Merhamet varlığın ilk mayasıdır. O’nsuz, herşey bir bulamaç ve kaostur. Herşey, merhametle var olmuş, merhametle varlığını sürdürmekte ve merhametle nizam içindedir.
Gökler ötesinden gelen merhamet mesajlarıyla yer, düzene kavuşmuş; sema tesviye görmüştür. Makro-âlemden mikro âleme kadar herşey, hayranlık uyaran bu ahenge ve çelik-çavak işleyişe onun sayesinde ermiştir.
Bu işleyişte herşeyin, ebedi varoluşta kazanacağı hal ve alacağı durumun provası yapılmaktadır. Ve bütün varlıklar bu istikamette bir çırpınış içindedir. Her çırpınışta nizam ve intizam nümâyân (1) her sıçrayışta merhamet şule-feşândır (2).
Titreyen havanın letafetinde, rakseden suların kıvranışında, burnumuzun dibine ve ayağımızın ucuna kadar gelen bu dasitani (3) rahmeti görmemek mümkün mü?.
Bulut, merhametten kanatlarıyla, başımızın üstünde dolaşır durur. Yağmur, kemer kuşanmış süvari gibi, onun dölyatağından kopup imdadımıza gelir. Yıldırımlar, şimşekler binbir tarraka ile o gizli rahmetten muştular getirir. Ve kalem herşeyiyle ‘‘Rahmet-i sonsuz’’ adına bir gazelhan olur. Karalar ve denizler; ağaçlar ve otlar, yüzyüze ve dizdize, ayrı ayrı söz ve nağmeleriyle merhamet türküsü söyler durur.
Şu solucana bakın! Ayaklar altında ve kendi hesabına alabildiğine merhamete muhtaç; ama o,bu haliyle pek çok şeye merhamet etme yolunda, yorgunluk bilmeyen bir yolcudur. Şefkatli toprak ona bağrını açar. O da bu sıcak kucağın her avuç toprağına yüzlerce döl bırakır. Ve, toprak - ana bununla havalanır, bununla kabarır ve her yanıyla pişer ve olgunlaşır. Toprak solucana, solucan da toprağa rahmet; ya gübre olsun diye otu, kökü yakan nadanlara ne demeli? Zavallı insan! Hem toprağa hem de solucana merhametsizlik ettiğinin farkında bile değildir.
Bir de binbir çiçeğe cilve çakan şu anya ve kozasına gömülüp kendini hapseden ipekböceğine bakın! Merhamet orkestrasına uyma uğrunda, neleri göğüsler ve nelere katlanırlar. İnsana bal yedirmek ve ipek giydirmek için, bu koç-yiğit fedailerin çektikleri sancıyı görmemek mümkün mü?
Ya, yavrusunu kurtarmak için başını köpeğe kaptıran tavuğun, nasıl bir şefkat kahramanı; açlığım yutup, bulduğu şeyleri yavrusuna yediren aç-canavarın, nasıl ayrı bir babayiğit olduğunu hiç düşündünüz mü?
Bu âlemde herşey, ama herşey, merhamet düşünür, merhamet konuşur ve merhamet va’dedet. Ve bu itibarla da, kâinata, bir merhamet senfonizması nazarıyla bakilabilir. Ayn ayrı ses ve soluklar; tek ve çift bütün nağmeler, öyle bir ritm içinde akıp akıp gider ki, bunu görmemek ve anlamamak kabil değil. Ve sonra bütün şu parça parça acıma ve şefkat etmelerin arkasında,bu esrarlı koroya hükmeden, herşeyi çepeçevre sarmış geniş rahmetin sezilip hissedilmesi..
Veyl olsun bunlardan birşey anlamayan talihsiz ruhlara!.
Bütün bu olup bitenler karşısında insan, şuur ve iradesiyle; idrak ve düşüncesiyle “konsantre’ olarak bu engin rahmeti kavrama ve soluklarıyla ona kendi nağmesini katma sorumluluğu altındadır.
İçinde yaşadığı topluma, insanlığa, hatta bütün canlılara, bir insanlık borcu olarak merhamet etme mükellefiyetindedir. 0, bu yolda merhamet ettiği nisbette yücelir; gadre, zulme, insafsızlığa düştüğü nisbette de, horlaşır, hakirleşir ve insanlığın yüzkarası olur.
Bir bâgiye, (4) susuzluktan kıvranan zavallı bir köpeğe, merhamet edip su içirdiği için cennetlere yükseldiğini ve evindeki kediyi, aç bırakıp, ölümüne sebebiyet veren bir başkası ise, yıkılıp Tamu’ya (5) gittiğini, en doğru sözlüden işitiyoruz.
Merhamet edin ki, merhamete mazhar olasınız. Yerde merhamet eden bir ele, gökler - ötesi âlemlerden bin muştu gelir.
Bu sırrı kavrayan atalarımız, her yerde bin merhamet ocağı tüttürdüler. İnsanları da aşarak, hayvanları koruma ve himaye etme vakıfları te’sis ettiler. Bu, onlardaki derin merhamet anlayışının, bir ruh haline gelmesinden başka birşey değildi.
Ayağı kırılmış bir kuş, kanadı sakatlanmış bir leylek, kimbilir hangi merhamet-erini ta ciğerinden vurdu ki; menziline varamamış garip kuşlar için, huzur- evi yapar gibi ona, hayvani barınaklar yapma fikrini ilham etti.
Ah! Keşke, onların hayvanlara merhamet ettiği kadar, insanlarımıza merhametli olabilseydik... Heyhat! Kendimize merhamet etmediğimiz gibi, neslimizi de, alabildiğine bir umursamazlık ve merhametsizlik hissiyle mahvettik..
Şu binbir boğucu hadisenin ve artık içinde durulmaz hale gelen içtimai atmosferin, gerçek müsebbibleri bizleriz..
Bir de, merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve su-i istimal edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla sevimsiz ve zararlıdır.
Yerinde kullanılan merhamet, bir ab-ı hayat, bir iksir ise, onun su-i istimal edilmesi de, bir zehir bir zakkumdur. Ve, asıl olan da, işte bu terkibi kavramaktır. Oksijen ve hidrojen, belli nisbetleriyle terkibe girince, en hayati bir unsuru meydana getirirler. Nisbet bozulduğu ve ayrı ayrı kaldıkları anda ise, yanıcı ve yakıcı hüviyetlerine dönerler.
Bunun gibi, merhametin de, hem dozu, hem de kime karşı yapılacağı çok mühimdir. ‘Canavara karşı merhamet göstermek iştahını açar, sonra döner dişinin kirasını ister’ Azgına merhamet, onu iyice saldırgan yapar ve başkalarına tecavüze teşvik eder. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alana merhamet edilmez. Ona merhamet, dünyanın idaresini kobralara bırakmak demektir.
Eli kanlı, yüzü kanlı; gönlü kanlı, gözü kanlı; hasılı, hem deli hem de kanlıya merhamet, bütün mağdurlara, bütün mazlumlara karşı en korkunç bir merhametsizliktir. Böyle bir tutum ise, kurda acıyıp da, kuzuların hukukunu kâle almama gibi bir şeye benzer ki, kurtları güldürse bile, bütün âsumanı h u efgâna getirecektir.
Merhamet hissinden mahrumiyet, nasıl bir hoyratlıktır. Öyle de, “zulmü alkışlama, zalimi sevme,’’ en az o kadar, insani değerlere karşı saygısızlık ve i’tisafdır. Ve günümüzde, daha çok, bu türlü havan taslaklarına rastlanıldığı için, milletin kader çizgisinde, adalet tevzii vazifesini yüklenenlerin bunlara karşı müteyakkız olmaları gerekmektedir.