince korumaya çalışıp öpülmesine, kucağa alınmasına dahi yasaklar getirip onu kendisine mal ettiğinde, ileriki yıllarda ise çocuğun neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğine bile anne karar verdiğinde (çocuğun ne zaman tuvalete gidip ne zaman gitmeyeceğine bile…) kısacası çocuk, annesinden habersiz hiçbir şey yapamadığında BAĞIMLILIK başlamış demektir.
Etrafımızda bu tip insanlar ne kadar çok değil mi?...
Hatta evli olduğu hâlde annesini arayıp hangi yemeği yapacağını soranlar bile var. Daha da ilginç olanı da var: Kiminle evlenip kiminle evlenmeyeceğini, sevdiği bir insanı, beğendiği, hoşlandığı bir insanı sırf annesi yahut babası beğenmedi diye terk edenler var. Soruyorum sizlere, bu insanlara uyumlu diyebilir misiniz? Ailesinden kopamayan, ailesine aşırı bir şekilde bağımlı olan insan özerk bir kişiliğe sahip olmaz ve hiçbir zaman kendi doğrularını, kendi hayatını yaşayamaz. Bu insanlar evlendiklerinde ise, kendileri değil aileleri evlenmektedir. Kendi evini, kendi eşini ailesi yönetir. Çünkü başta kendisi kopamamıştır ailesinden.
Peki, böyle bir evlilik nereye kadar gider? Yani eşlerin değil; ailelerin evlendiği bir evlilikte bireyler ne derece mutlu, huzurlu olabilir?
Bağlılıkta ise, kişi ailesine değer verir, bağlantılarını koparmaz, istişare eder ve görüşlerine, düşüncelerine saygı duyar. Uygunsa gerçekleştirir; değilse izah eder; fakat eriyip gitmez, kendi özünü kaybetmez, kendi görüş ve düşünceleri, tercihleri, doğruları da vardır.
Birbirine bağımlı değil de bağlı olan eşlerde ve bu evliliklerde ise iki taraf da bir birine saygı gösterir, değer verir, özen gösterir. Bir birinin büyümesine, gelişmesine, olgunlaşmasına olanak verir. İki taraf da birbirini mutlu etmek ister. Tek taraflı mutluluk yoktur. Bencillik yoktur. Kendi bütünlüğünü kaybetmeden karşıdakini düşünen, anlayan, empati kurabilen her insan işte o zaman sever, sevdiğini tam mânasıyla. Sevginin bağımlılığa dönüşmesini engelleyen boyut ise bu yoldan geçer.

SEVGİYİ YAŞAMAK…
Bir gün ermişlerden birine sormuşlar:
"Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasındaki fark nedir?"
"Bakın, göstereyim." demiş, ermiş kişi.
Bir sofra hazırlamış. Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen; lâkin dilinden gönüle yükseltmeyen kişileri çağırmış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da "Derviş kaşığı" denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.
Ermiş: "Bu kaşıkları sapının ucundan tutup çorbalarınızı öyle içeceksiniz." diye bir şart koşmuş. "Öyle kaşığın çukur kısmına yakın kısmından tutmak yok!" diye de eklemiş. "Peki." demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden sofradaki hiç kimse çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda, bakmışlar ki, bu iş olmuyor, çorba içmekten vazgeçmişler. Böylece aç kalkmışlar sofradan.
Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş kişi:
"Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya." demiş. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar oturmuş sofraya. Ermiş "Buyurun bakalım." deyince de, her biri uzun saplı kaşığı çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak şükür içinde kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş, ermiş kişi:
"Kim ki hayat sofrasında, yalnız kendini, görür ve yalnız kendini doyurmayı düşünür ve doyurursa, aç kalacaktır; kardeşini düşünen, onu doyuran da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, her zaman veren kazançlıdır."

HİÇ KİMSE "HAYATI BİRBİRİMİZE ZEHİR EDELİM" DİYE EVLENMEMİŞTİR
İnsan, varlığının fark edilmesi, kendi benliğinin okşanması için, çoğu zaman sevgiyi kullanıyor.
Sevmek için değil; sevilmek için mücadele eden ve karşıdaki kişiyi "elde etmek" isteğiyle akla hayale gelmeyen yöntemler kullanan; lâkin tüm bunlara rağmen istediği ve beklediği bu arzu gerçekleşmediğinde kendi varlığını sorgulayıp değersizlik ve hiçlik duygularıyla bunalımlara giren ve ruhsal sorunlar yaşayan sayısız insanlarla karşılaşmaktayız.

Diğer yandan, hayatı sadece aşktan ibaret zannedip, aşk ile hayat bulacağını, hayatın aşk ile mâna kazanacağını ve aşk olmadan yaşamanın bir tadı olmayacağını düşünerek âşık olabileceği, aşkı yaşayabileceği birisini devamlı arayan insanlar da var. Kişinin bu arayış ve beklentisi, istediği ölçüde gerçekleşmeyip aradığı prensi veya prensesi bulamadığında hatta "buldum" zannederek evlenip beklentilerinin tam tersi kişiliğe sahip olan birisine âşık olduğunda durum, daha da içinden çıkılmaz bir hâl alır ve gün gelir öyle bir boyuta ulaşır ki, bu sözde masum duygu hayatı zehir eder insana… İşte bu nedenle evlilik gibi insan hayatının en hassas dönüm noktalarını teşkil eden durumlarda bilinçli bir şekilde sadece duyguları değil aynı zamanda ruhumuzu ve aklımızı da kullanarak hareket etmeliyiz. Bu noktada şunu da çok iyi bilmeliyiz ki insan, evlendiği zaman o ev ya cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşür ya da cehennem çukurlarından bir çukura…
Bu bağlamda şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, kişi eşine evlenmeden önce değil de evlendikten sonra âşık olduğunda, o hayat her iki taraf için de hem dünya hem de âhiret mutluluğuna dönüşecek ve o ev cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşecektir.
Hepimizin az–çok bildiği bir hadis–i şerif vardır. Hani sahâbeden biri evlenmek için Peygamberimizin Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelir ve tavsiyesini almak ister. Bu hususta Peygamber Efendimiz şu cevabı verir:
"Bir kadın şu dört husustan biri için nikâhlanır:
Güzelliği için
Malı için
Soyu için
Dindarlığı için, der ve ekler: Evinin bereket ile dolmasını istiyorsan sen, dindar olanı tercih et!..."
Diğer bir hadis–i şerifte ise, Peygamber Efendimiz bu hususu şöyle açıklar:
"Bir kadınla eğer güzel olduğu için evlenirseniz; güzelliğinin onu helâk etmesinden korkulur. Malı için evlenirseniz, malının onu azdırmasında korkulur; fakat siz dindarlığı için evlenirseniz, Allah ona mal da verir, güzellik de…"
Eş seçimlerinde karşılaştığım bâriz bir hata ise; kişinin idealindeki kişiyi ararken, kendisini unutması ve aradığını bulmak isterken kendisinin de aranan bir kişi olup olmadığını düşünmeyişidir.

SEVGİSİZ İNSANDAN DÜNYA KAÇARMIŞ…
Öyle bir insan düşünelim ki, en yakınlarından en uzaktakilerine kadar hiç kimse tarafından sevilmiyor…
Evde anne–babası tarafından devamlı azarlanıyor, yaptığı her fiiline bir kusur bulunuyor, eleştiriliyor, tenkit ediliyor ve bir "Günah keçisi"ne dönüştürülüyor.
Bu kişi ailesinde öyle yetiştiği için arkadaşları arasında da kendisini öyle gösteriyor, öyle tanınıyor ve hiçbir insan onu sevmiyor. Daha doğrusu kimin sevip kimin sevmediğini ayırt edemediği için kuşku dolu, güvensiz bir kişiliğe bürünüyor.
Bu insanda insanlıktan eser kalır mı sizce?...
Bugün sevgiden, ilgiden, değerden, şefkatten yoksun olarak yetişen çocukların, yarın karşımıza nasıl çıkacaklarını hiç mi merak etmiyorsunuz?
Kiralık katillerin mazisine yönelik yapılan bir araştırmada, bunların yetimhanelerde yetişen çocuklar arasından seçildiğinden bile haberiniz yoktur değil mi?

İNSANOĞLU GERÇEKTEN DE SEVİLMEDEN YAPAMIYOR MUYDU?
Başka birisinin bizi sevmesi, benliğimizi okşaması, bize değer vermesi, varlığımıza bir mâna katması, yani bizi sevmesi, insanı neden bu derece değiştirebiliyordu?
Yoksa bu sevgi, Allahu Teâlâ'nın insanoğlunu yaratırken, sevgi mayasıyla yaratmasından mı ileri geliyordu?
Bizi ilk seven Allah değil miydi?
Bizi "yeryüzünün halifesi" olarak yaratan Yüce Allah değil miydi?
Bu yüzden mi sevilmeden yapamıyorduk yoksa?
Öyle ya Allah bizi sevmese, biz O'nu sevebilir miydik?
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve âlemi yarattım." diyen, Yüce Yaratıcımızın dahi "bilinmek" isteğini de işin içine katarsak, insandaki bu gizli duygunun ne kadar derûnî olduğunu görürüz.
O hâlde insana düşen tek görev bu duyguyu nerede, ne zaman, nasıl ve kime karşı kullanacağını çok iyi bilmesidir. Yanlış yollara sapmadan, kendisini tehlikeye atmadan, adımlarına dikkat ederek sevgi yolunun yolcusu olmaktır. Bu yoldaki en hassas yolcular ise, çocuklarımız ve gençlerimiz olduğundan onlara sevgiyi ve asıl sevgiliyi biz anlatmalıyız. Onlar bizim emanetlerimiz olduğuna göre, bu işin sorumluluğunu omuzlarına alacak bilinçli anne–babalar olmalıyız. Onlara sevgiden bir damlacık değil; deryalar sunmalıyız ki bu hâlden sonra çoraklaşacak ruh kalır mı?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt