Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

BUGÜN ARANIZDAN ÖĞLE BİRİ AYRILDI Kİ... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
İslam orduları fetihlere devam etmektedir, Irak'tan sonra Şam'da Müslümanların eline geçmiştir. Hazreti Ömer, ordularını Mısır, Irak ve Şam üzerine göndermiş, her orduya bir komutan tayın etmişti. İslam ordularına başkumandan olarak da Ebu Ubeyde Bin Cerrah'ı atamıştı.
Ebu Ubeyde, tam bir yürek adamıdır, adam gibi adamdır. Hazreti Ömer ki birini ordularına başkumandan yapar, Peygamber ki bir adamı dünya hayatındayken cennet ile müjdeler, işte o adamınım ne çapta bir şahsiyet olduğunu varın siz düşünün.
Hicri 18. yıldır. Şam'da büyük bir veba salgını ortaya çıkmış, o kadar yaygın hal almıştır ki, civar memleketleri de tehdit etmektedir.
Şam'daki veba salgınının haberi Medine'ye ulaştığında, Halife endişeye kapılır. Derhal Ebu Ubeyde'ye haber göndererek, Medine'ye çağırır. Hazreti Ömer bilir ki; Ebu Ubeyde'yı veba salgınından korumak için çağırsam, gelmez. Ebu Ubeyde'yı Medine'ye getirmek için başka bir yol dener ve ona şöyle bir haber gönderir:
"Seninle yüz yüze görüşeceğim önemli meseleler var, bu mektup eline geçer geçmez Medine'ye hareket et."
Mektup, Ebu Ubeyde'ye ulaşınca, oda Ömer'in maksadını anlamakta zorlanmaz. Mektubu getiren kişi ile halifeye cevabı mektubunu yazar.
"Ordumun başından ayrılacak durumda değilim. Allah'ın emri ne ise o olur."
Ebu Ubeyde'nın mektubu Ömer'e ulaştığında, koca halifenin ağladığı görülür. Yanında bulunanlar Ebu Ubeyde'nın öldüğünü sandı.
–Ya Emirül Müminin, Ebu Ubeyde öldü mü?
–Hayır, ölmedi ama…
Veba her geçen gün şiddetini artırarak yayılmaktadır. On binlerce kişi veba salgınından dolayı hayatını kaybetmiştir. Ebu Ubeyde'de vebaya yakalananlar arasındadır, her geçen günde durumu ağırlaşmaktadır. Artık nasihat ve vasiyetini yapmaktadır.
– Allah insanların alnına ölümü yazmıştır. Her insan ölümü tadacaktır, insanlar içinde en akıllı olan Allah'a itaat eden, ahiret için çalışandır. Hepiniz için Rabbimden rahmet ve mağfiret niyaz ederim. Ey Muaz cemaate namazı sen kıldır.
Ve Ebu Ubeyde bin Cerrah ebedi hayata gözlerini kapar.
Yerini Muaz Bin Cebel'e bırakmıştır. Cenaze namazına için toplanan kalabalığa Muaz şöyle seslenir:
–Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; bugün aramızdan öyle bir adam ayrıldı ki, ondan daha dindar, daha temiz, daha merhametli, bir kimseyi görmedim. İslam'ın sevmediği işlerden uzak duran, insanlara merhametle muamele eden, iyiliği çok bu adama rahmet dileyiniz, onun namazında hazır bulunun.


NASIL AĞLAMAYAYIM?
Şam'ın fethinden sonradır, muzaffer başkomutan Ebu Ubeyde Şam'daki ikametgâhına çekilmiştir. Yanına girenler Ebu Ubeyde'nın ağladığını görürler.
–Ey Ebu Ubeyde! Seni ağlatan nedir?
–Benim niçin ağladığımı merak ediyorsunuz. İyi dinleyin, beni ağlatan şudur. Bir gün Allah'ın Resulü bize gelecekte, Müslümanların birçok ülkeyi fethedeceklerini, büyük nimetlere kavuşacaklarını haber veriyordu. Bu fethedilecek yerlerin içinde Şam'ın da olduğunu, bunu söyledikleri sırada bana dönerek şöyle buyurdular:
"Ey Ebu Ubeyde, Allah sana uzun ömür nasip ederse şunlara dikkat et, üç hizmetçiden fazla edinme, bunlardan biri ailenin işleri ile meşgul olur, biri sana hizmet eder, biride seninle seferde bulunur. Uç hayvandan fazlası da olmasın, biri seni, diğer hizmetçini, diğeri de eşyanı taşır."
Resulullah'ın bu sözlerini hatırladım, birde bugünkü durumuzu düşündün de ağladım. Biz yarın Resulullah'ın huzuruna nasıl çıkacağız? Onun yüzüne nasıl bakacağız? Resulullah şöyle buyurmuştu:
–Sizin içinizden en çok sevdiklerim ve en yakınlarım, bana benden ayrıldıkları hal üzerine kavuşmuş olanlardır.


BİZ MUSA'NIN ASHABI
OLMAYACAĞIZ
Müşrik ordusunun Mekke'den hareket ettiği haberi Medine'ye ulaştığında Kainatın Efendisi Ashabını istişare için topladı. Efendimiz son durumu arkadaşlarına izah ettikten sonra, müşrik ordusuna karşı çıkılacak savaşta ashabının görüşünü sordu. Önce Ebu Bekir'e düşüncesini sordu.
–Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım, malımla canımla emrindeyim, dedi.
Ömer'e, Osman'a ve diğerlerine sırasıyla sordu hepsinden de aynı cevabı aldı. Resulullah toplantıyı bitirmek üzereydi ki, Hazreti Mikdad toplantıya yerine geldi. Kainatın Efendisi son olarak Mikdad'a da aynı soruyu sordu. Bundan sonrasını Abdullah ibn–i Mes'ud'dan dinleyelim.
"O toplantıda Mikdad'ın öyle bir halını gördüm ki, o halın bende olmasını çok isterdim. O'na da aynı soru sorulunca o şöyle demişti:
–Ya Resulullah! Biz senin davetine karşı, Musa'ya karşı kavminin dediği gibi 'Sen ve Rabbin gidip hasımlarınızla dövüşün' asla demeyeceğiz. Seni bir an bile yalnız bırakmayacağız. Önünde, arkanda, sağında, solunda bulunacağız, dört bir yandan hem sen koruyacağız, hem de düşmanla savaşacağız.

RESULULLAH'IN ARKADAŞLARI
DURUŞLARINDAN TAVİZ VERMEDİ
Kâinatın Efendisinin arkadaşlarının insanlığa örnek davranışlarını saymakla bitiremeyiz. Onlar ortaya koydukları dürüş ve ilkelerle kıyamete kadar bütün insanlara en güzel örneği oluşturdular.
Abdullah Bin Ömer, kısaca İbn–i Ömer… Daha açacak olursak o babanın oğlu, Ömer bin Hattab'ın oğlu, İbn–i Ömer.
Beni Ummeyye'nın zumlu İslam âlemini kasıp kavuruyor. Hele bir Haccac bin Yusuf var ki, işlediği zulümler müminleri kalplerini kanatıyordu. Haccac, zulümde o kadar ileri gitti ki kimse karşısına çıkıp ta şunu niçin böyle yaptın demeye cesaret edemiyordu.
Biri vardı ki, Haccac'ın yaptıklarını hiç korkmadan, çekinmeden yüzüne söylüyor, onu en sert şekilde ikaz ediyordu. Bu İbn–i Ömer'den başkası değildir. Bir gün Haccac mescid'de hutbe irad etmektedir. Haccac hutbede sevimsiz bir söz söylemiştir. İbn–i Abbas cemaate dönerek:
–Şu gördüğünüz Allah'ın düşmanıdır. Hutbede bulunan adam Allah'ın haremine saygısızlık yaptı, Beytullah'ı yıktı, Allah dostlarını öldürdü.
Yine bir başka gün, hutbede Haccac var. Şöyle diyordu:
–Şu Abdullah ibn–i Zübeyr yok mu, Kelamullahı tağyir ve tebdil etti…
Haccac'ın bu iftirasına karşı İbn–i Ömer oturduğu yerden ayağa kalkar ve şöyle der:
–Ey Haccac! Sen yalancısın, Ne söylediğin işi yapmaya ibn–i Zübeyr'ın kudreti vardır, nede senin böyle bir şey yapmaya takatin olacak.
Bu satırları okurken şunu düşünelim, ölüm emrinin iki dudak arasından çıkacak bir kelimeye bağlı olduğu bir ortamda bunlar söyleniyor. O Haccac ki, Kâbe'ye saldırmış, karşı gelenleri öldürmüştür. Böyle bir adama karşı söz söylemek herkesin işi değil, er kişinin işidir.
Haccac İbn–i Ömer'in ortadan kaldırılmasını düşünüyor, bunu aşikar yapmaya cesaret edemiyordu. İbn–i Ömer'e suikast tertipletir. İbn–i Ömer ağır yara almış, evinde yatmaktadır. Haccac onu evinde ziyarete gelir. Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranır. İbn–i Ömer'e şifa dileklerinde bulunduktan sonra:
–Sizi bu hale getirenin kim olduğunu bulabilirsem, onun cezasını kendi ellerimle vereceğim.
İbn–i Ömer harem–i şerifte saldırıya uğramıştı. Haccac'a çıkıştı:
–Bu saldırının sorumlusu sensin. Zira harem–i şerif'e silahla girilmesine sen müsaade ettin. Hâlbuki sen Harem–i şerife silahla girmenin yasak olduğunu pekâlâ biliyordun.

BİR CENNET
ADAMI EBU ZER
Ebu Zer, dünyaya uzak, Allah ve Resulüne yakından da yakın. Onun için dünya'nın bir sinek kanadı kadar değeri yoktur. Yaşantısı, sade, basittir. Debdebeden uzak, saltanat, serveti ve şöhretten nefrete eder, aza kanata eder, hakkı korkusuzca söyleyen dev şahsiyet. Ashab arasında, kimseden korkusu olmayan, hak sözü kim olursa olsun yüzüne karşı haykırması ile un yapmış, bir Allah adamı.
O Özellikle Hazreti Osman döneminde, meydana gelen fetihlerle, Rum Kayser'i ve Acem Kisra'sının memleketleri fethedilince, onların gösteriş, saltanat ve dünyaya olan ilgileri Müslümanlara geçti. Bu duruma Ebu Zer şiddetli itirazlarda bulunmaktadır. Şam'da bulunduğu dönemlerde şatafatlı yaşama karşı sesini çok yükseltmiş, vali ihtiyaçlarını gidermek için ona bir tahsisat bağlamıştı. O kendinse bağlanan tahsisatın çoğunluğunu fakir ve gariplere dağıtırdı. Sonrada fakirlere dağıttığı paraların sıkıntısını çekerdi. Niçin böyle yapıyorsun denildiğinde o şeyle derdi:
–Resulullah bana şöyle buyurmuştur "İnsana bir lokma bir hırka kâfidir."
Ebu Zer dünya malı biriktirenleri, dünya malının peşinde koşanları sevmezdi.
Ebu Zer dünya hayatında son anlarını geçirmektedir. Onunla ilgili olarak Kâinatın Efendisinin verdiği çok sayıda haber vardır. Bunlardan biride dünyadaki son anları ile ilgilidir. Mekke'ye yakın, Rebze mevkiindi, bir viranede ölüm döşeğindedir. Yanında hanımından başka kimse yoktur. Ebu Zer yatağında yatmakta, üzerinde doğru dürüst elbise bulunmamaktadır. Hanımı ona bir elbise bulabilmenin derdindedir. Ebu Zer Hanımına derki:
– Bırak bana elbise aramayı, bana kefen lazım.
Hanımı:
– Şimdi kefenin sırası mı?
– Çok iyi haberleri var bende, yakında Resulullah'a kavuşacağım.
Kâinatın efendisi Ebu Zer'in ölüm anında yaşanacakları haber vermişti. Ebu Zer'in çok sıkıntı içinde bulunacağını, hatta kefen bulunamayacağını dahi haber vermişti. Ebu Zer vefat ettiğinde kefen yoktu. Çölden bir gencin getirdiği kefenle, bu güzel insan kefenlenip defnedildi.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt