bir gün bu amansız gerçek kesecek yolumuzu!
bir gün sırt üstü seyrettiğimiz katllerin hesabını vereceğiz!
elinde sapan lekesi taşıyan o çocuk bizi vuracak!
kalbimizin o yere değesice alnı lanetli bir buseyle şad edilecek!
kan sunacak kalbimize yazgı naçar!
bir vakitbıçak sırtında titreyişlerimiz son bulacak!...
korkuyu yorumlayacak bir yürek can dilinde!...
bir yürek umudu ve aşkı sunacak soframıza... usanmış olacağız o vakit ceset biriktirmekten mavinin eşiğinde!
bir gül tüm güzelliğiyle bin diken verecek hayata... kan/atan bir diken...
bütün kalemler kalbini çıkarıp sulara teslim edecek üzerindeki kara libasını
hiç düş(ün)meden!
öyle ki kaleme can olan kurşunçıkmaza çıkınca yol intihası oluyor körpe bedenlerin!...
Filistin yalnızlığımız!...
Filistin çoraklığımız!...
bit-me-ye-cek!...
dinmeyecek sol yanımıza mahpus sızılar...
yaralara yar basamayacağız vermezsek aldığımız nefeslerin bedelini...
ve ödemezsek diyetini bu leşliğin serin ve selametli olmayacak ateş!..
yanacağız!...Rahman’ın rahmeti tutmayacak elimizi...
hak etmeyeceğiz güzeli... ve güzelden geleni...
eğer ki açmazsak o saklı kutudaki kelimenin ağzını hiçbir güneş kar etmeyecek canımıza yapışmış bu şerli erbaine...
karayla akla ve kavgayla açmazsak göğün mührünü her lahzada bin ah ile kavrulacağız!
biri bize bizi sunmalı artık!
biri bize bakmalı!...bize bakan bizden biri olmalı!...
yükümüzün ağırlığı bilinciyle geçmeliyiz tekin olmayan sularından ömrün!..
ve içimizin şehirleri kapılarını yalnızca yalnızlığa açmalı!...
aşk her ömrün karı olmalı...
meli/malı olmadan yaşamak vaktidir!...
sürgünse sürgün... ölümse ölüm!..
soru işaretlerini başımıza tac edeli beri gül değmiyor sulara...
kararmıyor gökyüzü...ki bütün devrimler geceden geçer!
bir devrimin canını yakacak olan ne varsa bizim bakmaya dahi cesaret edemediğimiz gözlerimizdeydi...
geçebilirdik ölümün ötesine...
korku galebe çalmasaydı yeminimiz devirecekti o bayat inkılapları!...
yazık!
suskunluk erken indi şehre... erkendi giderken dizimizden takat!...
vakitsiz düştü bebelerin saçlarına aklar...
işte biz daha adımızı ezber eyleyememişken kıyametimiz tutuşturdu kalbimizin denizlerini gözlerinden...
biz daha biz olmamışken kabre döndük yüzümüzü...hiçliğimiz kıvranıyor musalla taşında
ve biz daha görememişken diyarımızı – darüsselam’ı- sol yanımızda diriyken gurbet sancısı ayrılıyoruz elimize yüzümüze bulaştırdığımız bu yalandan!...
kim bilir nereye?...
kim bilir kime?..