Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

BİZİM ADAM OLMADIĞIMIZDAN OLDU BU MÜSLÜMAN GAZZE Katliamı (1 Kullanıcı)

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
BARAN'dan - 103
Ya Muntakîm Allah, Bizi
İntikamına Memur Et!

“Şu ifade şuurlaşsın:

Ya Muntakîm Allah, bizi intikamına memur et!”

İzah edebildim mi? Ve çağından mesul Müslüman olarak siz burada bir numune teşkil ediyorsunuz… Dünyada gördüğünüz her türlü haksızlık, bizim adam olamamamızdan kaynaklanmaktadır; bunun suçluluk duygusunu hissetmenizi istiyorum…”

“Dünyada -Filistin meselesi hakkında bu kadar müteessirsiniz- İsrail devletini ilk tanıyan devlet biziz…”

“Bugün dünyada müslümanların başına gelenler, biz millet olarak tarihî misyonumuzu kaybettiğimiz için, bizim yüzümüzden gelmektedir.”

K. Salih Mirzabeyoğlu’nun, 1988’de verdiği “İşkence ve Filistin” konferansından aldığımız bu sözlere, Filistin’e bakışımız doğru zemine oturmadıkça hep muhatap olacağız.

Yani “adam” olamadığımız hissiyatını daima yaşayacağız…

Filistin sizin için neyi ifade eder?

Filistin deyince ilk aklınıza gelen şey nedir?

Bir gazetecinin Filistin Mücahidi, Abdulhamid Han’ın gerçek torunu HAMAS lideri Halid Meşal’e yönelttiği, “Türkiye sizce Filistin davasına sahip çıkıyor mu?” sualine Meşal’in verdiği cevap, bizim sorduğumuz soruya cevabı mahiyetindedir:

“Şunu asla unutamayız. Sultan Abdulhamid Han’ın Siyonistlere karşı olan o onurlu duruşu çok önemli. Bunu unutamayız. Rabbim makamını cennet eylesin. Umud ediyoruz ki, Abdulhamid Han’ın torunları da bugün aynı duruşu gösterecektir.”

Filistinlinin umudunun bizim için mânâ ve kıymeti nedir?

Umud etmeden önce bir bilginin şuurunda olmak lazım.

Bir şey bilmeden, umudumuzu ne üzerine kuracağız?

Hümanistinin “insanlık dramı”, Batı’nın ve Batıcıların “Filistin sorunu”, Filistinliyle arasında bir bağı olduğuna inananın “Filistin mücadelesi” dediği Filistin, bugün yahudi Filistinli katletmezse hatırlanmamaktadır.

Nerede kaldı Filistin davasının en büyük sahibi Büyük Atabey Abdulhamid Han hatırlansın!

Daha önce aklımızda olmayan bir şeyin önümüze ilk çıktığında verdiğimiz tepkiyle, o şey tekrar ettikçe daha farklı tepki vermek eğilimindeyizdir.

Kanıksamak!

Ancak soykırımla ifade edilebilecek çapta Müslüman katli, bugün kanıksanır olmuştur!

Görünen o ki, ya fiilî bir tepkiden uzak kalacak kadar pasifize olmuşuz; veya birilerinin kontrolüne giren otomatik kuklalarız.

Filistin için bir asırdır tepki gösteriyoruz.

Değişen ne?

Bir asırdır; Filistin’de ilk vuku bulan hadiselerden beri günümüze kadar bir şey değişmediyse, bunun sebebini ilk önce kendi nefsimizde aramamız gerektiği, çetin bir “sorun” olarak önümüzde.

Bir asırdır; hiçbir “dünya görüşü” bu zaviyeden, sahici bir şekilde Filistin’e bakmamıştır.

Ermeniler için “özür diliyoruz” kampanyası açan, sömürge aydını liberal çapulcular, 91’den beri devam eden Arab soykırımından bahsetmez, kimse de bunu sormaz meselâ!.

Anadolu Kürdü’yle Anadolu Türkü’nün birbirine kışkırtılarak yaşadığı bu coğrafyada, çözüm makamında olan birinin, “pompalı tüfek” kullananı “meşru savunma” diye “anlayışla karşılayan”ın akıl ve ruh sağlığı sorgulanmaz meselâ?

Şu son yahudi saldırısı vuku bulmadan önce gündem maddelerimizden biri buydu.

İsrail’in nasıl devletleştiği buraya bakarak anlaşılmalı.

Asıl “katliam” burada olmuştur.

Müslümanlar da dahil “insan” oluşumuzu sorgular hale getiren Filistin, “bedahet duygusu”nun tamamen yitirildiğini ifşa eden en köklü meselemizdir.

Filistin’i bağımsız bir hüviyetle düşünmek için, kim ne biliyor?

Meşal’in aklına ilk gelen isim Ulu Hakan, Filistin mirasına sahip çıkmak için hayatını ortaya koydu. Ayağına gelip, koca devleti borçlarından kurtaracak parayı teklif eden yahudiyi kapıdan kovduran Son Halife’nin bizi bırakmadan önce aklındaki son şey Filistin’di.

Hayatını Filistin için feda eden başka bir devlet başkanı da Saddam Hüseyin’dir.

Sen, BM (Domuzlar Diktatoryası) Güvenlik Konseyi geçici üyeliğinde bulunmakla övünüyorsun.

Müslüman soykırımına şu şartları hazırlayan Konsey’in…

“Filistin’in tapusu cebimizde” diyorsun.

Tapulu toprağına saldıran yahudiye ses çıkaramıyorsan.

Diyorsun ki, “Eğer Kıbrıs’tan çıkmazsak, birileri, Lübnan için Suriye’ye yaptığı gibi yapar; çıkmak zorunda kalırsın…”

Sonra dönüp, “birileri” derken kastettiğin İsrail’in, Filistin’de 50 yıldır Müslüman katliamı -Son Halife Abdulhamid’den beri yüzyıldır- hiç olmamış gibi, “Bu bize yapılan saygısızlıktır” diyorsun.

Sana “cesaret ödülü” veren ezeli düşmanımız yahudiyi kurtarmak üzere, –Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, İsrail için devlet çapında en büyük tehditti- Irak’a istilacı ordularını süren terörist başı, bebek katili Amerika için “bay ve bayan cesur Amerikan askerlerinin sağ salim evlerine dönmelerini diliyoruz” duası gibi, neden tüm “cesaret”ini toplayıp “yahudilerin de sağ salim devletlerini sürdürmeleri için” dua etmiyorsun da, “saygısızlık”tan bahsediyorsun?

Dergimizin kapağındaki fotoğrafta da görüldüğü üzere, İsrail’e karşı Filistinlilerin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in resmiyle yaptıkları yürüyüşten şu mânâ çıkarılmalı ki, Irak devleti İsrail için hayatî bir tehditti.

Filistinli Irak’ı kendinden bildi.

Ankara’daki “domuz topu koalisyonu” aynı bağın burada canlanmasına engel olmak için, Irak Mücahid Silahlı Kuvvetleri’nin Mücahid Mehmetçik’le arasına Siyonist duvar dikmeye kalkışıyor, Filistinlinin değil, yahudinin güvenliği için Lübnan sınırına asker göndermeye evet diyor.

İsrail tanklarının müslümanların evinin üzerine daha rahat ve süratle gitmesi için köprü, viyadük, otoban ihalesi tertipleyip, İsrail’de, Ankara’da yahudiyle masaya oturuyorsun.

İsrail’e verilen “Tankların modernizasyonu” ihalesinin, yapılan son saldırıya tepki maksadıyla gözden geçirilip geçirilmemesiyle ilgili bir gazetecinin sorduğu soruya da, “bununla ilgisi yok” diyorsun.

“Bu” dediği, top ve füze mermileriyle şehid edilen kadın ve çocuk müslüman evlatları!..

Biz de soralım: Filistinli Müslümanları katleden İsrailli pilotların, Konya semalarında eğitim uçuşu yapmasının “bununla ilgisi”ne ne diyeceksin?

Amerika’nın ve Almanya’nın İsrail lehine yaptığı açıklamaları dikkate alarak, emperyalistlere bir saldırı olduğunda nasıl birleşiyorlarsa bütün anti-emperyalistlerin de emperyalist saldırganlığa, tek vücut, ortak cephe halinde tepki göstermesi lazım.

Amerika ve Amerika kokan her şey, yaşam alanları daraltılarak “etkisizleştirilmeli…”

Yahudi ve yahudi kokan her şey, yaşam alanları daraltılarak “etkisizleştirilmeli…”

Gerçek: Birinci Dünya Savaşı devam ediyor; bitmemiştir.
 

#fani_dünya#

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Kas 2008
Mesajlar
419
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
bak ne güzel farketmişsin işte..

o halde adam olmaya bak..

bu senin için ve diğer müslümanlar için en iyisidir...

vesselam...
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Filistin'e değil, kendimize acıyalım önce!


Yoksa, yarını bilemiyoruz, takdir de edemiyoruz; "mukadder" olan neyse, o oluyor...


Başarıyı verecek olan Allah'dır; bize düşen, "ahlâklı ve ilkeli" eylemler!


Sahih bir itikad, sahici bir dünya görüşü, sağlam bir ahlâk ve salih ameller ile "Muntakîm" olan Allah'tan intikâmına memuriyet dileyebiliyor muyuz?!


İlkesiz ve ahlâksız bir başarı umuyoruz ve henüz yapacakları olan bir elle dua ediyoruz; ve aldanıyoruz!


Yahudiler de, insanlık aleminin ve imkân alemindeki bütün varlıkların, yani taşın, toprağın, kuşun ve ağacın vicdanından kazıyıp atıyorlar kendilerini; arkasına saklanacakları taş ve ağaç bulamayacakları günü hazırlıyorlar kendilerine, kendi elleriyle...

Allah Resûlü ve vârisleri yalan söylemez!

Ve kimseye zulmetmez Allah!

Filistin kurtulur elbet; ve zulmünde boğulur zalimler!

Ya biz?!

Kim kurtarır nefslerine zulmetmekte ısrar edenleri?!


Kim, ne ve nasıl kurtarır bizi; daha çok sevmedikçe ölmeyi, sürünmekten?!...alıntı...
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
2003 Ocağı'nda yazılmış bir yazı, aşağıdaki; "Panik Odası"...


Orijinal Adı: Panic Room

Yönetmen: David Fincher

Senaryo: David Koepp

Görüntü Yönetmeni: Conrad W. Hall, Darius Khondji

Müzik: Howard Shore

Oyuncular: Jodie Foster (Meg Altman), Kristen Stewart (Sarah Altman), Forest Whitaker (Burnham), Dwight Yoakam (Raoul), Jared Leto (Junior)

Ülke: ABD

Yapım Yılı: 2002

Dil: İngilizce

Süre: 112 dk.

Dağıtımcı: Warner Bros

Gösterime Giriş Tarihi: 31 Mayıs 2002

Hollywood'da, 11 Eylül saldırılarının ardından beyaz perdeye aktarılan 'Panik Odası' adlı film, İngiltere Kraliyet Ailesi'ni de dürtmüş. Kraliçe II'nci Elizabeth, muhtemel “İslâmcı terör(!)” saldırılarına karşı panik odası yaptırmış kendisine.
İngiltere'de yayınlanan The Sunday Times Gazetesi'nin haberine göre; Windsor Kalesi ve Buckingham Sarayı'na yaptırılacak odaların her biri en az 1 milyon sterline mâl olacakmış. Güvenlik odalarının duvarlarının yaklaşık 10 santim kalınlığında olacağı belirtilen habere göre: “Yüksek güvenlikli sığınma odalarının tavan ve duvarları kurşun geçirmez olacak ve yangına karşı dayanıklı malzemeden yapılacak. Karbon filtresiyle donatılacak duvarlar, hafif bir uçağın doğrudan çarpmasına bile dayanabilecek.” Miş!
The Sunday Times’a göre, bu odalar 11 Eylül saldırıları sonrasında oldukça yaygınlaşmış. Geçen yıl ölen Ana Kraliçe'nin malikanesinde küçük bir sığınma odası olduğunu öne süren gazete, Prens Charles'ın da aynı girişimde bulunduğunu yazmış.

Bir filmden etkilenmek, duygulanmak elbette insanî bir durum... Ancak yukarıda künyesini verdiğimiz filmin ve bu meyandaki filmlerin son zamanlarda yolaçtığı etkilere baktığımızda; artık hayâlle gerçeğin, beyaz perde ile kara haberin, herşeyin ama herşeyin içiçe geçtiğini görüyoruz...

“Klostrofobi” ve “agorafobi”, birbirine zıt iki klinik tablonun adı; birincisi kapalı alan korkusu, ikincisi açık alan korkusu oluyor. Bu hastalıklardan birine müptelâ olanlar ya içerde kalamıyorlar veya dışarı çıkamıyorlar; ve ya kendilerini dışarı atarak veya eve kapatarak bir nebze rahatlıyabiliyorlar...

İngiliz kraliyetinin korkusuna bakılırsa “agorafobi” gibi görünüyor. Fakat yine görüyoruz ki bunlar içerde kalmaya da tırsıyorlar. Yani hem agorafobik hem klostrofobik bir klinik ötesi durum... Doktorlar bu tabloyu nasıl okur bilemem; ben siyâseten bakmaya çalışıyorum...
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İsrail devleti, kurulduğu günden bu yana bir panik odasında yaşıyor... Daha doğrusu ne içerde rahat edebiliyor, ne rahat rahat dışarı çıkabiliyor; hem klostrofobik hem agorafobik yani... Keza Amerika ve İngiltere de tersinden böyle; 11 Eylül’e kadar kendi adalarında yani kendi panik odalarında güvenlikte hissediyorlardı kendilerini... Oysa şimdi ne dışarda ne içerde güvenlikte değiller!

Bu yüzdendir ki çıkarmaya mecbur oldukları “Kıyamet Savaşı”nın sebebi olarak Irak petrollerini gösteren yorumcuları iki grubda değerlendiriyorum: Dezenformatörler ve dezenformasyona kanmış zavallılar! Petrol bir alt sebeptir sadece!

“Savaşa katılalım, ki savaş ertesi barış masasından pay kapalım” gerekçesiyle Türkiye’yi mazlum ve müslüman Irak halkına karşı savaşa itmeye çalışanlar ise tek kelime ile “hâin-i vatan”dırlar! Çünkü bu savaşı Amerika-İngiltere kazanırsa şayet, savaş ertesinde “Türkiye” diye birşey kalmayacak! İsrail, yarım asırdır yaşadığı panik odasında bunalmış durumda artık; genişlemek zorunda! Sadece Irak’ı değil, diğer Ortadoğu ülkelerini ve tabiî Türkiye’yi işgal ederek odasını alabildiğine genişletmeyi, böylece korkularından kurtulmayı ve nihayet Judaizmin dünya hakimiyetini ilân etmeyi tasarlıyorlar!

AKP hükümeti ve Erkân-ı Harbiye’deki Anadolu çocukları şunu bilsinler: Saddam’ın bir şekilde Irak’tan çıkartılmasına katkıda bulunarak savaşı önlemek(!), barışa hizmet etmek demek değildir! Saddam bu şekilde Irak’tan çıkartılırsa, Amerika hiç zahmetsiz ve zayiatsız Irak’a yerleşecek ve işgalin diğer adımlarını çok daha rahat atabilecektir! Düşmanın Irak’a yerleşmesine izin vermek demek, Anadolu’nun işgaline yardımcı olmak demektir!

“İman dolu göğsümüz gibi serhaddimiz var” diyebiliyorsak hâlâ, korkmayalım; “Nasıl böyle bir imanı boğar, medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”!!!

Daha geniş bir zaviyeden baktığımızda, asıl mesele “güvenlik” de değil “güven” aslında... Güvenlik meselesi hiçbir alanda minimize edilebilir, sıfırlanabilir bir şey değildir zaten; velevki “güven” olmaya... Burada tırnak içine aldığım “güven” kavramından kasdım: Sahih bir din ve sağlam bir ideoloji yani “iman” ve “vizyon”; teşkilât ve silâh yani “tedbir” ve “taarruz”; ve nihayet “sabır”, “tevekkül” ve “dua”dır...

Düşman, bu anlamda güven sahibi olmadığı için çok saldırgan ve çok tahripkâr bir savaş makinası gibi ilerliyor...

Yarınki Kıyamet Savaşı madde ile ruhun, makine ile insanın savaşı olacak!

Sahte tanrılarla Allah’ın savaşı olacak!!!

Elbette Allah’ın dediği olacak; ruh, prangalarından kurtulup özgürlüğüne kavuşacak ve topyekûn insanlık kazanacak!!!

17 Ocak 2003 / Nisi

mim.saka@googlemail.com
 

alisay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
277
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
EYVALLAH....vesselam...

emeğine sağlık. bir arkadaşım hocasının şu sözünü bana nakletmişti; "islam düştüğü yerden kalkacak" arkadaşım devamla "osmanlıda düştü bizimle kalkacak inşaALLAH" benim de dileğim ve gayretim ALLAH'ın izniyle bu yönde eğer CENAB-I HAK nurunu tamamlayacaksa (ki tamamlayacak) bu nurda bir zerre olmak. ben olamazsam çocuklarımın bu yolda bu uğurda kendilerini feda etmesi. RABBİM niyetimi halis ve daim eylesin inşaALLAH.

(osman gazi abim senide sabrından ve nefsine muhalefetinden dolayı tebrik ederim)
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54


emeğine sağlık. bir arkadaşım hocasının şu sözünü bana nakletmişti; "islam düştüğü yerden kalkacak" arkadaşım devamla "osmanlıda düştü bizimle kalkacak inşaALLAH" benim de dileğim ve gayretim ALLAH'ın izniyle bu yönde eğer CENAB-I HAK nurunu tamamlayacaksa (ki tamamlayacak) bu nurda bir zerre olmak. ben olamazsam çocuklarımın bu yolda bu uğurda kendilerini feda etmesi. RABBİM niyetimi halis ve daim eylesin inşaALLAH.

(osman gazi abim senide sabrından ve nefsine muhalefetinden dolayı tebrik ederim)

o arkadaşının hocası NECİP FAZIL ÜSTADDIR...İSLAM SANCAĞI BURDA DÜŞTÜ..BURDAN KALKACAK..DENİZİN YİTİĞİ YİTTİĞİ YERDE ARANIR..ALLACC E EMANET OL..SENİ ÇOK SEVİYORUM..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
"bozulsun neronların oyunu

bozulsun uşakların pususu

uyansın "kardeş" dediklerimiz

gamsız uykularından."SALİH Mirzabeyoğlu...
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Selâm ne güzel bir kelime… Selâmeti, teslimiyeti ve teslimiyetin selâmeti mânâlarını kapsıyor; bunların hakikati niyetinde bitişik insanları da, bir birlerinin ruh aynalarında diğerine gösteriyor!..

Ne güzel, ne ince, ne derin!..

Selâmın yaygınlaştırılması emrini, klişeyi gevelemek diye değil, bu mânâları hazmetmek ve göstermek diye anlamak lâzım!..

Sizi, İslâm inkılâbının habercisi gençlik olarak, işte bu hakikatlerin farkında soy diye, muhabbetle selâmlarım.

Burada niçin toplandığımız malûm. Bu malûmda meçhul kalmaması gereken bir meseleyi, teşkilâtlanma öncesinde son ikaz olarak hatırlatayım:

Takdir, insana şevk verir; daha hevesle ve ciddiyetle işe sarılma, çabanın azmasını…

Tekdir ise kamçıdır; sahte tesellileri, pişkinlik mizacını, uyuzluk illetini, nefs rehavetini, şuur bunaklığını, donuklaşmayı ve daha neyi ve neyi kırıcı…

Bugün garip bir hâli yaşıyoruz; takdirin üstüne çöreklenmek, tekdiri pişkinlikle savuşturmak…

Bu ölçülendirmeler içinde sizi, hep genç kalmaya davet ediyorum!..

Istırabımı görmüyor musunuz?.. Bugün 36 yaş (1986 Senesi- Rasim) gibi gençliğin tavanında bir yerdeyim ve sizden keyfiyet zenginliğiyle ayrılmak yerine yaş haddiyle fikirde ağabeylik yapmak niyetlilerinden tiksinenim; sizinle, sizin içinizde olarak, sizi önünüzdeyim!..

Benim gibi elek üstünde kalabilmiş kimler var; biliyorsunuz… Bizim yaş ötemizde adam bulmak, çölde balık enselemek gibi muhal çapında bir imkânsız belirtir… Yoktur demiyorum; ama birkaçlar dışında göremiyorum... Varsa da, tanımak ihtiyacındayım!..

Hasılı kelâm, bugün siz, gençlik olarak yardımcı unsur değil, doğrudan doğruya merkezî bir mânâyı temsil etmektesiniz… Allah’ın size takdir ettiği bu hizmet imkânı, aynı zamanda mesuliyetinizi de icabettirir… Yerine getirmekten kaçınacağınız görev, aynı zamanda taşıyamayacağınız bir vebaldir!..

Gerçekleştirmeye mecbur olduğunuz tablonun ecrini hayâl ediniz:

Bir zamanların yalnız madde üstü yapım-yıkım hamlesinin en gözükara çapta iç hakikati… Ruh imarı davası.

Memlekette İslâm’ın bütün hakikatiyle tecellisi…

Memlekette tek sarhoş yok!

Ecnebî diplomat, elçiliğinde, yahut Hilton otelinin (00) numarasında dışarıdan getirttiğini içebilir…

Tekel, eski şarap şişelerine ister pekmez, ister sirke doldursun…

Ne zar, ne iskambil kâğıdı, ne şu, ne bu!..

Milli Piyango, Toto ve “Bahs-i müşterek” gişelerinin kapalı camları üzerinde katrandan iki çapraz çizgi…

Kulüplerde tek-çift bile oynanmaz.

Banka, para yatıranları, ancak kendilerine aşıladığı tasarruf terbiyesinin semeriyle mükâfatlandırıcı, faizsiz, ikramiyesiz, hattâ muhafaza ücreti alan bir ocaktır.

Rüşvet, suistimal, nüfus ticareti, iltimas, hakka ve cemiyete ihanet bakımından vatan hıyanetine denk…

Mektep değil, ahlâk ve terbiye çilehaneleri… Bu çilehanelerden derece derece hayat izni almayan, yaşayamaz.

Karaborsayı, dileyen ağzına alsın! Terazi, maliyet ve kâr yalanı, üç ayaklı sehpa da tartılır.

Serseri, derhal maden ocağına…

İşsiz, milyarder de olsa, ameleliğe…

Sefih, bütün malı ve mülkiyle devlet emrine…

Film, tiyatro, sergi, gazete, mecmua, kitap, en sert fikir, ahlâk ve keyfiyet ölçüsü sansürü altında…

Kahvehane; pados!

Dansa salonu; elveda!

Kontrolsüz spor; Allaha ısmarladık!

Fahişe; buyursun Hayırsız Adadaki kampa!

Yolda, meydanda, nakil vasıtalarında, umumî yerlerde, hattâ camilerde edeb, usûl ve ahlâk zabıtasının hususî ajanları….

Köylü köyünde ve imam ünvanlı üstün terbiye müfettişinin ve her şubesiyle hayat güdücüsünün emri altında ve devlet iş plânının çerçevesi içinde…

Her kötülüğün beş dakika içinde cezasını biçecek, hapishane pansiyonunu kaldıracak; ve cezaları devlet emrinde, hükümlü adam oluncaya kadar ırgatlığa çevirecek yepyeni bir adalet sistemi…

Hakim, inanmadığı kanunla hükmetmez; itiraz eder.

Savcı, suçlu gördüğü sanık üç kere beraat etti mi, bizzat mücrimdir.

Devlet ve cemiyetin inandığı ve bağlandığı ana prensipler müstesna, dileyen dilediğini söyler, yazar, yayar.

Devlet büyüklerinin şahsına alkış kadar “yuha!” herkesin hakkıdır.

Hak sahibi, hakkını ispat etmek, yoksa akıbetine katlanmak şartıyla her ân devlet büyüğünü sigaya çekebilir.

Radyoda, konserde, konferansta, müsamerede, törende, şölende, filimde, tiyatroda, şiirde, romanda, bütün duygu ve düşünce yayınlarında ve en başta camide, görülmemiş bir vecd, aşk, imân, ahlâk, terbiye, edeb, gerçeklik, derinlik, güzellik telkini ve zıtlarının iptali…

Ve bu ölçülerin muhtaç olduğu daha nice misâl…SALİH Mirzabeyoğlu...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt