Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
İbn Ömer, tarihin dev şahsiyetlerinden, yeri doldurulamayacak bir mümtaz kişiliktir. Onun hayatının her anı, insanlığa ders olacak türdendir. İki sayıdır onu anlatıyoruz, bu üçüncü sayımız. Gelecek sayımızda da ondan bahsedeceğiz. Değerli Beyan okurları, İbn Ömer'in Allah ve Resûlü'ne olan bağlılığı, dünya ve içindekilere değer vermeyişi, tüm eğitim kurumlarında ders olarak okutulacak türdendir. Allah ders almayı nasip eder inşallah.
Ömrü boyunca Resûlullah'ın hadislerini İslâm ümmeti arasında yaymakla zamanını geçiren Abdullah b. Ömer'in, hadisçiliğinin yanı sıra fıkıh bilgini bir sahâbî olduğu da bilinen bir husustur. İbn Ömer ömrünü Medine'de geçirmiş ve orada bulunan fıkıh âlimlerinin birçoğu fetvalarında İbn Ömer'in ilminden faydalanmışlardır. Ehlisünnet'in dört imamından biri olan İmam Mâlik'in fıkhı, Abdullah b. Ömer'in fetvaları ile doludur. Abdullah b. Ömer uzun bir ömür sürmüş, peygamberimizden sonra altmış yıl fetva vermiştir.
Fetva verme konusunda çok ihtiyatlı hareket eden Abdullah b. Ömer diyor ki:
"İlim üçtür:
1–Allah'ın konuşan kitabı.
2–Peygamberin devam eden sünneti.
3–"Bilmiyorum" sözü."
Mücahid şöyle anlatıyor:
"İbn Ömer'e çetin bir dinî mesele soruldu. O "Bilmiyorum" dedi. Kendisine: "Niçin cevap vermiyorsun?" denildiğinde: "Bunda yadırganacak bir şey yok. İbn Ömer'e bilmediği bir şey soruldu, O da bilmiyorum dedi." diye cevap verdi." dedi.
Nafi' anlatıyor:
"Adamın biri İbn Ömer'e bir mesele sordu. Abdullah başını önüne eğerek sustu, cevap vermedi. Adam sorusunu duymadığını sanarak:
–Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Sanırım sorumu işitmedin? dedi. İbn Ömer
–İşittim. Bizlere yönelttiğiniz sorularınıza verdiğimiz cevapların hesabını, Allah'ın bize sormayacağını mı sanıyorsunuz? Soru sorduktan sonra bizi kendi hâlimize bırakın, sorunuz üzerinde düşünelim. Eğer yanımızda cevabı varsa veririz, yoksa bilmiyoruz deriz."
Ukbe b. Müslim anlatıyor:
"İbn Ömer'in yanında otuz dört ay kaldım. Kendisine sorulan soruların çoğuna "Bilmiyorum" karşılığını veriyordu. Bazı kimseler, birtakım işlerini yürütmek hususunda ondan cevaz istediklerinde: "Bunların ne istediklerini biliyor musunuz? Sırtımızı cehenneme köprü yapmak istiyorlar, diyordu."
Urve anlatıyor:
"Abdullah b. Ömer'in yanına vardım ve:
–Ey Ebû Abdurrahman! Biz gidiyor, idarecilerimizle oturuyoruz. Onlar bazı sözler söylüyorlar ki, aslında hakikat onların dediklerinin tam tersinedir. Buna rağmen biz kendilerini tasdik edip, yanlış kararlarını destekliyoruz. Hükümlerini beğendiğimizi ifade ediyoruz. Sen bizim bu tutumumuzu nasıl görüyorsun? diye sordum. Ömer'in oğlu Abdullah şu cevabı verdi.
– Kardeşimin oğlu! Siz nasıl telakki ediyorsunuz bilemem; ama biz Allah Resûlü zamanında bu tür davranışları münafıklık sayardık!
Mücahid naklediyor:
Bir adam İbn Ömer'in yanına girdi. İbn Ömer o adama:
–(Valiniz) Ebû Üneys ile aranız nasıl? diye sordu. Adam:
–Kendisiyle karşılaştığımızda hoşuna giden şeyleri söylüyoruz. Yanından ayrıldığımızda da tam aksi laflar ediyoruz, cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer:
–Biz bu tür davranışları Allah Resûlü zamanında münafıklık sayardık, dedi.
Karnınız tok olduğu
halde onun yolu
üzerinde oturmayın
Abdullah b. Ömer, ilim ve irfan sahibi olmasının yanında, aynı zamanda çok cömert bir zat idi. İkram etmeyi, yedirip içirmeyi çok severdi. Yalnız yemek yediği hemen hemen vaki değildi. Mutlaka misafir arar bulur ve öyle yemek yerdi. Misafir yoksa çevresindeki yetimleri çağırır ve onlarla birlikte yer, yalnız yemezdi.
Bir gün İbn Ömer'in, hâlsiz ve takatsiz olduğunu gören bazı kimseler hanımına sitem ederek:
–İhtiyara (İbn Ömer'i kastediyorlar) niçin iyi bakmıyorsun! dediler. O da:
–Ne yapayım. Ben yemesi için kendisine yemek yapıyorum; fakat o başkalarını çağırıyor, dedi.
Kendisine bazen bu tür sitemler yapılan İbn Ömer'in hanımı, bunun üzerine İbn Ömer'in mescitten çıkmasını beklemek için onun güzergâhında oturan bazı yoksullara ayrıca yemek yaptı ve gönderip karınlarını iyice doyurdu. Sonra onları:
–Artık karnınız doydu, onun yolu üzerinde oturmayın, diye de uyardı. Daha sonra İbn Ömer eve gelip yemeğe oturacağı zaman:
–Falan ve falana haber gönderin de gelsinler, dedi. Hâlbuki çağırdığı kimselere hanımı daha önce yemek vermiş ve:
–Sizi çağırırsa, gelmeyin, diye de tembihatta bulunmuştu.
İbn Ömer bu durumu öğrenince sofraya yalnız oturmadı ve:
–Sizin maksadınız bu akşam bana yemek yedirmemek! dedi ve o gün akşam yemeğini yemedi.
Ebû Cafer el–Karî, azatlı kölesinin kendisine şunları naklettiğini rivayet ediyor:
İbn Ömer'le beraber yola çıkmıştım, hizmetini görüyordum. Her subaşında konaklıyor, oranın sakinlerini yemeğe çağırıp, yemeğini onlarla birlikte yiyordu. Bazen yemeğe gelenler o kadar kalabalık oluyorlardı ki, kendisi ya iki ya da üç lokma ancak yiyebiliyordu. Derken Cuhfe'ye indik. Buranın sakinlerini de yemeğe çağırdı ve sofraya oturdular. O sırada üzerinde elbisesi olmayan neredeyse yarı çıplak siyahî bir genç geldi. İbn Ömer onu da sofraya çağırdı. O siyahî genç:
–Çok kalabalıksınız, öyle ki birbirinize kenetlenmişsiniz. Oturacak yer kalmamış, dedi. Bunun üzerine İbn Ömer geri çekilerek o gence yer açtı.
Abdullah b. Ömer yalnız yememesinin dışında çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Rivayet edilir ki: İbn Ömer'in azatlı kölelerinden Ubeydullah b. Adiyy Irak'a gitmişti. Oradan döndüğü zaman İbn Ömer'in yanına varıp, selâm verdi. Sonra:
–Sana "Cevariş" diye bir hediye getirdim, dedi. İbn Ömer sordu:
–Cevariş nedir?
–Hazmı kolaylaştıran ilaç.
–O benim işime yaramaz. Sen bu ilacı başkasına ver! Çünkü ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim. Bundan sonra da yemeyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.
Bir ara Abdülaziz b. Hârun ona haber gönderip, ihtiyaçlarının neler olduğunu kendisine bildirmesini istemişti. İbn Ömer ona cevaben şöyle dedi:
"Siz, maişetlerini üzerinize almış bulunduğunuz kimselerin ihtiyaçlarını temin ederseniz daha iyi olur."
Böylesine tok gözlü olan İbn Ömer'in, aynı zamanda son derece müstağni bir kişiliği vardı. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet etmek için can atar; fakat o kabul etmezdi. Ancak bir hediye geldiğinde onu kabul eder, geri çevirmezdi. iyilik etmeyi, sadaka vermeyi, hayır yapmayı seven ve çok cömert olan İbn Ömer:
"Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak yolunda dağıtırız." der ve kendisine gelen bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
VERESİYE YEM ALIYORDU
Eyyub b. Vail er–Râsibî anlatıyor: Medine'ye gelmiştim. İbn Ömer'in bir komşusu bana, Muaviye ile bir başka kişinin Abdullah b. Ömer'e dörder bin dirhem gönderdiklerini, diğer bir şahsın da ona iki bin dinar ile bir top kadife hediye ettiğini haber verdi. Ben daha sonra alış veriş için çarşıya çıkmıştım ki, İbn Ömer'i çarşıda gördüm. Devesi için veresiye yem alıyordu. Bunun üzerine hemen onun cariyesine gittim ve:
–Sana bir şey soracağım; doğru söylemeni rica ediyorum. Abdullah b. Ömer'e, Muaviye ile bir başka zat tarafından dörder bin, bir şahıs tarafından da iki bin dirhem (toplam on bin dirhem) ile bir top kadife gönderilmedi mi? Cariye:
–Evet, gönderildi, dedi. Bunun üzerine ben:
–Ama az önce onu çarşıda gördüm. Veresiye hesapla devesi için bir dirhemlik yem alıyordu, deyince, cariye:
–Doğrudur. Çünkü daha akşam olmadan kendisine hediye gelen o paraları dağıttı. Kadifeyi de sırtına yüklenerek götürüp fakirlere verdi, dedi. Ben bunları duyunca hemen çarşıya gidip yüksek sesle:
–Ey tüccar topluğu! İbn Ömer dün gece kendisine hediye edilen on bin dirhemi dağıtarak bugün hayvanına veresiye yem alırken, sizler bu kadar dünyalığı ne yapacaksınız? diye bağırdım
Nafi' anlatıyor:
"İbn Ömer, bir gün bir mecliste otururken kendisine yirmi küsur bin dirhem getirildi. Oradan ayrılmadan paranın hepsini dağıttı. Hatta o esnada kendisine her zaman yardım ettiği biri gelip kendisinden borç istedi. Paranın hepsini dağıttığı için elinde bir şey kalmamıştı. Bunun üzerine yardım yaptığı birinden borç alarak, o kişiye verdi."
Allah’u Teâlâ görüyor
Abdullah b. Ömer bir gün, birkaç arkadaşı ile Medine–i Münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle olan bir çoban selâm verdi. Abdullah b. Ömer, çobanı yemeğe davet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı.
İbn Ömer ona sordu:
–Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?
Çoban cevap verdi:
–Ben çoğu zaman bu şekilde oruç tuttum. Abdullah b. Ömer, onu denemek için dedi ki:
–Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftar etmen için etinden veririz?
–Koyunlar bana ait değil, efendimindir.
–Efendine kaybolduğunu söylersin.
Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:
–Allahu Teâlâ görüp biliyor.
Abdullah b. Ömer, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti. Medine'ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı. Sonra onu azat ederek, koyunları da ona hediye etti.
Ömrü boyunca Resûlullah'ın hadislerini İslâm ümmeti arasında yaymakla zamanını geçiren Abdullah b. Ömer'in, hadisçiliğinin yanı sıra fıkıh bilgini bir sahâbî olduğu da bilinen bir husustur. İbn Ömer ömrünü Medine'de geçirmiş ve orada bulunan fıkıh âlimlerinin birçoğu fetvalarında İbn Ömer'in ilminden faydalanmışlardır. Ehlisünnet'in dört imamından biri olan İmam Mâlik'in fıkhı, Abdullah b. Ömer'in fetvaları ile doludur. Abdullah b. Ömer uzun bir ömür sürmüş, peygamberimizden sonra altmış yıl fetva vermiştir.
Fetva verme konusunda çok ihtiyatlı hareket eden Abdullah b. Ömer diyor ki:
"İlim üçtür:
1–Allah'ın konuşan kitabı.
2–Peygamberin devam eden sünneti.
3–"Bilmiyorum" sözü."
Mücahid şöyle anlatıyor:
"İbn Ömer'e çetin bir dinî mesele soruldu. O "Bilmiyorum" dedi. Kendisine: "Niçin cevap vermiyorsun?" denildiğinde: "Bunda yadırganacak bir şey yok. İbn Ömer'e bilmediği bir şey soruldu, O da bilmiyorum dedi." diye cevap verdi." dedi.
Nafi' anlatıyor:
"Adamın biri İbn Ömer'e bir mesele sordu. Abdullah başını önüne eğerek sustu, cevap vermedi. Adam sorusunu duymadığını sanarak:
–Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Sanırım sorumu işitmedin? dedi. İbn Ömer
–İşittim. Bizlere yönelttiğiniz sorularınıza verdiğimiz cevapların hesabını, Allah'ın bize sormayacağını mı sanıyorsunuz? Soru sorduktan sonra bizi kendi hâlimize bırakın, sorunuz üzerinde düşünelim. Eğer yanımızda cevabı varsa veririz, yoksa bilmiyoruz deriz."
Ukbe b. Müslim anlatıyor:
"İbn Ömer'in yanında otuz dört ay kaldım. Kendisine sorulan soruların çoğuna "Bilmiyorum" karşılığını veriyordu. Bazı kimseler, birtakım işlerini yürütmek hususunda ondan cevaz istediklerinde: "Bunların ne istediklerini biliyor musunuz? Sırtımızı cehenneme köprü yapmak istiyorlar, diyordu."
Urve anlatıyor:
"Abdullah b. Ömer'in yanına vardım ve:
–Ey Ebû Abdurrahman! Biz gidiyor, idarecilerimizle oturuyoruz. Onlar bazı sözler söylüyorlar ki, aslında hakikat onların dediklerinin tam tersinedir. Buna rağmen biz kendilerini tasdik edip, yanlış kararlarını destekliyoruz. Hükümlerini beğendiğimizi ifade ediyoruz. Sen bizim bu tutumumuzu nasıl görüyorsun? diye sordum. Ömer'in oğlu Abdullah şu cevabı verdi.
– Kardeşimin oğlu! Siz nasıl telakki ediyorsunuz bilemem; ama biz Allah Resûlü zamanında bu tür davranışları münafıklık sayardık!
Mücahid naklediyor:
Bir adam İbn Ömer'in yanına girdi. İbn Ömer o adama:
–(Valiniz) Ebû Üneys ile aranız nasıl? diye sordu. Adam:
–Kendisiyle karşılaştığımızda hoşuna giden şeyleri söylüyoruz. Yanından ayrıldığımızda da tam aksi laflar ediyoruz, cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer:
–Biz bu tür davranışları Allah Resûlü zamanında münafıklık sayardık, dedi.
Karnınız tok olduğu
halde onun yolu
üzerinde oturmayın
Abdullah b. Ömer, ilim ve irfan sahibi olmasının yanında, aynı zamanda çok cömert bir zat idi. İkram etmeyi, yedirip içirmeyi çok severdi. Yalnız yemek yediği hemen hemen vaki değildi. Mutlaka misafir arar bulur ve öyle yemek yerdi. Misafir yoksa çevresindeki yetimleri çağırır ve onlarla birlikte yer, yalnız yemezdi.
Bir gün İbn Ömer'in, hâlsiz ve takatsiz olduğunu gören bazı kimseler hanımına sitem ederek:
–İhtiyara (İbn Ömer'i kastediyorlar) niçin iyi bakmıyorsun! dediler. O da:
–Ne yapayım. Ben yemesi için kendisine yemek yapıyorum; fakat o başkalarını çağırıyor, dedi.
Kendisine bazen bu tür sitemler yapılan İbn Ömer'in hanımı, bunun üzerine İbn Ömer'in mescitten çıkmasını beklemek için onun güzergâhında oturan bazı yoksullara ayrıca yemek yaptı ve gönderip karınlarını iyice doyurdu. Sonra onları:
–Artık karnınız doydu, onun yolu üzerinde oturmayın, diye de uyardı. Daha sonra İbn Ömer eve gelip yemeğe oturacağı zaman:
–Falan ve falana haber gönderin de gelsinler, dedi. Hâlbuki çağırdığı kimselere hanımı daha önce yemek vermiş ve:
–Sizi çağırırsa, gelmeyin, diye de tembihatta bulunmuştu.
İbn Ömer bu durumu öğrenince sofraya yalnız oturmadı ve:
–Sizin maksadınız bu akşam bana yemek yedirmemek! dedi ve o gün akşam yemeğini yemedi.
Ebû Cafer el–Karî, azatlı kölesinin kendisine şunları naklettiğini rivayet ediyor:
İbn Ömer'le beraber yola çıkmıştım, hizmetini görüyordum. Her subaşında konaklıyor, oranın sakinlerini yemeğe çağırıp, yemeğini onlarla birlikte yiyordu. Bazen yemeğe gelenler o kadar kalabalık oluyorlardı ki, kendisi ya iki ya da üç lokma ancak yiyebiliyordu. Derken Cuhfe'ye indik. Buranın sakinlerini de yemeğe çağırdı ve sofraya oturdular. O sırada üzerinde elbisesi olmayan neredeyse yarı çıplak siyahî bir genç geldi. İbn Ömer onu da sofraya çağırdı. O siyahî genç:
–Çok kalabalıksınız, öyle ki birbirinize kenetlenmişsiniz. Oturacak yer kalmamış, dedi. Bunun üzerine İbn Ömer geri çekilerek o gence yer açtı.
Abdullah b. Ömer yalnız yememesinin dışında çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Rivayet edilir ki: İbn Ömer'in azatlı kölelerinden Ubeydullah b. Adiyy Irak'a gitmişti. Oradan döndüğü zaman İbn Ömer'in yanına varıp, selâm verdi. Sonra:
–Sana "Cevariş" diye bir hediye getirdim, dedi. İbn Ömer sordu:
–Cevariş nedir?
–Hazmı kolaylaştıran ilaç.
–O benim işime yaramaz. Sen bu ilacı başkasına ver! Çünkü ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim. Bundan sonra da yemeyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.
Bir ara Abdülaziz b. Hârun ona haber gönderip, ihtiyaçlarının neler olduğunu kendisine bildirmesini istemişti. İbn Ömer ona cevaben şöyle dedi:
"Siz, maişetlerini üzerinize almış bulunduğunuz kimselerin ihtiyaçlarını temin ederseniz daha iyi olur."
Böylesine tok gözlü olan İbn Ömer'in, aynı zamanda son derece müstağni bir kişiliği vardı. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet etmek için can atar; fakat o kabul etmezdi. Ancak bir hediye geldiğinde onu kabul eder, geri çevirmezdi. iyilik etmeyi, sadaka vermeyi, hayır yapmayı seven ve çok cömert olan İbn Ömer:
"Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak yolunda dağıtırız." der ve kendisine gelen bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
VERESİYE YEM ALIYORDU
Eyyub b. Vail er–Râsibî anlatıyor: Medine'ye gelmiştim. İbn Ömer'in bir komşusu bana, Muaviye ile bir başka kişinin Abdullah b. Ömer'e dörder bin dirhem gönderdiklerini, diğer bir şahsın da ona iki bin dinar ile bir top kadife hediye ettiğini haber verdi. Ben daha sonra alış veriş için çarşıya çıkmıştım ki, İbn Ömer'i çarşıda gördüm. Devesi için veresiye yem alıyordu. Bunun üzerine hemen onun cariyesine gittim ve:
–Sana bir şey soracağım; doğru söylemeni rica ediyorum. Abdullah b. Ömer'e, Muaviye ile bir başka zat tarafından dörder bin, bir şahıs tarafından da iki bin dirhem (toplam on bin dirhem) ile bir top kadife gönderilmedi mi? Cariye:
–Evet, gönderildi, dedi. Bunun üzerine ben:
–Ama az önce onu çarşıda gördüm. Veresiye hesapla devesi için bir dirhemlik yem alıyordu, deyince, cariye:
–Doğrudur. Çünkü daha akşam olmadan kendisine hediye gelen o paraları dağıttı. Kadifeyi de sırtına yüklenerek götürüp fakirlere verdi, dedi. Ben bunları duyunca hemen çarşıya gidip yüksek sesle:
–Ey tüccar topluğu! İbn Ömer dün gece kendisine hediye edilen on bin dirhemi dağıtarak bugün hayvanına veresiye yem alırken, sizler bu kadar dünyalığı ne yapacaksınız? diye bağırdım
Nafi' anlatıyor:
"İbn Ömer, bir gün bir mecliste otururken kendisine yirmi küsur bin dirhem getirildi. Oradan ayrılmadan paranın hepsini dağıttı. Hatta o esnada kendisine her zaman yardım ettiği biri gelip kendisinden borç istedi. Paranın hepsini dağıttığı için elinde bir şey kalmamıştı. Bunun üzerine yardım yaptığı birinden borç alarak, o kişiye verdi."
Allah’u Teâlâ görüyor
Abdullah b. Ömer bir gün, birkaç arkadaşı ile Medine–i Münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle olan bir çoban selâm verdi. Abdullah b. Ömer, çobanı yemeğe davet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı.
İbn Ömer ona sordu:
–Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?
Çoban cevap verdi:
–Ben çoğu zaman bu şekilde oruç tuttum. Abdullah b. Ömer, onu denemek için dedi ki:
–Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftar etmen için etinden veririz?
–Koyunlar bana ait değil, efendimindir.
–Efendine kaybolduğunu söylersin.
Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:
–Allahu Teâlâ görüp biliyor.
Abdullah b. Ömer, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti. Medine'ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı. Sonra onu azat ederek, koyunları da ona hediye etti.