İlk defa çeşmeden akan su ile bidon ve kovalarını doldurmak için koşan kadınların halini nasıl anlatmalı. Ağızlardan “NAGODİ - Teşekkür ediyoruz,” sözleri çıkıyor.
“Mücahid-i Fisebillah’sınız” sözleri ile konuşmaya başlayan köyün yaşlı adamı, “Bu kadınların açılan kuyulardan dolayı sizlere hergün ettikleri duaları bir bilseniz” deyip karşınızda eğilerek muhabbetle ellerinize sarılmasına nasıl bakmalı!
Bu arada elektrik nerede diye de sakın sormayın. Bu ülkede “yok” olanlardan biri de elektrik. Her ne kadar Nijerya’dan alınan elektriği taşıyan direkleri görseniz de elektriğin köylere, kasabalara uğramadan geçtiğini bilmek lazım. Şehir hayatında bile az görülen bir nimet.
Susuzluğun had safhada olduğu ülkede “Hergün Allah’a dua ediyoruz; acaba bize kim ulaşacakta bizi bu dertten kurtaracak” diye su bekleyen kadınların sesine kulak verdiniz mi? Bir öküzün çektiği uzunca bir halatın bağlandığı torbadan çıkacak suyu sabırla beklerken gözleri sizde; ne demeli!
Çamurlu göletten su taşıyan insanları görüyorum ve duruyorum. Ahali etrafınıza toplanıyor; Hemen “Bize kuyu lazım” diye beyaz adamdan isteklerini sıralıyor. Görünen ortada; “Dua edin, dua edin, İnşallah, yaparız” diyoruz. Bilmem ne demeli başka.
Bir bebeğin gözlerine bakıyoruz, ürperiyoruz. Gözleri dünyaya kapanmış! Belki su ile yapılacak temizlik veya küçük bir göz damlası tedavisi ile iyi olacak. Kadın size bakıyor, siz bebeğe! Kurban etinden ona da bırakıyoruz.
Diğer kulübede de 12-13 yaşlarında bir çocuk; manzara yine aynı. Karınlar şiş, ayaklar çıplak, gözleri perdeli, üst baş yok. Kurban etini bırakıyoruz! Arkamızdan “NAGODİ - Teşekkür ediyorum” diyor Afrikalı garip ana.
Çocuklar etrafınızda geziyor. Balon veriyoruz, şeker veriyoruz. Bu dağıtıma koca koca insanlar bile koşarak geliyor. Okullarını gezdiriyorlar , biz ise birbirimize bakıyoruz. Çalı çırpıdan okullar ve çıplak çocuklar. Sevinç ile birbirlerine bağırıyor ve ellerinize dokunmaya çalışıyorlar. Başlarını okşuyorsunuz, bir iken onlarca baş önünüze geliyor. Ne yapmalı?
Bir drama aslında ortak oluyorduk. Bir parça kurban eti veriyor ve dua alıyorduk. Sonrası ne oluyordu acaba! Çöl bir arazide bir kaç sazlık bir külube de devam eden bir hayat vardı Nijer’de. Hayatı bir kulübede başlayan ve aynı köyde biten dramlar. Örnekler mi? Çok. Başkent Niamey’in orta yerinde bile görmek mümkün. Ama örnek vermek nereye kadar? O zaman bir parça kurban eti ne anlama geliyor anlıyorsunuz. Bir tebessümün, bir musafahanın, bir dokunuşun, bir kaç kilo kurban etinin verdiği mutluluğu gözlerinde okuyorsunuz.
“Bonjur” diye sizi karşılayan veya selamlayan bu bahtı kara insanlara “SELAMUN ALEYKÜM, SELAMUN ALEYKÜM” diye başlayan selamınız bakışları değiştiriveriyor. Öyle ya, siz beyaz insansınız ve üstünsünüz. “Aranızda selamı yayınız” buyuran Allah Resulunun hadisi öyle bir tahakkuk ediyor ki; bunu ancak Afrika’da anlıyor ve duygu seline kapılıyorsunuz. Bağ kuruluyor ve o aç insanlar kalplerini açıyor, dualar ediyor, olmayan yemeklerini size ikram ediyor.
Bu bayram Nijer’de idik. %95 i Müslüman olan dünyanın en fakir ülkesinde.
Kurban bayramı namazı Nijer gibi Afrika ülkelerinin bir çoğunda topluca kılınıyor. Burada da aynı. Bulunduğumuz yer Tesaua. Yolları toz ve kumdan oluşan fakir bir yerleşim yeri. Gerçi sadece burası mı? Nijer’in başkenti Niamey’de buna dâhil, çöl şehri diyeceğim Agadez’de aynı. Birçok yerleşimler, köyler, kasabalar aynı. Eğer asfalt bir zenginlik ise malesef burada o yok.
Büyük bir çoşku içinde binlerce siyah insanın katılımı ile kılınan bayram namazı sonrası 3-5 beyaz adam ve siyah adamlar kucaklaşıyor. Çocuklar ellerimizi sıkmak ve dokunmak için etrafımızı sarıyor, davullar çalınıyor, silahlar patlatılıyor.
Bayram bir buluşma; dünyanın başka ülkesinden gelmiş olan bizler ile garip Nijer’li kardeşlerimiz buluşuyor. Bazıları Türkiye’yi hiç duymamış. Görevli bir Nijer’li kardeşe: “Seneye bakalım, nasıl olacak?” diye öylesine sorduğumda “Nasıl yani? Burada insanlar sizler için: -Ne zaman gelecekler? Diye bize sorarlarken, siz nasıl olurda bunu düşünebilirsiniz. Sonra ne deriz biz bu halka! dediğinde bu bayramı neden bu kadar bekledikleri anlaşılıyor.
Evet, bu bayram sorumluluğumuz vardı. Bizlere emanet edilen kurbanları ihtiyaç içinde olan kardeşlerimize ulaştırmak lazımdı. Bir yıldan fazla et yememiş bu insanlara aslında bizim teşekkür etmemiz lazım idi. “Müslüman müslümanın kardeşidir” buyuran sevgili peygamberimiz bunu çağlar öncesinden haber veriyordu. “Komşusu aç iken yatan bizden değildir” hadis-i şerifi gözlerimizin önünde adeta tahakkuk edercesine gerçekleşiyordu. Geç bile kalmış olsak, bu insanlara da bir parça kurban eti ile ulaşıyor ve hallerini sorabiliyorduk.
Kesim devam ediyor ve insanlar sabırla bekliyor. Geceleri hava serin, ama olsun. Sonunda verilecek bir parça kurban eti var ya! Tellerin ardından, kapılardan sızan kadınlar ve çocuklar “Bize de verin” derken gözlerimiz doluyor.
Uyku mu.. Ekipte bulunan kardeşlerime bakıyorum aynı hissiyatla devam ediyorlar. Hizmeti adeta tadıyorlar bu garip ülkede. Onlar da alışmışlar “NAGODİ” diyorlar gelen bu insanlara. Öyle olmalı değil mi aslında. Teşekkür halinde olmalıyız değil mi?
Su, yiyecek, sağlık, elektrik, yol, iş yok. Nimetlerin kadrini bu ülkelerde daha iyi anlıyor insan. İçinde yaşadığımız güzel ülkemizde yaşanan israf boyutunda harcamaları düşünüyorsunuz ve Afrika’nın bu aç insanlarına bakıyorsunuz. Bu insanların madde olarak bir şeye sahip olmadıklarını fakat bizim öyle veya böyle nimetler içinde bulunduğumuzu görünce önce şükrediyoruz ama arkasından da düşünmeden edemiyoruz. Yarın mahşer günü herkes hesaba çekilecek ve herşeyin hesabını verecek. Fakir hatta miskin durumunda olan bu insanlara acaba ne gözle bakmak gerekli? “Neyin vardı?” Sorusuna verecekleri cevap gözlerimizin önünde. Cennete kim önce girecek dersiniz? Kim şanslı?
Ülkede misyonerler adeta cirit atıyor. Çok küçük de olsa bazı yerlere girmiş gibiler ancak bu geneli kapsamıyor. Ülke İslam’a çok sıkı bağlı. Geceleri sokaklarda zikir halkaları kuruluyor ve bu onları bir arada tutuyor. “Aç da kalsak bizi alamazlar” diyen Nijer’li bir kardeş bunu çok iddialı söyleyince bir an durakladım; “Burada hastane bile açıyorlar, hem de bedava ama o kadar. Biz onlara kapılmayız” diye de sözlerine devam edince bir şey demeye gerek kalmadı. İnşallah...
Avrupalı çok önceden buralara girmiş ve birçok Afrika ülkesinde de hayli mesafe kat etmiş. Bunu Burkino Faso’lu Sayın Halit Sana bey ile yapılan mülakatta okumuştum. Sanırım Nijer’de tam rahat hareket edemiyorlar; çok şükür.
Bizleri bu topraklarda görmekten de oldukça memnunlar. “Avrupalı daima almaya gelir, gerçi verecek bir şeyimiz de kalmadı. Siz ise farklısınız. Allah için geliyor, hizmet ediyor ve hiç bir karşılık beklemiyorsunuz.” Diyen Nijer’li siyah adam ile yaptığımız sohbet aslında bir hedefi de ortaya koyuyordu.
Evet, hedefimiz hizmetti. Allah için bir parça kurban eti vermek için gelinen, arkasından su kuyuları açan, gönüllü sağlık hizmetleri veren, yardımlar götüren, onlara insanca muamele eden bir toplumun ferdi idik hepimiz. Bizim bir farkımız vardı orada. “Muhabbetin kuru bir davadan ibaret olmadığını, kardeşinin derdi ile dertlenmek olduğunu” anlıyorsunuz. Az da olsanız çok olduğunuzu hissediyorsunuz. Yollar kısalıyor, geceler gündüze dönüyordu adeta. Bu insanlardan sorumlu idik. Daha önce bir kardeşimizin: “Biz bu güzel ülkede doğmak için bir bedel ödemedik. Ama bu ülkede yaşıyorsak bunun bir bedeli olmalı” sözü tam yerinde söylenmiş idi. Evet bir bedel ödemedik ama artık bir şeyler yapmalı ve koşmalı idik. Kaybettiğimiz zamanı kazanmak için.
Nijer’de güneş, kumdan oluşan bir tozlu havanın arkasında saklı. Sanki bu kumun kalkacağı o güzel günü bekliyor. Bugünlerde ise biraz buruk biraz hüzünlü.
Nijer adlı bu garip ve fakir ülkede gözü yaşlı Fatıma analar var dostlar.
Siyah derili fakat gönlü muhabbet dolu insanlar var.
Ellerini uzatmış, ellerinize dokunmayı bekleyen “Sizleri öpüyoruz” diye bağıran çıplak çocuklar var.
Aç ama ikram eden insanlar var.
Asıl bizler, siz Afrikalı kardeşlerimize teşekkür ediyoruz:
“NAGODİ”
Ne dersiniz dostlar? Güneşi yeniden en güzel şekli ile bu kardeşlerimize göstermeye...
“Mademki hepimiz biriz, birbirimize dilsiz dudaksız gönülden seslenelim... Mademki ellerimiz kenetli, gel bu halden bahisler açalım; el ayak, gönül hareketlerini daha iyi anlar, öyle ise gel dilimizi tutalım, titreyen gönüllerimizle konuşalım” HZ. MEVLANA