Anneciğim..
3 yıl kadar önceydi, 16 yaşındaydım, hatırlıyor musun? Doğuşta yayımlanan Bir Annenin Feryadı başlıklı bir yazıyı kaç kere okutturmuş ve gözyaşları arasında o acılı anneye dualar etmiş, onun için üzülmüş ve kimsenin böyle bir duruma düşmemesi için dilekler dilemiştik...
Özellikle bizim aile ve kendimiz için dualar etmiştik...
Dizinin dibine oturur, başımı gül kokulu göğsüne yaslar; bal akıtan dilinden nasihatler dinlerdim. Yüreğinin atışında ve her anlatışında bizler vardık. Verdiğin o öğütler, yolumu aydınlatır, ufkumu açar, kendime olan güvenimi artırır, hayata bakışımı şekillendirirdi.
Beynim dinç, ruhum diri, yüreğim huzura kavuşmuş olarak ayrılırdım yanından... Ve biz aile olarak asla parçalanmayacağı derdim kendi kendime...
Arkadaş seçimine dikkat et; Sibelle ilişkilerini sınırlı ve mesafeli tut derdin... Dinlerdim ve tutardım da nasihatlerini...
Ama ne oldu da bu hale geldik, hala anlayabilmiş ve sırrını çözebilmiş değilim... Gelsem, kapını çalsam; hem evinden hem de yüreğinden içeri alacaksın, biliyorum; ama, yüzüm yok.... Utanç yığınıyım anne... Hep 16 yaşındaki bebeğin olarak kalsaydım da, sana bu acı ve utancı tattırmasaydım...
İki yıl Atheneumda okudum; benimle gurur duyuyordunuz. Yüzümüzü güldürecek, topluma hizmet eden bir insan olacaksın yavrum; diye, benden herkese övgüyle bahsediyordunuz... İkinci yıl sınıfta kaldım, üzerinde durup, nedenlerini araştırmadınız; sorup/soruşturmadınız...
O yıl ben, Sibelin internet alışkanlığının kurbanı oldum. Sanal ortamda yazışmalar hoşuma gitmişti ve uzun zaman biriyle haberleşmiştim. Dersleri askıya almış, gece-gündüz bilgisayarın başında arkadaşımla yazışıyorduk... Benim bu halimden bile övgüyle bahsediyor, Aferin benim yavruma! Gece-gündüz ders çalışıyor diyordunuz...
Ağabeyimle chat arkadaşlığım
Uzun zaman intenette yazıştığımız, hatta kim olduğunu bilmeden, yüzünü görmeden aşık olduğum gençle tanışmak üzere randevulaştık. Korkuyor, çekiniyordum; ama daha fazla dayanamadım ve randevu sözü verdim...
Okanla bir kütüphanede buluşacak ve ben elimde, Kerime Nadirin, hiçkırık adlı romanının okuyor olarak onu karşılayacaktım... Okan, tarif ettiği giyimiyle sözleştiğimiz saatte karşımda duruyordu...
Ama bu olamazdı anne!!! Çünkü karşımda ağabeyim Erhan duruyordu... Aylarca yazıştığım, şiirler gönderdiğim, sevda şarkıları bestelediğim ve hatta sevdiğimi haykırdığım kişi kardeşim Erhanmış... Göz göze geldik, bakışlarımız mum gibi birbirimizi eritiverdi. Bir utanç yığınıydık.. Kanımın donduğunu, dünyanın durduğunu hissettim bir an... Gözlerinde yanan ışığın söndüğünü, alev fışkıran bir ocağa döndüğünü gördüm. Onurluydu, namusluydu ve o bir erkekti... Dövmedi, sövmedi; beni utancımla baş başa bıraktı ve çekip gitti...
Onunla dövüşür, kapışır, kırgın ve küsülü gezerdik ya anne; şimdi onu ne çok özlüyorum bir bilsen!.. Gömlek ve pantolonlarını ütülemeyi, odasına çay-kahve ¤¤¤ürmeyi, yatağını düzletmeyi bile özledim anne... O gidince dünyanın yükü omzuma bindi sanki...Ağabeyimin evi neden terk ettiğini hep merak ederdin ya anne, işte gizlenen bu sır ve utançtandı...
NOT : ALINTIDIR.