Cezbe, zikir sonucunda ALLAH tarafından verilen bir cereyanla, manevî kalbimizin rezonansa geçirilmesi (titreştirilmesi) hâlidir ki; bu cereyan, insanın manevî kalbinden geçişi sırasında, bütün vücudun değişik organlarını tesiri altına alır. Bazı kimseleri şiddetli bir şekilde sarsar, titretir. Bazılarında da gayri ihtiyarî, bir ses çıkarma, yahut "ALLAH!" diye bağırma şeklinde tezahür eder.
Cezbe, gerçekten Yüce Rabbimizin en büyük bir ihsanıdır. ALLAH'tan gelen ferahlatıcı bir özelliği vardır. Aynı zamanda ALLAH'ın bir işaretidir ki; O: "Ben varım. Her an seninle beraberim. Düşüncelerinden de haberdarım!" diyor; sarsıyor, gayri ihtiyarî bir ses çıkarttırıyor, "ALLAH!" diye de bağırtıyor.
Bundan 14 asır evvel, Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) de ve bütün Sahâbe-i Kiram da cezbeliydi. Hepsi devamlı namazda, zikirde, sohbette sarsılıyorlardı. Hatta Ebû Hüreyre (R.A) daima, kalbi zikirde olduğu için, çoğu zaman sokakta cezbeden yerlere düşer, bunu gören müşrikler: "Saralı Ebû Hüreyre!" diye üzerine basıp geçerlerdi.
Ne yazık ki, bu konunun mahiyeti zamanımızda da bilinmiyor. Aynen sahâbe gibi, cezbesi şiddetli olanlar, bilhassa cezbeleri anında "Yarabbi! Ne olur cezbemizi eksiltme, hep böyle devam etsin!" diye ALLAH'a yalvardıkları, zikirlerinin azalması sebebiyle, cezbesi azalanların, üzüntülerinden nice gözyaşları döktükleri, aramızda sık sık yaşanan olaylar olmasına rağmen, camilerde ve sohbetlerde, tasavvufun dışında cezbeden bîhaber olanlar, onları gördükleri zaman omuzlarından tutup: "Namazın bozuldu, bizim de namazımızı bozdun! Madem ki hastasın, bir doktara git. Cemaati rahatsız etmeye hakkın yok!" gibi, incitici sözleri ile haddi aştıklarının farkında bile değiller.
Zaten insanlar, her zaman bilmedikleri şeylere karşı tepki göstermişlerdir. Yunus 36'da, bu istikametteki mesajını veriyor:
10/YUNUS-36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ (zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).
"Onların çoğu, zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki; ALLAH, onların yaptıklarını bilendir."
Yunus 39'da da:
10/YUNUS-39: Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye'tihim te'vîluh(te'vîluhu), kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkıbetuz zâlimîn(zâlimîne).
"Hayır onlara tevîl gelmedikçe (gelmediği için) ilmini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar. Bunun gibi ondan öncekiler de yalanladılar. Artık bak zalimlerin akibeti (sonu) nasıl oldu."
Kesin bir gerçektir ki; bugün hangi dergâhta, o dergâhın müntesiplerinde cezbe varsa, o dergâh, ALLAH'ın sağlam bir dergâhıdır. Çünkü Asr-ı Saadet'ten sonra, Hazreti Peygamber (S.A.V)'den bu yana, irtibatın hiç kesilmemiş olmasını gösterir.
Gelin birlikte 14 asır evveline gidelim:
Hazreti Muhammed (S.A.V) Efendimiz, nübüvvetin eşiğinde. Ama henüz bilmiyor. Zaman zaman, yanına sadece ekmek ve su alarak, Hira Mağarası'na çıkıyor. Orada bir nevî itikafta ve yalnız. Kırk yaşına bastığı sene, bir gece gene Hira Mağarası'nda ALLAHû Tealâ, Cebrail (A.S)'ı gönderiyor. Bir insan hüviyetinde ve bembeyaz elbiseler içinde. Cebrail (A.S), mağaranın kapısından içeriye, ona doğru bir adım atarken:
"İkra Ya Muhammed!"
(Oku Ya Muhammed!) buyuruyor.
"Ene ümmi. Mâ bi gâriın"
(Ben ümmiyim, okuma bilmiyorum.)
Cebrail (A.S), bir adım daha atıyor, aynı şeyi söylüyor ve cevap yine aynı:
"Ben ümmîyim okuma bilmiyorum."
Mesafe o boyuttadır ki, Cebrail (A.S), bir adım daha attığında artık, O'na ulaşmış ve kollarıyla sımsıkı sarmış, Alâk Suresinin ilk 5 âyet-i kerimesini tebliğ etmiş, dolayısıyla risalet görevi de başlamıştır. İşte bu anda ALLAH'ın cereyanı, Cebrail(A.S)'a ve ondan da cezbe hüviyetinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e geçiyor. İkisi birden şiddetle sarsılıyorlar. Dolayısıyla ALLAH'ın Resûlü, kalbine yazılan âyet-i kerimeleri kalbinden okumuş, vahy-i ilâhiyi getiren Cebrail (A.S), anında yok olmuştur.
Bu âyet-i kerimenin ışığında, Hazreti Peygamber (S.A.V)'in, şu hadîs-i şeriflerini hatırlamamak mümkün değil:
"Lev lel mürebbî, le mâ araftu rabbî."
Eğer Mürebbim (Cebrail A.S) olmasaydı, Rabbime arif olamazdım.
Mürşidin farziyetine işaretiyle bunu söyleyen, o söz sultanıdır ve işte ilk cezbe, o gün başlamış, o günden sonra, hayatının sonuna kadar bu cezbeyle şereflenmiş. Sonra da kendisine biat eden bütün Sahâbe-i Kiram'a yayılmış.
Başta dört halife olmak üzere, hepsi hayatları boyunca bu güzelliği yaşamışlardır. ALLAH'ın cezbesi, bu kâinattaki en sağlam anahtardır. ALLAH'ın irşad davetine icabet edip, ezelde kendisi için ALLAH'ın tayin ettiği mürşidine ulaşan, dolayısıyla ALLAH'ın yoluna giren kişi, ilham alacak seviyeye geldiği zaman, aldığı ilhamın ALLAH'tan olduğunun kesin işaretini, ALLAHû Tealâ, arka arkaya üç defa cezbe vermek suretiyle, bütün vücudunu, yahut azalarından bir kaçını hazan yaprağı gibi sarsar, titretir. İlhamın ALLAH'tan geldiği kesinlik kazanır. İblis, nefsin kalbine füccur ilhamını ulaştırdığı halde, cezbe veremez. İnsanın bir kılını bile kıpırdatamaz.
ALLAHû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'inde cezbe sahiplerini nasıl anlatıyor birlikte görelim:
8/ENFAL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü'minler onlardır ki; ALLAH zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara ALLAH'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.
22/HAC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmîs salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
ALLAH'ı zikrettikleri zaman onların kalpleri (ALLAH'tan gelen bir cereyan ile) titrer. Onlar musîbetlere sabredenlerdir, namazlarını kılanlardır, rızıklarından dağıtanlardır.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşa'(yeşau), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
ALLAH, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını, ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirir. Bu (nurlar)dan, insanların derileri (tüyleri) ürperir ve Rab'lerine karşı huşû sahibi olurlar. Sonra ALLAH'ın zikri ile (bu nurlar) kişinin derilerini (vücudunu) ve (nefsinin) kalbini yumuşatır (titretir, aydınlatır, tezkiye eder ve böylece kişinin ruhunu ALLAH'a ulaştırır ve onu hidayete erdirir). İşte bu, ALLAH'ın hidayetidir ki; ALLAH, dilediği kişiyi (nefsini ALLAH'ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat'ına ulaştırarak), hidayete erdirir (3 hidayete de erdirir). Kimi de dalâlette bırakırsa, onun için bir hidayetçi yoktur.
Cezbe hem Rabbanî, hem şeytanî olabilir mi?
Mutlaka Rabbanîdir. Cezbe, bazen ruhsatın da da işaretini taşıyabilir. ALLAHû Tealâ'nın, o cezbeyi göndermekten neyi murat ettiğini, biz kulların bilmesi söz konusu değil. Çeşitli alternatifler var. Bir tanesi; şeytan da insana düşüncelerini ulaştırabilir, ALLAH da ulaştırabilir. Şeytanınkilere, ALLAHû Tealâ "füccur" diyor.
ALLAHû Tealâ'nınkilere ise "takva" deniliyor. Şeytan da ulaştırır bir şeyler. Yalnız, şeytan, düşünce ulaştırabilir; cezbe ulaştıramaz. ALLAHû Tealâ'dan bir şeyler alırken, araya bir düşünce girdi. Soracaksınız ALLAHû Tealâ'ya: "Yarabbi! Bu Senden mi?" Eğer ALLAHû Tealâ'dansa, onun senin bilmediğin başka bir anlamı vardır. ALLAHû Tealâ, 3 cezbe verir arka arkaya. O zaman, bileceksiniz ki; ALLAHû Tealâ'dandır. Eğer ilham alıyorsan, zaten anlamını sorarsınız; cevabı ardı ardına gelir. Senin seviyene göre cevaplar gelir. Bunları üst üste koyarak hedefe gidersin.
ALLAHû Tealâ, başka bir zaman kulunun dediğini teyid etmek istikametinde cezbe verebilir. Bir kişi bir şey söylüyor toplulukta. ALLAHû Tealâ, onun söylediklerinin doğruluğunu çevreye anlatmak istiyorsa, o kişiye cezbe verir. Bu bir işarettir ve ALLAHû Tealâ'nın en sağlam anahtarıdır. Her şeyden önce ALLAHû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri, bunların da dışında, bir çok anda bir kişiye cezbe verebilir.
Cezbe vermek, ALLAH'ın kendi kudretinde olan bir şeydir. Ve insan, buna mani olamadığı gibi, ALLAHû Tealâ onu titrettiği zaman, titrememezlik de edemez. Bir de kişi, beklemediği bir sesi, ansızın çıkartır ve o sesin çıkmasına mani olamazsınız. Bu, insanın elinde olmayan bir şeydir.
Öyleyse, Yüce Rabbimiz cezbeyi bir çok sebeple verir. Bir işaret olmak üzere verebilir. Teyid olarak görebilir. Senin çok ciddi bir sualinin, en sağlam anahtarını teşkil eder. Eğer cezbe sahibiysen, bu ALLAH'ın bir büyük ihsanıdır. Çünkü ilham alan bir kişi, her an şeytandan da birtakım yanlış şeylerin kendisine ulaşacağını bilmez. Bunun en kuvvetli ayıracı, ALLAH'tır. Onun için ruhsat sahibi olmamak üzere, ALLAHû Tealâ'dan müracaatta bulunmak lâzımdır.
Ruhsat varsa, mutlaka ruhsat yönüne gelir. ALLAHû Tealâ, dilediği zaman cezbeyi azaltabilir, dilediği zaman arttırabilir. ALLAHû Tealâ'nın, cezbeyi hangi kademede verdiği belli değildir. Ne zaman verdiği, ne zaman aldığı da belli değil. Kendisine has olaylar. Cezbenin gerçek muntesip hakkı ise daimî zikre ulaştıktan sonradır