Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bugün geldiğimiz noktanın temellerini atanlar... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bugün geldiğimiz noktanın temellerini atanlar
ve onların hazin sonları

Jöntürklerin finans kaynağı bir müddet Maliye Bakanlığı da yapmış olan Mısır Hidivlerinden ve Hidivlik makamını kaybettiği için ihtirası başına vurup azgın Osmanlı düşmanı kesilen Mustafa Fazıl Paşa idi. Bu azılı Osmanlı düşmanı, dedesi Kavalalı Mehmet Paşa'dan kalan yığınlarca serveti ülke dışında yabancı tahrikleri ile yürüyen Jöntürk gazetecilerine dağıtıyordu.



Ülkemiz insanı hangi hâl ve şartta olursa olsun, amaçladığı hedefe ulaşabilmesi ve başarılı olması için geçmişi ve geçmişte yapılan hataları iyi bilmesi ve onlardan çok iyi dersler çıkarması icap eder. Okullarda gençlerimize yeteri kadar tarih bilinci verilmediği ve geçmişten dersler çıkaramadığımız içindir ki, çoğu kez aynı entrikaların içine düşerek fahiş hatalar tekrar ediliyor. İşte yakın tarihimizde ülkeyi felâketlere sürükleyen ve kendi hazin sonlarını hazırlayan hareketlerden biri de bu sayımızda değerli okuyucularımla paylaşmak istediğim İttihat ve Terakki'dir.
Aslında birleşerek kalkınma gibi bugün de doğru bir anlam taşıyan "İttihad ve Terakki" kendi öz değer sağduyusu içinde, tecrübeli ve yetenekli ellerde olsaydı, belki hayırlı bir istikamete çıkmış olabilirdi. Fakat kurucularına ferasetle bakıldığı zaman devleti, millî değerlerimizi tanımayan, dinden habersiz ve maalesef farklı fikirlere sahip tecrübesiz gençler olduğu görülecektir. İttihat ve Terakki, çoğu hekim olan; fakat ana mesleklerinin dışında Donkişotluğa soyunan Ohrili İbrahim, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sükuti, Kafkasyalı Mehmet Reşit ve Bakülü Hüseyinzade Ali tarafından 2I Mayıs 1889 yılında kurulmuştur. Fikir ve programlarını açık ve net biçimde ortaya koymaları gerekirken, mensubu oldukları masonluğun sırlı perdesine sığınmışlar ve zararları anlaşılınca da yurt dışına kaçarak, Bükreş, Paris, Cenevre ve Kahire'de şubeler açmışlardır. (1) Başlangıçta birçok münevverimiz gibi büyüleyici sözlerine kapılıp İttihatçıların içine balıklama dalan, onları şiddetle savunan ve bugün de Edirnekapı Şehitliği'nde merhum Akif'le yan yana yatan Süleyman Nazif bakın ne diyor:
Halt edip durduk siyaset namına
Türk'ü mahvettik celâdet namına
Mülkü yıktık aşk–ı millet namına
Milleti soyduk hamiyet namına
Bugün bile fikirlerin birçoğu onlardan kalmadır. Bursa Milli Eğitim Müdürü iken bilgi ve görgüsünü artırmak için Fransa'ya gönderilen Ahmet Rıza, İttihatçıların Paris Temsilcisi olup, mensup birçok üye gibi Allah'ı inkâr eden Ogüst Kont'un Pozitivist ekolüne bağlı idi. Dinlere karşı şu fikri ileri sürüyorlardı:
"Tanrıya inanmıyorum. Fakat Yahudilik olsun, Hıristiyanlık veya Müslümanlık olsun, bunlar insanlığı ürkütmek ve menfaat için icad olunmuştur." (2) Sonradan birbirinden güzel şiirler kaleme alan ve uzun yıllar Büyükelçilik görevinde bulunan merhum Yahya Kemal Beyatlı bile hoyrat delikanlılık çağlarında bu hareketten sıyrılamayıp Abdullah Cevdet'in Paris'i durmadan methetmesinin tesirinde kaldığını ve ebeveyni izin vermediği hâlde trenle Paris'e kaçtığını; fakat çok pişman olduğunu itiraf etmektedir.
Aslında İttihatçı zihniyeti nevzuhur olarak bir gecede meydana gelmediğinden hareketin öncesine ve temeline inmekte fayda vardır. Azınlıklara, dünyanın hiçbir yerinde tanınmayan her türlü hak ve hürriyet tanındı. Azınlıklar askerlik yapmadı, mal ve canları en güzel şekilde korundu. Özellikle gençler ve bazı idarecilerde temel ve mânevî değerlerin yozlaşması, neticesinde sabataist ve mason oyunlarına çok kolay âlet oldular. Dehşetli bir yozlaşma yüzünden Batı karşısında zillete düşülerek, hem de besmele, hamdele ve salvele ile Tanzimat ilân edildi.
Çok geçmeden Tanzimatçıları bile beğenmeyen gruplar ortaya çıktı. Bunların içinde başlarını Sağır Ahmed Bey'in oğlu Mehmed'in çektiği,(3) kendini idare etmekten bile aciz ve toy bir grup vardı. Bu grup devlete nizam verme güdüsü ile 1865'de Yeni Osmanlılar adı ile gizli bir dernek kurarak Anayasa ilanını işlemeye başladılar.
Bu grup aşırı Fransız hayranlığına kapıldı ve maalesef ipleri de başka ellerde olduğu için kendilerine Türkçe isim dahi veremediler. Kendilerini Fransızca "Genç Osmanlılar" mânasına gelen Jeunes Turcs (Jön Türk) diye takdim etmeye çalıştıkları için, bu grup bu isimle anılmaktadır.
Sultan II. Abdülhamid'in, "İçlerinde en fazla ona acırım. Zira saf bir bir vatan şairi idi; fakat etkilerinden kurtulamıyordu." dediği Namık Kemal bile bunların içinde idi. Sayıları gittikçe çoğalan Jöntürkler'e "Tercî–i Bend" ve "Terkîb–i Bend" diye Divan Edebiyatı'mızda eseri olan Ziya Paşa da katılmıştı. O Ziya Paşa ki, başkalarına çok iyi nasihatler verir; ancak bir türlü kendi nefsine aynı nasihati verme izzetini gösteremedi.
Jöntürklerin finans kaynağı, bir müddet Maliye Bakanlığı da yapmış olan Mısır Hidivlerinden ve Hidivlik makamını kaybettiği için ihtirası başına vurup, azgın Osmanlı düşmanı kesilen Mustafa Fazıl Paşa idi.
Bu azılı Osmanlı düşmanı, dedesi Kavalalı Mehmet Paşa'dan kalan yığınlarca serveti ülke dışında yabancı tahrikleri ile yürüyen Jöntürk gazetecilerine dağıtıyordu. Bu azılı Osmanlı düşmanı zata, havadan gelen servet yine havaya gidiyordu.
Meselâ; Kânipaşazade Ahmed Rıfat Bey'e 1500, Postacı Agâh Efendi'ye 1500, Namık Kemal'e 1000, Necip Paşa Hafidi Bey'e 1000 altın Frank maaş veriyordu.(4) Bu altınları dağıtmanın amacı, ne Osmanlı'yı kurtarmak, ne kalkınma hareketine katkıda bulunmak, ne de hayırlı bir hizmetti. Mustafa Fazıl Paşa Hidivliğini engelleyen Osmanlı'dan intikam almaya çalışırken, beslediği kalemşorlar da yabancı kaptanların dümeni istikametinde veryansın ediyorlardı. Daha sonraki yıllarda, aynı sülâleden Prens Sabahaddin varını yoğunu bu uğurda harcayacak; fakat ölümüne yakın ülkeye giriş yasağı konacaktır.
Bu Jöntürklerin getirdiği elle tutulur, tutarlı bir proje, ıslah veya imar düşüncesi de yoktu. Bu grubun çoğu mason olan üyelerine aşılanan ideal kavramları yıkarak, ırkçılığın tesis edilmesine, azınlıklara çok geniş hakların sağlanmasına, kendilerini ve devletlerini aşağı görüp Batı üstünlüğünü hırs hâline getirerek milleti Batılılaştırmaya çalışıyordu.
Ayrıca içi boş, kuru bir hürriyetçilik masalının peşindeydiler.
Jöntürklerin bu faaliyetleri haçlı siyaseti ve zihniyetini bayram ettiriyordu. Çünkü asırlar öncesi Resûl–i Zişan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Fitne uykudadır. Uyandırana lânet olsun."
Bu fitneyi kim uyandırıyordu? Kiliseler Birliği, azınlıklar, sabataistler… Amaçları; Batılı ülkelerin korkulu rüyası olan Osmanlı'nın hâkimiyetine son vermekti. Bu şer odaklarının faaliyetlerini içeride beceriksiz, şaşkın ve bir kısmı localara teslim olmuş idarecilerin basiretsiz hareketleri desteklemişti. Dış ve iç işbirlikçilerin faaliyetleri neticesinde her taraf, dumandan göz gözü görmez bir muhit olmuştu.
İşte Jöntürklerle başlayıp sonra, İttihat ve Terakki'ye dönüşen hareket hiçbir otokontrol yapmadan devletin temellerine dinamit yerleştiriyordu. Sultan II. Abdülhamit Han bunların tamamını affederek yurda dönmeleri için çok çaba sarf etti. Başta Ahmet Hikmet Müftüoğlu olmak üzere birçok zevatı, tek tek çalıştıkları devletlere göndermiş, milletin menfaatine olacak her türlü talep isteklerini yerine getirmeye hazır olduğunu bildirmişti. Fakat ne yazık ki, bu vatan ve millet hainleri bir türlü ikna olmamışlardır.
Bakın, bir süre Sadrazamlık yapan Küçük Said Paşa bir hicviyesinde bunları nasıl resmediyor:
Bir sürü herzeciler Paris'e
toplanmış idi
Cümlesi fenn–i siyasetten
idi bî–behre
Kasarak başlarını kancaya
kattı önüne
Girdi Ahmed Paşa bir kaz
sürüsü ile şehire
Burada zikredilen ve Paris'teki muhalif İttihatçıları toplayıp ikna etmeye çalışan kişi, Ahmed Celâleddin Paşa'dır. O dönemin ısmarlama değil; gerçek tarihî kaynakları araştırılacak olursa, bugün saygı ile andığımız birçok münevver ve zevat–ı kiramın dahi bu dumanlı havadan kurtulamadığı aşikâr ortaya çıkacaktır. Bu zevat, Sultan II. Abdülhamid giderse, her şeyin sütliman olacağı zehabına kapılmışlardı. İşte öncelikle Askerî Tıbbiye'ye ve Harbiye'ye giren ve ucu İtalyan Mason Lizarto Locasına dayanan fitne odakları amaçlarına ererler. Sultan II. Abdülhamit'i tahttan indirirler indirmesine; ama değişen bir şey olmamıştır. Ne gerçek kalkınma ve ilerleme meydana gelmiş, ne de her şey düze çıkmıştır.
Ancak kendi değerlerinden bîhaber ve halktan kopuk bir kısım gaflet ehli iş başına gelmiştir.
Ne acıdır ki bu grubun kuruculardan İbrahim Temo 1936 yılında toplanan Balkan Tıp Kongresine kimlik değiştirerek Romanya Delegesi olarak katılmıştır. Cennet mekân Sultan Abdülhamit, adam gibi adamdır; fakat kıymeti bilinmez. O Abdülhamit ki; Harp Okulu ve Askerî Tıbbiye öğrencisinin suçları sabit görüldüğü hâlde onlara hiçbir ceza verdirmeyerek, "Onlar benim evlatlarımdır." diye affetmiştir.
Necip Fazıl Kısakürek'in Adüvvüllah (Allah düşmanı) diye haklı olarak tarif ettiği ve maalesef bir hoca çocuğu olan Abdullah Cevdet, birçok genci de kendi gibi yoldan çıkarmıştı. Bu Allah düşmanı kaçtığı Avrupa'dan yazdığı 30 Nisan 1900 tarihli mektubunda kendisine yardım için Sultan Abdülhamid'in bizzat gönderdiği 150 lira için methiyeler ve dualar dizmekten geri kalmayacak kadar da dengesiz bir tiptir.
Diyarbakır'da göz mütehassısı olarak çalıştığı sıralarda mesleğinde derinlik kazanacağına fikirleri ile birçok genci de etkileyen Abdullah Cevdet, sonradan kurulan hükümetlere şu ahlâksız teklifte bulunur: "Nüfusumuz azdır. Kısa zamanda çoğalmamız için Almanya'dan (affedersiniz) sperma ithal edelim." Sonradan hekim şiirlerini toplayan Dr. Şair Hüseyinzâde Ali'ye şöyle dediği anlatılır:
"...Fakat düşünmeli ki, beni bu hâle koyan âmil içinde yaşadığım zıtların toplamı olan sosyal çevremdir."(5)
İttihatçıların üçlü sacayağı olan Enver, Talat ve Cemal Paşa'ların her biri ise, yıllarca tefrikalarına göz yumdukları Ermeni teröristlerin kurşunları ile âhireti boylamışlardı. Onun için gençlerimize üzerine basa basa diyoruz ki, atanıza, babanıza, dininize, imanınıza sahip çıkınız. Dibi kenarı belli olmayan karanlık teşekküllerden, dışarıdan gelen ve cazibedar görünen fikirlerden uzak durunuz. Hem mesleğinizde hem de dinî emirleri öğrenmede çok maharetli olup, fırsatı kaçırmayınız. Batılıların asırlardan beridir Şark Meselesi adı ile kamuflaj ettikleri ve bizi parçalamaya yönelik hareketlerinin hiçbir zaman değişmeyip, belki kılıf değiştireceğini de unutmayınız.(6)
Merhum Necip Fazıl Kısakürek 1947'de "Büyük Doğu Mecmuası"nı çıkarırken İttihatçı hareketin içinde bulunmuş Dr. Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın, "Sultan Abdülhamid'in Ruhaniyyetinden İstimdat" isimli ve on üç kıtalı şiirini yayınlamaktan dolayı ağır ceza mahkemesinde yargılanır. Duruşmada, "Durun hâkim bey! Şiir benim değil Dr. Rıza Tevfik Bölükbaşı'nındır ve kendisi hasta olup, ölüm döşeğindedir." diyerek ve keşif heyeti ile hastanın yanına giderek cezayı atlatabilmiştir. Bu şiirin bir kıtası şöyledir:
Padişah hem zalim, hem deli dedik
İhtilâle kıyam etmeli dedik
Şeytan ne dediyse biz belî dedik
Çalıştık fitnenin intibahına

Dipnotlar:
(1) Aydın Talay, "Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid Han", Risale Yayınları, s.35
(2) a.g.e. s.36–4O
(3) "Meydan Larouse Ansiklopedisi", c.10, s.299
(4) Mustafa Yalçın, "Jöntürklerin Serüveni", İlke Yayınları, s.25
(5) "Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid Han", s.36
(6) Sefa M. Yürükel, "Batı Tarihinde İnsanlık Suçları", İstanbul 2OO4, Aynı eserin kısa bir özeti ve tanıtımı için yazarın "Tarih ve Düşünce Dergisi", Temmuz 2OO4 sayısındaki "Batılının Yok Etme Hakkı" yazısına bakılabilir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt