Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cezaevi..MEDRESE''İ YUSUFİYE.......... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
large_Guantanamo_Detainees_Nov20-08Meye.jpg

__________________

YUSUFİYEDE BİR SABAH NAMAZI
"Allahu Ekber…Allahu Ekber..." Müezzinin yanık sesiyle kainata salınan Ezan-ı Muhammedi. Yüzü soğuk, nemli, acının ve ıstırabın, çilelerin ve mahvolmuşluğun envai çeşitlerine şahit olmuş dört duvar, okunan ezanı yıllarca susuz kalıp çatlak çatlak olmuş toprağın, suyu emdiği gibi yudum yudum içiyor, içtikçe kanıyor, kanadıkça yüreği damla damla eriyor, eriyor, eriyor... Adeta buhar olup uçuyor.


İşte, Allah’a inanan ve itaat eden insan zindanlarda da olsa mesuttur, bahtiyardır; inanmayanlar ise saraylarda da olsa zindandadır, bedbahtır“ sözünün hakikati ve tecellisi. „Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar, insan dünyada hayal ettiği kadar yaşar“ düsturundan hareketle git gidebildiğince, gönlünce... Ta ki, ötelerin ötesine... ve daha ötesine... Sonsuzluğa dek...

İşte böyle ulvi bir atmosfer içinde başlar Yusufiye’de sabah...Ölümün yarısı olan, üzerini katmer katmer örtmüş uyku kefeni bir Euzü Besmele ile parçalanarak kalkılır yataktan, şeytanın ve eniklerin inadına. Arkasına bakmadan kaçar şeytan, yılmışlık yıkılmışlık içinde hakir ve zelil olarak.... Sonra, meydan muzaffer müminlere kalır, at koştururlar mukaddes beldede dört bir yana...

Büyük bir itina ile alınan abdestler, sanki uzuvlara dalga dalga yayılan, onları maddeten olduğu gibi manen de tertemiz yapan nurdan damladır. İşte mescit bir köşede duruyor. Ah, dertlendiğim, kederlendiğim, sıkıldığım, bunaldığım, üzüldüğüm, hüzünlendiğim, sevindiğim, coştuğum zamanlarda bana kucağını açan, dert ortağım, keder dağıtıcım, ruh hekimim, acı dindiricim, her şeyim... Sende bulurum kendimi, seninle unuturum masivayı. Seninle konuşurum Rabbimle. Buyurmuyor mu ki, o server-i enbiya “Rabbiyle konuşmak isteyen namaz kılsın.”

Kılınan sünneti müteakip getirilen kametle başlayan Rabb ül Alemin huzurunda havf ve reca ile saf olmuş, omuz omuza vermiş insanlar... Rabbin “And olsun o saf saf dizilenlere” hitabına muhatap olanlar. Hal diliyle “Yarabbi, ya ilahi... işte huzurundayız, karşında ellerimiz bağlı, boynumuz bükük, başımız eğik… Günahkarız, günahlarımızdan dolayı yüzüne bakacak durumda değiliz, sen bizim efendimiz, biz ise senin köleleriniz. Bizi mağfiret eyle, bizi yarlığa kabul et, hatalarımızı günahlarımızı affeyle. Çünkü sen Settar’sın, Gaffar’sın. Yarabbi hiç kimsenin karşısında eğilmeyen bu vücut senin karşında iki büklüm oluyor. Sen azamet sahibi, bütün noksanlık sıfatlarından münezzeh olan Rabbimizsin. Ya ilahel alemin, bu yüz ki, işlemiş olduğum günahlardan kapkara olmuş. İşte huzurunda yerlere sürüyorum. Sen, bütün noksan sıfatlardan beri, bizim Rabbimizsin. Bizleri affeyle, bazı yüzlerin kara olacağı yevm-i kıyamette bizim yüzlerimizi nurlandır" diyorlar.

İmamın tekbirleriyle rük’uya eğilenler, secdeye gidenler tam bir ahenk ve disiplin içinde sanki tek vücut olmuş, benlikler silinmiş herkes bir olmuş. herkes O Bir'de bir olup Bir'de kaybolmuş. Yok olmayan bir tek O. Ezelde de var olan, ebedde de var olacak, hiç bir şey yokken var olan O: Allah Zül celal ve tekaddes...

Esselamu aleyküm ve Rahmetullah.... Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun ey sağımdaki sevap yazan melek, sağımdaki cemaat ve bütün müminler.

Esselamu aleyküm ve Rahmetullah... Yine Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun ey solumdaki günah yazan melek, solumdaki cemaat ve cümle müminler.

Böylece ötelerin ötesine gidiş, oralardaki seyir tamamlanır ve selam ile birlikte miraç’tan dünyaya dönülür...

Arkasından tesbihat ve arşa açılan eller. O eller ki, şairin:

"Dua, dua eller karıncalanmış,
Yıldızlar avuçta gök parçalanmış,
Gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik örer boşluğu."

mısralarında kendini bulur. Görevlerini yapmış olmanın verdiği huzur ve sükun içinde pırıl pırıl yüzler, nurlanmış alınlarla mescitten ayrılanlar, öğle namazına şimdiden hazırlanıyorlar.

 

melankolik5288

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2009
Mesajlar
2,794
Tepki puanı
1,773
Puanları
163
Yaş
36
Selamunaleyküm ağabey Allah razı olsun yine güzel bir paylaşım yapmışsınız.
Cezaevlerini, işkencehaneleri, Yusufiyelere, Taş Medreselere çeviren Canlara Selamlar olsun Allahın rahmeti ve bereketi onların üzerine olsun
Selam ve dua ile...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Selamunaleyküm ağabey Allah razı olsun yine güzel bir paylaşım yapmışsınız.
Cezaevlerini, işkencehaneleri, Yusufiyelere, Taş Medreselere çeviren Canlara Selamlar olsun Allahın rahmeti ve bereketi onların üzerine olsun
Selam ve dua ile...
Ve Aleyküm Selam gönüldaşımız...
Gönlüne bereket...
Rabbimize emanetsin...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
kuran.jpg

Üstad Necip Fazıla Hapisane de Meçhül Bir Müslümanın Hediyesi
Karpuz... Hayatımın en büyük hediyesi... Ramazandı. Oruçluydum. Tanıdığım bir tüccar iftar yemeğimi hergün evinden, hususî otomobiliyle gönderirdi. Ben de hapishane kapısının yanındaki ilk telörgüde yemeğimi beklerdim. Herkesin deliğine çekildiği o saatlerde bana izin verirlerdi. Yine böyle beklerken, bir gün ihtiyar bir adam telörgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir İhtiyar... Beni asla tanımadan "oğlum, içeride bir Necip Fazıl varmış!... Şu karpuzu ona hediye getirdim; Allah rızası için götürüp verir misin?" dedi. Gözlerim, hücum eden yaşlardan yangın içinde "ver, baba, hemen götüreyim!" dedim ve aldım. İşte hasbî, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için verilen hediye... Bu meçhul Müslümandan tüten edayı ömrümce unutamam!.. Keşke o karpuzu kesmeseydim; hep ona bakıp düşünseydim, İslâm ahlâkını fikretseydim, ağlasaydim, ağlasaydım...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Furkan Dergisi'nin bugün yeni Akit Gazetesi'nde yayımlanan ilanı.

224036_225589160788882_201572009857264_1048532_6662185_n.jpg



SALİH MİRZABEYOĞLU’NA TELEGRAM İŞKENCESİNE SON!

Bir insan, cezaevinde bana işkence yapılıyor, diyor…

Bir insan, bu işkencenin, beyni kontrol altına alıcı bir şekilde kendisini “robotlaştırmak” gayesiyle yapıldığını söylüyor…

Bir insan, diğer “zihin kontrol” şekillerinden (ilaç, hipnoz, telkin vs.) farklı olarak, bu işkencenin “cihaz” vasıtasıyla gerçekleştirildiğini, vücuduna her türlü “acı”nın dışarıdan görülmeyecek-farkedilmeyecek şekilde ve “görüntü nakli” verilerek yapıldığını, söylüyor…

Bir insan, bu tip “zihin kontrolü”nün isminin “TELEGRAM” olduğunu söylüyor…

Bir insan, “TELEGRAM” dediği bu Zihin Kontrolü üzerine yazılan bütün kitaplar, makaleler ve araştırmalarda, “ülkemizdeki kurban” olarak açıkça kaydediliyor, ismi bu alandaki dünya çapındaki literatüre giriyor.

Ve; bu ibretlik hâdise, el atılmamış bir mevzu olarak hâlâ orta yerde duruyor.

O zaman insan düşünüyor:

“Telegram” O’na değil de O’nun dışında herkese mi yapıldı da, kitaplara, araştırmalara konu olmuş bu işkence “görülemiyor”?

Ama unutmayın, Bolu F Tipi Cezaevi’nde Salih Mirzabeyoğlu, 11 senedir, her gün ve her saat “işkence” altında!

FURKAN DERGİSİ
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
KAPLANTAHL%C4%B0YE.JPG


Mustafa Kaplan Tahliye Edildi
22 Ocak 2010 tarihinde sözde El-Kaide yapılanmasına yönelik yapılan operasyonlarda tutuklanan Gazeteci-Yazar Mustafa Kaplan, Mehmet Doğan, Mehmet Nuri Turan ve Hilmi Azbay çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

11 AY SONRA MAHKEMEYE ÇIKARILMIŞTI

Gözaltına alınan isimlerin birçoğu tutuklanmadan serbest kalırken, kimileri de tutuklandıktan aylar sonra mahkemeye çıkarıldıklarında tahliye edildi. Kaplan ve Doğan’ın bulunduğu grup ise tutuklandıktan 11 ay sonra ancak mahkemeye çıkabilmişlerdi. İlk duruşmayı mevcut delil durumu kapsamında ileri bir tarihe erteleyen Beşiktaş 14. Ağır Ceza Mahkemesi, geçtiğimiz Cuma günü yapılan son duruşmada Gazeteci-Yazar Mustafa Kaplan, Mehmet Doğan, Mehmet Nuri Turan ve Hilmi Azbay’ı tutuksuz olarak yargılanmak üzere tahliye etti. Mahkeme, sanık Turgut Yıldırım’ın ise tutuklu olarak yargılanmasına karar verdi.

Emniyet güçleri tarafından geçen yılın Ocak ayında mütedeyyin insanlara yönelik operasyon gerçekleştirilmişti. İstanbul, Urfa, Malatya, Edirne ve Elazığ gibi illerde yapılan operasyonlarda 200'e yakın kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan isimler arasında Gazeteci-Yazar Mustafa Kaplan ve Mehmet Doğan gibi isimler de vardı.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
377809.jpg



Yardım beklerken 2. dava açıldı

28 Şubat sürecinde, adını bile bilmediği İBDA-C örgütünün üyesi olmak suçlamasıyla 14 yaşında iken idam cezasına çarptırılan, 10 yıl cezaevinde yatan ve iş konusunda yardım bekleyen Yakup Köse hakkında, hapiste iken kesici alet ve patlayıcı bulundurduğu iddiasıyla dava açıldığı ortaya çıktı.

Akit’e konuşan Köse, “28 Şubatçılar hakkında dava açınca birileri yeniden düğmeye bastı galiba. 10 yıl yetmedi, bir 10 yıl daha yatırmak istiyorlar” dedi.
Geçtiğimiz günlerde 28 Şubatçılara dava açan Yakup Köse’nin başı yine bir dava ile dertte. 28 Şubat sürecinde adını bile bilmediği bir örgütün üyesi olmak suçlamasıyla 14 yaşında iken idam cezasına çarptırılan ve 10 yıl cezaevinde yatan Köse hakkında, hapiste iken kesici alet ve patlayıcı bulundurduğu iddiasıyla dava açıldığı ortaya çıktı.

“10 YIL DAHA YATIRMAK İSTİYORLAR”

Akit’e konuşan Köse, “10 yıl yetmedi, 10 yıl daha yatırmak istiyorlar galiba” dedi. 28 Şubatçılardan hesap sormanın huzurunu yaşarken gelen bir haberle yıkıldığını belirten Köse, “2000 yılında Hayata Dönüş Operasyonu’nda Bandırma Cezaevi’ne baskın yapılmış, beni ve orada bulunan 30 arkadaşımızı alarak Eskişehir F Tipi Cezaevi’ne sevk etmişlerdi. O olay sırasında kolum kırılmıştı. Biz gittikten sonra cezaevinde tadilat yapan idare, betonların arasında bıçak ve kesici delici aletler bulmuş. Bunun üzerine hakkımda dava açmışlar. 11 yıl geçmiş, benim hiçbir haberim yok” diye konuştu.

“BİR DAHA CEZA ÖLÜMDEN BETER”

27 Mayıs 2011’de İstanbul Beşiktaş Adliyesi’nde bulunan 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde karar duruşmasının yapılacağını belirten Köse, şunları söyledi: “Dile kolay, 10 yıl yatmışım, yaralanmışım. Şimdi de hakkımda 18 yıl daha hapis cezası isteniyor. Bir daha ceza verirlerse ölümden beter olur benim için. Çünkü arkamda bir ailem var artık. Ömrümün en güzel yıllarını zaten içerde geçirmişim. Bir daha böyle bir cezayı çekemem. Hayatımın zindan olmasını istemiyorum.”

“YARDIM BEKLERKEN DAVA GELDİ”

Hapisten çıktıktan sonra evlenip yuva kurduğunu belirten Köse, “Zaten çocukluk ve gençlik yıllarımı orda geçirdim ve şimdi bakmam gereken bir ailem var. Ben devletten destek bekliyorken hukuk anlamında, iş anlamında, yaşama özgürlüğü hakkında, önüme koyulan bu dava bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı beni” diye konuştu.

“BU DAVANIN ADALETLİ OLDUĞUNA İNANMIYORUM”

28 Şubat sürecinde açılmış davaların adaletli olduğuna inanmadığını belirten Köse, şunları söyledi: “Sayın Başbakan şiir okuduğu için cezaevine atıldı. Devletin Cumhurbaşkanı Başbakan’ın suratına kitap fırlatıp binlerce esnafın batmasına sebep oldu. Başbakan Ecevit ülkede kaos olsun diye hastanede ilaç tedavisiyle öldürülmek istendi. Sırf insanlara faydası dokunsun diye okullar açan hocalarımıza ‘İrticacı’ demediler mi? Onların dershanelerine ‘İrtica yuvası’ demediler mi? O süreç nasıl adaletli bir süreç olabilir?”

“ASKER BENİ YARALADI, RAPORUM VAR”

Baskın sırasında kamera çekimleri yapıldığını ve o görüntülerin ortaya çıkarılması gerektiğini söyleyen Köse, sözlerini şöyle sürdürdü: “O görüntülerde kendi hazırladıkları moltofları üzerimize acımasızca attıkları ortaya çıkacak. Beni bir jandarma yaraladı, kolum kırıldı. Komutana kolumun kırık olduğunu ve acele hastaneye götürülmemi istedim. Bana Batı Çalışma Grubu için ifademi alacaklarını, sonra hastaneye götüreceklerini söyledi ama öyle bir şey olmadı, direk hastaneye götürdüler.”

28 ŞUBATÇILAR HAKKINDA DAVA AÇMIŞTI

25 Mayıs 1996 tarihinde Antalya’da İBDA-C üyesi olmak iddiasıyla gözaltına alınan ve idam cezası verilen Köse, çocuk yaşta 10 yıl hapis yatıp çıktıktan sonra, geçtiğimiz günlerde 28 Şubatçılar hakkında dava açmıştı. Köse’nin ibretlik hayat hikâyesini ilk defa Akit gündeme getirmişti.

Akit, Köse’nin 28 Şubat sürecinde henüz 14 yaşında bir lise öğrencisiyken gece baskını ile apar topar alınıp götürülüşünü ve 10 yıl boyunca haksız yere katillerle aynı koğuşta bırakılışını manşetten duyurmuştu. (üstte Yakup Köse’nin, Hayata Dönüş Operasyonu sırasında jandarmalar tarafından yaralandığını ve haklarında dava açıldığını gösteren belge.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Gazeteci Fazıl Duygun tutuklandı

fazil-durgun-tutuklandi.jpg


Yeni Nizam dergisi yazıişleri müdürü Fazıl Durgun tutuklandı.Türkiye'de tutuklu gazeteciler kervanına katılan duygun geçtiğimiz ay cezaeviden tahliye edilmişti.

Anap, MHP ve DSP tarafından kurulan Anasol-M Hükümeti’ni eleştirdiği için Yeni Nizam dergisi yazı işleri müdürü Fazıl Duygun, İstanbul 10. Ağır Ceza mahkemesince 13 gün hapis cezasına çaptırılmıştı.

Cezası onanan Duygun, 6 gün hapis yatmak üzere bugün tutuklandı.Fazıl Duygun basın ve yayında bir çok önemli röportajında altında imzası bulunuyordu. Çakal Carlos ve Filistinli ünlü kadın gerilla Leyla Halid'i telefonda yıllar sonra biraraya getirerek görüşmesinide sağlayan Duygun cezasını çekmek üzere Niğde E Tipi kapalı cezaevine gönderildi.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

http://furkandergisi.com/images/stories/garibder.jpg
Garib-Der Başkanı Abdurrahman Koç, “HAPİSHANEDEKİ KARDEŞLERİMİZ UNUTULUYOR!”
http://furkandergisi.com/index.php/...an-koc-hapishanedeki-kardeslerimiz-unutuluyor



Röportaj: Enes Mollaoğlu

“Allah kurtarsın”; hapishanede olan kişiler hakkında, ağzımıza pelesenk olmuş bir dua! “Allah kurtarsın” dedik mi tamamdır! Vicdanımız rahatlamış, “içeri”deki kardeşimize karşı tüm vazifemizi yerine getirmiş oluruz! Arada bir aklımıza geldiğinde de “Allah kurtarsın” der ve vicdanımızın derinlerinden gelen “Hapishanedeki kardeşini ara sor. Yardım et” çığlığını bastırırız. O çığlığın birgün karşımıza hangi sûrette çıkacağını bilmeden… 1 yıl önce, hapishanedeki kardeşlerinin dertlerini dert edinmeyi şiar edinmiş bir grub Müslüman bir araya geldi ve Garib-Der’i kurdu. Garib-Der’in niçin kurulduğunu ve neler yaptığını aşağıda okuyacaksınız. Dernek Başkanı Abdurrahman Koç anlattıklarıyla, vicdanımızın derinlerinden gelen çığlığı özgürlüğüne kavuşturuyor!

- Garib-Der’i kurma fikri sizde hangi ihtiyaca binaen hâsıl oldu?
- Bütün hamdler Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, O'na istiğfar eder ve nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. Şüb*hesiz AllahCelle Celaluhu kime hidayet verirse, kimse onu saptıramaz. Allah kimi saptırırsa, kimse ona hidayet veremez. Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir ve O'nun şeri*ki yoktur. Yine şahadet ederim ki Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellemmuhakkak onun kulu ve Rasûlüdür.
Allah’a hamd olsun, uzun senelerdir Müslümanlarla iç içeyiz. Müslümanların bir derdi olduğunda dertlenmeye çalışıyor, çevremizde bir Müslüman hapishaneye düşerse onunla ve ailesiyle ilgilenmeye çaba gösteriyorduk. Türkiye’de o kadar çok haksız operasyon yapılıyor ki, artık neredeyse her gün bir Müslüman içeri giriyor. Sayı hızla artınca bizim gücümüzü aşan talebler gelmeye başladı. Biz de mahkûm kardeşlerimize daha fazla yardımcı olmak için bir dernek çatısı altında toplanmayı uygun gördük.
- Dernek kurulalı ne kadar oldu?
- Bir seneyi geçti. Yeni bir dernek olmamıza rağmen bir sene içinde hapishanelerdeki mahkûmlara binlerce kitab gönderebildik hamd olsun.
- Derneğinizin ismi niçin Garib?
- Derneğimiz ismini, sokaktaki fakir fukara için kullanılan “garib guraba” dan almıyor. Derneğimiz ismini iki hadis-i şeriften alıyor. Birinci hadis-i şerifte Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor: “Bu din garib geldi garib gider. Ne mutlu o gariblere.” Diğer bir hadis-i şerifte, Tirmizî’de geçiyor, “Öyle bir zaman gelecek ki sünnetim kaybolacak. Benim sünnetimi o zaman garibler ihya etmeye çalışacak. Ne mutlu o gariblere.
- Faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
- Derneğimizin aslî faaliyeti hapishanelere kitab göndermek. İmkânlar ölçüsünde hapishanelerdeki esir kardeşlere maddî yardımda bulunmak ve esir kardeşlerimizin mağdur olan ailelerine yardımcı olmak.
Hapishanelere kitab göndermeyi önemsiyoruz. Zira bir Müslüman hapishanede dört duvar arasında kitap okumak ve ibadet etmekten başka ne yapabilir? Bu sebebten kardeşlerimize kitab gönderiyoruz. Hapishanelerdeki kardeşlerimizin çoğu kitab isteyemiyor veya satın alma imkânı olmuyor, birkaç kez yayıncılara mektup yazıyor ancak çoğu zaman talebi karşılanmıyor. Biz dernek olarak bu ihtiyacı gidermeye çalışıyoruz.
- Kitabları şahıslar adına mı gönderiyorsunuz?
- Evet, kitabları şahısların adına gönderiyoruz. Gönderirken kitablara “Emanet” kaşesi vuruyoruz. Bunu yapmaktaki maksadımız da, kitaplar bir kişi tarafından sahiblenilmesin. Hapishaneden tahliye olanlar yanlarında götüremesin. Böylece kitablar hapishanede kalıyor ve yeni gelenler okumaya imkân buluyor. Bazı hapishanelerde, örneğin F tipinde bazı sıkıntılar oluyor; bir odada 1 veya en fazla 3 kişi kalabiliyor. Bundan dolayı da birçok kardeş istifade edemiyor. Bazı kardeşlerimiz de emanetin mesuliyetini kabul etmiyorlar. İnşaAllah zaman geçtikçe biraz daha düzen sağlamaya çabalayacağız.
- Kitabları nasıl temin ediyorsunuz?
- Yayınevleri bazı kitabları bağış yapıyor. Bazıları zekâtlarını kitab olarak veriyor; bir yayınevi zekâtı olarak binlerce kitab verdi. Bazılarını imkânlarımızla alıyoruz. Bazı kardeşler evlerinde okumadıkları kitabları derneğimize getiriyorlar. Bu hususta tüm Müslümanlardan duyarlılık bekliyoruz. Yayınevlerine gidip derdimizi anlattığımızda, “hayırlı bir iş yaptığımızı” söyleyerek yardımcı olanlar olduğu gibi, hiç oralı olmayanlar da var. Bazı yayıncılar da ellerindeki defolu baskı hatası kitabları gönderiyorlar, bu da kardeşleri son derece üzüyor. Bize gelen bazı mektublarda sitem ediyorlar ve şöyle diyorlar “neden defolu kitaplar bize uygun görülüyor?” Hâlbuki en güzel kitablar onlara gönderilmeli değil mi? Bazı kardeşler de her yayınevine mektub yazıp gereğinden fazla kitab istiyor. Bunu fark eden yayıncı da rahatsız oluyor ve şevklerinin kırılmasına sebeb oluyor.
- Kitabları temin etmek kadar onları hapishanelere göndermek, ulaştırmak da önemli. Kitabları göndermede bir sıkıntı oluyor mu?
- Bazen hapishanelere gidecek kitabların, maddî imkânsızlıklar sebebiyle günlerce beklediği oluyordu. Sonra bir kardeşimiz gönderi işini üstlendi. Paketler biriktiğinde ona götürüyoruz, o da anlaşmalı olduğu kargo şirketiyle kitabları gönderiyor. Bu kardeşimiz gibi kardeşlerimiz çoğalırsa daha fazla ve hızlı kitab gönderme imkânına kavuşuruz. Çünkü kitab temini mevzuunda çok fazla sorunumuz yok. Müslümanlar yardım eder ve biz bu kitab projesinde hedefimize ulaşırsak çok büyük hayırlara vesile olunacağına inanıyoruz.
- Şimdiye kadar ulaşabildiğiniz mahkûm sayısı belli mi?
- İkiyüze yakın mahkûma ulaştık, tabiî ki sayı bunlarla sınırlı değil. Belli aralıklarla operasyonların yapıldığını duyuyoruz, sayılar sürekli artıyor.
-Operasyonların amacı nedir?
- Operasyonların amacından önce operasyonların şekilleri çok dikkat çekiyor. Yeterli delile ulaşmadan polisin sabah erken saatlerde yaptığı ev baskınlarının şeklinden, bu yakın zamanda Adalet bakanının da rahatsız olduğunu medyada gördük. Şöyle ki uzun namlulu silahlarla evlerin kapıları kırılarak içeri giriliyor.
Girdikleri evlerde yaşayanların Müslümanlar olduğunu bildikleri halde ev halkının toparlanmasına fırsat verilmiyor çocuklar karşılarında silahlı polisleri görünce çok korkuyorlar.
Yaşadığı mahalledeki gençleri kötü ortamlardan alıkoymak için gayret gösteren insanların dahi terör örgütü üyesi muamelesi gördüğüne şahid oluyoruz. Bazı Müslümanların suçsuzluğunun ortaya çıkması bazen üç dört seneyi buluyor. Oturduğu mahalle veya binadaki komşularının gözünde bir terörist gibi görülüyor.
Sonra bu operasyonlar medyada verilirken, “şu örgüte yönelik operasyonda gasp, çek senet tahsilâtı yaptıkları veya müstehcen cd ler bulundu” gibi iftiralarla kamuoyu nezdinde karalamalar yapılıyor. Tüm bunlar yapılırken hukuk devleti, hak adalet özgürlük gibi kavramlar da sürekli dillendiriliyor.
Operasyonlar konjonktür gereği oluyor. 28 Şubat sürecinde Müslümanların nasıl keyfi zulümlerle karşılaştığını herkes gördü. Bugün ise medeniyetler ittifakı, dinlerarası diyalog, sevgi ve hoşgörü gibi kavramları kullanıp, Müslümanların izzeti için kendilerini feda edenlerden nefret edip, Haham ve Papazlarla muhabbet içinde olanlara karşı gelmek hapishaneye düşmek için yeterli sebeb olmuş.
Bir insan sizin gibi düşünmeyebilir, bu onun terörist olduğu anlamına mı gelir? Hukukta, şübheden yola çıkarak cezalandırılma olmaz. Bazen 30–40 kişi toplu hâlde gözaltına alınıyor. İnsanların hayatları altüst oluyor; duyarlı avukatların bu haksız operasyonların karşısında bir şeyler yapmaları gerekiyor. Zira bu Müslümanların birçoğu kirada oturuyor ve çoluk çocukları perişan. Biz Müslümanların bu kardeşlerimize sahib çıkması boynumuzun borcu olmalı. Biz dernek olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ve tüm Müslümanları duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Ayrıca suçsuzluğu ortaya çıkıp beraat edenlerin devlet aleyhine dava açıp uğradıkları zararları tazmin etme haklarının olduğunu bilmeleri gerekiyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
- Kitab göndereceğiniz mahkûmları görüşlerine göre mi seçiyorsunuz?
-Hayır! Böyle bir ayrımı ahlâkî de bulmuyoruz ve İslâm kardeşlik hukukuna da uymayacağını inanıyoruz. Hapishanelerdeki mahkûmların çoğu sistem tarafından mağdur edilmiş insanlar. Onlar ortak değerlerimiz uğruna esir düşmüşler, onlar arasında ayırım yapmak bizim üzerimize vazife değil.
Ümmetin bu gün zillet içinde olmasının temel sebeblerinden biride bu taassub ve basiretsizliktir. İslâm beldelerinin kâfirler tarafından işgal edilip kaynaklarımızın sömürülmesi ve daha da vahimi namuslarımız kirletilip bunu tüm dünyaya gösteren kâfirler varken bizim kardeşliğin önüne başka değerler koymamız bu ümmet için helâktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Kâfir sistemlerin, mücadele eden kardeşlerimizi terörist görmesi biz Müslümanları ilgilendirmez. Bizler kardeşlerimize sahib çıkmak zorundayız. Bazı Müslümanlar esir kardeşlere yardım etmeye korkuyorlar, bunu teröre yardım sanıyorlar. Hâlbuki hukuken böyle durum söz konusu değil, zira tutuklu bir insan ne yapabilir ki? Bunu bahane edip kardeşine sahib çıkmayan bir Müslüman için utanç verici bir durumdur. Hiçbir Müslüman’a bu durum yakışmaz.
Düşünün, esir olmuş bir kardeşimizin üç beş yaşlarındaki çocuklarına sahib çıkmaya korkuyoruz. Bu durum hiçbir Müslüman’a yakışmaz. Zira bedel ödemeyi göze alamayanlar başarıya ulaşamazlar. Biz tüm Müslümanların bu rehaveti bırakıp ahiretlerini kurtarmalarını ve izzetli günlere talib olmaları gerektiğine inanıyoruz. Mağdurlar arasında da ayrım yapılmaz. Zaten böyle bir ayrım yapmak bizim üzerimize vazife de değil. Bizim vazifemiz, sistem tarafından mağdur edilmiş mahkûmlara yardımcı olmak. En azından bir kitab yollayarak onların yalnız olmadıklarını, unutulmadıklarını göstermek istiyoruz. Bazı kardeşler kendilerine gönderdiğimiz birkaç kitab ve üç beş kuruştan dolayı kendilerini mahcub görüyorlar, hâlbuki biz yapmamız gerekeni yapmadığımız için onlara karşı mahcub olmalıyız.
Bugün birçok Müslüman esir bir kardeşine ayda elli TL gönderebilir. Onların çocuklarının hâl hatırını sorabilir. Böylece onların gönüllerini alabilirler. Bu kalblerimizin yumuşaması ve dualarımızın kabulüne vesile olabilir.
Biz rahat ortamlarda oturup; kardeşlik, dayanışma, ensar-muhacir-cemaat, Tevhid, Cihad gibi kavramları çokça dillendiriyoruz. İçimizden bir kardeş esir düşünce de bu kavramların gereğini yapmıyoruz. Hâl böyle olunca o kardeşimizin de tüm bunların lafta kaldığını görüp hayal kırıklığı yaşadığını ve çıkınca da işe güce dalıp gittiğine şahid oluyoruz. Bizim bu tür durumlara fırsat vermememiz gerekir.
- İstenilen her kitabı gönderebiliyor musunuz?
- Temin edebildiklerimizi gönderiyoruz. Tek sıkıntımız kaynak eserlerde. Özellikle de Arabça eserler. Sizin aracılığınızla Müslüman kardeşlerimize seslenelim: Kitablıklarınızda süs eşyası gibi duran kitablarınızı kardeşlerimizden esirgemeyin. Zira okumak onlar için temel bir ihtiyaçtır. Ayrıca her istenilen kitabı göndermeyi doğru bulmuyoruz, insanların aracılığımızla yanlış bilgilenmelere vesile olmalarını istemiyoruz.
- Kitab gönderme dışında ailelerle de ilgileniyor musunuz?
- Hapishanelerdeki mahkûm kardeşlerimizi ailelerinden önde tutuyoruz. Ailelere çevreleri bir şekilde yardımda bulunuyor. Tabiî ki mağdur olanlar da oluyor. Biz o aileleri tesbit edip yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama öncelik esir kardeşlerimiz. Bu kardeşlerimizin gönlünü almak gerekiyor. Çünkü hapishanedeki kardeşlerimiz unutulup gidiyor. Bir vefasızlık var! Onları unutmadığımızı göstermek için çabalıyoruz. Onlara ayda, az da olsa maddî yardım yapmayı düşünüyoruz. Cüzî olsa da yapmaya da başladık. Hapishanedeki kardeşlerimizi ayda elli-yetmiş lira idare edebilir. Dışarıdaki Müslümanların bilgisine… Ayrıca ailelerle ilgili olarak kardeş aile projemiz var. Hapishanedeki kardeşlerimizin aileleriyle dışarıdaki kardeşlerimizin ailelerini tanıştırıp, mağdur ailenin ihtiyaçlarını gidermeyi düşünüyoruz.
- Kitab gönderdiğiniz mahkûmlardan size ulaşan tepkiler nasıl?
- Bize yazdıkları bazı mektublarda, Asr-ı Saadet Müslümanlığının örneğini günümüze taşıdığımızı yazıyorlar… Bizler bir kitab veya cüzî miktarda para göndermenin mahcubluğunu yaşarken onların bu minvaldeki ifadeleri bizleri daha da mahcub ediyor.
- Kitab göndermek isteyenler veya mahkûm ailelere ulaşmak isteyenler adresleri sizlerden alabilir mi?
- Tabiî… Biz de bunu istiyoruz. Dernek ve vakıf işlerinde istismara müsait zeminler var, bunu önlemek için biz birebir ilişkilerin bu olumsuz durumu engelleyeceğini düşünüyoruz. Böyle zannın altında kalmamak için, yardım yapacak kişilere adresleri veriyoruz. Bizim, “Al şu parayı gönder” diyen kardeşlerden ziyade, mahkûmlarla ve ailelerle birebir ilgilenecek, dertlenecek kardeşlere ihtiyacımız var. Böyle bir durum fitneleri önleyebilir ve insanların kalbleri daha rahat olur inancındayız.
- Yeni Akit Gazetesi’nde sizinle yapılmış bir röportajda derneğinizin faaliyetlerinden bahsedilirken, evli mahkûmları eşleriyle bir araya getirdiğinizden de bahsediliyordu. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de böyle bir uygulamaya izin veren bir yasa yok. Ailelerle buluşmayı nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
-Bunu hatırlattığınız için Allah razı olsun. Bu yazıya tekzib yazmayı düşünüyorduk ancak bunu nasıl yapalım diye bir yöntem bulmaya çalıştık, sizin vesilenizle bunu izah edeyim.
Bu asılsız haberin nasıl meydana geldiğini anlatayım.Gazeteden (Akit) bir muhabir gelmişti derneğimize. Muhabir bizimle röportaj yapmak ve faaliyetlerimizi haber yapmak istedi. O sıralar derneğimizle ilişkisi olup gelip giden bir avukat (O.K.) o an oradaydı ve gazeteciyi o çağırmıştı. “Derneğin faaliyetleri bu yazıda var” diyerek kendi yazdığı bir yazıyı muhabirin flaş belleğine attı. Biz de kendisine güvendiğimizden dolayı yazıyı kontrol etme ihtiyacı görmedik. Yazı gazetede çıktıktan sonra avukatın yazdıklarından haberdar oldum. Öyle vaatler verilmiş ki, bizim o vaatleri yerine getirmemiz mümkün değildi.
- Nedir o vaatler?
- Gazeteden okuyayım:
Cezaevlerinde inancından dolayı esir olan Müslümanlara hukukî yardım etmek, avukat temini etmek, aylık harçlıklarını yatırmak, geride kalan ailelere maddî ve mânevî yardımda bulunmak. Ayrıca cezaevlerindeki mahkûm ve tutukluları ayda bir gün ev ortamı gibi görüştürerek nesillerin devamını sağlıyoruz gibi ve daha başka vaatler.
Meşguliyetten dolayı yazının gazetede çıkıp çıkmadığını takib edememiştim. Ankara’dan gelen bir telefonla yazının yayınlandığından haberdar oldum. Telefondaki şahıs, “Benim ağabeyim de cezaevinde, aile buluşmasını hangi cezaevinde gerçekleştiriyorsunuz” diye sorunca şaşırıp kaldım. Kendisine, böyle bir uygulamamızın olmadığını, bir yanlış anlamanın olduğunu söyledim. Ama haber yayılmıştı ve hapishanelerden mektublar yağmaya başladı. Kendimi bir cenderenin içinde buldum. Sonra mezkûr avukatın derneğimizle olan hukukunu bitirdik. Kendisine, bu yaptığının ahlâkî bir davranış olmadığını, bir Müslüman’ın sorumsuzca bu tür vaatlerde bulunamayacağını söyledik.
Bizim vermediğimiz ama resmimizin ve adımızın altında yazılan bu vaatlerden hangisini gerçekleştirebiliriz diye gayret göstermek zorunda kaldık ve araştırma yapmaya başladık.
Katıldığımız bir Ramazan iftarında Mazlum-Der’in İstanbul şubesi başkanıyla tanıştık. Kendisi, “Ramazan’dan sonra bir cezaevi komisyonu kurmayı planladıklarını ve bizimle de, bu mevzudaki tecrübelerimizden faydalanmak için temas hâlinde olmak istediklerini” söyledi. Nasib olursa Garib-Der olarak kurulacak komisyonun içinde yer alacağız. İnşaallah bu hususta duyarlı avukatlarla görüşüp bir neticeler almaya çalışacağız.
Hapishanede aile hayatının sağlanabilmesi için dernek olarak bu hususu dillendirip kamuoyunun gündemine taşımaya çalışacağız. Bu bir zulümdür; evlenmemiş bir genci mahkûm edip müebbet hapis verdiğinde onun neslini de kurutuyorsun, evli ise onun ailesini de cezalandırıyorsun. Dünyanın birçok ülkesinde bu aile hayatı uygulamaları mevcut; örneğin Özbekistan’da bir mahkûm durumuna göre üç ayda bir 72 saat ailesiyle beraber olabiliyor, ona göre altyapı oluşturulmuş. Bu konuda hassasiyet sahibi insanları bu meseleyi dillendirmeye çağırıyoruz.
- Aslında evli mahkûmların aileleriyle ev ortamında görüşebilmeleri gerekir. Maalesef ülkemizde bu mevzu ara sıra gündeme gelse de bir sonuç yok. İnşallah gerek bu mevzuda ve gerekse diğer mevzularda derneğinizin vesilesiyle hayırlı sonuçlar alınır.
- İnşallah… Evli mahkûmların aileleriyle ev ortamında görüştürülmeleri birçok ülkede var. Mademki Türkiye ‘çağdaş’ bir ülke olduğunu iddia ediyor, sadece mahkûmları değil aileleri de cezalandıran uygulamadan vazgeçmek ve hem evliliklerin hem de nesillerin devamını sağlamış olur. Dualarımızın sonu VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN
Furkan Dergisi, Ekim-Kasım 2011, s.41

GARİPLER YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
Guraba Muslims Association
جمعية الغرباء المسلمين
İskenderpaşa Mah. Fevzi Paşa Cad.
Binaemini Sok. Şelale Apartmanı 4/4
Kıztaşı Fatih / İstanbul / Türkiye
Tel:0212 534 73 87 Faks: 0212 534 73 97 7
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ergenekon'da Özgürlük Sivas'ta Ceza!

29416.jpg

Sivas davasında 33 kişiye verilen müebbet hapis cezası, çoktan kesinleşti.. O haksız cezayı, halen çekiyor insanlar.. 18 yıldır cezaevinde olanlar var.. Ama, Sivas davası zamanaşımına uğruyor...diye ahlaksızca haberler üretiyorlar..

Ali İhsan KARAHASANOĞLU


Sivas olaylarından dolayı hâlâ onlarca insanımız cezaevinde..

Ama yetinmiyor, “demokrasi, özgürlük” diye yola çıkanlar; onlarca kişinin “yıllarca cezaevinde kalması”yla..

Daha fazla ceza istiyorlar..

Hem daha fazla ceza, hem de daha fazla kişiye ceza!

Cezadan kasdettikleri de, öyle birkaç yıl değil.. “Ömür boyu ceza” istiyorlar..

33 kişiye, bu cezayı verdirdiler zaten..

O cezanın verildiği ve dolayısıyla cezaevine konulanların dışında, bir de gıyabında yargılananlar var.

Kimisi ölmüş, yakınlarının bile haberi yok.. Kimisi gurbete gitmiş; ölü müdür, sağ mıdır, kendisinden bir haber bile alınamıyor.

18 yıldır ifadeleri alınamadığı için de, onlar hakkındaki dava zamanaşımına uğradı..

İşte; gıyabında yargılanan bu “6 kişi”nin durumu istismar edilip, sanki tüm Sivas davası zamanaşımına uğruyormuş gibi, bir hava estiriliyor.

Resmen yalan söyleniyor.

Medyaya da söyletiliyor..

Aslında, Sivas davasının zamanaşımına uğradığı falan yok.

Sivas davasında 33 kişiye verilen müebbet hapis cezası, çoktan kesinleşti..

O haksız cezayı, halen çekiyor insanlar.. 18 yıldır cezaevinde olanlar var..

Ama, “Sivas davası zamanaşımına uğruyor” diye ahlaksızca haberler üretiyorlar..

Ya öldüğü, ya kaybolduğu ya da yabancı ülkelere gittiği için bulunamayan 6 kişinin davası zamanaşımına uğrayacak diye, tüm dava zamanaşımına uğruyormuşçasına, kızılca kıyamet kopartıyorlar..

Bu planlı propagandanın dünkü nöbetçi sözcüsü
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba idi..

Ergenekon davasındaki yargılama sürecini sabah akşam eleştiren CHP’nin Malatya milletvekili Veli Ağbaba, halkın çok önemli bir sorununu çözecekmiş gibi çıkıyor kameralar karşısına ve “hukuk cinayeti” anlamına gelen teklifini açıklıyor: “2005 yılında yürürlüğe giren yasa ile insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zamanaşımı kaldırıldı. Ancak bu Sivas davasını kapsamıyor. Bu yasa yeniden düzenlenmeli ve Sivas katliamı zamanaşımından kurtarılmalıdır.”

Duydunuz mu;
Ergenekon sanıklarına tahliye isteyen “deve kuşları..”

Duydunuz mu, “Milletvekilleri niçin hâlâ cezaevinde” diye bas bas bağıran terör örgütü destekçileri..


Duydunuz mu, “Uydurma delil icat edildi.. Polis
Ergenekon davasının delillerinde oynama yaptı” diyen, sözde insan hakları savunucuları..

Bakın bir milletvekili ne istiyor..

“Geçmişe yürürlü kanun değişikliği yapalım” diyor!

Yani ne yapılacak?

Suçun işlendiği tarihte olmayan bir kural getirilecek. Sanki suç tarihinde de yürürlükte imiş gibi, sanık olarak gösterilen insanlara uygulanacak..

Ceza hukukunun en temel kuralı, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibi..

CHP milletvekili, “Önemli değil,. Kanunda o zaman böyle bir madde yokmuş. Şimdi yapalım kanunu, geçmişe de yürürlü olsun” diyor..

Ergenekon davası sanıkları için, bin bir özgürlük hikayesi uyduranlar, davanın adı “Sivas olayları” olunca, “Daha fazla ceza verdirelim. Daha fazla insanı cezaevine tıkalım. Tıktıklarımız da, daha fazla cezaevinde kalsın” diye, hukukun temelini dinamitleyen teklifler hazırlıyorlar..

Bize de, “Allah bu
CHP’lilerin eline, kimseyi düşürmesin” niyazında bulunmak düşüyor.

Öyle ya..

Bakmayın siz bunların,
Ergenekon eksenli tekliflerine; “Tutukluluk süresi, cezalandırma anlamına gelmemeli” diyerek söze başlayıp, “Muhalif olan herkes yargılanıyor. Suç delilleri somut olmalı.. Cezalandırma için yeterli delil olmadan, tutuklama verilmemeli” diye sözü bitirmelerine..

Bakmayın siz onların, “Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, insanlık dramıdır. Bu mahkemeler derhal kapatılmalıdır. Lağvedilmelidir” teklifinde bulunmalarına..

Sivas davasında, Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nden Seyfi Dede vasıtası ile çekip aldılar,
Ankara DGM’ye getirdiler davayı..

Hâlâ da,
Ankara Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor, Sivas sanıkları..

Hiç diyorlar mı, “Sivas sanıklarını, özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılamak, insanlık dramıdır. Derhal bu dava, normal mahkemelere gönderilmelidir.”

Demiyorlar.

Birisi, Sivas davasının özel yetkili mahkemeden alınmasını istesin.. Anasından doğduğuna pişman ederler alimallah.

Ah
CHP’liler ah..

Sivas sanıkları için yaptıklarınızın binde biri
Ergenekon sanıklarına yapılsa, bu ülkede taş üstünde taş bırakmazsınız..

Değil mi Veli Baba?

Değil mi; diktatörlerin bile yapamadığı, geçmişe yürürlü ceza kanunu teklifi yapan Ağbaba?

YENİ AKİT
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

Türkiye’de düşünce suçu ve fikir özgürlüğünün tarihi, şaşırtıcı olduğu kadar trajik hayat hikâyeleriyle örülü.



oz_yurdunda_garipsin_oz_vataninda_parya_h566.jpg

Düşüncenin sanık sandalyesinde olduğu davalar yakından incelendiğinde ise adil yargılama ve savunma hakkı gibi en temel demokratik hakların ihlal edildiği görülüyor. İşte farklı dünya görüşleriyle yakın tarihimizde iz bırakan aydınların sürgün ve cezaevlerinde kesişen hikâyeleri:



Yazdığı kitap İskilipli Atıf hoca’yı ipe götürdü

Fatih Medresesi dersiamlarından İskilipli Muhammed Atıf Efendi,12 Temmuz 1924’te Maarif Vekâleti’nden (Milli Eğitim Bakanlığı) aldığı izinle “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli 32 sayfalık risalesini yayınladı. Eserinde; ‘Avrupa’nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu olduğu; ancak yapılanın ise daha çok şuursuz bir batı taklitçiliği olduğu’ mesajını veriyordu. 28 Kasım 1925’te kabul edilen Şapka Kanunu, Atıf Hoca için sonun başlangıcı olacaktı. Bir gece ansızın evi polislerce basıldı. Resmi arama izni olmamasına rağmen arama yapıldı. “Frenk Mukallitliği ve Şapka” kitabı hakkında tutanak tutuldu. İstiklal Mahkemeleri, kanunu geriye doğru işleterek Atıf Hoca’yı “Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği” gerekçesiyle tutukladı. Basımından 18 ay sonra kitap, Bakanlar Kurulu kararıyla toplatıldı. Atıf Efendi önce Eser-i Cedit vapurunun hayvan taşınan hangarında Giresun’a götürüldü. Mahkemede şapka isyanında direnişçilerin başı olduğu öne sürülen Hafız Muharrem’le yüzleştirildi. Beraat etmesine rağmen serbest bırakılmadı. Trenle ‘Kel Ali’ lakaplı Ali Çetinkaya’nın başında olduğu Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi. Bu kez hakkındaki suçlama “halkı kanunlara karşı kışkırtmak”tı. Beş celse süren dava sonunda hakkında 3 yıl hapis istendi. Ancak Atıf Hoca, suçsuz olduğunu belirterek savunmasını hazırlamadı. İdam cezası 4 Şubat 1926’da infaz edildiğinde 51 yaşındaydı. Cenazesi ailesine teslim edilmeden kimsesizler mezarlığına defnedildi.

35 yıl sürgün hayatı yaşadı

Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said isyanıyla ilgisi olduğu iddiasıyla 1 Mart 1925’te Van’da zincire vurularak, kış mevsiminde ve çoğunlukla yaya olarak Erzurum, Trabzon, İstanbul üzerinden Burdur’a sürgün edildi. Hiçbir kanuni gerekçe gösterilmeden bir yıl zorunlu ikamete mecbur edildi. “Kahraman ve fedakâr İslam müdafiilerinin torunlarına kılıç çekilmez.” şeklindeki sözleriyle Şeyh Said’in başkaldırısına karşı çıktığını ifade etti. Isparta’da 2 ay gözetim altında tutulduktan sonra 1 Mart 1927’de hakkında bir mahkeme kararı olmadan Eğirdir ilçesine bağlı Barla köyüne sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. 1934′te Barla’dan Isparta’ya sevk edildi. Mahkemece kesinleşmiş bir suçu olmamasına rağmen toplumdan tecrit edilerek unutulmaya ve ölüme mahkûm edildi.

25 Nisan 1935’te ‘gizli cemiyet kurmak, dini siyasete alet etmek ve devletin düzenini değiştirmek’ suçlamasıyla 120 talebesiyle Isparta’da gözaltına alındı. Arama kararı olmaksızın yaşadığı mekân darmadağın edildi. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edildi. Eskişehir Hapishanesi’nde tek başına bir koğuşa konuldu. Tuvaleti bulunmayan soğuk hücresinde 3 ay boyunca tutuldu.

Dava sonucunda “Tesettür Risalesi”nden dolayı kendisi 11 ay, 15 talebesi de altışar ay hapse mahkûm oldu. 105 talebeye de beraat verildi. Karar tarihinde yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) ‘irtica’ kelimesiyle tanımlanmış bir suç tarifinin olmaması ise dikkat çekiciydi.

27 Mart 1936’de tahliye edildiğinde ise cezaevi kapısında bekleyen jandarma eri, kendisini; 7 yıl boyunca adım adım izlenerek sürgün hayatı yaşayacağı Kastamonu’na götürmek için bekliyordu. 1943 yılında 126 talebesiyle birlikte tekrar “rejimin temel düzenini yıkmak, aykırı fikirler neşretmek” iddiasıyla tutuklanarak Denizli Hapishanesi’ne sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı. Türk Tarih Kurumu üyelerinin de içinde bulunduğu bilirkişi heyeti, “Bediüzzaman’ın siyasi bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde tarikatçılık, cemiyetçilik mevcut değildir. Eserleri ilmî ve imanidir.” şeklinde rapor hazırladı. Beraat etti.

Denizli 26. sürgünüydü. Daha sonra Emirdağ’a götürüldü ve burada zorunlu ikamete mahkûm edildi. 23 Ocak 1948’de aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak, 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesi’ne sevk edildi. Sobasız, camları kırık büyük bir koğuşa koyuldu. Yaklaşık 20 ay hapiste tutuldu.“Siyaset ve şeytandan Allah’a sığınırım. Ben iman hakikatleri ile meşgulüm” demesine rağmen hakkında 20 ay hapis verildi. Oysa aynı suçlamalar için Denizli’de beraat emişti. Karar temyiz edilince tahliye oldu. Tekrar Emirdağ’a götürüldü.

Said Nursi’nin sürgün ve gözlem altında tutulması Demokrat Parti (DP) döneminde de devam etti. 1952′de müellifi olduğu “Gençlik Rehberi” isimli eser hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi. Mahkemeye son sözü “Ben Kur’an ve iman hizmetinde çalışan aciz bir adamım. Başka bir diyeceğim yoktur.” oldu. Beraat etti.

1953′te Emirdağ’a döndü. Afyon’da 8 yıldır devam eden mahkeme 23 Mayıs 1956’da Diyanet’in lehte raporuyla sonuçlandı. DP’nin iktidarda olduğu 10 Ocak 1960’da İçişleri Bakanı’nın talimatıyla Ankara’ya girmesi yasaklandı. Müellifi olduğu Risale-i Nur Külliyatı hakkında yaklaşık 1500 kez beraat kararı verildi. Sürgün yıllarında 20 kez zehirlenen Bediüzzaman, 23 Mart 1960′ta 82 yaşında Şanlıurfa’da vefat etti.

Eşref Edip, çırılçıplak hücreye konuldu

İslami çizgideki Sebilürreşad’ı yayınlayan Eşref Edip (Fergan), yazılarıyla Şeyh Said’i isyana teşvik ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Dergisi kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiğinde neden gözaltına alındığını henüz bilmiyordu. Cebeci Tutukevi’nde kendi ifadesiyle ‘çırılçıplak halde, soğuk ve rutubetli taş duvarlar arasında’ aylarca tutuldu. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Sebilürreşâd’ın yayımını durdurmak şartıyla 13 Eylül 1925’te serbest bırakıldı.

Yazdığı yazılar ve Ahmet Emin Yalman’la yaptığı yazılı tartışmalar yüzünden Malatya olayı (Yalman’ın silahlı saldırıda yaralanması) sonrasında tutuklandı. Son yargılanması ise 1967’de Bugün gazetesinde yayımlandıktan sonra kitap haline getirilen “Kara Kitap” adlı eseri sebebiyle oldu ve beraatla sonuçlandı. 15 Aralık 1971’de vefat etti.

Büyük Doğu Dergisi 16 kez kapatıldı

Yaşar Nâbi’nin “Bir mısrası Türk milletini ihya etmeye yeter” diyerek övdüğü Necip Fazıl Kısakürek, yazıları ve konferanslardaki sözlerinden dolayı çok kez mahkemelerin müdavimi oldu. Büyük Doğu Dergisi yayın hayatı boyunca 16 kez kapatıldı. Eserleri toplatıldı; basımı yasaklandı. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti yönetimine şiddetli muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. Madde’ye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu. Büyük Doğu, 30. sayıda yer alan “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” mealindeki bir Hadis sebebiyle ‘rejime itaatsizliği teşvik’ suçlamasıyla 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.

1947’de ‘Abdülhamîd’in Ruhaniyetinden Istimdat’ başlıklı Rıza Tevfik’e ait bir şiirin nesri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme kararıyla kapatılırken, kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. ‘Türklüğe Hakaret’ten yargılandı. 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. CHP gibi DP iktidarı da Necip Fazıl’a mesafeli durmayı tercih etti. ‘Çile’ şairi, 1957’de 8 ay hapis yattı.

27 Mayıs darbesinin ardından tutuklandı. Kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan ‘Sır’ isimli piyesinden dolayı ‘Milleti kanlı ihtilale teşvik’ suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. 1964′te Adnan Menderes için kaleme aldığı ‘Zeybeğin Ölümü’ şiirinden dolayı takibata uğradı. 1968′de ‘Vahidüddin’ adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı; kitap toplatıldı. Mahkeme, beraat kararı verdi. Ancak ‘Vahidüddin’ 1976′daki 3′üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve bilirkişi raporlarına rağmen 25 sahifelik bir kararla 1.5 yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı.

Kısakürek, ‘Din esasına bağlı cemiyet kurmak’, ‘Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir’, ‘Türklüğü hakaret’ suçlamalarıyla duruşmadan duruşmaya koştu. 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk’ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Bilirkişi, davaya konu olan “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı kitabın herhangi bir suç unsuru teşkil etmediğini içeren rapor verdi; ancak Necip Fazıl “Atatürk’e hakaret etmeye meyilli olmak” gerekçesiyle mahkûm edildi. 79 yaşında aramızdan ayrılan ‘Sultan-üş Şuara’, vefat etmeseydi kesinleşen hapis cezası için cezaevine girecekti.

Hekimoğlu İsmail 60 yaşında cezaevine girdi

“Aslında kitabın asıl adı ‘Ankaralı Abdullah’tır. Kitaba Ankaralı Abdullah adını verip, Ömer Okçu ismini kullansaydım, 5 yıl hapis yatacaktım ve ordudan da atılacaktım.” Yazılarında kullandığı “Hekimoğlu İsmail” müstear ismiyle tanınan Ömer Okçu, bir söyleşisinde satış rekorları kıran “Minyeli Abdullah” romanının hikâyesini bu şekilde anlatıyordu. Okçu, görevli bir astsubayken yazdığı romanında Hekimoğlu İsmail adını kullandı. Bu sayede Askeri Mahkemede mahkûm olmaktan kurtuldu. Ama bu fazla sürmeyecekti. Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163′üncü maddeden yargılandı. ‘Minyeli Abdullah’ romanı 1986′da toplatılıp sonra serbest bırakıldı. Bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlandı. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açıldı, Devlet Güvenlik Mahkemelerine çağrıldı. Yazarı olduğu Zaman gazetesinde “Demek ki öyle…” başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi’ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle 1 sene mahkûmiyet cezası aldı. 1992′de 60 yaşındayken Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi’nde 72 gün hapis yattı.

Farklı fikri yelpazelerde bulunan aydınların, sürgün, işkence ve hapis cezalarıyla karşılaşmalarının sebebi yıllar önce Yassıada duruşmalarında söylenen bir cümlede saklı sanki. Demokrat Partililerin, tutukluluk şartları ve savunma taleplerinin kabul edilmemesine itiraz etmeleri üzerine Mahkeme Başkanı Salim Başol’un o tarihi cevabı salona yayılmıştı: “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.”

28 Şubat mağduru ve hala cezaevinde!
Salih Mirzabeyoğlu

Üstad Necip Fazıl'ın talebesi, "onlar benim değil ben onların ardından koşacağım" dediği Salih Mirzabeyoğlu, 56 eserin sahibi mütefekkir.

28 Şubat sürecinde bir örgütün lideri olmak gibi tahayyül ötesi bir suçlama ile dönemin İstanbul 6 nolu DGM tarafından idam cezasına çarptıralan ve yaklaşık 13 yıldır Bolu F Tipi Cezaevinde Telegram işkencesi altında insanlık dışı bir uygulama ile cezası infaz edilen Salih Mirzabeyoğlu.

Yargılama sürecinde dönemin kurmay heyetinden bir paşa tarafından ziyaret edilen mahkemenin, orduevlerinde paşalardan brifinglerle eğitilen başkanı tarafından yapılan yargılama neticesinde cezalandırmayı gerektirecek hiçbir delil bulunmamasına rağmen hukukun bütün ilkeleri yok sayılarak idam cezasının kaldırılmasından dolayı ağırlaştırılmış müebbet cezaya çarptırılmıştır.

Büyük Doğu Haber

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
döneceğim elbette döneceğim
ama tabutta - ama dorukta
görevimin gereği bu benim
zindanda da olsa hep erim
hep böyle sürmeli duruşum - duan
böyle olmalı senin !

|Salih MİRZABEYOĞLU|



 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
döneceğim elbette döneceğim
ama tabutta - ama dorukta
görevimin gereği bu benim
zindanda da olsa hep erim
hep böyle sürmeli duruşum - duan
böyle olmalı senin !

|Salih MİRZABEYOĞLU|



abı gercekten kendısın kitaplarını çok merak ettim ne güzel paylaşımlar yapıyorsunuz ne güzel sözler bunlar..hepsini hayranlıkla okuyorum..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt