Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Çakal Karlos Müslüman..... (2 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com


Çakal Carlos Gerçek Bir Savaşçıdır...
ABD'ye karşı yaptığı sert eleştirileriyle tanınan Venezuela Devlet Başkanı bu kez de 'Çakal Carlos' lakabıyla tanınan İlich Sanchez Ramirez'i övdü.
Çeşitli ülkelerden gelen sosyalist siyasetçilere yaptığı, televizyondan yayınlanan konuşmasında Ramirez'i "devrim savaşçısı" olarak niteleyen Hugo Chavez’in, "Onu terörist olmakla suçluyorlar, ama Carlos aslında bir devrim savaşçısıydı. Onu savunuyorum ve yarın Avrupa'da ne diyecekleri benim için hiç fark etmez" şeklindeki sözleri sosyalist siyasetçilerce alkışlarla karşılandı.
Konuşmasında Ramirez'in haksız yere suçlu bulunduğuna inandığını söyleyen Chavez'in, uluslararası terörist hakkında "zamanında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün en büyük savaşçılarından biriydi" ifadelerini kullanması dikkati çekti.
1970'li ve 1980'li yıllarda birçok insanın hayatını kaybetmesine yol açan bombalı saldırıların, cinayetlerin ve dramatik rehin alma olaylarının baş planlayıcısı olarak kötü bir şöhret kazanan Ramirez, Fransız gizli servis görevlilerince 1994'te Sudan'da yakalanarak Fransa'ya getirilmişti.
Ramirez, yargılandığı Fransız mahkemesince, 1975'te 2 Fransız gizli servis görevlisi ile muhbir olduğu iddia edilen bir kişiyi öldürmekten suçlu bulunarak 1997'de ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.
Daha önce de Ramirez'den söz ederken "bir arkadaş" ifadesini kullandığı bilinen Venezuela'nın solcu devlet başkanı Chavez'in, 1999 yılında yaşanan bir olayda, kendisine hapisteyken bir not gönderen Ramirez'e karşılık olarak bir mektup yazdığını doğrulaması ülkesinde büyük bir tartışmanın yaşanmasına neden olmuştu.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Çakal Carlos da "HİLAFET" Dedi! -Röportaj-
Çakal Carlos da "HİLAFET" Dedi!

Assalamu aleikum

Dünyanın en ünlü istihbarat örgütlerini peşinde koşturan Carlos'un, Fransa'nın başkenti Paris'te bir otel odasında saklandığı tesbit edilir. Yüzlerce keskin nişancı ve polis Carlos'un saklandığı otelin etrafını sarar. Olayı canlı yayından veren dünya medyası artık Carlos'un sonunun geldiğini ve yıllardır dünyayı peşinden koşturan ünlü militanın ölü veya diri olarak yakalanacağını iddia etmektedir. Fransız özel timleri Carlos'un kaldığı otel odasını basar; fakat odada kimse yoktur. Çünkü Carlos her zaman olduğu gibi istihbarat örgütlerini inanılmaz zekası sayesinde yine atlatmıştır. Kaldığı evdeki bir masanın üstünde sıcak bir kahve, yanmaya devam eden bir puro ve ters dönmüş bir kitap bulunur. Kitabın ismi Çakal'dır. Bu olaydan sonra Carlos, Çakal lakabıyla anılmaya başlar.



Çakal Carlos kimdir?

20. yüzyılın "en ünlü militanı" olarak nitelendirilen Carlos, 25 Mart 1949 yılında Marksist bir ailenin oğlu olarak Venezuella'nın Caracas hastanesinde dünyaya geldi. 1966 yılında annesi ve kardeşleriyle birlikte Londra'ya gidip, İngiltere'de üniversite eğitimi gördü. Uzun bir dönem Marksist gençlik örgütlenmelerinin içinde yer alan Carlos, 1975 yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) kamplarında eğitilerek İsrail'e karşı savaşmaya başladı. Daha sonraki yıllar İsrail hükümetine karşı verdiği mücadeleyi Batı'nın büyük şehirlerine taşıyan Carlos, İsraille ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğe bombalı saldırıda bulundu. 1980 yılında dünyanın en çok aranan adamı olarak ilan edilen Carlos, CIA, Mossad, Interpol ve Fransız istihbaratını birçok kez atlattı. 1985'li yıllarda dünyadaki birçok devrimci Marksistin gözünde idol olarak görülen Carlos, özellikle yakalanmamaktaki başarısı, zekası ve cesaretiyle dünya medyasının gündeminden hiç düşmedi. Binbirsurat olarak da tanınan Carlos, özellike Viyana'daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 70 kişiyi rehin alması ve olay sonrası rehineleri Cezayir'e kaçırması herkesi şaşırttı. Daha sonraki yıllar özellikle Fransa'ya yönelik eylemler gerçekleştirmeye başlayan Carlos, bir dönem Fransız devletinin korkulu rüyası haline geldi. Carlos, 25 yıllık bir kovalamacanın ardından 1994 yılında Fransız ve Sudan istihbarat örgütlerinin ortaklaşa düzenledikleri bir operasyonla yakalandı. Fransız mahkemeleri tarafından 3 yıl yargılanan Carlos, yargılama esnasında devamlı olarak davaya bakan hakimle büyük bir irade savaşı verdi. Hatta hakime bir mahkemede; "Ben uluslararası bir savaşçıyım. Kiminle konuştuğuna ve hareketlerine dikkat et" diyerek uyarıda bulundu. Karar mahkemesinde 4 saat savunma yaparak sözlerini; "Sizler beni yargılama hakkına sahip değilsiniz. Fransız mahkemelerini tanımıyorum. Asıl ben sizi sömürdüğünüz, fakir bıraktığınız halklar adına yargılıyorum. Benim vatanım bütün yeryüzüdür. Kardeşlerim de ezilen, sömürülen bütün halklardır" diyerek tamamladı. Mahkeme sonrası müebbet hapis cezasına çarptırılan Carlos, yargılanma esnasında tanıştığı Fransa'nın en ünlü avukatlarından Isabella Coutant Peyre ile evlendi. Halen Fransa'da Fleury Merogis Cezaevi'nde bir hücrede tutulan Carlos, günlerinin birçoğunu İslâm üzerine araştırmalar yaparak geçiriyor. Müslüman olduktan sonra Salim Muhammed ismini alan Carlos'un cezaevinde kaleme aldığı "Devrimci İslâm" isimli bir kitabı bulunuyor.

İsmi İlich Ramirez Sanchez... Dünya onu Çakal Carlos lakabıyla tanıyor. Müslüman olduktan sonra ise ismini Salim Muhammed olarak değiştirdi. Özellikle 1980'li yıllarda yaptığı eylemlerle dünyayı "profesyonel savaşçı" kavramıyla tanıştıran Salim Muhammed hakkında birçok kitab yazılırken, hayatı da defalarca kez filmlere konu oldu. İlk defa 1975 yılında İslâm'la tanışan Salim Muhammed, cezaevine girdikten sonra kendini tamamen İslâm'la ilgili araştırmalara verdi. O şimdi 1.5 milyarlık İslâm Alemi'nin imanlı bir ferdi. Namaz kılıyor, oruç tutuyor ve yazdığı mektuplara "Kadiri Mutlak Allah'ın adıyla" diyerek başlıyor. Bir zamanlar dünyadaki Marksistlerin idolü olan Salim Muhammed, İslâm'ın bütün yeryüzüne hakim olması davasına kaldığı hücreden umut ve coşkusuyla yankı veriyor. İmanın ne kadar büyük bir imkan olduğunu yıllardır tutulduğu tek kişilik hücresinde "dik duruş"unu sürdürerek bütün dünyaya haykırıyor. Salim Muhammed, Allah ve Rasulüne olan inancından aldığı güçle, yeryüzünün dört bir yanındaki binlerce Müslüman esir gibi, "Zindan duvarlarınız, işkencehaneleriniz vız gelir bize vız. Bu yürek, bu umut vurulmaz zincire" diye haykırıyor. Antiemperyalist bilincin yüksek olduğu Latin Amerika ülkelerinde milyonlarca hayranı olan Salim Muhammed bizlere, büyük bir olayı da müjdeliyor. Dün Endülüs'te, Afrika'da, Orta Asya'da yürekleri fetheden İslâm, bugün Mek***a'da, Bolivya'da, Venezuella'da inanılmaz derecede ilgi görüyor. ABD ve İsrail'den nefret eden milyonlarca yoksul, devrimci, emekçi; Müslüman direnişçilerin emperyalizm ve Siyonizm karşısında yazdıkları destan nedeniyle hidayete erip Müslüman oluyor. Sizleri din kardeşim Salim Muhammed'in sorularımıza verdiği cevaplarla baş başa bırakırken, birkaç gün sürecek olan röportajın yapılmasında benden yardımlarını esirgemeyen Salim Muhammed'in eşi İsabella Hanımefendiye, Türk avukatı Ahmet Arslan Beye ve Aylık dergisi yazarlarından değerli arkadaşım Fazıl Duygun'a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum... Ayrıca bütün okuyucularımıza Salim Muhammed'in selamlarını iletiyorum.

Müslüman olmaya nasıl ve niçin karar verdiniz?

İslâm'la ilk defa Güney Yemen'in Joar bölgesinde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin bir kampında tanıştım. O zamanlar, Doğu Afrika'daki çok önemli bir İsrail hedefine saldırı düzenlemek için bir grup savaşçıyla eğitim görüyorduk. Savaşçıların hepsi Müslümandı ve ben Filistinli Müslüman direnişçilerin davranışlarından çok etkilendim. Hepsi Allah için kendilerini feda etmek için can atıyorlardı. Filistinli direnişçiler bana devamlı olarak İslâm'ı ve Kâinatın Efendisi Peygamberimiz'i anlatıyorlardı. Öğrendiklerim harika şeylerdi. O zamanlar komünistim. Fakat bütünsel bir sistem olma iddiasındaki materyalizm benim için her şeyi açıklayabilme özelliğine sahip değildi. Fizikçiler "Doğa boşluktan nefret eder" derler. İnsan doğası için de aynı şey geçerlidir ve ruhani boşluk da, boşlukların en beteridir. Marksizmden beni uzaklaştıran en büyük olgu kutsallığın ek***liğidir. Çünkü Marksizm insana bağlı bir dindir. Yani bu dinin kurucusu, teorisyeni bir insandır. Marksistler her zaman manevi bir güçle ilişki kuramama ek***liğini hissederler. Çünkü manevi güçle ilişkiye girmek insanın yaratılışında olan bir olgudur. Marksizm, Kadiri Mutlak Yaratıcıya karşı çıktığı için de gücü eline geçirdiği vakit yozlaşmaya mahkûmdur. Ben birçok konuyla ilgili soruların cevaplarını net bir şekilde İslâm'da buldum. Bana göre İslâm'ın özünde büyük bir manevi güç bulunuyor. Bu güç insana müthiş bir özgüven ve kainatla içten ve samimi bir ilişki kurma olanağı sağlıyor. Kendimi hapishane de hiçbir zaman buruk hissetmiyorum. Çünkü inancım çok büyük ve köklü... İnancım bu dört duvar arasında Allah'a yakınlaştığım sürece beni özgür kılıyor. Şuna inanıyorum ki, Batı insanı ve birçok Marksist, İslâm'ın kutup yıldızı ve yol göstericiliği sayesinde doğru yolu bulacaktır. Dünya Kadiri Mutlak Allah'ın izniyle İslâm'la özgürleşecektir...

Sık sık devrimci İslâm'dan bahsediyorsunuz. Devrimci İslâm kavramından neyi kasdettiğinizi açıklar mısınız?

"Devrimci İslâm" tabiri aslında bana ait değil. Bu sıfat, medya ve cezaevinde yazdığım kitabımı yayınlayan yayınevine aittir. Ben devrimci İslâm kavramını gereksiz görüyorum. Çünkü İslâm özü itibarıyla zaten devrimci bir karaktere sahip. Hz. Peygamber Mekke aristokrasisini yıkarak tarihin en büyük devrimini gerçekleştirmiştir. Bana göre devrimci İslâm: "İslâmî kuralların hâkim olduğu, adaletin sağlandığı, eşitsizliğin en aza indirildiği bir düzeni ve zalimler karşısında dik duruşlarını sürdüren, anti-emperyalist mücadelenin kefili yiğit Müslümanları anlatır."

Dünyaca meşhur bir eylemci olarak, 11 Eylül eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

11 Eylül eylemi Müslümanların kutsal mekan ve topraklarının işgal edilmesine, Filistin halkının uğradığı adaletsizliğe, Irak'ta ambargo nedeniyle ölen binlerce çocuğun uğradığı zulme karşı verilen anlamlı bir cevaptır. Bu tür olağanüstü feda eylemleri beni, 1991 yılı Mart ayına götürüyor. Pakistan'daki El-Zülfikar Örgütü Genel Sekreteri Şehid Mir Mirza Butto orijinal bir fikir olarak ve ilk defa, işgal edilen ve yıkılan Irak'ın intikamını almak için patlayıcı yüklü uçaklarla İkiz Kulelere saldırma fikrini ortaya atmıştı. Yıkım acısını tadan ABD halkı ve onun çökmüş hükümeti, yılllardır ısrarla insanlığa saldırmaktadır. 11 Eylül eylemiyle ABD'nin coğrafi kutsallığı ve yenilmezlik efsanesi sona erdi. Müslümanlar olarak şunu unutmamalıyız ki, ABD efsane bir ülke değildir. Onlar da diğer uluslar gibi, gerekirse güç kullanılarak yenilmenin nasıl bir duygu olduğunu tatmalılar. ABD yönetimi de şunu bilmeli ki, Hollywood düşlerinden, Rambolardan, Süpermenlerdan oluşan kurgularınızın sonu artık geldi.

11 Eylül saldırısını düzenleyenler size göre niçin İkiz Kuleleri ve Pentagon'u hedef seçtiler.

Hedef seçimi bana göre tamamen simgeseldi. Kibir ve küstahlığın en önemli iki sembolü vuruldu. İkiz Kuleler, Amerika'nın bütün diğer halklara karşı sürdürdüğü ekonomik sömürü ve savaşın küstah sembolüydü. Diğer hedef Pentagon ise askeri ve teknolojik gücün merkeziydi. Pentagon'a atılan golle bir bakıma emperyalist ABD'nin coğrafi, askeri, maddi ve sembolik kutsallığı sona erdi. Tüm suçlular gibi ABD'de de 11 Eylül eylemine kadar yaptığı zulümlerin hesabını vereceğini düşünmüyordu. Saldırıyla birlikte yaptığı zulümlerin bedelini ödemek, savaş suçlarının hesabını vermek zorunda kaldı.

Amerikan ordusu, 11 Eylül saldırısından sonra İslâm topraklarını bir bir kuşatmaya başladı. Bu kuşatma dalgasıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

11 Eylül 2001 sonrası dünya, strateji uzmanlarının öngördüğü gibi bir medeniyetler çatışması yaşamayacaktır. Aksine maddenin, ahlaksızlığın, metanın baskıcı hükümranlığını yıkmaya yönelik manevi ve devrimci bir güç olan İslâm, dünyanın gündemine daha fazla girecektir. Bugün dünyaya dayatılan kapitalist sistemde insan da ticari bir mala dönüştürülmeye çalışılıyor. Müslümanların tüm dünyayı yönetmek isteyen Siyonizm ve emperyalizmin önünü kesmeleri gerekiyor. Büyük bir devrim gücü olan İslâm, halkların köleleşmesine karşı çıkabilecek tek güçtür. 11 Eylül eylemi ABD'nin yıllarca önce kararlaştırdığı işgal planlarının bahanesi oldu. Mevcut olan işgal zaten gerçekleşecekti. Çünkü kapitalizm devamlı olarak büyümek, dünyayı pazar haline getirmek zorundadır. Bu büyüme durduğu an kapitalizm çökme sürecine girer. Batının tüketim kültürüne meydan okuyan, kafa tutan tek din, tek inanç sistemi İslâm olduğu için bu durum ABD'yi rahatsız ediyordu. Bush ve adamları 11 Eylül eyleminden sonra uzun bir savaş için Ortadoğu topraklarına çıkarma yaptılar. Ancak, ABD şu an savaşı kaybediyor ve Allah'ın izniyle de en yakın zamanda Ortadoğu topraklarından defolup gidecektir.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Devamı...
Müslüman olmanız, hayatınızda ve iç dünyanızda ne gibi değişikliklere yol açtı?

Müslüman olduğum ilk yıllarda, İslâm hayatıma çok önemli bir değişiklik getirmedi. Ailemden aldığım sağlam ahlâki değerler sebebiyle, İslâmî olgunluk zevkini tatmam uzun bir sürece yayıldı. Daha sonraki yıllar imanın tadını almaya başladım. Bu tadı anlatmak benim için gerçekten çok güç. Fakat Müslüman kardeşlerimin neyi kastettiğimi anladıklarımdan eminim. İslâm bana yaşadığım zorluklara karşı dayanma gücü de veriyor. İslâm'dan aldığım manevi güçle bütün emperyalistlere karşı meydan okuma kuvvetini kendimde buluyorum. Müslüman olmam, insanlarla dayanışma hissimi daha da güçlendirdi. Çökmekte olan Batı toplumlarının en büyük günahlarından olan bireysellik hastalığından beni uzaklaştırdı. Ben her zaman insanların sömürülmediği bir dünya için mücadele verdim. Bugün benim için mücadelemin temel dayanağı ve inandığım devrimin adı İslâm'dır. Bundan sonraki hayatımı İslâm'ın bütün yeryüzüne hakim olması için yegane şart olan İslâm devrimine adayacağım. Emperyalizme ve Siyonizme karşı çıkan bütün devrimci örgüt ve savaşçıları İslâm bayrağı altında toplanmaya çağırıyorum. İnsanlığın tek kurtuluş adresi artık İslâm'dır. Allahuekber...

Filistin'in özgürleşmesi için birçok eyleme imza attınız. Filistin özgürlük mücadelesinin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çoğunu plânladığım veya yönettiğim eylemlerde daha çok, Filistin direniş eylemlerinin kayıtlarını tutmuştum.

Temel şablona bakacak olursanız:

Filistin direnişinin, ikiye ayrılmış olduğunu görürsünüz;

1. Kutsal toprakların özgürleştirilmesi için savaşan mücahidler,

2. Küçücük bir toprak parçası uğruna, Siyonist düşmanla anlaşan ve taviz veren çıkarcı sınıf.

İsrailliler, Filistin halkını vatanlarından söküp atmak üzere kurulmuş tarihî Siyonist politikaları esas almışlardır. İsrail'le asla barış yapılmaz. Filistin halkı, İsrail devletiyle masaya oturan çıkarcı grupla değil, Siyonizme karşı verilen mücadelede canlarını feda eden mücahidlerin yanında saf tuttukça zaferi elde edecektir. Cezaevinden devamlı olarak Filistinli mücahidler için dua ediyorum.

Irak direnişi hakkında yapılan spekülasyonlar gün geçtikçe artıyor. Siz Irak direnişi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zaman geçtikçe Irak direnişi itibar kazanmaya devam edecek, bağışlayıcı Allah'ın izniyle Irak direnişi ABD'nin sonunu getirecektir. İnsanlığın yüzakı olan Irak direnişi dünyanın dört bir yanındaki anti emperyalist örgütlenmelerin de hayranlığını cezbediyor. ABD düşmanı birçok insanın öfkesi Müslüman fedailerin Irak'ta işgalcilere karşı gerçekleştirdikleri eylemlerle coşkun bir umuda dönüşüyor. Ortadoğu'daki direniş ateşi hiçbir zaman sönmeyecek. Anti emperyalist bilincin güçlü olduğu Latin Amerika ülkelerinde insanlar gruplar halinde Müslüman oluyorlar. Artık İslâm mücahidlerinin inanılmaz iradeleri karşısında duracak hiçbir güç yoktur. ABD ordusu, bağışlayıcı Allah'ın izniyle Müslüman direnişçilerin önünde diz çökecektir. İnsanlık bütün dengeleri alt üst edecek büyük bir zafere hazır olsun. Allahuekber...

Tutuklu kaldığınız cezaevinde çeşitli baskı ve zulümler gördüğünüze dair iddialar var. Bu olayların aslı nedir?

24 Ocak 2005 tarihinde, Avrupa'nın en büyük emniyet tertibatlı cezaevi olan Fleury Merogis Cezaevi'ne nakledildim. Burada halen, bir tecrid hücresinde kalmaktayım. Şimdi bulunduğum cezaevine nakledilmeden önce, meşhur Fresnes Cezaevi'nde 10 ay kaldım. Şu an kaldığım cezaevinde duvara monte edilmiş ve yuvarlak biçimli metal bir tabureye oturmak için, kollarımla tırmanıyorum ve acılar içinde taburede oturmaya çalışıyorum. Defalarca ve gereksiz yere, emniyeti sağlama yalanı ile vücudumu çıplak bir halde arıyorlar. P***olojimi bozmak için çeşitli tacizlere uğruyorum. Ayrıca ziyaretçilerimle görüşmeme müsaade edilmiyor. Avukatlarım defalarca provoke edildi ve tacize uğradı. Özellikle Siyonist çevrelerin Fransız hükümetine; bana karşı uygulanan saldırıların artırılması için sürekli olarak baskı yaptıklarına dair haberler alıyorum. Ama Rabbimin yardımıyla onlar beni çökertmeyi asla başaramayacaklar. Gerekirse bir İslâm fedaisi gibi burada öleceğim. ALLAHUEKBER! Fransa'da Müslüman mahkûmlara karşı (Fransız cezaevlerindeki mahkûmların yarıdan fazlası Müslümandır) yoğun bir baskı var. İktidara hangi parti gelirse gelsin bu değişmez. Fransa, aynı zamanda "insan hakları" müdafaacısı gibi görünür ve özellikle Türkiye'ye insan hakları dersi vermeye kalkar. Binlerce Cezayirli, 50 yıl kadar önce Fransa tarafından katledilmedi mi? Bu süre içerisinde bir tek Fransız savaş suçlusu bile yargılanmadı. Fransa'nın insan hakları uygulamaları gerçek bir ikiyüzlülük içeriyor.

İslâm dünyasına vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

İslâm, bütün Müslümanları kardeş ilan ediyor. Bu, dünyanın en anlamlı kardeşlik bağıdır. Bu bağ güçlendikçe Müslümanlar daha da güçlenecek, yaşadıkları acılara son vereceklerdir. Müslümanlar bir an önce güçlerini birleştirip, işgalcileri topraklarından atmalılar. Şu an bütün Müslümanların kaderleri birleşmiş durumda. Eğer Irak düşerse, işgal sürüleri diğer Müslüman ülkelere saldıracak. Bu da İslâm'ın geleceğini tehlikeye sokar. Bunun için Ortadoğu'da yanan direniş ateşi her geçen gün İslâm dünyası tarafından büyütülmelidir. Allahuekber...

Salim Muhammed, geleceğe dair hayallerini, rica etsek Vakit okuyucularıyla paylaşır mı?

En büyük hayalim gerçek özgürlüğü arayan bütün insanları cezbedecek olan hilafet devletinin kurulmasıdır. Cezaevinden eğer bir gün çıkarsam hangi şekilde olursa olsun Filistin'i Siyonist işgalden, bütün dünyayı da ABD emperyalizminin sömürüsünden kurtarmak için savaşmaya devam edeceğim. Ayrıca eşim İsabelle hanımla, vatanım Venezuella'ya gidip, halen sürmekte olan Bolivya devrimci hareketine ve dünyanın dört bir yanındaki Müslüman direnişçilere savaş tecrübelerimi aktarmak istiyorum.

Türkiye hakkında neler biliyorsunuz ve ülkemizden kimleri tanıyorsunuz?

Türkiye benim için çok önemli bir ülke... Bu önemi de bir dönem İslâm ümmetini bir bayrak etrafında toplayan Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi olmasından geliyor. Türkiye'den kimleri tanıyorsunuz sorusuna gelince. Ülkenizden benim gibi yıllardır tek başına bir hücrede tutulan gönüldaşım Salih Mirzabeyoğlu'nu tanıyorum. Kendisiyle uzun bir zamandır mektuplaşıyoruz. Türkiye, cezaevinden çıktıktan sonra ziyaret etmek istediğim ülkelerin başında geliyor. Umarım o zaman ülkeniz hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirim.

Usame bin Laden ve Zerkavi hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Lübnan'da 1974 yılında tanıştığım Usame Bin Laden, Müslümanların gururu ve mücadeleci 3. dünya halklarının hayranlık duyduğu bir mücahiddir. Bence Laden yakın tarihin en karizmatik Müslüman liderlerindendir. Maddi imkânlarının çok iyi olmasına rağmen, yıllardır cihad eden bu adama karşı büyük bir saygı duyuyorum. Laden, emperyalizme karşı verdiği kutsal savaşla ezilen halkların hayallerine umut katıyor. Tarih Laden'den İslâm ümmetinin kurtuluşu için mücadele veren büyük bir kahraman olarak bahsedecek. Bush, Laden'in başına milyonlarca dolar koydu. Laden'i öldürdüğü zaman direnişi bitireceğini sanıyor. Fakat Müslümanlar, aralarından binlerce Laden çıkaracaklar. Direniş ateşi, İslâm ülkelerinde yaşanan acılar devam ettikçe sürecektir. Ürdünlü direnişçi Zerkavi'ye gelince. Söylendiği gibi gerçekten Irak'ta gönüllü mücahidler ordusunun komutanı ise, bütün dünya duysun ki, buradan ona, kocaman bir "Aferin" diyorum!

Carlos3.jpg

barangs2.jpg


RÖPORTAJ.. ADEM ÖZKÖSE
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Salim Muhammed'ten haber var !..

Carlos: "En derin devrimci selamlarımla... Polis, ajan ve provakatörler tarafından organize edilen La Santé cezaevi gardiyanlarının vahşi baskısı altında geçen ilk görüşmemizin bu mutlu gününde... "

-Carlos’un şahsını ve kimliğini bilmeyen kimse yok. İşin doğrusu böyle bir şahısla görüşmekte herkese nasib olan bir şey değil. Görüşmeden önce, görüşeceğiniz kesinleştikten sonra ve görüşmeye gidene kadar ki duygularınızı kısaca alabilir miyiz? Neler hissediyorsunuz? Meselâ nasıl birini bekliyordunuz? Sizi heyecanlandıran veya sıkıntıya sokan şeyler nelerdi?

Güven Yılmaz: Carlos hepimizin bildiği gibi bir efsane. Benim açımdan, efsane kimliğinin dışında, Müslüman kimliğiyle ön plana çıkan hususlardan biriydi. İşin açıkçası birçok sefer davete icâbet edememiştik. Biraz geç kalmışlığın ezikliği vardı. Dolayısıyla bu davete icâbet etmenin geç kalmışlığının ezikliğini bir an önce atmak, bizim açımızdan onu ziyaret etmek öncelikli hedefti. Ne bekliyorsunuz, Ne beklediniz, beklediğinizi bulabildiniz mi? derken, elbette son derece samimi, bizimle olan yazışmalarından da edindiğimiz intiba neticesinde sanki 20-30 yıllık bir ahbaplığımız, bir dostluğumuz varmış gibi bir karşılamayla muhatap olduk. Bu nedir diye sorarsanız, sadece din kardeşliğimden ziyade, fikren ve ruhen uyuşmuş olduğumuzu gösterir bir görüntü diye düşünüyorum.
-Paris’e gittiğinizde genel görüntü nasıldı? Paris’e indikten sonra cezaevine ulaşana kadar geçen süreç?..
Genel bir görüntü verecek olursak, Paris Havaalanı’na indiğimizde, bizi yine müvekkilimiz olan M.F. karşıladı. Arabasına binip, yola çıktığımızda benim şahsî olarak ilk intibaım, Paris, aşk şehri, rüyalar şehri diye anlatılır. Paris’in içine gelinceye kadar, havaalanıyla şehrin arasındaki mesafe İstanbul’la pek farklı değildi. İstanbul’un izbe tarafından çok farklı değildi. Açıkçası Paris’e geldik mi, gelmedik mi, pek anlayamadım. Hele trafik yoğunluğu!.. Kendimi hala İstanbul’dan zannediyorum. Meğer Paris’in trafiği, İstanbul’un trafiğinden pek farklı değilmiş. Bu çerçevede rehberimiz olan arkadaşlar bizi bir Türk mahallesine götürdüler. Türk mahallesine girdiğimizden dolayı Paris’e geldiğimizi halâ algılayamadık. Türkçe konuşuyorlar, çevremizde Türkler var…
-Paris’teki olaylar hakkında bir intibaınız oldu mu? Siz tam Paris’te olduğunuzda Paris yanıyordu. Olaylara şahit olabildiniz mi? Orada etkisi hissediliyor muydu?
Ahmet Arslan: Tabii. Şehrin duvarlarından ve caddelerinden ziyâde, insanların suratlarındaki tedirginlik ve korkudan isyanın etkisini anlayabiliyordunuz. Üstelik bizim bulunduğumuz yer, Paris’in varoşları da değil… Paris’e ulaştığımızda olayların azaldığı söylendi; fakat caddelerde korkunun kol gezdiği aşikârdı.
-Sizin bulunduğunuz yer Paris’in lüks yerleri herhalde?..
G.Y: Sayılır. Varoş değil.
-Hâdiseler oraya kadar gelmiş mi?
G.Y. : Ahmet Bey’in söylediği gibi, etkisi gelmiş ve caddelere yerleşmiş… Gittiğimiz yer Madam İzaebel’in bürosunun olduğu yer. Lüks bir yer. Yalnız oradaki insanların söyledikleri bir şey vardı: Fransız medyası bu hâdiseleri gereğince vermemiş… Biz ve Fransa dışındaki insanlar, bu olaylardan daha ayrıntılı haberdardık. Fransız TV’lerinde bu olayların vehameti tam olarak gösterilmemiş… Sansür yapılmış. Mesela bir gecede 1000 tane aracın yandığından bahsetmiyorlar… Orada basın ve devlet, işbirliği içinde. Fakat fısıltı gazetesi bütün hızıyla orada da çalışıyormuş…
-Ahmet Bey, Fransa’da Carlos’la görüşme sürecinde size kimler yardımcı oldu? Herhalde İzaebel Hanım vardı?.. Biraz onun ortamından, çalışma şartlarından bahseder misiniz? Çünkü Carlos gibi bir insanın hem avukatı, hem de zevcesi olmak kolay olmasa gerek?.. Meselâ İzaebel Hanım’la nasıl anlaştınız, bürosunda mı görüştünüz?
A.A: Biz gider-gitmez, Carlos’un Hanımı ve Avukatı olan İzaebel Hanım’la görüştük. İlk gittiğimiz gün, onun yoğun bir şekilde duruşmaları vardı. İlk gün görüşemedik, ikinci gün kendisi ile randevulaştık. Zaten kendisiyle Türkiye’den de devamlı olarak görüşüyor ve yazışıyorduk. Geleceğimizden haberi olduğundan da bizi bekliyordu. Daha sonra bürosunda görüştük. Bildiğimiz kadarıyla Carlos’un cezaeviyle ilgili başka davaları da var. Onun için yoğun bir koşuşturma içerisinde. Buna rağmen bize vakit ayırdı. Carlos’la ertesi gün görüşebilmemiz için bütün gayretini sarf etti. Normal şartlarda cezaevinde görüş izni alabilmek bir haftalık bir süreç istiyor, biz ertesi gün görüştük. Gerekli evrakları verdik, cezaevine fakslandı. İzaebel Hanım Paris Barosu ile sürekli görüşmeler yaptı. Ve aynı günün akşamı bize iznin çıktığını, ertesi gün izin kağıdının kendisinin alıp, görüşebileceğimizi söyledi. Biz de ertesi gün bürosuna uğrayıp, gerekli izin kağıdını alıp doğruca cezaevine gittik.


-İzaebel Hanım’ın akademik kariyeri hakkında neler söyleyebilir siniz?

A.A: İzaebel Hanım aynı zamanda Fransa’da tanınmış bir Avukat. İki alanda doktora sahibi… Biri İktisat, diğeri de –yanlış hatırlamıyorsam- Tarih alanında… Oranın aristokrat ailelerinden birisine mensub, Carlos’un da çok takdir ettiği ve saygı duyduğu bir insan. Son derece entelektüel, nitelikli özellikleri var.
-İzaebel Hanım’ın ünlü Fransız Fikir Adamı Grady’le ilişkisi herhalde var. Zannedersem görüşüyorlar.
A.A. : Ayrıca Grady’nin de avukatı.
-Gerekli izni aldıktan sonra, Carlos’la görüşüne kadar neler yaşadınız?
G.Y. : İzaebel Hanım’dan evrakı aldık, taksiye bindik. La sente cezaevi Paris’in içinde olduğundan dolayı kısa sürede cezaevine vardık. Oraya ulaştığımızda öğleden önce saat 11.00 civarıydı. Kapıya evraklarımızı teslim ettik. Kapıda beklerken hatıra olsun diye bir fotoğraf çektirdik. Tabii ortalık karıştı. Gardiyanlar fotoğraf çekemezsiniz diye başımıza toplandı. O fotoğraflama olayını, kendimize hatıra olsun diye çektirdiğimizi söyleyerek izah ettik. Yaklaşık birkaç dakika içinde görüş yerine ulaştık.
-Burada Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nu ziyarete giderken yaşadıklarınızla orayı bir kıyaslar mısınız? Arada bir fark var mı?
G.Y. : Arada tabii ki fark var. Türkiye’de önce bir askerî kısmı geçmeniz gerekiyor. Yani önce kapıda askerlerin kaydından geçmeniz gerekiyor. Ondan sonra cezaevinin içine giriyorsunuz. Cezaevinde de sizi gardiyanlar teslim alıyor. Fakat gardiyanlar teslim alırken bile orada bir askerin bulunduğunu görüyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında kıyas etmemiz gerekirse, Türkiye’de kapıdan müvekkilimizle görüşme bölümüne gidene kadar yarım saati bulurken, orada 2-3 dakikayı buluyor. Görüş yerine ulaştığımızda görüş yerleri doluydu. Bir avukata ricaedip, başka bir yere aldılar. Çünkü biz üç avukat girmiştik. Daha uygun bir mekân tahsis ettiler.
-Oradaki personelin davranışları nasıldı?
G.Y. : Orada herkes normal vazifesini yapıyordu.
-Carlos’un avukatı olmanız hasebiyle, olumsuz bir tavırla karşılaştınız mı?
G.Y. : Görüşmemizin öğleden önceki bölümünde cezaevi içinde olumsuz bir tavırla karşılaşmadık. Ama öğleden sonra dışarıda engellemeye dönük bir takım hareketler oldu. İçeride kimliklerimize bile bakmadılar. Pasaportları verdik. Türkiye’de avukat kimliğiniz olmadan cezaevine giremiyorsunuz. Sadece izin belgemizle, pasaportlarımız karşılaştırıldı. Ayrıca bir avukat kimliği falan sormadılar.
-Sayın Carlos, Dergimizin de yazarı… Tabii biz tanışma şerefine nail olamadık. Ama siz gördünüz. Bizim ve okuyucularımız için bu çok önemli… Carlos deyince kısaca neyi anlamamız lâzım, Carlos kimdir? Nasıl bir kişiliği tasavvur etmemiz gerekir?
A.A. : Carlos deyince, Direniş-Mücadele Tarihi’nin sembol isimlerinden birisi, en büyüklerinden birisi aklımıza geliyor.
-Carlos’la ilk görüştüğünüzde bu efsane imajı sizde yerli yerine oturdu mu? Yoksa hayal kırıklığına mı uğradınız? İlk görüşme anınızı soruyorum…
A.A. : İlk görüştüğümüz andan itibaren zaten, bire bir zihnimizdeki imaja mutabık olduğunu gördük. Gerçekten bir efsane karşısında olduğumuzu hissettik. Ama yaşayan bir efsane!..



-Ziyaret mahalline geldikten sonra neler yaşadınız?

A.A. : Ziyaret yerine ulaştığımızda beş dakika kadar bekledik. Daha sonra bir gardiyan geldi. Bizden isimlerimizi sordu. Carlos sordurmuş. Gardiyan bize: “Çünkü gelen herkesle görüşmek istemiyor.” Dedi. Biz de gardiyana isimlerimizin yazılı olduğu izin belgesini verdik. O da Carlos’a isimlerimizi götürdü. Aradan çok kısa bir zaman geçti, Carlos “Selamün Aleykûm” diyerek kapıdan girdi.
-Orada “Aleykûmselam” diyerek bir duralım ve hemen soralım. Carlos’un kaldığı cezaevinin ismi nedir ve hangi şartlarda kalıyor? Onu biraz izah eder misiniz?
G.Y. : Paris’in içinde La sante Cezaevi olarak geçiyor. Biz hücreyi görmedik ancak, Cezaevinin genel görüntüsü Carlos’un kaldığı hücre hakkında bir fikir veriyor. Carlos’un bize ifade ettiğine göre 6, 86 metrekare… Bu Cezaevine de yeni nakledildi. Bina eski bir bina. Boyaları filan dökük…
-Ahmet Bey, size “Selamün Aleykûm” diyen devrimci mücadelenin sembol şahıslarından, dünyadaki hemen hemen bütün devrimcilerin ilham kaynağı olan Ilich Ramirez Sanchez, nam-ı diğer Carlos… Devam eder misiniz? Karşınızda Carlos!.. Neler hissettiniz?..
A.A. : Biz de doğal olarak “Aleyküm Selâm” dedik. Çok mütebessim bir yüz ifâdesi vardı.
-“Sarılma mı, toklaşma mı” kararsızlığını yaşadınız mı?
G.Y. : Orada bir karışıklık oldu. Onun gözü orada masa vazifesi gören sehpaya takıldı. Biz içeri girdiğimizde -görüşme yeri çok dar bir yer- iç içe bir durum oldu. Samimi bir ortam… O ortamı daha bir samimi hale getirmek için aradaki masayı kenara çekti. Orada daha samimi bir hava oluştu. Kapıdan ilk girdiğim de “Selamun Aleykûm” sözü, özlem içinde birilerini özlersiniz, o da karşınız da olur ya; bu da öyle oldu!.. Daha önce resimlerinden gördüğümüz için bize hiç yabancı gelmedi. Ama uzun zamandır görüşmemişsiniz gibi bir duygu… Hasret gideriyorsunuz gibi de bir durum oldu sanki. Hiçbir yabancılık olmadı. Onun gözünde de yabancılığı görmedim. Bu da herhalde daha önce söylediğim gibi, fikrin birleştiricilik özelliğinden kaynaklanıyor.
-Neler konuştunuz? Konuşma ve görüşmelerinize nelerle başladınız? Arada bir tercüman var mıydı? Hangi dilde konuştunuz? Çünkü bizim bildiğimiz kadarıyla Carlos bir çok dili konuşabiliyor.
A.A. : Anadili İspanyolca haricinde Rusça, Arapça, Fransızca, İngilizce ve Latinceyi mükemmel bir derecede biliyor. İçeriye tercüman alınmadı. Zaten tercümana da ihtiyaç duymadık. Biz İngilizce olarak konuştuk. Rahatça da anlaştık.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
-Sizi bir hukukçu olarak mı karşıladı, yoksa bir gönüldaş olarak mı?.. Siz de uyandırdığı intiba ne oldu?
A.A. :
Gönüldaş avukatlar diyebiliriz.
-Carlos size ilk olarak ne anlattı?
A.A. : Bize ilk olarak, kendisinin Karakas’lı –Venezuela’nın başkenti- olduğunu, ailesinin Karakas’ın önde gelen ailelerinden biri olduğunu söyledi. Aynı zamanda babası da avukat… Karakas’ın bir Türk ismi olduğunu ve Türkçeden geldiğini söyledi. Enteresan bir hikâyesi var: Türkçedeki Karakaş mânâsına geliyormuş. Hikâyesi şöyle: 1517 olsa gerek… O tarihlerde oranın kurucusu ve yönetici diyebileceğimiz bir şahıs var. O zamanki Osmanlı Sultanı’yla da bir dostluğu var. İspanyol kökenli ama Müslüman… İstanbul’da uzun bir süre kalıyor, Türkçeyi de öğreniyor. Oradan İspanya’ya gidiyor. Grenada düşünce, şimdiki Venezuela’nın başkenti Karakas’a geliyor. Orada çıkan bir yangın da, bir kadın çocuğunu kaybediyor. Kadın da çocuğunu kurtarmak isterken yüzü ve vücudu büyük ölçüde yanmış. Kadın, çocuğun acısıyla ağlıyor, gözünden yaşlar süzülüyor. Bunu gören o şahıs da, karakaş mânâsına “karakas karakas” diye bağırıyor. İsmi oradan kalmış. Bizim Türkiye’den gelmemiz hasebiyle bunu anlattı. Türkiye’de yaşadığı günlerden bazı hatırlarını anlattı.
-Uluslararası kişiliği olan bir insan. O tür ilişkilerinden de bahsetti mi? Şöyle sorayım: Şu an Venezuela vatandaşı olması hasebiyle, basına da yansıdı... Venezuela’nın Paris elçiliğinden Carlos’u ziyarete gelmişlerdi. Alâlede bir vatandaş olarak mı ziyarete gelmişlerdi -yoksa ailesi Venezuela’nın önde gelen ailesi ya- onların ciddi bir ilişki neticesinden doğan bir ziyaret miydi?
A.A. : İsterseniz onun teferruatına girmeyelim.

-Yani bu mevzuları görüştünüz!?..
A.A. : Evet. Ama dediğim gibi teferruata girmeye gerek yok. Biz yine Türkiye’den devam edelim. Karakas’ın hikâyesinden sonra Türk insanından bahsetti. Daha önce Türkleri pek sevmediğini, pek sıcak bakmadığını söylüyor. Kitaplardan “Ermeni Meseleleri”ne dair şeyler okuduğu için bir ön yargısı olduğunu, fakat Türkiye’ye geldiğinde ve Türk insanını tanıdığında, anlatıldığı gibiolmadığını, büyük bir sempati duyduğunu söyledi. 1970-1971 yıllarında Türkiye’de bulunuyor. Yine Türkiye’deki anılarından bahsederken bir ara Ecevit’i hatırladı. Ecevit için şunları söyledi: “Ecevit’e eskiden sempati duyardım ve kendisini severdim. 1971’de Kara Eylül olaylarından sonra Türkiye’ye gelen Filistinli mültecilere yardımları olmuş, onları korumuştu. Fakat aynı Ecevit, en son başbakan olduğunda, “biz niye Fransa’daki Cezaevi sistemini almıyoruz?” şeklinde açıklama yaptı. F Tipini kastederek, “ F Tipinin aslı Fransa’daki sistemdir. F Tipi projesini getirmek için 100 insan öldü” dedi. Biz de bu yüz rakamını, devam eden açlık greviyle beraber 100 sayısını hatta 200 sayısını aştı diyerek düzelttik.
G.Y. : Orada sistemden bahsetti. “Cezaevi duvarlarının düzgün olması, boyalı olması ikinci plandadır. Önemli olan sistemdir. Cezaevi çok da güzel, çok da kötü olabilir, önemli olan sistemdir. Sistem o kadar kötü ki, isterseniz Cezaevlerini saray gibi yapın, fark etmez. Özellikle Fransız Cezaevi sisteminin çok bozuk olmasına rağmen, Ecevit’in Fransız sistemini getirmesi… Bu affedilmez bir hatadır!.. Bu nedenle onunla ilgili bütün iyi niyetlerimi geri çekiyorum” dedi. Tam bu noktada Fransa Cezaevlerinde yaşadıklarını anlattı.
-Fransız Sistemi ve Cezaevi sisteminin bozukluğuyla alâkalı olarak, sizin müşahedeleriniz haricinde bizzat Carlos neler anlattı?
A.A. : Gittiğimiz Lashanıte Cezaevi, görünüş olarak döküntü, pis bir yer. Fakat bizdeki F Tipleri daha boyalı, daha cicili-bicili görünüyor. Burada yanlış anlaşılma olmasın. Sanki bizdeki cezaevleri daha iyi gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Avrupa’dan heyetler geldiğinde de, “Batı’daki cezaevlerinden bile daha iyi” demişlerdi. Onların niçin böyle dediklerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Burada aslolan sistem. Yani binaların yen-eski, temiz-pis olması o kadar önemli değil. Önemli olan tecrit ve izolasyon olayıdır. Zaten tecrit ve izolasyon mantığı da Batı kaynaklı bir sistemdir. Bunların en gelişmişleri mesela ABD’dir. Mahkûmların birer robot haline getirildiği sistemdir. CIA projesi… İnsanların robotlaştırılıp, ucuz iş gücü olarak kullanılması için Cezaevlerinin yanında fabrikalar var. Kaldığımız yerden devam edersek, gittiğimiz Lashante Cezaevi, hem fiziki şartlar olarak, hem de uygulanan sistem olarak rezil bir durumda.
-Mahkumlar üzerinde nasıl bir sistem uygulanıyor?
A.A. : Uygulamaların son derece keyfî olduğunu gördük. Biz gittiğimizde 24 kasımdı. Buna rağmen Carlos’un üzerinde yazlık bir gömlek ve yazlık bir ceket vardı. Yani kıyafetleri yazlıktı. Biz oradayken de Avrupa’yı kar basmıştı. Çok soğuk olmasına rağmen, keyfî olarak kışlık elbiseleri verilmemişti.
-Bu Carlos’a uygulanan bir muamele mi, yoksa bütün mahkumlara uygulanan bir muamele mi?
A.A. : Özellikle Carlos’a uygulanıyor.
-Mesela orada hristiyan, yahudi, hırsız mahkumlara da aynı muamele mi uygulanıyor?
A.A. : Oradaki tecrid adlî mahkumlara uygulanan bir sistem değil. Tamamen siyasî mahkumlara uygulanıyor.
-Bu mevzuuyu Carlos’un kendisi nasıl ifade ediyor?
A.A. : “Meselâ yahudiyseniz, sosyalistseniz, homoseksüelseniz hiçbir problem yok! Ama Müslümansanız son derece keyfî, hukuk dışı uygulamalarla karşı karşıyasınız” diyor.

-Yani bahsettiğiniz sistem, o zaman Cezaevinde yatan yahudi, hristiyan, homoseksüel, sosyalist, sosyal demokrat düşünceye ve o şekilde yaşayışlara mensup insanlar için değil.
A.A. : Hayır, değil! Carlos gibi Müslüman ve Müslüman tutuklular için geçerli…
-O cezaevinde Carlos haricinde başka siyasî tutuklu var mı?
A.A. : Carlos’un söylediği, onun yanında bulunan hücrelerde El-Kaide’den tutuklu 2 kişinin bulunduğu yönünde… Onlara da muhtemelen aynı şekilde davranılıyor.
G.Y. : Homoseksüelliğin Cezaevinde ne kadar muteber olduğunun ispatı yönünde cüzdanını açtı ve cüzdanından bir tane prezervatif çıkardı.
-Dışarıdan mı sokuluyor?
G.Y. : Hayır. Bu özel bir prezervatif… Homoseksüel ilişki için hazırlanıp, dizayn edilmiş… Kenarında jeli v.s de olan özel bir kondom. Bunu Cezaevi idaresi mutad zamanlarda dağıtıyormuş. Yani hâdisenin hijyenik (!) bir şekilde gerçekleşmesi için Cezaevi idaresi “elinden geleni” yapıyormuş. Bunu dağıtıyor olması, Carlos’un söylediği gibi, homoseksüellik itibar görüyor. Bu itibar görüyor. Bunu Cezaevi teşvik ediyor. Yapın ama hijyenik olarak yapın! Bunu bizzat Cezaevi dağıtıyor!..
-Yani bugün Fransa’da Carlos’un kaldığı Cezaevi’nde Cezaevi idaresi homoseksüel ilişkiyi teşvik etmek için özel kutularda hazırlanmış prezervatif mi dağıtıyor?
G.Y. : Evet. Bizzat gardiyanlar vasıtasıyla Cezaevi idaresi dağıtıyor. Bir örneği burada… Carlos verdi. Bunları söyledikten sonra Ecevit’e niçin tavır aldığını daha net anlıyoruz. “Böyle bir sistemi bir Müslüman ülke için nasıl öngörebilirsiniz?” diyor.
-Şimdi size bir hukukçu olarak ve Cezaevlerinde yaşayan insanların hâllerini bilen kişiler olarak sormak istiyorum: Meselâ en son dün Adapazarı’nda L Tipi Cezaevi de açıldı. Cezaevi’nin gazetecilere gezdiren Başsavcının ifadesi: ”Avrupa’dakilerden bile güzel oldu” şeklindeydi. “Aynı Avrupa gibi olacak” söylemini içinde bu bahsettiğiniz sapıklıkları teşvik etmek için yapılan uygulamalarda, prezervatif dağıtılması gibi şeyler de mi var acaba?
A.A : Biz F tipinin varacağı noktayı gözümüzle görmüş olduk.
-Sizin zaten Sayın Salih Mirzabeyoğlu vesilesiyle de önceki açıklamalarınızda bunlar vardı…
A.A : Sadece homoseksüellik değil, uyuşturucu kullanımı da bizzat teşvik ediliyor Fransa’daki Cezaevleri’nde… Salih Mirzabeyoğlu da Telegram’da kendisine yapılan işkencelerden bahsediyor. Amaçlarından birisi de homoseksüel olmayı istetme, itirafçı yapma… Bunlar Telegram’ın hedeflerinden…
-Bahsettiğiniz Fransa’da ki iftiracılık, homoseksüellik, yahudilik revaçta olan Cezaevleri’nde el üstünde tutulan bir durum…
G.Y : Muteber olmanın şartlarından birisi…
A.A : O tesbitini de göz önüne alırsak, burada F Tipi’nin nihayetinde amaçladığı şeyin ne olduğunu Fransız örneğinde görebiliyoruz.
G.Y : İşte biz insanları tek tek hücrelere koyduğumuz zaman bu tip ilişkileri de önleyebiliriz” gibi bir mantık hatasıyla, bir savunma gelebilir.
-Carlos’da tek başına hücrede kalıyor. Ona niçin veriyorlar?
G.Y : Oraya geleceğim. Bir yerden sistemi aldığınız zaman, o sistemi parça parça almıyorsunuz. Bir bütün olarak alıyorsunuz.
-Carlos’a da vermelerinin sebebi “iyi hâl” gösterdiğinde başka bir hücreye, başkalarının yanına konulduğunda “hazırlıklı mı olması” isteniyor? Yani p***olojik olarak “hazırlanılıyor” mu?
G.Y : Tabii ki, p***olojik olarak alt yapısı hazırlanıyor. Burada iki olay var: İnsanlar, bu tür ilişkilere girmesi noktasında ya zorlanıyorlar; ya da meyilli olanlarda, onlar tek tek kalsa bile onların şartları oluşturuluyor. Bunlar mânevî bir işkence. Zaten Carlos’un yüzünde kendisine bunun (prezervatif) verilmesinin dehşeti var.
-Tek başına hücrede kalan bir insan bunu kabul edip, “tamam ben böyle bir pisliği yapmak istiyorum” dediği zaman da herhalde hücreden de çıkartırlar.
G.Y : Zaten pisliğin şartları oluşturuluyor. Şu savunma yapılmasın: “Biz Türkiye’de insanları tek tek hücrelere koymak suretiyle bu tür ilişkileri de engellemiş oluyoruz.” Tam tersi, bir sistem olarak aldıkları için, insanları tek tek de koysanız, iki iki de koysanız, dört dört de koysanız, bu sistem içinde böyle bir şeye yol veriyorsanız tek tek kalan hücrelerde bu sapıklık anlarında yanına bir kişi daha verebilir veya onu alır başka birinin yanına verebilirsiniz. Yani ortamı sistem olarak hazırlıyorsunuz.
-Buradan şunu mu anlamalıyız? F Tipi fizikî şartlardan müteşekkil bir bina değil. F Tipi, F Tipindeki bir binada uygulanan bir sistemdir.
G.Y. : Meselâ Koğuş Sisteminde homoseksüellik daha azdır. Çünkü orada kötü niyetli insanlar olabileceği gibi iyi niyetli, güçlü kuvvetli insanlar olabilir.

Sayın Carlos bu konu hakkında ne diyor? Bu anlattıklarınızı nasıl değerlendiriyor? Carlos farklı ülkelerdeki Cezaevlerini de biliyor. En azından arkadaşları yattı. Meselâ Filistin davasından dolayı İsrail’i biliyordur
A.A. : Hayret ederek, “Ben prezervatif görmediğim değil ama hayatımda bu tip bir prezervatifi ilk görüyorum. Fransa’da, Cezaevinde görüyorum ve bu her gün dağıtılıyor” dedi. Ayrıca “Burada bir hristiyanlık var, hristiyanlık dini de homoseksüelliği yasaklıyor. Böyle bir şeye nasıl müsaade edilebilir?” diyerek şaşkınlığını belirtiyor. Birkaç kez “Utanç! Utanç! Utanç!” diyerek, böyle bir şeye İsrail hapishanelerinde bile şahit olmadığını, duymadığını söyledi. İsrail Cezaevlerinde her türlü fizikî işkencenin yapıldığı bir yer olmasına rağmen orada bile böyle bir ahlâksızlığa şahit olmadığını söyledi.
-Türkiye’de bulunduğunu söylediniz. Türkiye demişken hemen soralım: Dergimiz Aylık ve kardeş dergi Kaide hakkında herhangi bir fikir beyan etti mi?
G.Y. : Özellikle Kaide ismini çok beğendiğini söyledi. Tabii ki Kaide Türk ismi, Türkçede kullanılan bir tabirdir. Esastır. Gayet sempatik ve gülerek: “verry provakatif” dedi. Yani siyasî açıdan doğru ve iyi bir hamle olduğunu söyledi. İsim olarak son derece isabetli bir tercih olduğunu, devrimci gözlerindeki o pırıltıdan anlamak mümkün.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

-Öğleden sonraki görüşmelerinizde neler konuştunuz?
G.Y. : Öğlen paydosuna çıkarken bir hediye götürmüştük. Onu verdik.
-Hediye olarak ne verdiniz?
G.Y. : Kendisine bir tesbih vermek istediğimizi söyledik. Bu tesbihi kendisine direkt veremeyeceğimizi, idare vasıtasıyla vermemiz gerektiğini söyledi.
-Peki burada da müvekkilinize öyle hediyeler verebiliyor musunuz? Mesela burada dışarıdan içeriye tesbih alıyorlar mı?
G.Y. : Hayır!.. Bizim burada, F tiplerinde kesinlikle almıyorlar.
A.A. : Bırakın hediyeyi, savunmaya ilişkin belgeleri dahi almıyorlar.
G.Y. : Laf olarak öyle söylüyorlar da savunmaya ilişkin belge diyorlar. Meselâ orada enteresan bir hâdise var; Biz müvekkilimize bir şey vermemiz gerektiğinde -kağıt, dergi, fotokopi vs. gibi- bu işlemin idarenin vasıtasıyla yapılması gerekiyor. Halbuki orada böyle bir şey yok. Orada hemen direkt, özellikle yazılı evrakı, dökümanı görüşme esnasında müvekkilinize verebiliyorsunuz.
-Yani burada aslında F Tipi sisteminin dışında keyfî hareket de oluyor. Buırada tamamen sisteme de bağlı değiller.
G.Y. : Hayır. Sistemi almışlar da, sistemi daha da ağırlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
A.A. : Mahkûmun aleyhine olan her şeyi almışlar, lehine olan hiçbir şeyi almamışlar, kullanmıyorlar.



-Görüşmenizin ikinci kısmına geçecek olursak, yani öğleden sonraki kısmına, görüşme nasıl gerçekleşti, neler konuştunuz? Bir zorluk çıkarıldı mı?
A.A. : Görüşme devam ederken, birden arkamızdan bir gürültü geldi. Carlos o tarafa doğru dikkat kesildi. Biz kendisine, “acaba başka bir ziyaretçi mi bekliyorsunuz?” diye sorduk. Kendisi de: “Önemli değil, başka biri gelse de hiç önemli değil, siz önceliklisiniz” dedi. Carlos’un bu şekildeki hitabı ve vasıflandırması öncelikle bağlısı bulunduğumuz mihraka ait bilinmek şartıyla önemli.
G.Y. :
Cezaevinden çıkmaya yakın, hem Latince hem de İngilizce olan bir-iki belge verdi. “Bununla ilgili sizinle öğleden sonra mütalâ yapmak isterim” dedi.
-Siz daha öğleden sonra geleceğinizi söylememiştiniz.
G.Y. : Bizim aklımızda öğleden sonra görüşmek yoktu. Kendisi, “öğleden sonra tekrar görüşebiliriz” dedi. Bize o belgeleri verdi “öğleden sonra buradaki belgelerle alâkalı olarak düşüncelerinizi almak isterim” dedi.

-O belgeler neyle alâkalıydı?
A.A. : O mevzulara girmeyelim isterseniz. Özel bir yazıydı. Avukatla müvekkil arasındaki ilişki…
G.Y. : Mutlaka görüşelim tarzındaki isteği, bizi bir an birbirimizin suratına bakmaya yöneltti. Çünkü Av. Hasan Ölçer Bey’in uçağı kalkacaktı. İstanbul’a dönmesi gerekiyordu. Hasan Bey’de ; “Benim girip-girmememönemli değil. Arkadaşlar mutlaka gelirler” dedi. Böylece öğleden sonraya 13:00-13:30’da da görüşmek üzere ayrıldık. Yine “Selamun Aleykûm” diyerek ayrıldı. Ahmet Bey’le kucaklaştılar. Çok samimi bir şekilde ayrılma oldu.
-Öğleden sonraki görüşmede dikkatinizi çeken bir husus oldu mu? Ziyarete girmeden önce veya ziyarette?..
A.A. : Ziyarete girerken bir sürprizle karşılaştık. Cezaevinin gardiyanları, Cezaevinin dış kapısının önünde grev(!) yapıyorlar. Bizi içeriye almadılar. Yaklaşık 1 saat sürdü. Biz onlarla kapının önünce 1 saat adetâ cedelleştik. Biz daha sonra oradan biraz uzaklaştık. Orada dikkatimizi çeken bir şey oldu. Yaklaşık 100 mt. Kadar yürüdük. Orada bir polis arabası gördük.
-Sizi mi takib ediyorlardı?
G.Y. : Bizi takib ediyor derken, yolun köşesinde duruyordu. Biz ilk önce mutad bir duruş gibi algıladık. Bizim yürümeye başladığımızı yani Cezaevinden uzaklaştığımız sırada polis arabasının hareket ettiğini gördük. Polis arabası Cezaevi girişine doğru gitti-geldi, sadece bir tur attı.
-Şöyle diyebilir miyiz? Aslında siz engelleme girişimine maruz kaldığını fark etmediniz. Daha sonra fark ettiniz?
G.Y. : Biz gerçek grev gibi algıladık. Görüşemeyeceğimiz zannıyla Cezaevinden uzaklaştık. Bu arada polis, biz eğer görüşemezsek kendisinin zor durumda kalacağını düşünerek, Cezaevinin önüne geldi. Olay bitti biz girdik. Eğer biz görüşemeseydik, bu polisin suçu olacaktı. Çünkü biz kanunî haklarımızı aradığımızda, vekil-müvekkil ve savunma hakkı çerçevesinde, biz bu mevzuyu gerekli makamlara ulaştırdığımızda bunu basit bir grev diye izâh etmeleri mümkün değildi. Ondan sonra gardiyanlar dağıldı. Gardiyanlardan biri arkamızdan koşarak geldi ve Carlos’la görüşebileceğimizi söyledi.
A.A. : Bu mevzuyu Carlos’la görüştüğümüzde, bunun bizi engellemek için polis ajanlarının organize ettiği bir provokasyon olduğunu öğrendik. O gardiyanların bağlı olduğu sendika, Carlos’un tabiriyle “polis ajanı”, “ajan provokatör”dür. Hatta Carlos Güven Bey’e bir fotoğraf imzaladı. Fotoğrafın arkasında, “En derin devrimci selâmlarımla… Polis, ajan ve provokatörler tarafından organize edilen Lasente Cezaevi gardiyanlarının vahşi grev ve baskısı altında geçen bu ilk görüşmemize ait bu mutlu günde… Kardeşim Güven Yılmaz…” vardı.
-Kendisi de bizzat o günü belgelendirmiş oldu.
A.A. : Evet belgelendirmiş oldu.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
II.Bölüm
Öğleden sonraki görüşmeniz nasıl geçti?

A.A : İkinci görüşmemiz uzun sürdü. Saat 14.00’dan 18.00’a kadar görüştük. Hayatın kesitlerine dair değerlendirmeler, hatıraları. Tabii bunların hepsinin de anlatılması uygun değil. Ama anlatılmasına dair önemli gördüğümüz birkaç husus var.
Meselâ kendisinin cezaevinde tutulmasıyla ilgili olarak, hangi siyasî komplolardan bahsediyor. Amerika’nın rolü nedir? ABD-Yahudi Filistinlilerin yanında daha çok Yahudi çıkarlarına karşı dik durmuş ve savaşmış bir insan. Bu minvalde neler söyledi?
A.A : Bütün konuşmada her şeyin söylenmesi şu aşamada uygun değil, ama tabii ki, Fransa’da Yahudi lobisi oldukça etkin. Bu da normal.
Sayın gönüldaş Carlos, bugün bütün dünyadaki İslâmcı-aksiyon hareketi hakkında neler düşünüyor? İşin doğrusu bugün intihar saldırılarıyla yapılan eylemler, dün Carlos’ın normal olarak yaptığı eylemlerdi. Meselâ bir OPEC Baskını olsun, uçak kaçırma eylemleri, Fransa’daki eylemleri olsun, bugün o tür eylemler ancak intihar saldırılarıyla mümkün oluyor. Carlos bu mevzuularla ilgili hiçbir değerlendirme yaptı mı? Veya iddiaları oldu mu?
G.Y. : Carlos ikinci karşılaşmamızda şu tesbiti yaptı: “Ben Sünniyim ve Hanefiyim” dedi. Kafadan hemen… Biz itikadına dair hiçbir şey sormadık. Meseleleri ortaya koymadan böyle bir giriş yaptı. Hatta bize daha ilerisine giderek sofimisiniz, Nakşisiniz değil mi? Diye sordu. Sorduğu sorulardan da mevzuulara son derece hâkim olduğu açıkça ortadaydı.
Size niçin Sünnî ve Hanefî olduğunu vurgulama gereği hissetti?
G.Y : Biraz sonra anlatacakları şeylerden kaynaklanıyor. Hani bir kavram kargaşasından bahsedilir ya, intihar saldırıları diye nitelendirilen şeylerin fetvası nedir ne değildir, Müslüman bunu yapar mı, yapmaz mı? Sanıyorum bunlara bir cevap olsun diye öncelikle böyle bir tesbit yaptı. Ondan sonra diğer görüşlerini ortaya koydu. Meselâ birinci bölümde söylenilen, F-Tiplerindeki ölen 100 kişi diye.. Onlarla ilgili bir tesbiti var: “Bu insanlar niye kendilerini yakıyorlar? Madem ölmeyi göze almışlar, niye karşısındakini öldürmek için bir eylem biçimi seçmiyorlar da kendilerini öldürüyorlar. Çok aptalca bir şey.” Orada eylemleriyle ilgili söylediği enteresan bir şey daha vardı: Carlos’a iddia edilen eylemlerde dikkat ediyoruz, hiç yakalanma vs. söz konusu değil, ölüm de söz konusu değil. Dolayısıyla hâdiselere bakıldığında, Carlos’un ne çapta teoriyle pratiği bitleştirdiği, pratiğin neresinde olduğunu göstermesinde çok önemli bir hadise…
Tatbikçi bir dehâ diyebilir miyiz?
G.Y: Elbette! İddia edilen eylemlerin Carlos tarafından yapıldığı varsayım üzerinden hareket ediyoruz. Bununla ilgili olarak hiçbir ölüm ve yakalanma sözkonusu değil. Dolayısıyla bu tatbik aşamasında ne kadar pratiğin ne derece ileri seviyede göstermesi açısından önemli.
Peki Güven Bey, Carlos 1994 yılından itibaren Fransız Cezaevlerinde. Carlos’a isnad edilen suçlar ispatlanmış suçlar mıdır? Yoksa Fransa hukukuna göre yasadışı bir şekilde mi tutuluyor?
G.Y : Biliyorsunuz kendisi Venezuela vatandaşı. Venezuela vatandaşı olan bir kişi kendi tabiriyle Sudan’dakiler tarafından resmen Fransa’ya satılmış. Bu başlı başına bir hukuk skandalı. Abdullah Öcalan Türkiye’nin bir vatandaşıdır. Ama Carlos Fransa’nın vatandaşı değildir. Yasadışı yollardan, baskın yaparak, Sudan hukukunu da, Uluslararası hukuku da hiçe sayarak getirildi. Yargılanmadı. Fransa’da bir suç işlerken yakalanmış olsaydı veya Fransa’da işlediği iddia edilen suçlardan dolayı Fransa’da yakalansaydı problem olamayacaktı. Tam 11 yıldır hücrede. Normalde Fransa’da hücrede tutmak 3 aymış.
Carlos’un Fransız Devleti tarafından yasadışı yollarla getirilerek cezaevine atılma hâdisesi sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun bu konuya ilişkin bir sözünü tedai ettirdi: “Cezaevindekiler yasaları ihlâl ettiği, hukukun dışında davrandıkları için cezaevinde yatıyorlarsa, halâ bu yasadışı işleri yapanlar devlet de olsa, devlet görevlileri de olsalar niye dışarıdalar!” diye bir soru sormuştu. Bu sorunun aynısını bu olay için de sormak mümkün. Carlos’un yasadışı iş yaptığını iddia eden Fransız devleti veya Fransa’ya mensup insanlar da yasadışı bir şekilde fiil işlemişlerdir. Fiilleri tamamen yasadışıdır. Uluslararası mahkemelerde yargılanmaları gerekir. Fransa Uluslararası bir suç işlemiştir ve halâ bu Uluslararası suçu işlemeye devam etmektedir.
Biz buradan, Uluslararası hukukun Müslümanlar için geçerli olmadığı ve Müslümanların faydasına pek işlemediği sonucunu çıkarabilir miyiz?
G.Y. : Tabii ki, en bariz örneklerinden bir tanesi bu. Delillerin yasadışı yollardan elde edilmesi halinde onların artık delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu ana prensip olarak yansıtılır. Ancak burada yasadışı yollarla elde edilmiş ve her şeyi baştan sona kadar yasadışı olan bütün bu fiiliyat neticesinde halâ bu yasadışılığın devam ettiğini görüyoruz. Yani şu anda Carlos aslında hukuka aykırı bir şekilde cezaevinde tutulmaktadır. Delilleri de yoktur.
Ahmet Bey, Carlos’un bize anlatabileceğiniz başka değerlendirmeleri oldu mu?
A.A : Daha önce de dediğim gibi 5 saatlik uzun süren bir görüşme oldu. Bunların bir çoğunun anlatılması, daha doğrusu kamuoyuyla paylaşması pek mümkün değil.

Siz kamuoyuyla paylaşılması mümkün değil derken, o zaman biz de dememiz yanlış olmaz herhalde; önümüzdeki yakın tarihte muhtemel gelişmeler bekleyebiliriz.
A.A : Onu müphem bırakalım.

Başka neler söyledi?
A.A : Meselâ uzun uzun Afganistan’dan bahsetti. Taliban, Afganistan mevzuularından bahsederken birden Şah Mesud aklına geldi. El-Kaide tarafından intihar saldırısıyla öldürülen şahıs. Hani Şah Mesud önceki Afgan-Rus savaşında, bizde komutan falan diye lanse ediliyor ya; “Şah Mesud Kumandan değil! O bir haindir! Alâlâde bir insandır. O kumandan değildir. Kumandan benim, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Kumandan Chavez, Kumandan Marcos’dur. Kumandan Şamil Basayev’dir” dedi. Yani burada bahsettiği, Kumandanlığın yol açıcı, ilham verici ve teklif sunucu tarafından da bahsediyor. Herhalde Kumandanlığı o mânâda değerlendiriyor. Çünkü söylediklerinin hepsi 3 aşağı 5 yukarı aynı niteliklere sahip insanlar.

Salih Mirzabeyoğlu hakkında merak ettiği bir şey oldu mu? Tipi, kendisi…
A.A: Özellikle Salih Mirzabeyoğlu’nu merak etti. Sağlık durumunu sordu. “Kardeşim Salih Mirzabeyoğlu’nun sağlık durumu nasıl?” diye sordu. Kendisine Salih Mirzabeyoğlu’yla alâkalı olarak genel bir bilgi verdik. Şu anki şartlarıyla alâkalı da bilgi verdik. Hatta “sizin hücre 6.80 m², Salih Mirzabeyoğlu’nun hücresi ise 4 m² civarında bir şey” diye bir de espri yaptık.
Peki hücredeki durumundan kendisi şikâyetçi mi?G.Y. : Çok fazla insanla muhatap olmama açısından, tek başına kalmaktan memnun. Çünkü öbürlerinin seviyeleri belli, Carlos’un seviyesi belli. Carlos seviyesindeki bir entellektüel, orada....

www.aylikdergi.com
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İnşaallah Gerçek Bir İslam Devleti Kuracağız!

28 Mart 2010

Geçtiğimiz günlerde Baran Dergisini ziyaret eden Kırgız Lider Albay Suyunaliyevin Fransada Cezaevinde kalan Çakal Carlos ile yaptığı telefon görüşmesi gerçekten görülmeye değer aynı zamanda coşku ve heyacan yüklüydü.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gelen ve bir dizi faaliyetler gerçekleştiren Kırgızistanın en büyük ve önemli islami hareketlerinden olan Taza Din Hareketi lideri Albay Suyunaliyev Baran Dergisi’ni ziyaretinde büyük bir sürprizle karşılaştı . Kırgızistan’da “Taza Din Hareketi” adıyla bir İslamcı harekete öncülük eden Suyunaliyev, Baran Dergisinde telefon aracılığıyla ünlü devrimci ve eylemci Çakal Carlos ile bir görüşme gerçekleştirdi.

Carlos ve Suyunaliyevin bu görüşmeleri Haftalık Baran Dergisi’nde yayınlandı. Anadolu Haber Günlüğü olarak bizzat şahitlik yaptığımız görüşme esnasında Albay Suyunaliyev'in Carlos ile konuşurken duyduğu heyacan ve coşku görülmeye değerdi ve herşeyi açıklıyordu.

24496_103815779655659_100000817121961_51495_4136149_n.jpg

İşte o görüşme :


Carlos: Selâmün Aleyküm!
Cumay Suyunaliyev: Aleykümselâm!
Carlos: Yoldaş Albay?
Cumay Suyunaliyev: Oo! Sevgili, kıymetli gönüldaşım Ilich Ramirez Sanchez!
Carlos: Cumay Suyunaliyev mi?
“Cumay Suyunaliyev: Evet, evet!.. Biz, birbirimizi görmesek de tanışıyoruz ve dostuz. Sizin sesinizi duyduğuma çok sevindim! Ümid ederim yakında, inşallah yüzyüze de görüşeceğiz. Devrimci çalışmalarınıza hayranız!
Carlos: Evet, evet, inşallah Venezuela’da görüşeceğiz! Ben de sesinizi duyduğuma çok sevindim. Kızılordu’yu çok severim! KGB benim babamdır. Kızılordu’nun hepsi kahramandır!
Cumay Suyunaliyev: Sağolun, çok teşekkür ederim!
Carlos: Yok, yok! Bu bir gerçek! Doğruyu söylüyorum; Kızılordu çok güçlüydü!
Cumay Suyunaliyev: Fakat biz asker olarak sizin gibi devrimcilerden öğrenmeliyiz; uyanıklık, her türlü şartta hayatta kalma, yön tayini, yön bulma, irade gücü… Sizin bütün operasyonlarınızda gerçek Asker’in bütün vasıflarını görüyoruz! Bundan dolayı dünyanın en güçlü istihbarat teşkilatları sizin karşınızda yok sayıldılar, güçsüz kaldılar.
Carlos: Ben bütün eğitimimi Komünist Parti’de gördüm, onun için “Kızıl Ordu güçlüydü” diyorum.
Cumay Suyunaliyev: Evet, evet. Ben eski bir komünist olarak zaten yaptıklarınızı anlıyor ve destekliyorum! İnşallah duâ ediyorum; yakın günlerde siz hürriyetinize kavuşacaksınız ve biz çok daha başarılı görüşmeler yapacağız.
Carlos: İnşallah gerçek bir İslâm Devleti kuracağız!
Cumay Suyunaliev: Evet, inşallah! Kendi devrimimizde sizi örnek alıyoruz. Siz, ilham kaynaklarımızdan birisiniz. İnşallah, Allah izin verirse, siz özgürlüğünüze kavuştuğunuzda sizin tecrübelerinizi kendi devrimimizde kullanacağız!
Carlos: Komünistlerin en büyük hataları dine karşı çıkmalarıydı. Çarlık Rusyası’na karşı savaşırken, dine karşı da savaştılar. Tamam, Rusya’nın dini Hıristiyanlıktı. Ama, Komünistler savaş açarken Hıristiyanlığa karşı değil de, Allah’a karşı savaş açtılar. Lenin çok büyük devrimciydi! Avrupalı aydınlardan biriydi. Ama Bolşevikler onun fikrini yanlış yere götürdüler!
Cumay Suyunaliev: Evet, evet!
Carlos: Kilise tabi bizim dinimiz değil, hattâ düşmanımız. Ama onlar Kiliseye karşı olurken Allah’a
düşmanlık yapıyorlardı.
Cumay Suyunaliev: Düşündüklerimiz, fikirlerimiz aynı! Sizin yazılarınızı ve Kumandan Mirzabeyoğlu’nun eserlerini takib ediyorum. Anlıyorum ki hedefimiz tek bir İslâm Devleti’ni kurmak olmalı! Sizin yazılarınız ve Kumandan Mirzabeyoğlu’nun eserlerinden anlıyorum ki, Hak ve hakikatadına millet için, gerçek adalet ortaya konulmuş.Bütün bu eserler millet için, Hak ve hakikat adına, gerçek adalet için ortaya konulmuş!
Carlos: Evet! Kumandan Mirzabeyoğlu gerçek bir Mücahiddir!
Cumay Suyunaliev: Bu söylediğinizden dolayı Allah sizden razı olsun! Siz şimdi gerçekten adaleti konuştunuz ve O’nun misyonunu söylediniz!
Carlos: Kırgızistan’daki bütün gönüldaşlara, özellikle Kızıl Ordu subaylarına benden benden çok selâm söyleyiniz.
Cumay Suyunaliev: Çok teşekkür ederim!
Carlos: Eski komünistler olarak, önceki hatâları
yapmadan bu işi Allah ile yapmamız lâzım! Bizler
artık müslümanız!
Cumay Suyunaliev: Şüphesiz doğru! Bizim adaletli bir devlet kurmamız şarttır! Emperyalizme karşı duracak ve onun zulmünden diğer milletleri koruyacak bir devlet.
Carlos: Tabiî ki! Eski hatâları yapmamamız

Carlos: Kırgızistan’daki bütün gönüldaşlara, özellikle Kızıl Ordu subaylarına benden benden çok selâm söyleyiniz.
Cumay Suyunaliev: Çok teşekkür ederim!
Carlos: Eski komünistler olarak, önceki hatâları yapmadan bu işi Allah ile yapmamız lâzım! Bizler artık müslümanız!
Cumay Suyunaliev: Şüphesiz doğru! Bizim adaletli bir devlet kurmamız şarttır! Emperyalizme karşı duracak ve onun zulmünden diğer milletleri
koruyacak bir devlet.
Carlos: Tabiî ki! Eski hatâları yapmamamız gerekir. Artık bizim dinimiz, inancımız
İslâm!
Cumay Suyunaliev: Şüphesiz doğru!
Carlos: Lâilâheillallah Muhammederresûlullah!
Cumay Suyunaliev: Lâilâheillallah Muhammederresûlullah!


Carlos: İnşallah artık bu sefer yanılmayacağız!
Cumay Suyunaliev: Evet, evet, İnşallah!
Carlos: Sevgili gönüldaşım, Allah’a emanet olun! Allah yâr ve yardımcımız olsun!
Cumay Suyunaliev: Siz de Allah’a emanet olun! Bir ân önce özgür kalmanız için Allah’a duâ ediyorum!
Carlos: Allah duâlarımızı kabuletsin!


Baran Dergisi
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Carlos: Barış yaptığı an İsrail biter....

06 Nisan 2010
Çakal Carlosun son konuşmasını, Türkiyede ilk defa Timetürkte yayınlanıyor. Carlos, konuşmasında İsrail'in barış yapmasının yıkılışı anlamına geleceğini belirtiyor.
Çakal Carlos (Ilich Ramirez Sanchez-Salim Muhammed):

“Barış Yaptığı ân İsrail Biter!”

Bütün hayatını Kudüs ve Filistin için fedâ eden dünyaca meşhur eylem adamı Çakal Carlos (Müslüman adıyla Salim Muhammed) Avukatıyla gerçekleştirdiği haftalık rutin görüşmelerinde, yaşadığı olaylardan yola çıkarak bugüne dair çok önemli tesbitlerde bulundu. Carlos, tıpkı Türk ve Arab dünyasının meşhur gazetecisi Hüsnü Mahalli’nin, Aylık Dergisinin 2005 yılı Nisan ayında yayınlanan 6. sayısında söylediği* ve İsrail hakkında genel hüküm olan şu sözü bir kez daha ısrarla vurguluyor: “Barış Yaptığı Zaman, İsrail Biter!”

Carlos, Beşşar Esad’ın küçüklüğünde kendisine amca dediğini belirttikten sonra, babası Hafız Esad ile olan ilişkilerini, Saddam Hüseyin’in kendisine olan özel ilgisini, Ürdün, Lübnan ve Libya’ya kadar olan devlet başkanları katında gördüğü muameleyi ifade ediyor.
Carlos konuşmasında, o dönem Filistinli mücahidlerin gerçekleştirdiği eylemelerin pek bilinmeyen yönlerini anlatıyor.

Carlos, her hafta, tutsak edildiği Paris yakınlarındaki Poissy Cezaevinden Türk Avukatlarından Güven Yılmaz Bey’i telefonla arayarak (diğer avukatları, Av. Hasan Ölçer, Av. Ahmet Arslan, Av. Ali Rıza Yaman), Türkiye ve dünya gündemine dair önemli tesbitlerde bulunuyor.

Türkiye’deki tek yetkili gazetecisi olan benimle (Fazıl Duygun), 8 yıldır görüşen, yazışmalarda bulunan Carlos, geçtiğimiz Temmuz ayında, bizzat Nicolai Sarkozy tarafından cezaevi idaresine edilen telefonla yasaklanan, benimle gerçekleştirdiği haftalık görüşmelerinde ısrarla ve ısrarla, Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi İslâm Âleminin liderliğini tekrar ele alması gerektiğini ifade ediyordu. Bugün avukatıyla gerçekleştirdiği bu konuşmalarında bu sözlerine şunları da ilave ediyor: “Türkiye’nin, muhteşem Osmanlı devrini yeniden İslâm ve Türk âlemine yaşatması gerekiyor.”

“Türkiye’nin bir ân önce NATO’dan çıkıp, Afganistan işgalinde, NATO emrinde bulunan askerlerini de çekmek zorunda!” “Afganistan, geçmişte Türklerin yaptığı gibi, emperyalizme karşı bir özgürlük mücadelesi veriyor!” “ Afganistan İnşallah, Siyonist emperyalizmi çökerten bir kale olacak! Buna gönülden inanıyorum.” “Türkiye, sadece İslâm-Türk Âlemine değil, Afrika ve Latin Amerika başta olmak üzere ezilen bütün insanlığa adalet ve merhamet götürmekle yükümlü, bu ona geçmişinden, Osmanlı’dan kalan güzel bir görev!”

14 Kasım 2009 tarihli bu görüşmede, Fransızların kendisini yakalayan ABD ve İsrail karşısında ne kadar basit piyon olarak kullanıldığını anlatıyor. Sudan’daki yasadışı operasyonun, CIA Sudan masası tarafından düzenlendiği ifade ediyor. Carlos’un kaçırılışı yasadışı olup, Fransa, ABD ve İsrail’den gelen baskılar neticesi kendi içi hukukunu çiğneme pahasına, Carlos’u memleketi Venezuella’ya göndermiyor.

Çakal Carlos’un bu konuşması, Türkiye’de ilk defa Timetürk’te yayınlanıyor. Carlos, Timetürk için güzel sürprizlerini olduğunu geçtiğimiz haftaki görüşmesinde bize iletti ve ilgi ve alakâsı için Time Türk çalışanlarına devrimci selamlarını göndermemizi rica etti.

Bu görüşme her hafta olduğu gibi, Baran dergisinin Cuma günü bayilere çıkacak bu haftaki sayısında da yayınlanacak.

* Fazıl Duygun “Sen Yıkmazsan Yıkılmaz” Sayfa 79. Bilge Karınca Yayınları, Ocak 2010

Çakal Carlos ve Av. Güven Yılmaz Görüşmesi 14 Kasım 2009

Mirzabeyoğlu’nun, avukatlarımın ve gönüldaşların gönderdiği selâmlardan dolayı ne kadar mutlu olduğumu ve gurur duyduğumu ifade etmek istiyorum. Şimdi dayanışma zamanı, buna mecburuz. Diğer taraftan, Türkiye’de gerçekleşen radikal değişimlerin, böyle gittiği takdirde, neticede tüm siyasî mahkûmların serbest bırakılmasına imkân vereceğine dair de ümitliyim ve bu noktada son haddiyle iyimserim.

Birkaç gün önce, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD’ye yaptığı ziyaretten döndü. Dönüş yolunda Paris’e de uğradı. Fransız Başbakanı Nicolas Sarkozy tarafından, Elysee Sarayı’nda, üstelik teâmüllerin dışında kapıda karşılanarak ve hususî bir muamele görerek kabul edildi. Netanyahu’dan birkaç gün sonra da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Paris’e geldi. Burada olup bitenlerin sebeblerini anlatacağım şimdi.

1972’de, Belçika’ya, o zamanki ismiyle Sabena Havayollarına ait bir uçak, bir komando timi tarafından kaçırılmıştı. Timdekilerin ikisi Filistinli erkek, diğerleriyse birisi Filistinli diğeri Ürdünlü iki kadındı.

Komando timinin kumandanı, benim eski yoldaşlarımdan Ali Taha idi. Kendisi, Kara Eylül teşkilâtının ilk nüvesinin kurucusudur. Ali Taha, FHKC’nin Dış Operasyonlar Bölümünün de kadrosu arasındaydı. Bu bölümden ayrıldıktan sonra, 1971 yılında, Yaser Arafat’ın politikalarına muhalif 500 kadar El-Fetih mensubunun desteğiyle bu teşkilâtı kurdu.
Herneyse; sözkonusu uçak kaçırma eylemi, işgal altındaki Filistin’de tutuklu olanların kurtarılması amacıyla gerçekleştirilmişti. Eylemi kendisi idare etti, uçağı kaçırdı ve Tel Aviv yakınlarındaki Lod Havaalanına indirdi. Lod, FHKC Genel Sekreteri George Habbaş’ın doğduğu yerdir aynı zamandı.

Eylem, İsrail Genelkurmayının özel operasyonlar için oluşturduğu seçkin komando timinin (Sayeret Matkal) saldırısı sonucunda, başarısızlıkla bitti. İsrail özel timinin kumandanıysa, Ehud Barak’tı. Bilindiği üzere, İsrail İşçi Partisi’nin başında daha sonra İsrail Başbakanı oldu.

O zamanlar İsrail ordusunda teğmen olan Benjamin Netanyahu da, seçkin İsrail timinin bir mensubu olarak bu saldırıda yeraldı ve kolundan kötü biçimde yaralandı. Bu yüzden bir kolunu hâlâ pek iyi kullanamaz.

İsrail komandolarının saldırısında, Ali Taha başta olmak üzere iki Filistinli yoldaş katledildi. Diğer iki kız ise hayatta kalmayı başardı. Kızlardan biri, Kuveyt’te öğrenci olan bir Filistinliydi. Diğer kız ise, babası Ürdün ordusunda asker olan Ürdünlü bir Hıristiyandı.
Şimdi Netanyahu Paris’e gelince, tüm bu hatıralar gözümde canlandı, ondan anlatıyorum biraz da.

Bir başka husus daha var. Benjamin Netanyahu’nun büyük kardeşi Jonathan Netanyahu da aynı İsrail özel timinin (Sayeret Matkal) mensubuydu ve 4 Temmuz 1976’da Uganda’nın Entebbe Havaalanı’nda İsrailli komandoların FHKC’den yoldaşlarımıza karşı düzenlediği baskında öldürüldü. Diğer çok sayıda insanın ölümü yanında, bizim 7 yoldaşımız da burada maalesef can verdi.

Görüldüğü üzere, Netanyahu ailesi baştanbaşa kanlı bir yol üzerindedir. Ve şimdi Benjamin Netanyahu’nun Paris’e gelişi de, söylenen lâflara bakılırsa, Filistinli yetkililerle o sözde “barış görüşmeleri” çerçevesindeymiş! Kuşkusuz bunların hepsi kuru lakırtı. Çünkü, İsrail’in hayatta kalması, kendilerinin daima baskın çıkacağı ve milletlerarası hukuku takmayacakları bir “savaş durumu” yoluyla olabilir ve bu yüzden de “barış” falan istemezler. Yine bu yüzdendir ki, milletlerarası hukuk denilen nesneye hiçbir hürmet ve bağlılık duymazlar, meselâ BM’nin 1947 tarihli kararını bugüne dek hiç umursamamışlardır. Tabiî tüm bu “yasa tanımaz” tavırları, ABD başta, büyük güçlerce de himâye edilir. Rusya bile belli bir şekilde kollamıştır onları. İngilizler ve Fransızlar, hâkezâ, aynı desteği esirgememişlerdir. Ne var ki, bu lâfta “barış görüşmeleri” de hep sürmüştür!
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Baran Dergisi bu Hafta Kırgızistan Devrimini Ele Aldı

tarih.gif
16 Nisan 2010, 11:24
kullanici.png
Anadolu Haber
Haftalık syasi Dergi Baran bu hafta ki sayısında KIRGIZİSTAN'da yaşanan devrim ve bölgenin etkili İslami hareketlerinden olan 'TAZA DİN'hareketinin yaşanan devrim sürecinde ki rolünden bahsederek yine kendisine has dil ile gündemi belirlemiş
Kırgızistan'nın en önemli ve en büyük İslami Hareketlerinden olan Taza Din'i bizler daha öncede Baran Dergisinden tanıyorduk.Geçtiğimiz günlerde de Türkiye'yi ziyaret eden Taza Din Lideri Albay Suyunaliyev Türkiyede bir çok kesimi ziyaret etmiş ve çeşitli açıklama ve röportajlarla Türkistan Coğrafyasında kendi misyonlarına dair açıklamalarda bulunmuştu.
Bu ziyaret ertesinde Kırgıiztanda gelişen halk isyanının patlak vermesinin ardından BARAN Dergisine açıklama yapan Taza Din Liderliğinin 'Türkiye'ye geliş sebebimiz buydu' açıklaması yine Baran Dergisi'nde Ön kapaktan büyük puntalarla verilmiş.


barantazadinsuyunaliyev.jpg


Baran Dergisi Orta Kapakta yer alan Kırgız Lider Suyunaliyevin saat saat Yazdığı Kırgızistanda ki Devrim Günlüğü



Baran Dergisi Kırgızistanda ki Devrim Sürecine ağırlık verdiği bu sayısında yer alan diğer yazı ve başlıkları ise şöyle;


- TAZA DİN'İN TARİHÎ ÇIKIŞI Şükrü Sak

- İHTİLÂLE YAKIN ÜLKE TÜRKİYE Kazım Albay

- TEK ÖRGÜTLÜ GÜÇ TAZA DİN HAREKETİDİR Albay Cumay Suyunaliyev

- TAZA DİN Lideri Albay Cumay SUYUNALİYEV’in Kaleminden İHTİLAL GÜNLÜĞÜ

- LİDERLİK ROLÜNÜN HAKKINI YALNIZCA TÜRKİYE VERİR! Kumandan CARLOS( Çakal Carlos'un Time Türk sitesnde ki Röportajı)

- VENEZÜELLA'DAN KIRGIZİSTAN'A:"BİR DEVRİMİN ARKA PLANI" -1 Fazıl Duygun

- KIRGIZ İSYANINDAN BÜYÜK ASYA DEVRİMİNE Tuncay Aksoy

- SERSEFİL DEMOKRASİ Cumali Dalkılıç

- DÜNYAYI SARAN YENİ SES: İBDA Hakkı Ata


- AFGANİSTAN ZAFER GÜNLÜĞÜ
Haber



barandergisi170.jpg






Baran Dergisi:

Adres: Cami-i Kebir Mh. Sıraberberler Sk. No:
2 Daire: 4 Kasımpaşa/Beyoğlu - İSTANBUL

Tel-Fax: (0212) 361 44 18 

MAİL:barandergisi@gmail.com
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Mirzabeyoğlu’nun İktidara Geldiği Günleri de Göreceğiz!
carlos_the_jackal_02.jpg

Size yeni bir mektub göndermiştim, aldınız mı? (Av. Güven Yılmaz, henüz almadıklarını söylüyor.)


Kırgızistan’dan yeni bir haber var mı? oradaki arkadaşlarımız nasıl; iyiler mi? (Av. Yılmaz, hâdiselerin “şimdilik” kaydıyla durulduğunu ancak, herhangi bir ânda tekrar patlak verme istidadı taşıdığını belirtiyor. Gönüldaşlarımızınsa iyi olduğunu ekliyor.)



Anlıyorum.



(Av. Yılmaz, bir gün önce K. Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettiğini ve O’nun Kumandan Carlos’a gönderdiği devrimci selâmlarını naklediyor.)



Çok teşekkür ediyorum. Lütfen siz de O’na ve cezaevlerindeki tüm gönüldaşlara mukabil selâmlarımı söyleyin.



Bu arada, Türkiye’den, hükümetten haberler neler? İsrail mevzuunda neler yapılıyor? (Av. Yılmaz, yapılanların “bizim için” yeterli olmadığını ifade edip, “Sizin Türkiye hükümetine yapmasını tavsiye ettiğiniz şeyi İsrailliler yapmış anlaşılan. Yani, siz geçen hafta Türkiye’deki İsraillilerin hesablarına Türkiye Devleti el koysun demiştiniz ancak, İsrailliler sizden taktik almış olacaklar ki, Türkiye’nin yapmadığı bu hamleyi onlar yaptılar ve İsrail’de iş yapan Yılmazlar Holding’in tüm hesablarına “siyasî sebeblerle” el koydular.” diyor. Kumandan Carlos “İnanılmaz!” deyip kahkaha atıyor ve “Utanmalısın Erdoğan!” şeklinde lâtife yapıyor, hemen sonra yine gülerek ekliyor: “İsrailli arkadaşlar sağolsun (!), beni çok iyi takib eder ve sözlerimi de dinlerler. Çok oldu birbirimizi görmeyeli. Neyse, hoş bir gelişme olmuş.”)



Bugün, Kolombiya’dan bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde Kolombiya Devlet Başkanlığı seçimlerinin ikinci turu da yapıldı ve eski devlet başkanı Alvaro Uribe döneminde Savunma Bakanı olarak görev yapmış Juan Manuel Santos yeni devlet başkanı olarak seçildi.



Juan Manuel Santos, başkent Bogota’da yerleşik, İspanyol orijinli, beyaz, köklü, nüfuzlu ve sağ görüşlü “Santos” ailesine, daha doğrusu oligarşik ailesine mensub bir kişidir. Aile büyüklerinden Eduardo Santos da 1930’ların sonunda (1938-1942) devlet başkanlığı yapmış, ayrıca Kolombiya’nın o dönemdeki en önemli gazetesi El Tiempo’yu –ki tutucu bir gazeteydi- kurmuştur.



Şimdi yeni seçilen bu başkanın, kadîm aile geleneklerinden zaman zaman sapmış bir özelliği de var ki, bu da onun esen rüzgârlara göre değişken bir siyasî tavır almış olmasıdır. Bir zaman sağcı, bir zaman solcu, sonra yine sağcı olmasıdır. Neticede hiç değişmemiş olan gerçek, yozlaşmış bir yapının faal bir unsuru olduğudur. Kaldı ki, Savunma Bakanlığı döneminde Ekvador’a Kolombiya ve Amerikan ordusunun yaptığı bir hava saldırısında FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) dış ilişkiler danışmanı ve siyasî sözcüsü Kumandan Raul Reyes’in katledilmesinde de doğrudan sorumluluğu olan bir kişidir. Bir haydut, artık devlet başkanı olmuştur kısacası.



Kolombiya’nın şahsım açısından bir başka hususiyeti daha mevcud, bilvesile arzedeyim. Büyükbabam, yani annemin babası, Kolombiya dahilindeki sınır bölgesindendir. Bu yüzden, gençliğimde ailemle her sene Kolombiya’ya gider, ucuz da olduğu için orada alışveriş falan yapardık. Tanıdığım son derece cesur ve ciddi Kolombiyalı yoldaşlarım da vardı. Zaten 1960’ların başında Venezüella’nın doğusuna gönüllü olarak savaşmaya gelen Kolombiyalı komünist gerillalar o kadar cesurdu ki, inanamazsınız. Biz Venezüellalı komünistlerin hemen hepsi kolejliydi. Oysa bunlar aslen köylü olmalarına rağmen, bizden çok daha iyiydiler ve ideolojik formasyon bakımından da tam bir komünisttiler. Ebeveynleri ve onların da ebeveynleri yine gerillaydı ve bir aile geleneği olarak devraldıkları bu ideolojik yapı, onların tümünün Marksist klasikler üzerinde belli seviyede kültürel formasyona sahib olmalarına imkân vermişti. O kadar disiplinli ve teşkilâtlıydılar ki, biz Venezüellalı komünistlerde bu özellikler yoktu.



Herneyse, Kolombiya’da devrimci mücadele sürecek; devleti ele geçirmiş bu narko-teröristler, bu Amerikan kuklaları yenilecektir. Türkiye’de de kitlelerin desteğiyle K. Mirzabeyoğlu’nun iktidara gelişini, inşallah tüm dünya gibi bizim de göreceğimiz günler gelecektir.



Allahü Ekber!



(Av. Güven Yılmaz, el-Vatan el-Arabî adlı Arabça bir derginin Kumandan Carlos hakkında çekilen filmle ilgili özel bir haber yaptığını, BARAN dergisiyle birlikte sözkonusu haberin bulunduğu Arabça derginin orijinal nüshasını da kendisine gönderdiklerini söylüyor. Bu arada üzücü bir de haber veriyor ve gönüldaş Fazıl Duygun’un 10 yıl önce kaleme aldığı bir yazıda Türk meclisine, cumhurbaşkanına ve ordusuna hakaret ettiği gerekçesiyle geçtiğimiz hafta tutuklandığını, Ankara Cezaevi’ne konulduğunu, üç yıllık bir cezayla yüzyüze bulunduğunu söylüyor. Kumandan Carlos, “Allah kahretsin! Çok üzüldüm. Hem de 10 yıl önceki bir yazıdan dolayı ha? İnanılmaz! Hani nerede basın hürriyeti?” şeklinde samimi üzüntü ve öfkesini dışa vuruyor. Bir yandan konuşuyor, diğer yandan da “Allah kahretsin!” diye söyleniyor. Sözlerinin sonunda Av. Güven Yılmaz’a rica ediyor: “Lütfen kendisine en candan, en sıcak selâm ve iyi dileklerimi iletiniz.”)





26 Haziran 2010

İngilizceden Tercüme: Hayreddin Soykan


İ. Ramirez Shancez (CARLOS)

07.07.2010
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Çakal Carlos, Özgün Duruş`a konuştu.

images

images

Çakal Carlos'la ilgili olarak geçen sayımızda yayınladığımız 'Talabani'yle Fransa'da Eylem Yaptık' başlıklı haberle ilgili olarak, Carlos (Ilich Ramirez Sanchez veya müslüman adıyla Salim Muhammed) Fransa'da yattığı Poissy Cezaevi'nden gazetemize özel bir açıklama yaptı. Her hafta telefonla aradığı Türk avukatı Güven Yılmaz aracılığıyla Özgün Duruş'a konuşan Carlos, bir yandan iddiasını sürdürdü, diğer yandan da bu ilişkinin niteliğine açıklık getirdi. Söz Çakal Carlos'ta adlı eseri Türkçeye kazandıran Hayreddin Soykan, 11 Aralık 2010 tarihinde gerçekleşen bu konuşmayı, Özgün Duruş için İngilizce`den Türkçe`ye çevirdi.

Çakal Carlos: Selâmün aleyküm. Yeni bir haber var mı?

Av. Güven Yılmaz: Bu hafta bazı gazeteler ve internet siteleri, Türkiye’de çıkan kitabınızla ilgili olarak çeşitli haberler yaptı.

Çakal Carlos: Çok iyi.

Av. Güven Yılmaz: Meselâ, Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, kitabınız üzerine “Yeni Bomba: Çakaleaks Sızıntıları” başlıklı bir yazı yazdı.

Çakal Carlos: “Çakaleaks” mi? (Gülüyor.)

Av. Güven Yılmaz: Bir diğer güzel haber de şöyle: Özgün Duruş isimli önemli bir İslâmcı gazete de, sizin Talabanî’yle olan teşkilat ve eylem bağınızla ilgili olarak, manşetten verdikleri özel bir haber yaptı. Bu konuyla ilgili olarak ilâve etmek veya izahata kavuşturmak istediğiniz noktalar olup olmadığına dair de, bizden ricaları oldu. Yapacağınız açıklamayı, çıkacak sayılarında aynen yayınlayacaklar. Talabanî’yle Fransa’da, Avrupa’da veya dünyanın başka bir köşesinde nasıl bir ilişkiniz olduğuna, kendisini nereden tanıdığınıza dair bize neler söyleyebilirsiniz?

Çakal Carlos: Öncelikle, benim bu hususta daha önce söylediklerim, Talabanî’nin bir Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) “mensubu” olarak Paris’e gönderildiği anlamına gelmiyor. Ancak aynı şekilde, bizimle bağlantısız olduğu anlamında da değildir bu. Evet, Talabanî bizim Paris’teki “siyasî temsilcimiz”di ve bu sebeble eylemlerimizin kanunî sorumluluğuna da iştirak ediyordu; ama, bakınız nasıl:

Talabanî, zamanında Lübnan’a gelmişti ve mülteci olarak Beyrut’ta kalıyordu. Irak’a dönemiyordu, çünkü Molla Mustafa Barzanî’yle ciddi problemleri vardı. Barzanîler onu öldürmek istiyordu. Bu yüzden, ikinci eşi –ki çok iyi olduğu kadar, cesur da bir militan hanımefendiydi- ve çocuğuyla birlikte Beyrut’ta ikamet ediyordu. O hanıma FHKC tarafından bir daire tutulmuştu ve orada birlikte kalıyorlardı. Oradan da Paris’e geçtiler.

Paris’te diplomatik, hem de hakiki bir Mısır diplomatik pasaportuyla bulunuyordu Talabanî. Enver Sedat’ın veya çevresindekilerin arkadaşı olduğundan falan almamıştı bu pasaportu. Sedat’tan önce aldığı bir Mısır pasaportu taşıyordu. Bu imkânlarından dolayı Paris’te yaşadı ve belli siyasî temaslarda bulunmak üzere, FHKC’nin de siyasî temsilciliğini yaptı.

Talabanî’yle, Paris’te olduğum sıralarda şahsım bakımından direkt bir münasebetim olmadı. Şu yüzden ki, o dönemde bile oldukça tanınan bir şahsiyetti Talabanî. Böyle olunca, tahmin edilebilir güvenlik mülâhazalarından ötürü onunla bağlantı kurmadım. Talabanî’nin güvenilmez bir adam olması değildi burada mesele. Kendisi, tüm Batılı istihbarat servisleri tarafından biliniyordu. Böyle bir kişiye yaklaşmam düşünülemezdi şübhesiz.

O vakitler Talabanî hakkında sahib olduğumuz kanaat, Molla Mustafa Barzanî’ye kıyasla, müsbet yöndeydi.

Molla Mustafa Barzanî, Kuzey Irak’taki Kürdistan Millî Hareketi’nin büyük tarihî lideridir. Ne var ki, feodal bir liderdi o. An’anevî, kabile yapısına bağlı bir lider. Kabile temelli olarak, Stalinci tarzda, Sovyetler Birliği’ne de yakın durmuştur Barzanîler. Üstelik, Sovyet ordusunda üç yıldızlı bir generaldi Molla Mustafa Barzanî; Sovyet tarafında, Almanlara karşı savaşmıştı. Azerbaycan topraklarında kurduğu Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni de, yine Rusların desteğiyle teşkil etmişti, malûm.

Celal Talabanî ise, Kürt liderler arasında belki en entellektüel kişidir. İyi eğitimlidir. Bağdat Üniversitesi’nde hukuk okumuştur. Mükemmel derecede Arapça konuşur; tabiî İngilizce de bilir. Oldukça da radikaldi gençliğinde. Molla Mustafa Barzanî’nin yaptığı bazı yanlışlardan dolayı, onunla zıtlaşmıştır. Mustafa Barzanî, Şah’a gereğinden fazla güvenmişti. Şu oldu bu oldu, biliyorsunuz, hayatının son yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti, çok hastaydı ve orada hayatını kaybetti.

Molla Mustafa Barzanî zamanında Kürt bölgelerinde kimi İsrailliler cirit atıyor ve Kürdistan’ın bağımsızlığı mücadelesine yardımcı olacakları gerekçesiyle himaye görüyordu. Talabanî, rahatsızlık duydu bundan. İdeolojik olarak, o sıralar oldukça antisiyonist bir tavrı vardı Talabanî’nin.

Ancak şunu da eklemeliyim: Bağdat’la yeni bir anayasa temeli üzerinde barış yaptıkları dönemde Molla Mustafa Barzanî, Ürdün’e İsrail’e karşı savaşmaları için Kürt savaşçılar, gönüllü peşmergeler göndermişti ki, hayatımda şu âna kadar bu derece cesur insanlar görmedim bir daha. Hâlâ bile inanabiliyor, anlayabiliyor değilim, nasıl oldu da bu insanlar o kadar risk alarak savaşabildiler. Bağırıyor, marşlar söylüyor ve korkusuzca saldırıyorlardı. Şaka değil, karşılarında gerçek ve berbat derecede güçlü bir ordu vardı ama, onların umurunda bile değildi ölmek.

Tüm bunlara rağmen, kendi kontrolünde olduğu dönemde Molla Mustafa Barzanî, Kuzey Irak’ta İsraillilerin hareket etmesine izin vermişti. Bu gerçek, yine de, Molla Mustafa Barzanî’nin tamemen siyonistler tarafında olduğu anlamına gelmiyordu. Kürdistan’ın bağımsızlığı fikri etrafında kendince siyasî sebebleri vardı. Ama bugünkü manzaraya baktığımızda, şimdikilerde o da yok, bugün Kuzey Irak’ta MOSSAD üsleri bulunuyor. ABD üsleri kadar açık değiller belki, Amerikan üslerini herkes biliyor ama, neticede MOSSAD da artık yerleşik orada.

İşte o dönemde Talabanî, böylesi stratejik sapmalara karşı tavır aldı ve Barzanîlerle sert bir çatışma içine girdi. Bu sebeble Irak dahilinde çok zor bir duruma düştü, bu noktada FHKC onu kanatları altına aldı ve Paris’te siyasî temsilci olarak görevlendirdi. Açıkçası, o dönemde Paris’teki “adamımız”dı Talabanî.

Talabanî’nin temsilcimiz olduğu demde biz, tüm Avrupa’da, İsrail özel kuvvetleriyle savaşıyorduk. Aslında kendimizi savunuyorduk. Çünkü saldırılar çoğunlukla İsraillilerden geliyordu. Bu bakımdan, daha ziyade “savunma” çerçevesindeydi eylemlerimiz. E tabiî, biz de bu arada birtakım karşı saldırılar yaptık. Elbette burada fazla teferruat verecek değilim (gülüyor).

Evet, Talabanî çerçevesinde söyleyebileceklerim işte bu çerçevede. Talabanî hakkında geçmişte daima yumuşak bir kanaatim vardı fakat, şu ânda yapıyor olduğu şeylerden dolayı hiç memnun değilim, doğrusu hiç de hoşlanmıyorum.

Bir dönem, Saddam ve Barzanîler barış anlaşması yapmaya çalışıyordu. Talabanî gitti Amerika Birleşik Devletleri’ne yanaştı ve bu anlaşmayı sabote etti. 1990’ların başındaki bu muhtemel anlaşma eşiğinde Talabanî yan çizip anlaşmayı imzalamaya yanaşmayınca, bilâhare ABD vurdu, sonunda Irak’ı işgal etti. Bu tamamen Talabanî’nin suçudur demiyorum ama, büyük sorumluluğu vardır.

Size, Talabanî’yle ilgili olarak, beni şok eden bir hâdiseden bahsedeceğim.

Saddam, benim şahsî bir arkadaşım değildi. Ancak, bizimle daima dayanışma içinde olmuş, bize saygıyla yaklaşmış ve Filistin davasını kendi siyasî çıkarlarına âlet eden diğer Arap rejimlerinin başındakiler gibi istismarcı olmamıştır. Neticede bizler, Filistin davası için, Arap davası için savaşan, bu mücadele boyunca hiçbir şahsî çıkar peşinde koşmayan, prensibleriyle yaşayan ve kahramanca eylemlere imza atan milletlerarası devrimci şahsiyetlerdik. Bugüne dek hep böyle olduk. Bize bu samimi mücadelemiz zaviyesinden saygıyla yaklaşanlara karşı, biz de saygı duyduk. Saddam’a saygımız bundandır.

Saddam, düşmanlarının bile kendisine saygı duyduğu bir şövalyedir bana göre. Diğer hainlerle aynı kefeye konulması haksızlıktır. Tamam, Saddam zamanında Kürtler Irak’ta kötü muamelelere tâbi tutulmuştur. Bu mânâda, Kürtlerin onu sevmesi gerektiğini söyleyecek değilim. Bunu anlarım. Sadece Irak’ta değil, İran’da da, Türkiye’de de, Suriye’de zulüm görmüşlerdir. Ancak, acaba Talabanî’nin yaptığı gibi, işgalcilerce Saddam’ın başına getirilenlere alkış tutmak mıdır doğru olan? Saddam, doğum yeri Tikrit civarındaki bir köyün dışında saklandığı yerde işgalcilerce yakalandığında, bunu bir “müjde” olarak dünyaya duyuran Celal Talabanî oldu. Kendisinin de sorumlu olduğu bir işgalin neticesi olan böyle bir durumda, bu sevinç neyin nesidir? Talabanî, devrimci ve milliyetçi olduğu demlerde bu eski yoldaşım, şu ân yanlış taraftadır. En kötüsü, işgalciler tarafından Irak’taki kukla hükümetin başına getirilmeye en lâyık kişi olarak görülmek gibi bir ihanetin icracısıdır. Ayıptır.

Sonuç olarak, Talabani’nin geçmişte benimle birlikte “fiilî eylem” yaptığını ifade etmek, tarihî gerçekler bakımından pek doğru olmaz. Çünkü onunki “siyasî” bir temsilcilikti ve burası kesindir. Ancak benim durumu da takdir edin: Ben, direnişin Avrupa’daki silahlı biriminin başıydım. Bu açıdan, onun gibi kimliği âşikâr ve tanınan biriyle umum önünde buluşmam veya görüşmem düşünülemezdi. Ne var ki bu, onun bizim eylemlerimiz bakımından tamamen “sorumsuz” olduğu anlamına da gelmez. Ancak, nedense bu “siyasî sorumluluğu” dolayısıyla hiçbir zaman takibata uğramamış ve yargılanmamıştır. Oysa Avrupa’daki diğer fedaîler gibi, benim gibi, o da 1970’lerdeki eylemlerimizden dolayı yargılanabilirdi.

Bu “eylemler” dolayısıyla onun yargılanmasını, cezalandırılmasını diliyor falan değilim. Neticede bunlar, kahramanca aksiyonlardır. Yalnızca, o sözde “kanun önünde eşitlik” ilkesinin onun için de geçerli olmasını isterdim. Talabanî’nin niçin yargılanmadığının sebebini bulmak, ABD tarafından bugünkü kukla Irak devletinin başına getirilmesine bakılırsa, hiç de zor olmasa gerek.

Herkes, eylemlerinin karşılığını görmeli, işlediği suçun cezasını çekmelidir. Ve en büyük suç da, ihanettir. Vatanına ihanetin, prensiplerine ihanetin, Allah’a ihanetin cezası çekilmelidir. Biz İsrail’le, Batılı istihbarat servisleriyle, hain Arap rejimleriyle işbirliği yapan hainleri infaz ettik, hattâ birkaçını bizzat ben kendi ellerimle bertaraf ettim.
images

Diyeceğim şudur: Hem Allaha ihanet etmiş hem de cezasız kalmış olmanız kabul edilemez.

Allahü Ekber!
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Carlos Fransa'da saldırıya uğradı.
CARLOSA İŞKENCE...
images
images


Salim Muhammed - Çakal Carlos'u mahkemeye götürümek için yasadışı bir şekilde gelen Başkanlık Muhafızları, mahkemeye götürürken Carlosu darb etmiş kafasını duvarlara vurmuşlar ve üzerindeki elbiseleri çıkartıp sıfır derecede metal bir kutuya koyup mahkemeye zorla götürmüşler.


-"Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı...

-... Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı..."
Bı konu ile alakalı Carlos'un avukatlarının bir açıklama yapması bekleniyor.

Carlos'a karşı uygulanan saldırı ve işkencelerin ayrıntıları aynı zamanda Perşembe günü Baran Dergi'sinde de yayınlanacak
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Çakal Carlos'un Avukatlarından Basın Açıklaması!



Fransa'da cezaevinde bulunan Çakal Carlos'a Fransız Devlet Başkanlığı Muhafızları tarafından işkence uygulanması Türkiye'de basın açıklaması ile kınanacak..

Akılalmaz Barbarlık:



Fransız Devlet Başkanlığı Muhafızlarından Carlos’a İşkence!





Fransa Poissy Cezaevi’nde yapılan işkenceyi protesto etmek amacıyla Carlos'un avukatları ve bir kısm sivil toplum örgütleri tarafından 10 Şubat 2011 Perşembe günü saat 11.00 de Taksimde bulunan Fransa Başkonsolosluğu önünde basın açıklaması yapılacaktır.


Tüm Basın Mensuplarına ve Kamuoyuna Saygı ile arz olunur.


Tüm Basın Mensuplarına ve Kamuoyuna Saygı ile arz olunur.


İŞTE SALİM MUHAMMED (ÇAKAL CARLOS)'a,
Fransa'da Uygulanan İşkence...
images
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Müslümanlardan Çakal Carlos'a destek eylemi



Çakal Carlos olarak bilinen İlıch Ramirez Sanchez'in tutuklu bulunduğu Fransa'nın Poissy Cezaevi'nde kötü muameleye uğradığını açıklayan avukatları, Mazlum-Der İstanbul Şubesi ile basın açıklaması düzenledi.

Taksim'deki Fransa'nın İstanbul Başkonsolosluğu önünde saat 11.00'de düzenlenen açıklamada Carlos için özgürlük istenilen dövizler taşındı. Yaklaşık 40 kişilik topluluk, "Gönüldaş Carlos yalnız değildir", "İşkenceci Sarkozy hesap verecek" , "Carlos'a özgürlük" sloganları attı
"Mazlum –Der, İHH, İnsan Hakları Derneği ve Çağdaş Avukatlar Derneği'de bize destek veriyorlar" diyen Carlos'un avukatlarından Hasan Ölçer, açıklamasında şunları söyledi:


A7E_10479_9118_10022011_7.jpg

"Emperyalizm ve Siyonizm'e karşı verilen onurlu mücadelenin sembol isimlerinden biri Carlos, bu mücadelesi nedeniyle, 1994 yılında, CIA, MOSSAD ve Fransa Gizli Servisi'nin gerçekleştirdiği yasadışı bir operasyonla Fransa'ya teslim edildi. 17 yıldır hukuksuz şekilde, Fransa zindanlarında tutuluyor.


212_10479_9118_10022011_4.jpg

Ülkesi Venezuela'ya iadesini engellemek için, delilsiz, mesnetsiz suçlamalarla sürekli hakkında dava açılmaktadır. Bu nedenle, beş kere beraat etmiş olduğu bir suçlama ile ilgili yeni davanın duruşması için, 1 Şubat'ta cezaevinde, koridorda ilerlerken eli arkadan ters kelepçelenip, bir odaya alındı. Diğer gardiyan ve görevlilerin gözü önünde bu uygulamayı yapanların, Başkanlık Sarayı'nı korumaktan sorumlu üniformalı Cumhuriyet Muhafızları olduğu öğrenildi. Üst arama bahanesi ile elinde kelepçeler kalacak şekilde çırılçıplak soyuldu. Kafası ve vücudu duvarlara çarpılmak suretiyle, darp edildi. Soğuk kış şartlarına rağmen, üzerinde yalnızca tişort ve külot giymesine izin verilerek odadan çıkartıldı. Bu muhafızlardan biri kulağına eğilerek, Obama, Obama diye psikolojik baskı altında almaya çalıştı. Daha sonra araca konulan müvekkil, ayrı bir işkence metodu ile 60 km'lik yolu katetmek zorunda bırakıldı. Üzerinde sadece tişort ve külot olduğu halde, adliye içine sokulmuş, bu duruma oradaki görevliler de şahit olmuşlardır. Bu olanlar, mahkeme hakimi ve Carlos tarafından düzenlenen bir tutanakla imza altına alınmıştır.
CB5_10479_9118_10022011_9.jpg



Bu hukuksuz ve ahlaksız tutumun Fransa hükümetinin bilgi ve direktifinde olduğunu anlaşılmaktadır. Emperyalizm ve Siyonizm'in piyonluğunu yapan Fransa'nın yetkilileri bilmelidirler ki Güney Amerika'dan, Türkistan'a , Filistin'den Moro'ya kadar dünyanın her yerinde Carlos'un milyonlarca seveni, takipçisi, yoldaşı ve gönüldaşı vardır. Bu insanlar dünyanın her tarafından gelişmeleri büyük bir dikkatle takip ederek, Carlos'un yalnız olmadığını bütün dünyaya haykırmaktadır. Fransa Devleti, bu saldırıya maruz kalan Carlos'tan, ailesinden, ve tüm dünya insanından özür dilemeli, saldırı emrini verenler başta olmak üzere, işkenceyi fiilen gerçekleştiren şahısların cezalandırılmasını en kısa sürede sağlamalıdır."
168413_10150100609303324_762153323_6158348_6671977_n.jpg



ÇAKAL CARLOS KİMDİR?
DE7_10479_9118_10022011_6.jpg

İlıch Ramirez Sanchez (Çakal Carlos), 25 Mart 1949 yılında Venezuella'nın Caracas şehrinde dünyaya geldi. 1966 yılında annesi ve kardeşleriyle birlikte Londra'ya gidip, İngiltere'de üniversite eğitimi gördü. Uzun bir dönem Marksist gençlik örgütlenmelerinin içinde yer alan Carlos, 1975 yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) kamplarında eğitilerek İsrail'e karşı savaşmaya başladı. Daha sonraki yıllar İsrail hükümetine karşı verdiği mücadeleyi Batı'nın büyük şehirlerine taşıyan Carlos, İsraille ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğe bombalı saldırıda bulundu. 1980 yılında dünyanın en çok aranan adamı olarak ilan edilen Carlos, CIA, Mossad, Interpol ve Fransız istihbaratını birçok kez atlattı. Carlos, özellikle yakalanmamaktaki başarısı ve zekası ile dünya medyasının gündeminden hiç düşmedi. "Binbirsurat" olarak da tanınan Carlos, özellikle Viyana'daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 70 kişiyi rehin alması ve olay sonrası rehineleri Cezayir'e kaçırması herkesi şaşırttı. Daha sonraki yıllar özellikle Fransa'ya yönelik eylemler gerçekleştirmeye başlayan Carlos, 25 yıllık bir kovalamacanın ardından 1994 yılında Fransız ve Sudan istihbarat örgütlerinin ortaklaşa düzenledikleri bir operasyonla yakalandı. Fransız mahkemeleri tarafından 3 yıl yargılanan Carlos, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
180917_10150100602273324_762153323_6158262_3521308_n.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
images

Bazı gönüldaşlar, Carlos'a yapılan saldırıyı protesto etmek için aşağıdaki adreste bir "online imza kampanyası" başlatmışlar. Tebrik ve teşekkürler.http://www.ipetitions.com/petition/jackalcarlos/

images

Çakal Carlos

FRANSA CUMHURİYETİ BÜYÜKELÇİLİĞİ KANALI İLE
FRANSA ADALET BAKANLIĞI’NA
İSTANBUL

KONU: ILICH RAMIREZ SANCHEZ’E (ÇAKAL CARLOS) YAPILAN SALDIRI

1. Hayatını emperyalist ve siyonist saldırılara karşı mücadeleye adamış ve Fransa Poissy Cezaevi’nde yatmakta olduğu hücresinden seslendirdiği “ÜRDÜN’DEN AKDENİZ’E TEK, BÖLÜNMEZ FİLİSTİN” sloganıyla mücadelenin her şart altında devam etmesi gerektiğini gösteren, ezilen milletlerin tarihî misyonlarının gereğini yapıp dünya arenasındaki yerlerini alması gerektiğini her fırsatta dile getiren Çakal Carlos, 1 Şubat 2011 günü cezaevinde Başkanlık Sarayı’nı korumaktan sorumlu Cumhuriyet Muhafızları’nın saldırısına uğramıştır.

2. Cezaevinde bulunan normal personeli bertaraf ederek orada hiçbir şekilde görev ve yetkisi olmayan Cumhuriyet Muhafızlarının Carlos’u kelepçeleyerek bir odaya koyması ve burada yalnızca elinde kelepçe kalacak şekilde çırılçıplak bırakıp darbetmesi, yumruklaması, kafasını duvarlara vurması, sıfırın altındaki dondurucu soğuk kış şartlarına rağmen yalnızca bir tişört ve külot giydirerek adliyeye götürmesi ve bu şekilde insanlara teşhir ederek aşağılamaya çalışması gibi tüm bu kötü muameleler insanlık vicdanında derin yaralar açmıştır.

3. Aslında Carlos’un şahsına uygulanan bu işkence tüm insanlığa karşı yapılmıştır.

4. Yine bu işkence, Fransa’nın İnsan Hakları için mücadele tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

5. Diğer taraftan, bu saldırının açık bir şekilde Cumhuriyet Muhafızları tarafından cezaevinde ve cezaevi personelinin gözleri önünde üniformaları altında işlenmiş olması dikkate alındığında, bütün bu gayri-hukukî ve gayri-ahlâkî tutum ve davranışların, Fransa Hükümeti’nin bilgisi ve direktifi dahilinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

6. Fransa Hükümeti gerek iç hukuk hükümlerinde gerekse uluslararası normlarda suç olarak nitelendirilen bu fiili böyle cüretkar bir şekilde gerçekleştirerek adeta Carlos nezdinde tüm dünyaya meydan okumaktadır.

7. Başta Fransa Halkı ve Fransız Yetkilileri, alınlarına bu kara lekeyi sürenlerin cezalandırılması için ivedilikle harekete geçmelidir.

8. Ve yine Fransa Devleti, başta bu muameleye maruz kalan Carlos olmak üzere, Venezüela Devleti’nden ve halkından ve özellikle de Fransa halkından ve tüm dünya kamuoyundan özür dilemelidir.

9. Carlos yalnız değildir ve zulüm kimden gelirse gelsin ve nerede yapılmış olursa olsun, zalim ve zulme karşı olan dünyanın vicdanlı insanları bu işin takibçisidir.

images

images

TO THE FRENCH MINISTRY OF JUSTICE
THROUGH THE MEDIUM OF EMBASSY OF FRANCE IN TURKEY
ISTANBUL

SUBJECT: THE ATTACK AGAINST ILICH RAMIREZ SANCHEZ (CARLOS THE JACKAL)

1. Ilich Ramirez Sanchez (Carlos the Jackal), who dedicated all his life to the struggle against the imperialist and zionist attacks and raises the banner of “Palestine, one, indivisible from Jordan to the Mediterranean” from his cell in the French Prison of Poissy and demonstrates that the struggle should go on under any circumstances and underlines that all the opressed people around the world should take over their historical mission in the world arena, was attacked in prison on February 1, 2011 by the French Republican Guards in charge of protecting the French Presidential Palace.

2. Without having such a duty or authority and by eliminating the authorized personnel in prison, that the Republican Guards handcuffed Carlos in a small room and made him completely naked and repeatedly hit his head against the walls and punched him in the head and threw him against the walls and took him to court just allowing only a t-shirt along with his underwear in spite of the freezing winter conditions below zero and tried to humiliate Carlos by exposing him like that before public and so on, all these bad treatments deeply hurt conscience of humanity.

3. The torture commited against Carlos has been actually commited against all humanity.

4. That torture, at the same time, will be recorded in the French history of struggle for human rights as a black page.

5. On the other hand, if we take that the torture was openly commited in prison and before the prison personnel by the Republican Guards in their own uniforms into consideration, it is obvious that all these lawless and immoral attitudes and behaviours have been carried out under the cognizance and direct guidance of French Government.

6. French Government is publicly defying the whole world just as in the case of Carlos by arrogantly perpetrating such lawlessness which is considered as a definite crime according to both domestic and international law.

7. Before all else, French people and French authorities have to take urgent action to punish those who dishonoured French history and society.

8. Besides, the State of France has to apologize to Venezuelan State and people, especially to French people, and to all the world, to begin with Carlos who faced such cruelty.

9. Carlos is not alone! By whoever and wherever such cruelty is commited, conscientious people that are against cruels and cruelty all over the world will persist in struggling against it.
images
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
images

TEMEL ÖLÇÜ-ŞEHİTLİK ŞUURU
İmanın hakikatinin, iman tazelemenin, kesiksiz ve duraksız oluş sırrının ve bütün İslam cephelerinde çırpınmanın kıvılcım kapılacak ölçüsünü, batın yolu hakikatinde ifade eden bir İslam büyüğünden öğrenelim: İMAM-I NAKŞIBEND HZ.

-- "Bu yolda göze alınacak en adi tehlike, ölümü göze almaktır"!

Nasıl, muazzam mı?.. Adiden tüymek için tertipten kaçmaya ve ulviyi kendi adiliğine indirmeye yol var mı?.. İman, işlerin en ucuzu mu?.. Ve bu olmadan şehitliğin hakikati görünür mü?.. Bütün sahtelikleri söz konusu hikmette görünüz.

İman, ALLAH'a, Rasulü'nün gösterdiği yoldan bağlanmak... Bunun hakikati, "ALLAH'ın ahlakıyla ahlaklanmak"... Bunun hakikati, ALLAH'ta fani olmak, ölme sırrına ermek, yani velayet, yani can vermek!.. Zahir gözüyle "ruh kabzı" ve "can verme"nin aynı manada kullanılıyor olmasına nazaran bildirelim ki, "can verme" ve "ruh kabzı", birbirinden ayrıdır; nefsin tezkiyesi ile ruhun safiyet kazanarak arş üstü emirler alemindeki yerini alması ve KÜLLİ olması manasına "can verme", bu terki dünya işinin terkibi ifadesi, "ölmeden ölme sırrı"dır... İmanın hakikati budur!..

İmanın hakikatinin "ALLAH'ın rızası için can verme"den ibaret olması, "müslümanım!" diyen bir insanın kazanması ve benimsemesi gerekenin ne olduğunu da açıklar; imanın derecesi, bu sırra riayet kadardır... Ve hangi iş üzerinde olursan ol, davanın "öleceksin!"dediği yerde bunu göze alabilme istidadın, iman keyfiyetine alamettir!..

İş "ALLAH'ın rızası için can verme" olunca, bunun diğer yolu da, ALLAH ve Resulü'nün emirleri dairesinde bulunan cihad bahsidir ki, "şehitlik şuuru"dur; ALLAH ve Resulü davasında ölenler, bizzat ölçüyle bildirildiği üzere "ölüp de ölmeyenler"dir ve başka bir hayatla diri olan şehitlerdir... Kalanlar, "şehitlik şuuru" tescilli gaziler!..

Şehitlik dereceleri, şu, bu, bahsimizin dışında... Bizim uyarmak istediğimiz nokta, zahir ve batını ile "can verme"den ibaret imanın bu hakikatini gözardı eden bir takım budalaların, hala İman ve İslam'dan bahsedebilmelerindeki yüzsüzlüktür!..

"Terk-i dünya; can verme" rejiminden ibaret batın yolu, sözkonusu sahtekarlar için tam tersi, cihat farzından kurtulmak için "canını kurtarma" yolu zannedilmektedir; "dünyaya kazık kakma" muradındaki sürüyle sahtekar, bu niyetle hemen "intisap edilecek şeyh" arar ve işin aslında "bu yolda göze alınacak en adi tehlike, ölümü göze almaktır" hakikati bulunduğundan gafil, canını tehlikeye atmamanın keyfinde nefslerini yellerler!..

İmanın hakikatinin can verme ve davanın "öleceksin" dediği yerde bunu göze alma şuurundan ibaret olduğunu söylemiştik... Zannedilenin aksine bu işin "halim, selim" mizaçlı olmayla da bir ilgisi yoktur... Bunun en güzel misallerinden biri, Fatih Sultan Mehmet Han'ın nasihat etmek üzere Kazıklı Voyvoda'ya yolladığı ulema heyetinin takındığı tavır ve neticede kahramanca şehit olmaları hadisesidir: Kazıklı Voyvoda'nın kafalarından sarığı çıkarmaları ihtarına karşı "red" cevabı veren bu hetey üyeleri, sarıkları kafalarına çivilenerek şehit edilmişlerdir... Bu müslümanlar, muharip sınıfından değildi; ama ilim haysiyeti adına, -bugünkü haysiyetsiz, şerefsiz, mamacı tiplerin aksine-, gerektiği yerde gereken tavrı takınmayı can pahası bilmişlerdir!..

"Savaşacak gücün yoksa, savaşana dua et!" şuurundan bile yoksun ve eşi, işi, dişi arasında -mideyle tenasül aletini işletmekten ibaret- sefil hayat meftununun, öbür dünyadaki halinin ne olacağını, yolumuzun büyüğü Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin ifadelerinden gösterelim:

-- "Dini işlerde bid'atlerin (uydurma yeniliklerin) türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlukları sarar. Bunlardan biri de CİHAD VE GAZADA GEVŞEKLİK VE TEMBELLİK'tir. Burada bir nükte vardır ki, MÜNAFIKLIĞIN ALAMETİ olmaya kadar gider. O da ŞEHİTLİK NİMETİNDEN KAÇINMAK... Şehitlik, İslam'ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resül ve Nebilerin birçoğu, sahabilerin ekserisi ve Peygamber evladının hepsi, şehadet arzularına ulaşmış ve bu yolda ruhlarını teslim etmişlerdir... Bir kişinin bile sebep olduğu fitne dolayısıyla bütün mahlukların zarar görmesi karşısında kalblere bir vehim düşebilir. Bu hususta ALLAH, İlahi ukubetinin pek şiddetli olduğunu bildiriyor. Çünkü ilahi rızasına aykırı bir şeyin zuhurunda cezanın nasıl geliceğini takdir, ancak kendi zatına aittir. İlahi adet gereğindendir ki, ceza umumi olarak gelir. Sebep olanlara, başlangıcı dünyada olarak ceza, sebep olmayarak mazur görülecek olanlara da, fitnenin doğuş ve yayılışına mani olamayarak yalnız kalbe karşı durdukları için şehitlik nasip eder."
Anlayan anladı!..

ALLAH'ın laneti, İslam'ın cihat emrini reddedenlerin, cihadı baltalamaya çalışanların, İslam'ı küfür düzeninin çeşnisi bir acube haline sokmaya çalışanların ve bütün bunları İslam'ın hoşgörüsü olarak sunmaya yeltenenlerin üstüne olsun!..

Bu duaya "amin!" demeyeceklerin toplamı, sözkonusu sınıftan olarak İSLAM bağlılarının imha hedefidir!...

(Kumandan)Salih MİRZABEYOĞLU...
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
"Gerektiği yerde gereken tavrı takınmayı can pahası bilmek!.."işte eksikliğini yaşadığımız,idrakine henüz ulaşamadığımız tavır bu tavır!..

Abdulhakim Arvasi Hazretleri şehidlik hakkında ne de güzel kelam eylemiş;

_Şehitlik, İslam'ın kuvvet bulması yolunda can vermektir

İşte olay bu...İslamın kuvvet bulması için canından geçenlere Allah şedidlik gibi bir mertebeyi layık görüyor...ve Mübarek ekliyor;

_Sebep olanlara, başlangıcı dünyada olarak ceza, sebep olmayarak mazur görülecek olanlara da, fitnenin doğuş ve yayılışına mani olamayarak yalnız kalbe karşı durdukları için şehitlik nasip eder."

Ne Müthiş...

ALLAH'ın laneti, İslam'ın cihat emrini reddedenlerin, cihadı baltalamaya çalışanların, İslam'ı küfür düzeninin çeşnisi bir acube haline sokmaya çalışanların ve bütün bunları İslam'ın hoşgörüsü olarak sunmaya yeltenenlerin üstüne olsun!..


AMİN!AMİN!AMİN!
 

hasan6199

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2011
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ALLAH yar ve yardımcısı olsun. En kısa sürede cezaevinden cıkıp Fransızların uyanmasına ve müslüman olmalarına vesile olur inşaALLAH.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt