Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Çok Şükür Müslümanız... (1 Kullanıcı)

*ayşe*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2008
Mesajlar
1,076
Tepki puanı
41
Puanları
48
Selamun aleykum Su Eda kardesım.hakkını helal eder mısın.paylasımınızda alakasız cevaplar oldu.

Selametle...
 

hatug

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
paylasim icin tesekkürler arkadaslar.............
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Kardeşim emeğine sağlık çok güzel bir konuya değinmişsin. Rabbim razı olsun.
Ben 1994 yılında Rusya'ya çalışmak için gitmiştim ve orada bir Tatar bayan ile konuştum, kadın türkçeyi çat pat konuşuyordu ve ben kadına müslüman olup olmadğını sordum? kadın bana müslüman olduğunu söyledi, bende islamın şartını ve imanın şartını sordum, o bilmediğini söyledi , bende bu nasıl müslümanlık dedim, kadın da bana siz türkler zamanında bize sahip çıksaydınız biz şimdi daha iyi durumda olurduk dedi ben diyecek birşey bulamadım çünkü onlar 60 senedir kominizm tehdidi altında yaşadılar ne mutlu bize müslüman bir ülkede müslüman bir aileden dünyaya geldik bunun kadrini bilelim Şükürler olsun ALLAH'ım Selam ve dua ile

Ve Aleyküm Selam abimiz...
Ecmain olsun...
Okuyan gözlerinize sağlık
paylaşımınız için teşekkürler...
insan üzülüyor ve duygulanıyor..
Paylaşımınızla Hizmettin Allah c.c. rızası doğrultusundaki hizmettin ne kadar önemli olduğunu anlamama bunu tekrar hatırlamama vesile oldunuz
Allah c.c. razı olsun
Allah c.c. yolundan ayırmasın ve rızası doğrultusunda yapılan hizmetleri daim etsin İnşallah...
Allah rızası için hizmette bulunan bütün kardeşlerimizden Razı olsun...
ne mutlu bize müslüman bir ülkede müslüman bir aileden dünyaya geldik bunun kadrini bilelim Şükürler olsun

Amin İnşallah
Selametle kalınız
selam ve duayla...
Allah c.c. emanet olunuz​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Allah Razı olsun.
Müslüman olmak çok kolay fakat müslümanlığı korumak çok zor..Allah muhafaza bugün bakıyoruz müslüman diyen büyükbir çoğunluk şirk bataklığında yüzüyor.Rabbim ayaklarımızı sabit kılsın.


Ve Aleyküm Selam kardeşim
Okuyan gözlerinize sağlık
Duanıza yürekten amin diyorum..
Müslüman olmak çok kolay fakat müslümanlığı korumak çok zor
Çok güzel ifade etmişsiniz..
Allah c.c. müslümanlığı hakkıyla yaşayanlardan eylesin bizi
Selametle kalınız..
Selam ve duayla...
Allah c.c. emanet olun...​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Allah razı olsun canım kardesım.cok duygulandım.paylasımınızın devamını beklıyoruz insallah:)
Elhamdülillah müslümanız ve ne olursa olsun müslüman bir ülkede yasıyruz.Rabbıme bınlerce kez şukurler olsun.

Selametle...


Ve Aleyküm Selam canım kardeşim...
Okuyan güzel gözlerine sağlık..
ecmain olsun...
Okuyunca çok duygulanıyor ve kıymetini anlıyor Müslümanlığın ve Müslüman olmanın ve şükür ediyor Yüceler Yücesi'ne(c.c.)
İnşallah canım ,siz değerli kardeşleriminde katkılarıyla...

Elhamdülillah müslümanız ve ne olursa olsun müslüman bir ülkede yasıyoruz.Rabbıme bınlerce kez şukurler olsun.

Elhamdülillah çok şükür...

Selametle kal ...
Selam ve duayla..
Allah c.c. emanet ol​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Binlerce kez şükürler olsun Rabbimize kardeş.
Ayaklarımızı Dinimizde sabit kılsın inşaallah.


Âmîn... Âmîn... Âmîn...

Ve Aleyküm selam abimiz...
okuyan gözlerinize sağlık...
Selametle kalınız...
Selam ve Duayla...
Allah c.c. emanet olunuz...​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Maşallah Barekallah Subhanallah

Maşallah Barekallah Subhanallah

Müslüman olan genç bir Ortodoks kızın kendi kaleminden hikayesi Hz. İsa ve Meryem’le ilgili ay

Yazan: Arina Svetlova
Dünyadaki en büyük trajedi hangisidir? En acıklı biten hayatı kim yaşadı yeryüzünde? Kim ne derse desin bence en büyük trajediyi Tolstoy yaşadı. Ne hazin sondur onunkisi, ne kadar yürek parçalayıcı. Üç-beş satırla tanıtıldığı cümlelerde genellikle şunlar sıralıdır. “Tolstoy’un kendisini tanıma ve Allah’a ulaşma çabası bütün bir ömrüne tekabül eder. Ömrü boyunca anlaşılamamıştır. Onu anlamayanlar güruhuna karısı ve en yakınları da dahildir. Ömrü boyunca bir arayışın pençesinde kıvranmış bu adam sonunda 82 yaşında iken yağışlı bir gecede evden kaçtı ve yolda hastalandı. 7 Kasım 1910’da mütevazı bir tren istasyonunda yolculuğunun ilk durağı olan İstanbul’a hareket etmek üzereyken hayata gözlerini yumdu.” Nereye gidiyordu Sultanahmet’e mi, Eyüpsultan’a mı? İçindeki boşluktan mı kaçıyordu? Yoksa en temiz tevhid inancının parlattığı alınların indiği bir secde menzilinde aradığı Rab ile buluşmaya mı gidiyordu? Ah ne hazin bir sondur onunkisi. “Tatmayan bilmez.” demişler, o talihsiz dâhîyi ancak ben bilirim.

Gizlice vaftiz edildim


İnancı güçlü olmayan bir baba ile sade bir Ortodoks annenin çocuğu olarak Ukrayna’da dünyaya geldim. Babam beni köy kilisesinde gizlice vaftiz etmiş. Komünizmin bütün yasaklarına rağmen annemden gelen “tek tanrı” inanışı ile büyüdüm. Paskalyayı seviyordum. Elimden geldikçe paskalyadan evvelindeki kırk gün süren perhizi (oruç) tutmaya çalışıyordum. Paskalyadan önceki “Temiz Perşembe”yi ailecek heyecan içinde beklerdik. “Ben kimim, neciyim, nereden geldim?” bunların bir anlamı yoktu benim için o zamanlar. Yalnızca iyi bir üniversite okumak suretiyle iyi bir geleceğe hazırlanmak vardı, o kadar. Oldukça parlak bir öğrencilikten sonra ülkenin en iyi üniversitesinde öğrenim dili İngilizce olan işletme fakültesini okudum. Yirmi yaşına gelinceye kadar hayat oldukça güzel geçmişti. Artık cevapsız soruların cenderesine düşmüştüm. Bir çekirge sürüsü gibi binlerce soru üşüştü beynime. Tanrı, İsa, insan, dünya, hayat, ölüm, cennet cehennem sonsuzluk... Tesadüf, tabiat, yaşam, ölüm... Sonra yokluk, ebedi yokluk. Bütün bu düşünceler bir sülük olup beyin zarımı emiyor; ama ben onlara bir cevap bulamıyordum. Kendimi karanlık bir odada yapayalnız hissediyordum. Kurtulmak için ne zaman bir hamle yapsam her seferinde dipsiz bir boşluğa yuvarlanıyordum. Ve bu boşluktan helezonlar çize çize düşüyordum. Ne bir ışık vardı ne de tutunacağım bir dal. Hepsinden beteri ruhumun çığlıklarını hiçbir kulağa işittiremiyordum. (Oysa o çığlıkları duysalardı aslanların, ödleri kopardı.) Etrafımdaki hiç kimse beni anlamıyordu. Dolayısıyla yardım edemiyorlardı. Bu bir yana “gençsin başarılısın ye, iç, gez-dolaş, bırak kendini bu kadar yıpratmayı.” deyip kızıyorlardı. Sanki bunları istemiyormuşum gibi. Hayatı bana zehir eden düşüncelerden kurtulmak için akıl oyunlarından, deli saçmalıklarına varıncaya kadar her yolu denememişim sanki. Olmuyordu ama, olmuyordu işte. Yaptığım her şey bir pansumandan öteye geçmiyordu. O zamanlar benim için en mesut anlar, düşünmemeyi becerebildiğim anlardı. Bu anlar geçtiğinde ise geriye yine boşluk yine karanlık ve yine sop soğuk bir yalnızlık kalıyordu... Bitkin gündüzleri ve uykusuz geceleriyle tam beş sene bu azabın kucağında çırpındım durdum. Hastahane hastahane dolaşmalar psikologdan psikologa koşmalar... Ama bir netice yoktu. Bütün bu girdapta tek tesellim anneciğimden aldığım inancımdı. Acılar da sevinçler de Tanrı’dandı. Uykusuz gecelerim boyunca beni bu durumdan kurtarması için hep O’na yalvardım durdum. Sonunda çareyi başka bir ülkeye gitmekte bulacağıma inanarak evimden ayrıldım. Daha doğrusu içine düştüğüm karanlıktan kaçtım Tolstoy gibi.

Karanlık benim içimdeymiş

Yüksek lisans yapmak üzere girdiğim imtihanı kazandım ve Avusturya’nın yolunu tuttum. Yeni bir ülke, yeni bir çevre ve yeni insanlar... Karanlık odanın Ukrayna’da kalacağını zannediyordum. Ama olmadı. Bu bir yana, karanlık odam bütün Avusturya’yı içine alacak kadar büyüdü. Şimdi anlıyorum ki karanlık benim içimdeymiş. Bu şekilde değil Avusturya’ya, güneşe bile gitseydim bir tek ışık devşiremezdim. Güneşte bile karanlığa gömülü kalmak ne korkunç, ne tuhaf... Bu hal içerisinde kalabalıklar arasında yalnız, ampuller altında ışıksız ömrümü geçiriyordum. Yeryüzünde ‘Tam anlamıyla yalnızlığı sadece biri yaşamıştır’ dense; tereddütsüz ‘o benim’ derim. Aslında pek çok arkadaşım vardı. Ama dar gününde yanında olmadıktan sonra sebebi ne olursa olsun bunaldığın anlarda başını yaslayacağın bir omuz olmadıktan sonra insan binlerin milyonların içinde tek başına kalıyor. Bu anlamda tam anlamıyla yalnızdım. Yapayalnız. Günler geçiyordu, hiç kimse olmuyordu yanımda. Ne bir arkadaş ne bir telefon ne de bir mektup. Bir ben vardım bir de boşluk... Bir ben bir de yalnızlık...​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Dua et çocuğum


Dıştan bakıldığında okuluna giden, derslerinde başarılı geleceği parlak biri olarak görülüyordum. Ama içimdeki fırtınalardan kimsenin haberi yoktu. Kendimi oyalamazsam delirebilirim düşüncesiyle kitaplara sarıldım. Coelho, Tolstoy, Turgenyev’i okuyor, Ahmatova’nın şiirlerini ezberliyordum. Sonra, kendim bir şeyler yazıyor, dil öğreniyordum… Çok ciddi bir şekilde İncil okuyor, Tanrı’ya, O’na olan sevgimi kuvvetlendirmesi ve beni doğru yola iletmesi için yalvarıyordum. Yalnızlığımı paylaşmak üzere internetteki Ortodoks sitelerine üye oldum, yazıcım durmadan İncil’den hikayeler yazıyordu. Bir papazla yazışıyordum bir de dinî eserler basan bir matbaa sahibiyle. Bilgilerimi güçlendirmek, beynimi kemiren sorularıma cevap bulmak ve içimi saran yalnızlıktan kurtulmak için bu sitelerin sohbet odalarına giriyor, insanlarla sohbet ediyordum. Ancak bu dinî sohbet odalarında da diğer internet ortamlarındaki tiksindirici konuşmalar bu teşebbüsümden beni hemen vazgeçirdi. Beynimi kemiren sorularımın cevaplarını bulmak niyetiyle kiliseye gidiyor, papazlarla konuşuyordum. Fakat umumiyetle bütün sorularımı, özellikle Tanrı ile alakalı olanlarını nazikçe geri çeviriyor ve sadece, “Dua et, çocuğum!” diyorlardı. Ben de dua ediyordum. Ama İsa’ya değil, Tanrıya. Ve anlamadığım, neden insanların İsa’ya dua ettikleriydi. Dünyayı da İsa’yı da yaratan Tanrı’ydı. Hal böyleyken neden yalnızca Tanrı’ya dua edilmiyordu?

Ben de istasyondaydım

Ne kitaplarda ne Ortodoks sitelerinin sohbet odalarında ne de kilisede tam olarak aradığımı bulamamıştım. Ve bir gün bir istasyondaydım, Tolstoy gibi. O karanlık odadan nasıl kurtulacağımı bilememenin acziyle, çaresiz öyle kendi halimde bekliyordum. Gözlerim anlamsız bakışlarla istasyonu tararken benim yaşlarımda bir kıza ilişti. Başında beyaz bir eşarp, üzerinde de yine beyaz bir takım vardı. omuzunda bir notebook. “Ne kadar şık ve ne kadar da zarif!” diye geçirdim içimden. O an ne olduysa birden bana döndü, göz göze geldik. Simasında nasıl bir parlaklık vardı öyle... Gözlerinde nasıl bir aydınlık. Gencecik yaşına rağmen bütün muammaları çözmüş bir bilgenin dinginliği vardı yüzünde. Telaşsız, kendinden emin, duruşu mütevazı, bakışları sevgi doluydu. Ya dudağındaki tatlı tebessüm... Tarif edemem. Hayran hayran öylece seyrettim. Utanmasam yanına gidecek tanışacaktım. Ve yalvaracaktım ona “Tanrı aşkına bu huzurlu tavrından bana da biraz ver. Gözlerindeki aydınlıktan da, dudağındaki tebessümden de... ne olur!.. ne olur!..” diyecektim. Fakat biraz sonra bir tren geldi ve onu alıp götürdü. Onun gibi olmak istedim o an. Beyazlar içindeki o zarafet, o dinginlik beni çarpmıştı.

Yeni dostlarım...
Benim dostlarım...


Ruhumda kıvılcımlar saçıp kaybolan o örtülü kızdan sonra onun gibi örtünen kızlardan üniversitede bir hayli arkadaş edindim. Beni Ramazan ayında bir iftara çağırdılar. Gittim. Onlardaki Tanrı’ya olan kuvvetli iman ve O’na (cc) olan samimi ibadetleri çok hoşuma gitmişti. Çünkü ben Tanrı’yı çok seviyordum.
Onların yanında kendimi yabancı hissetmiyordum. Bu bir yana, onların yanındayken çok sevdiğim Tanrı’ya biraz daha yakınlaştığımı hissediyordum. Bana hiç mesafe koymadılar. Kendilerinden biriymişim gibi davrandılar. Hıristiyanlığımdan dolayı ayıplayıcı tek bir bakışa bile maruz kalmadım. Çevremdeki Müslüman kızlarda da erkeklerde de durum böyleydi. Onlarla oturup konuşuyorduk. Bu konuşmalarda bana ille “Müslüman ol!” telkiniyle karşılaşmadım. “Bizde böyle, sizde nasıl?” ifadesi sohbetlerimizin kilit cümlesiydi çoğu zaman. Yalnızca bana bir şeyler anlatmakla kalmıyorlardı. Benden, tuttuğum perhizin (orucun) önemini, dualarımızın ve ikonalarımızın anlamını da soruyorlardı. Ben de bildiğim kadarıyla anlatıyordum. Onların yanında öyle huzurluydum ki anlatamam... Gerçi karanlık odama henüz ışık süzmüyordu; ama olsun, en azından artık yalnız değildim. Artık dostlarım vardı. yeni dostlarım... Gerçek dostlarım.

Allah birdir
müteaddit olamaz



Yeni dostlarımla yaptığım sohbetler yepyeni ufuklar açıyordu önümde. “Dünyadaki bütün güller aynıdır. Bütün elmalar, arılar, insanlar aynıdır. Yani aynı fabrikanın malıdırlar, aynı tezgahta dokunmuşlar. Yani yaratanları bir ve tek. O da Allah’tır ve Allah birdir, müteaddit olamaz.”
İslam dininin Tanrı, iman ve peygamberler hakkında söylediklerinin hepsini kabul ediyordum. Kur’an’ın İsa (as) hakkındaki ayetleri beni adeta çarpmıştı. Meryem (r.anha) adına bir surenin var olması da beni çok etkilemişti. Zira İncil’de bile Meryem adına bir sure yoktu. Bunun yanında Kur’an’ın Türkiye’de de Endonezya’da da aynı olduğunu, bu insanların aynı anda ibadet edebildiklerini öğrendiğimde de çok şaşırmıştım.

“Tanrım bana bir ışık ver!”

Paskalyaya kırk gün kaldığında yani biz Ortodokslar için oruç günleri başladığında bu sefer bütün ciddiyetimle onu tutmaya çalıştım. Maksadım kendisini ne kadar çok sevdiğimi Tanrı’ya göstermek ve ispat etmekti. Bu arada beni doğru yola iletmesi için geceler boyu O’na dua ediyordum. Yeni dostlarımın bana anlattıklarını uzun uzun düşünüyor, söylediklerinin gerçek olup olamayacağına ulaşmaya çalışıyordum. Beynim düşüncelerin arenasına dönmüştü. Fikirler kafamda çarpışırken bir neticeye varamamanın ıstırabıyla kıvranıp duruyordum. Bu minval üzere oruç tutuyor, ağlıyor ağlıyor ve bana bir ışık göstermesi için dua ediyordum. Sonunda çok önemli bir şeyi anladım: Bir tek Yaradan yarattı bu kainatı. Bizi de o yarattı. Bu dünyayı bizim için O donattı. O bizim sahibimizdir. O’na ulaşacak bir yol bulmak da bizim vazifemizdir. Evet bunu anlamıştım; fakat Tanrı’ya giden yol hangisidir? Bugüne kadar devam ede geldiğim inancım mı yoksa İslam mı? Ah yine sancı, yine gözyaşı, yine ıstırap... ıstırap. Ardından dua... dua... Tanrım bana bir ışık ver. Tanrım beni sevdiğin yola ilet. İslam’ın neredeyse her şeyini kabul ediyordum ama ben bir Hıristiyan’dım. Hatta bazen “Tanrım neden beni bir Müslüman olarak yaratmadın?” diye söylenirdim. Bir gün internetten “chat”leştiğim bir kadına bunu sordum. O da bana bir mesaj gönderdi.

Ve İbrahim gibi.. Ve İsa ve
Üzeyir gibi.. Ve Musa ve Harun gibi..


Mesajı okudum. Okuduklarıma inanamadım. Bir daha okudum, sonra bir daha, ardından bir daha. Yerimde duramaz olmuştum. Her zerrem heyecandan titriyordu. Avazımın çıktığı kadar haykırmak istiyordum. Odanın içinde birkaç tur attıktan sonra yeniden masaya oturdum ve mesajı bir daha okudum. Mesaj Hz. Muhammet’in bir sözüyle başlıyordu: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra ebeveynleri tarafında Yahudi ve Hıristiyan yapılır.” Demek ki Tanrı’ya serzenişim boşunaymış. Demek Tanrı beni Müslüman olarak yaratmış. Bana bu maili atan hanımefendi “Kitab-ı Mukaddes’e göre Hz. İsa’nın son on iki saatini anlatan Tutku filmini seyrettiğini söyleyerek şunu yazmıştı: “Film, Hz. İsa’nın orijinal dili olan Aramca ile seslendirilmişti. Ve filmde ‘İsâ Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu. Yani Müslümanların hitabı gibi... Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasındaki tek benzerlik bu da değil. En önemlilerini senin için yolluyorum.
Namaz:
-“Müslümanların nasıl namaz kıldığını görmüşsündür. Ayakta durur Kur’an okuruz, sonra rükua gider kalkarız, sonra yüzüstü kapanıp secde yaparız.
Kitab-ı Mukaddes’i dinle:
Mezmurlar 95:6: Gelin secde kılalım ve rüku’a varalım; bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim!
Sayılar 16:20-22: …Ve Musa ve Harun yüzleri üzerine yere kapandılar…
Tekvin 17:3: Ve İbrahim (as) yüzüstü yere kapandı…
Çıkış 34:8: Ve Musa (as) acele ile rükua gitti ve ibadet etti.
Nehemya 8:6: Ve Üzeyr (as) büyük Rabbi takdis etti. Ve bütün kavim ellerini kaldırarak amin amin diye cevap verdiler. Ve rükua gittiler, secdeye kapanarak Rabblerine ibadet ettiler.
Matta 26:39: İsâ (as) yere kapanıp… dua etti…
Matta 17:6: Ve havariler yüzleri üzerine yere kapandılar…
Netice: İslâm Hz. Muhammed (as) ile başlamış bir din değildir. İslâm Hz. Adem (as) ile başlayıp Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as) ve İsâ (as) gibi büyük resullerle devam eden ve Hz. Muhammed (as) ile kendisine son nokta konulan bir dindir. İslâm yeni bir din değil, bilakis bu peygamberlerin geleneğini canlı tutan Allah’ın ilk ve tek ve son dinidir. Kitab-ı Mukaddes’te diğer peygamberler ve kavimler için anlatıldığı gibi bugün ibadet etmeden önce su ile temizlenen kimlerdir? Müslümanlar! Bugün hâlâ daha başını öne eğip yüzünü yere sürterek namaz kılan ve ellerini kaldırarak dua eden kimlerdir? Müslümanlar! Bugün kendisini örterek ibadet eden ve kapanarak haram nazarlardan kendisini koruyan kimdir? Müslüman kadınlar! Öyle ise bugün diğer peygamberlerin izinden giden ve hâliyle Kitab-ı Mukaddes’in de tahrif olmamış aksamını tatbik eden kimdir? Müslümanlar! Demek bir Hıristiyan Müslüman olsa dinini terk etmiş olmuyor, bilâkis kendi kitabında anlatıldığı üzere kulluk dairesine girmiş oluyor. Size naklettiğim onlarca Kitab-ı Mukaddes ayetinden sonra Kur’an’dan bir ayetle yazıma son veriyorum.
“İlahımız ve İlahınız birdir ve biz O’na Müslümanlar olarak teslim olmuşuzdur.’’
Bu mesajı kaç kere okudum hatırlamıyorum. Kalbim göğüs kafesini kıracak gibi atıyordu. Gözyaşlarıma mani olamıyordum. Sonunda yazının son cümlesini içimden gele gele söyledim. “İlahımız ve ilahınız birdir.” Evet, evet “İlahımız ve ilahınız birdir”. Ve ben de artık bu dakikadan itibaren Müslüman olarak O’na teslim oluyorum. “Teşekkürler Tanrım... Teşekkürler tan... Allah’ım!.. Allah’ım!.. Allah’ım!..”

Bismillah...

Müslüman olduktan sonra serin meltemler esmeye başladı yıllarca kavrulmuş yüreğimde. Artık tek bir anı bile ziyan etmek istemiyordum. O gün öğlen vakti ilk namazımı kıldım. Yalnızca bismillah demesini biliyordum. Gerçek dostlarımın yaptığı gibi ellerimi omuz hizasında kaldırdım ve “bismillah” dedim. Tarifsiz bir hal sardı bir anda beni ellerimi kalbimin üstünde birleştirir birleştirmez gözlerimden yaşlar süzüldü. Anlatamayacağım duygular içerisinde bildiğim tek şeyi tekrarlayıp durdum. Bismillah... bismillah... bismillah. ne muhteşem bir şeydi Allah’ım. Bismillah dedikçe önceki düşüşlerime inat helezonlar çize çize yükseliyordum sanki. Bir hayli durduktan sonra bismillah deyip rukuya vardım. Bismillah... bismillah... bismillah... Doğruldum bismillah. Sonunda yıllarca dolaştığım çöllerde kavrulmuş dudaklarım suya erdi. Damarlarımı kurutan beyabanın içinde bir vaha gibi adeta kendimi secdeye attım bismillah. Ve bismillah...bismillah...Allah, Allah... Bismillah. Yıllarca aradığım senmişsin. Uykusuz gecelerde andığım senmişsin.
Daha neler söyledim, neler hissettim anlatmam mümkün değil. Dillerin dönmediği, kelimelerin iflas ettiği yerler az değil ki. Bütün hissettiklerimden öte bir şey vardı ki nasıl söylesem, nasıl söylesem bilmem ki kalbimin derinliklerinde Allah’ın hoşnut olduğunu hissediyordum. Aslında bu kadar cümleyi boşuna yazdım. Söylenecek en güzel şey baştan başa yalnızca bismillah ile kılınan o ilk namaz, anlatılmaz.

Ve ışıklar aktı karanlık odama

Tarifler üstü bir hal ile kılınan o namazdan sonra kitaplara sarıldım. Geceler boyu okudum, okudum. İslamiyet’i öğrendikçe bütün sorularıma cevap buluyor, Hz. Muhammed’i tanıdıkça da Allah’a yaklaştığımı hissediyordum. Hayat, dünya, ahiret ve insanla alakalı ne varsa kafamda yerli yerine oturmuştu. Hayatıma bir mana gelirken içimin dağlarına güneş doğmuştu. Duvarları yıkılmıştı karanlık odamın. Artık ne beni hapseden duvarları vardı ne de bunaltan karanlığı. Güneş... Işık.. İslamiyet’le gelen ışık beni öyle etkiledi ki kendime ikinci bir isim verdim: “solnyeçnıy luç”, yani güneş ışığı. Şimdi keşke güneş ışığı olsaydım diye düşünüyorum. İslam güneşinin ışıkları olarak karanlığın kuytularında vaktiyle benim gibi kıvranıp duran insanların âlemine aksaydım.
Aileme henüz kararımı açıklamadım. Bunun için uygun zamanı bekliyorum. Ve onlar için sürekli dua ediyorum. Halen uluslararası işletmecilik ve yönetim üzerine master yapmaya devam ediyorum. Bir yandan da bir Amerikan şirketinde proje müdürü olarak çalışıyorum. Ama hayalimi bütün ailemle aynı anda secdeye varmak süslüyor. Ben, annem, kardeşim ve babam... Başımızı secdeye mıhlamış yalnızca bismillah, bismillah deyişlerimizi hayal ediyorum. Ve ilk namazımda kalbimin derinliklerinde hissettiğim duyguları bir kere daha yaşamayı umuyorum. Rabbimin bana tebessüm ettiğini bir daha hissetmek istiyorum​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Allahuekber....

Allahuekber....




Misyoner kız Müslüman oldu
Hıristiyan Misyoner Covita Guslin Müslüman olarak Maysara ismini aldı. İşte Gerçek Hayata konuşan eski misyonerin ibretlik öyküsü.
Bir zamanlar Hıristiyan bir misyonerken Müslüman olarak Maysara ismini alan Covita Guslin ile Malezya’nın Klantan Bölgesi’ndeki İslam Okulu’na yaptığım ziyaret esnasında tanıştık. İslam Okulu’na önceden başka dinlere mensup olup daha sonra İslam’a girmeye karar veren yeni Müslümanlar kabul ediliyor. 4 seneye yakın İslam Okulu’nda dini eğitim gören yeni Müslümanlar, bu eğitimlerinin sonunda davetçi oluyorlar ve çevrelerindeki insanlara İslam’ı anlatmaya başlıyorlar. İslam Okulu’nda tanıştığım yeni Müslümanlar arasında eski papazlardan tutun da, Budist rahiplere kadar birçok kişi vardı. Ayrıca bu okul tarafından yürütülen davet çalışmaları vasıtasıyla şu ana kadar binlerce kişi Müslüman olmuş. Arap bir yardım kuruluşu tarafından finanse edilen İslam Okulu’nun çalışanlarından biri de Maysara Hanım. Eski bir Hıristiyan Misyoner olan Maysara Hanım’ın hem misyonerlik çalışmaları hakkında anlattıkları, hem de İslam’a giriş öyküsü bana son derece ilginç geldi.

-Bize kendinizi anlatır mısınız? Sizi tanımak istiyoruz.
Malezya’nın doğusunda bulunan Sandakan Şehrinde doğdum.
İlk, orta ve lise öğrenimimi Sandakan’da tamamladım. Anne-babam ve ailemin bütün fertleri Hıristiyan’dılar. Ben de lise yıllarımda kilisedeki ayinleri aksatmayan ve Hıristiyanlığın yayılması için yoğun bir şekilde çaba gösteren Katolik bir davetçiydim. O dönemler en büyük hayalim yeryüzünde yaşayan bütün insanların İsa Mesih’e inanıp Hıristiyan olmalarıydı. Fakat Allah bana merhamet edip hakikati bulmamı sağladı ve 1999 yılında Müslüman oldum.

-Hakikatten kastınız sanırım İslam. Hıristiyan bir misyonerken Müslüman olmaya karar verdiniz. Sizdeki bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?



Müslüman olmaya karar vermem belli bir sürecin sonunda gerçekleşti. Okuduğum lisede farklı dinlerden öğrenciler vardı ve bir grup Hıristiyan arkadaşımla birlikte Hinduizm’e, Budizm’e ve İslam’a inanan öğrencilerin
Hıristiyan olmaları için çalışmalar yapıyorduk.

-Ne tür çalışmalar yapıyordunuz? Çevrenizdeki insanları Hıristiyanlaştırmak için nasıl bir yol izlediğinizden bahseder misiniz?

Davet çalışmalarımızı Sandakan’daki bazı papazların kontrolünde yürütüyorduk. Kiliseden eğitim alıyorduk ve papazlardan insanları İncil’e davet ederken nasıl bir yol izlememiz gerektiğini öğreniyorduk. Hıristiyan yapmaya karar verdiğimiz öğrencilerle ilk etapta iyi bir arkadaşlık kurup, onların bize sonsuz bir şekilde güven duymalarını sağlıyorduk. Daha sonra da bu öğrencilerin İncil ve kiliseyle tanışmalarına aracı oluyorduk. Bu aşamadan sonra ise devreye kilisedeki papazlar giriyorlardı ve Hıristiyan olmaya aday olan öğrencilerle tek tek ilgilenmeye başlıyorlardı. Bu sürecin sonunda öğrencilerin bir kısmı eski dinlerini terk edip Hıristiyan olmaya karar veriyorlardı.

-Hıristiyanlığa davet edeceğiniz öğrencileri tespit ederken nelere dikkat ediyordunuz?

Daha çok dindar olmayan ve bir arayış içinde olduğunu hissettiğimiz öğrencilerle ilgileniyorduk. Bu tür öğrencilerin Hıristiyan olmaya karar vermeleri diğer öğrencilere göre çok daha kolay oluyordu. Çeşitli partiler düzenliyorduk ve partiler sayesinde öğrencilerle olan ilişkilerimizi daha da geliştiriyorduk. Bu partiler her ay en az 5 veya 6 kez tekrarlanıyordu. Bu partilerde tanıştığımız yeni kişilerle de zaman içinde ilişkilerimizi daha da geliştiriyorduk.

“MERYEM SURESİ’NDEN ETKİLENDİM

- İslam’a giriş öykünüzü dinleyebilir miyiz?

Müslüman olmadan önce İslam’la ilgili bir çok bilgiye sahiptim; fakat zaman içerisinde bu bilgilerimin bir çoğunun yanlış olduğunu öğrendim. Hıristiyan olduğum dönemlerde de İslam’ın akide olarak Budizm ve Hinduizm’den daha güçlü olduğunu fark etmiştim. Okuldaki Müslüman öğrencileri de Hıristiyanlaştırmaya çalışıyorduk; fakat İslam’a karşı ben de her zaman bir ilgi ve sempati vardı. Bu ilgi ve sempatimi kimseyle paylaşmıyordum. Bazı dönemler İslam’la ilgili kitaplar okuyordum, ayrıca Kur-an ve İncil’in ortak yönlerini öğrenmeye çalışıyordum. Kur-an okurken özellikle Meryem Suresi’nden çok etkilendim ve Meryem Suresi’ni bitirdiğimde Kur-an’ın ilahi bir kitap olduğuna dair düşüncelerim daha da güçlendi. Kur-an’da “Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” mealinde bir ayet var. Bu ayette o dönemler beni çok etkilemişti.

-Müslüman olmaya ne zaman karar verdiniz?

Müslüman olmaya kesin olarak lise son sınıfta karar verdim. İslam’a olan ilgim arttıkça Müslümanlara karşı olan ilgim de artıyordu. Bir gün Müslümanların nasıl ibadet ettiklerini görmek için okulumuzun mescidini ziyaret ettim
ve mescidin bayanlar bölümüne girip bir köşeye oturdum. Müslümanların başlarını yere koyup Allah’a secde etmeleri beni çok etkiledi ve içimde yoğun bir şekilde Allah’a secde etme duygusu oluştu. Okulun mescidinden ayrılıp eve gittim ve odama girip secde etmeye, hakikati bulduğum için ağlamaya başladım.
Dakikalarca ağlayarak Allah’a secde ettim ve o an Müslüman olmaya karar verdim. Müslüman olmaya karar verdikten sonra Şeyh Besmi tarafından yazılan Rahman Tefsiri’ni satın aldım ve okul dışındaki vakitlerimi Rahman Tefsiri’ni okuyarak geçirmeye başladım. Rahman Tefsiri imanımı daha da güçlendirdi ve İslam’la ilgili zihnimde oluşan bütün sorulara bu tefsir sayesinde cevaplar buldum.

-Müslüman olmaya karar verdikten sonra bu kararınızı ailenizle ve çevrenizdeki arkadaşlarınızla paylaştınız mı?

Birkaç Müslüman arkadaşıma Müslüman olduğumu haber verdim; fakat 5 sene boyunca ailemden Müslüman olduğumu sakladım. Ayrıca Sava Vilayeti’nin başkenti olan Kotakinabalu’ya gidip İslam Meclisi yetkililerinden Müslüman olmam için bana yardımcı olmalarını istedim ve 1999 yılının Mart Ayında Kelime-i Şehadet getirerek İslam’a girdim.

“5 YIL GİZLİCE NAMAZ KILDIM”

- 5 sene boyunca Müslüman olduğunuzu ailenizden niçin sakladınız?

Müslüman olduğumu aileme haber verdiğimde onlardan tepki alacağımdan emindim. Hatta babam beni İslam’a girdiğim için evlatlıktan reddedip evden uzaklaştırabilirdi. Bu nedenle 5 sene boyunca namazlarımı gizlice kıldım ve çok istememe rağmen bana ait olan odamın dışında başörtüsü takamadım. 5 senenin sonunda aileme Müslüman olduğumu açıkladım ve beklediğim gibi büyük bir tepkiyle karşılaştım. Babam odama girip İslam’la ilgili bütün kitaplarımı toplayıp bahçede ateşe verdi. Ayrıca başörtülerimi ve seccademi de yaktı. Babamın Müslüman olduğum için bana uyguladığı baskılara dayanamadım ve belli bir zaman sonra evden ayrılmak zorunda kaldım. Kısa bir süre Kuala Lumpur’da Müslüman bir ailenin yanında kaldım, bu ailenin yardımıyla Klantan’daki İslam Okulu’na kayıtımı yaptırdım. İslam Okulu’nda 4 sene İslami İlimler alanında eğitim gördüm ve bu 4 senenin sonunda okuldan mezun oldum.
Daha sonra Malezyalı bir Müslüman ile evlendim ve 3 çocuğumuz oldu.
Şu anda da İslam Okulu’nda görevli olarak çalışmaya devam ediyorum.

-Sizce İslam’la Hıristiyanlık arasındaki en belirgin fark nedir?

İslam; insanın hayatında hiçbir boşluk bırakmayan tamamlanmış bir dindir. Bugün ki Hıristiyanlık ise tamamlanmamış, insanın hayatını tam anlamıyla dolduramayan eksik bir din. Ayrıca teslis inancı Hıristiyanların tamamına yakınının kafasını karıştırıyor ve kilisedeki din adamları teslis inancı ile ilgili sorulara insanları tatmin edici cevaplar veremiyorlar. Bugün ki Hıristiyanlık insanları 3 ilaha birden tapmaya çağırırken, İslam insanları tek olan Allah’a kulluk etmeye davet ediyor. İslam akide yönüyle de Hıristiyanlığa göre daha mantıklı ve güçlü.

-Sizin davet çalışmalarınız neticesinde İslam’a giren kişi veya kişiler oldu mu?


Evet. Kız kardeşlerimin üçü de farklı zamanlarda Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldular. Anne ve babamın da Müslüman olmalarını çok istiyorum ve onlar için dua ediyorum. Müslümanlar olarak insanlara İslam’ı anlatmalıyız
ve farklı dinlere mensup kişilerin Peygamber Efendimiz’i tanımalarını sağlamalıyız.

“ORUÇ BİR KALP İBADETİDİR”

-Ramazan ayının içindeyiz. Neler hissediyorsunuz?

Bu Ramazan Müslüman olarak geçirdiğim onuncu ramazan ve 10 senedir oruç tutmaya devam ediyorum. Ramazan ayı diğer aylarda kontrolden çıkan nefislerin dizginlenmesi için iyi bir fırsat. Ramazan bize nefis tezkiyesi için yardımcı oluyor, bu nedenle Ramazanın kıymetini iyi bilmeliyiz. Müslüman olduğum ilk zamanlar oruç bana daha fazla heyecan veriyordu; fakat şu an eski heyecanımı hissedemiyorum. Bu da manevi dünyamın, kalbimin zayıfladığını gösteriyor. Eğer iyi bir şekilde değerlendirilirse orucun kalbe, ruh dünyamıza büyük katkıları oluyor. Oruç bana göre bir kalp ibadetidir.

-Başörtüsü takmak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Başörtüsü her şeyden önce bana güven hissi veriyor ve başörtüsü takarak kötülüklerden ve kötü bakışlardan korunduğumu hissediyorum.

-Misyonerlik çalışmalarının içinde bulunan bir kişi olarak dinler arası diyalog meselesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Hıristiyanlarla aramızda ilişkiler olmalı ve onlara İslam’ı anlatmalıyız. Onlar da bize Hıristiyanlığı anlatabilirler. Fakat iki din hiçbir zaman bir araya gelemez; çünkü iki dinin de akidesi temel de çok farklı. İslam; Tevhid düşüncesini öncelerken, bugün ki Hıristiyanlık Tevhid düşüncesine tamamen ters inanışlar içeriyor.



Gerçek Hayat​
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Selamun aleyküm kardeşim,
Bir kez daha, defalarca ''elhamdülillah''
''Allah cc. nurunu tamamlayacak''
Emeğine,gönlüne sağlık canım,
Dualarda buluşmak dileği ile...
Allah'a cc. emanet ol.
Selametle..
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Selamun aleyküm kardeşim,
Bir kez daha, defalarca ''elhamdülillah''
''Allah cc. nurunu tamamlayacak''
Emeğine,gönlüne sağlık canım,
Dualarda buluşmak dileği ile...
Allah'a cc. emanet ol.
Selametle..

Ve Aleyküm Selam Canım kardeşim...
Elhamdülillah...
''Allah cc. nurunu tamamlayacak''
İnşallah canım kardeşim...
Okuyan güzel gözlerine sağlık...
Allah c.c. razı olsun
İnşallah...
Selametle kal...
Dualarında yer almak ve dualarda buluşmak duasıyla...
Allah c.c. emanet ol..​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
B)B)B)B)Çok Şükür MüslümanızB)B)B)B)
Allah c.c. Hakkıyla dinimizi Yaşayanlardan eylesin bizi ...
Amin...Amin...Amin...​
 

Su-Eda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2009
Mesajlar
5,725
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Maşallah Barekallah Subhanallah

Maşallah Barekallah Subhanallah




Alman kızı Ulla: Türkiye’de Müslüman doğup büyümüş gibiyim


16 yaşında kucağında bir çocukla İstanbul’a gelen Alman kızı Ulla’nın hikayesini Esra Nuray Sezer kaleme aldı. Bu ilginç hikaye Ulla Nasıl Müslüman Oldu adlı kitapta toplandı.
Almanya’da ilk eşiyle evlenirken sadece kağıt üzerinde Müslüman olan Alman kızı Ulla Kammer, yeni ismiyle Gülay Hanım, 37 yıl önce İstanbul’un o zamanlar mahalle bile sayılmayan tek tük gecekonduların olduğu bir tepesinde, kucağında ve karnında iki çocuğuyla terk edildi. 15 yaşında evlenmek zorunda kaldığı Türk işçi, Almanya’da geçinemeyince kucağında ilk çocuğu Gül ile İstanbul’a dönmüştü. Ancak burada da doğru dürüst bir iş tutamamıştı. Gülay Hanım ikinci kızı Filiz’e yedi aylık hamile iken, doğumu Almanya’da yapacağını söyleyerek geri döndü. Doğumunu komşularının yardımıyla yapan eşini aylar sonra görmeye geldi ve hemen geri döndü. Müslüman olduğu için ailesinin de reddettiği Gülay Hanım, bıkmadan mektup yazıp yardım istedi eşinden. Bu arada oğlu Yurdaer de doğmuştu. Üç çocuğuna dışarıya elişi yaparak çok zor şartlarda bakmaya çalışıyor ve yalnız bir kadın olduğu için çevresindeki erkekler tarafından sürekli rahatsız ediliyordu. Bir komşusunun gece kapıya dayanması bardağı taşıran son damla oldu. Yılların birikimi ile sinir buhranı yaşadı. Eşinin bu olaya da kayıtsız kalması üzerine geri döneceğinden tamamen ümidini kesip boşandı. Bir süre sonra evlendiği 2. eşi ile de mutluluğu kısa sürdü. Borçlanan eşi yüzünden yıllarca yoksulluk çekti. Üç çocuk da bu eşinden olmuştu.

Gülay Hanım’ın hayat mücadelesi o kadar zor ve ayrıntılı bir hikaye ki, tamamına bu sayfalarda yer vermek mümkün değil. En iyisi ayrıntıları Esra Nuray Sezer’in kaleme aldığı “Ulla Nasıl Müslüman Oldu” (Gülyurdu Yay.) adlı kitaba bırakıp, Gülay Hanım’ın İslam’ı öğrenme ve yaşama gayretini aktaralım.




--------------------------------------------------------------------------------


Kapağında güller olan kitap namazı anlatıyordu


Gülay Hanım Türkiye’ye geldiğinde tek kelime Türkçe bilmiyor, İslam’ı tanımıyordu. Dindar bir Hıristiyan olan annesi sayesinde kalbine Allah sevgisi yerleşmişti; ama o zaman bile teslis inancını kabul etmiyor, bir olan Allah’a inanıyordu. Diğer kardeşlerine ve yaşıtlarına göre temiz bir ahlaka sahipti. Herkes mayo ve şort ile dolaşırken o daha kapalı giyinir, yalnızken bile ayak ayak üstüne atmaz, bütün çatışmalarına rağmen anne babasına sesini yükseltmezdi. Bu hallerini anlatırken, “Allah beni güzel vasıflarla yaratmış, ne kadar şükretsem az.” diyen Gülay Hanım, ilk eşi gittikten sonra yaşadığı boşluğu ve duaya sarılışını şöyle anlatıyor: “Eşim gittikten sonra yalnız ve boşluk içinde kaldım. Çok yakınımızda cami vardı. Ezan sesi gelince ağlardım; ama ne söylediğini bilmiyordum. ‘Allah’ım ben neyim, Hıristiyan mıyım, Müslüman mı?’ diye düşünür, bana yardım etmesi ve doğru olanı göstermesi için çok dua ederdim. O zamanlardan beri duaya çok önem veririm. Kadir Gecesi doğmuşum galiba. Çünkü Allah, gayrimüslimlerin Kadir Gecesi’nde doğan çocuklarına da rahmetini dağıtırmış. Bana yol göstermesi için Allah’a çok dua ediyordum. Çevreden çok rahatsız ediyorlardı. Yalnızlık ve insanların baskısı yüzünden daha çok Allah’a yönelmiştim. Geceleri hep ağlardım. Dua ettikçe içim rahatlardı. Allah’ın yardımını hissediyordum.”

Okula başlayan kızı ile birlikte Türkçeyi öğrenen Gülay Hanım, eline ne geçerse okur. Bir gün evinin önünden kolunda kitap dolu sepetle yaşlı bir amca geçer.


Roman olmayınca üzülür; ama kapağında güller olan kitaplardan rastgele üç tane seçer. Bunlar, Namaz Hocası, Güzel Ahlak, Cennet ve Cehennem adlı kitaplardır. Namaz Hocası’ndan başlar okumaya. 1970’ler, İslam’ın çok fazla yaşanmadığı, Avrupa özentisinin had safhada olduğu yıllardır. Diğer kadınlar onun açık giyimine, konuşmasına, kültürüne özenirken, o arayış içinde İslam’ın nasıl bir din olduğunu öğrenmeye çalışmış, ancak kimseden sorularına cevap alamamıştır. Bu yüzden namazı anlatan bu ilk kitap onda şok tesiri yapar. Kendisine uzun bir etek dikip namaz kılmaya başlar. İslam ile ilgili okuduğu hiçbir şeye itiraz etmeyen, Allah’ın bütün emir ve yasaklarına harfiyen uymaya çalışan Gülay Hanım, sadece başını örtme konusunda tereddüt yaşar. Nefsine bunu nasıl kabul ettirdiğini şöyle anlatıyor: “Başımı namazdan sonra açıyordum. Sıcak bir yaz günü Allah bana gösterdi. Bir bardak su içmiştim. Allah’ım bu duru suyun içine ekşi bir şey koyabilirdin. Bu kadar berrak olmayabilirdi. Sen her şeyi eksiksiz yarattın. Bana da her şeyi eksiksiz verdin. Gözüm, kolum yerli yerinde; ama benim senin emirlerini yerine getirmede bir eksiğim var, diye düşündüm. Hatamı anladım. Başımı örttüm ve bir daha açmadım.” Gülay Hanım, Kur’an okumayı da kısa sürede öğrenir.




--------------------------------------------------------------------------------

‘BAŞIMIZA HOCA KESİLDİN’ DEDİLER

Gülay Hanım, inancına uygun yaşamaya başladıktan sonra çevresinde daha önce onu rahatsız eden insanlar artık saygılı davranmaya başlamıştır. İkinci evliliğini yaptıktan sonra bu anlamda rahat eder; ama bu sefer de eşinin sorumsuzluğu yüzünden ailenin geçimini yine kendisi üstlenmek zorunda kalır. Dışarıya elişi yapar, dikiş diker, küçük bir dükkan açıp 17 yıl işletir. Bu arada sürekli okuyarak imanını ve ibadetini artırır; ancak eşinin dini yaşama adına hiçbir gayreti yoktur. Haramlara karşı uyardıkça ondan ‘başımıza bir de hoca kesildin’ diye hakarete varan cevaplar alır. Buna rağmen kendini ve çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır. 27 yıl süren evliliğinde yaşadığı tüm zorluklara, yoksulluğa, açlığa katlanmasına rağmen eşinin kendisini başka bir hanımla aldatması üzerine boşanır. Zaten çocuklarının beşini evlendirmiştir.

Gülay Hanım’ın annesi, ilk eşi ile evli olduğu yıllarda kızını görmeye gelir ve yaşadığı yoksulluğu görünce geri götürmek ister. Ancak, eşini sevmese de ülkesine dönmeyi kabul etmez Gülay Hanım. Şimdilerde ise, her şeye rağmen, kötü bir vesile ile de olsa Türkiye’ye gelip İslam’ı tanımasına vesile olduğu için dua ediyor artık vefat etmiş olan eşine. Annesinin Müslüman olması da ayrıca mutlu ediyor onu. 33 yıl önce annesi hastalanınca son kez gitmiş Almanya’ya. Kardeşlerinin kötü davranması üzerine bir daha gitmeyi düşünmemiş. Gülay Hanım, “Üç kardeşimle annem vefat etmeden görüştüm. Müslüman hanım gibi örtündüğümü görünce beni beğenmediler. ‘Barbar Türklerden korktun sen’ dediler. Onlara bakınca Allah’a şükrettim. ‘Türkiye’de kuru ekmek yesem de razıyım’ dedim. Benim kalbim de tok, gözüm de tok. Çayla kuru ekmekle yaşarım ben. Soframda bir kase çorba olsun şükrederim. Dünyaya ait bütün varlıklar benim için boş artık. Bunları aştım. Artık hayattaki tek üzüntüm Allah’tan gafil geçirdiğim zamanlar için. Rabb’im öyle bir hale getirdi ki beni, birisi tokat atsa, ağır laf söylese karşılık veremem.” diye konuşuyor.


MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZ İÇİN DUA ETMEK ÇOK GÜZEL

Abdülkadir Geylani’nin, İmam Rabbani’nin, İmam Gazali’nin eserleri ve Risale-i Nur Külliyatı Gülay Hanım’ın sürekli okuduğu kitaplar. Elbette öncelik her zaman Kur’an-ı Kerim’de. Sabahları namazdan sonra eşi kalkana kadar en az iki saat kitap okuyor. Duaya çok önem veren Gülay Hanım, nasıl dua ettiğini şu sözlerle anlatıyor: “Samimi olsun yeter ki, dua kabul olur. Kabul olmazsa da demek ki isteğimiz bizim için hayırlı değilmiş deriz; ama dua etmekten de vazgeçmeyiz. İçimden geldiği gibi dua ederim. Zaten makbul olanı da bu. Müslümanlar için çok dua ediyorum. Ağlamadığım gün yok. Müslüman kardeşi için ağlamak herkese nasip olmuyor çünkü yüreklerimiz katılaşmış. Bu dünyaya meyil verdik. Daha çok para kazanmak, yemek, güzelleşmek için. Dünya namına hiçbir şeyde gözüm yok. Ben, Allah ile beraber olmadığım zaman mutsuz olurum. Hatalara ben de düşüyorum, çünkü insanım, ama Allah ile öyle bir diyaloğum var ki, ‘Allah’ım beni Sensiz bırakma bir an olsun. Bana Seni anlamak için akıl ve iman ver. Seni sevmek için de gönül ver. Gönlümde sen ol. Senin hikmetlerini anlayabilecek göz ver.’ diyorum. Her yerde Allah ile beraber olmaya çalışırım. Dünyaya ait boş konuşan insanlar ile beraber olmak zorunda kaldığım zaman çok sessiz olurum. Onlar konuşurken içimden Allah’ı anar, sevgili Peygamber’ime salavat getiririm.”




--------------------------------------------------------------------------------

İnternetteki sayfalarından gençleri hayra çağırıyor

33 senedir Almanca konuşmayan Gülay Hanım, kendisini bir Alman gibi değil, burada doğup büyümüş doğuştan Müslüman bir Türk gibi hissediyor. Yaşadığı semtteki birçok Kur’an sohbetine ve tefsir derslerine katılıyor. Kimi zaman da kendisi anlatıyor. Son zamanlarda internette kendine ait sayfalardan dünyanın birçok yerinde yaşayan Müslüman gençlerle iletişim kurarak, onlara İslam’ın güzelliklerini, Allah’a imanı, Peygamber sevgisini, güzel ahlakı anlatarak hayra sevk etmeye çalışıyor. “Bir kişiye bile olsa Allah’ı anlatmak benim görevim. O kadar doluyum ki her gün yazsam bitmez. Allah bana başka kapılar açsın.” diyen Gülay Hanım, Batman Akademi adlı aylık dergide ayda bir, Yeni Sakarya gazetesinde de haftada bir gün makale yazıyor

ŞEMSİNUR ÖZDEMİR haberi...​
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt