nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Yaşadığımız çağa Bilgi Çağı deniliyor. Gerçekten de uçsuz bucaksız bir bilgi okyanusu karşısında bulunuyoruz. Televizyonlarla, gazetelerle, bilgisayarla, internetle gezinip durduğumuz bir okyanus. Ve elbette pusulasız, rehbersiz kalındığında bu okyanusun insanı yutan, meçhullere götüren girdapları var. İnsana var oluş hakikatını unutturan, ebediyyetle irtibatını koparan girdaplar. Dahası, rehbersiz insanlık için bilgi, onu canavarlaştıran, güzelim dünyayı cehenneme çeviren bir araç. Atomu keşfetmenin insanlığa neler getirdiğini, bir de üzerine atom bombası atılan Hiroşimalı’ya sormalı değil miyiz?
Evet bilgi bir okyanus. Ya derinliklerinden göz kamaştıran inciler devşireceğimiz, ya da girdaplarında boğulup gideceğimiz bir okyanus. Bütün mesele şu: Bir rehberimiz var mı ve o rehber kim?
İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen ihtirası, herşeyi hoyratça tüketip dengeleri bozduğu gibi, bilgi ve ihtiyaç arasındaki dengeyi de bozmuş bulunuyor. Kütüphaneler dolusu bilgi, ama “ne ararsan bulunur; derde devadan gayrı” türünden.
İnsan, saadetine vesile olacak bilgiyi yanlış yerlerde, yanlış usüllerle arıyor. Bu şaşkın ve usülsüz arayış da günbegün onu huzura götürecek bilgiden uzaklaştırmakta.
O, varlıkların sırlarını keşfetti. Atomu parçaladı. Genlerle uğraştı. Bilim tarihi boyunca ölüme çare olacak bilgileri arayıp durdu. Kendisini evrene hakim kılacak ve tanrılaştıracak bilginin peşinde koştu.
Evet, çağın bilgisi üstün bir teknoloji doğurdu ve bu teknoloji hayatın birçok alanında kolaylık sağladı, ama insanlık halâ mutsuz değil mi? Laboratuvarlardaki bilginin insanlığa saadet getirmeye yeterli olmadığını, artık o bilgiyi üretenler de itiraf etmekte. Buna rağmen insanlık, halâ bu bilgiye güvenmekte. Hem de öyle güvenmekte ki, öldükten sonra dirilmeyi aklına sığdıramadığı için ahireti inkâr ederken, bir gün bilimin hayatı sonsuzlaştıracağına inanıyor. Belki de içindeki ebediyyet hasretini böyle avutuyor. Allah için zor gördüğünü, modern bilim için gayet kolay buluyor. İnsanlığın gerçek kurtarıcıları olan peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatleri de bilim dışı olarak mütalâa ediyor. Böylesine çelişkiler girdabının ortasında bocalamak, insanlık için büyük bir trajedi değil mi?
Modern bilgi toplumu söyleminin arkasındaki biricik maksat dünya… Bu yüzden insanoğlu bilgiyi de dünyevîleştirdi. Ona göre ahiretten bahseden ve insanı Allah’a çağıran peygamberlerin haberlerine dayalı ilimler artık geçer akçe değil. Dinin tebliğ ettiği hakikatler ile öteleri unutmuş insan aklının savaşında akıl, sahte bir galibiyet yaşıyor.
Büyüklere çağdaş masallar
Çağdaş bilgi, hayatı yalnızca dünyada yanıp sönen bir kıpırdanış olarak algılatma sevdasında. Bu faniliğe ikna olmayanlar için de reçete hazır: Öldükten sonra da bir bitkide, bir farede, bir böcekte hayat bulma hurafemiz de mevcut. O da mı olmadı? Ruhlarımız olgunlaşıncaya kadar farklı bedenlerde ölüp ölüp dirilecekmişiz. Yani ahiret gerçeği hariç, nabza göre masal! Ahirete zaten inanmayanlar için belki romantik bir teselli bu, ama ya hakikate susamış kalpler için?
Bu masallara inanalarda, aslında Allah’tan, imandan ve ebediyetten kaçan insanın trajik şaşkınlığı okunmakta.
Kur’an ve Sünnet’ten habersiz, öteleri inkar ederek üretilen bilgi, insanlığın sonsuzluk sevdasını öldürüyor. Hayatın acı sürprizleriyle karşılaşan insana sabrı ve sabrın selâmet olan sonunu asla gösteremiyor. Sabrın bir ibadet olduğunu hangi psikoloğun kitabında bulabilirsiniz? Oysa Kur’an’da sabredenlerin sonsuz ecirlere kavuşacağı haberleri vardır. Bu bilgi sayesinde sabrın acısı, inanan insana bal tadında gelir.
İnsanın psikolojik ve sosyal hayatına rehberlik eden çağdaş kitaplarda, tek bir hikmet kırıntısı bulmak imkansızdır. Onlarda Allah’ın yarattığı insana, Allah’ın öğütlerini zararlı gören bir hava teneffüs edilir. İnsanın Allah ile hatta kendi özü ile bağlantısını koparan psikolojik rehberlik kitapları, insana sadece fani dünya hazlarını sunarak mesut olmanın yollarını bulmayı öğütlüyor.
Başka bir bilginin açlığı
Kur’an’dan uzak bilgi, inançsız, şaşkın bir bilgidir. Onun derdi, dünyayı ebedileştirmek, dünyayı aklınca cennete çevirmektir. Ama Yüce Yaratıcı’nın koyduğu fıtrî kanunlara rağmen bu mümkün mü?
İnsanlar tecrübeyle edinilen bilgilere, Allah’tan gelen bilgilerden daha çok önem verir oldu. Pozitif bilgi daha güvenilir gösteriliyor. Doğu’da ve Batı’da beyinler Batılı bilginin istilası altında, ama ortada inkârı imkansız bir vaka var: İnsanlık bedbaht. İnsanlığın ruhu aç. Hakikatlerini yitiren insana, psikologların rehberlikleri derman olmuyor.
Batı, varlıklara ilişkin her türlü bilgiyi üreten ve kullanan toplum ama hapisaneleri dolu. İntiharlar salgın gibi. Sokaklardan başka mekânı olmayan yüzbinlerce insan. İnsanlığın büyük bir kısmı zillet yaşarken, insanı Ay’a götüren bilginin fayda ve kıymeti elbette tartışılır.
Nereden baksak modern bilginin yalnızca karın doyurmaya hizmet ettiğini görüyoruz. İnsanın ebediyyete giden yollarını kesip, hayatı dünyayla sınırlamaya devam ettikçe de, sadece ampulleri aydınlatan ama insan ruhunu karartan bir ışık olmaktan öteye de gidemeyecek.
Oysa ruh sonsuzu arzuluyor. Allah’ı arzuluyor. Her türden bilginin oluk oluk aktığı bu çağda başka bir bilginin açlığını yaşıyor. Kalbindeki iman yarasına derman olacak, ona hayatın maksadından ve Rabbi’nden haber verecek olan bilgiyi arıyor.
Dünya hayatımızı lükse çeviren, işlerimizi kolaylaştıran dünyevi bilgiye, teknolojiye teşekkür borçluyuz. Ama insanlığın, ötelerin bilgisine ekmekten, sudan, havadan daha çok muhtaç olduğu asla unutulmamalı. Dünya refahımızı temin eden bilgi yüceltilirken, ebedî saadete götüren bilginin yok sayılması insafla bağdaşmaz. Siyasetçiye adil ve merhametli olmayı, anne-babaya sorumluluğunu bilmeyi, öğretmene öğrencisine şefkati, askerine en yüce değerler için ölmeyi öğreten bilgiye muhtacız.
Başka bir bilgi; insanlık için
Kula asıl gerekli olan ilim marifetullah, yani Allah bilgisidir. Marifetullah da dört şeyi bilmekle elde edilir: Allah’ı bilmek, nefsi bilmek, ahireti bilmek ve dünyayı bilmek…
Yüce Rabbimiz’i uluhiyyet sıfatlarıyla bilmek, marifetullahın anahtarı ve ilimlerin en şereflisidir. Bu ilim, Yüce Rabbimiz’in güzel isimlerini, taşıdıkları anlamları kavrayarak bilmekle kazanılır. Rabbini bilen de artık nefsinin aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu anlar. Bütün kemâl sıfatların Allah’da, noksan sıfatların da nefsinde olduğunu bilir.
Bu bilgilerle aydınlanmış bir mümin, ahiretin gerçek vatanı, dünyanın da fani bir misafirhane olduğunu görür. Ahireti gaye, dünyayı vasıta bilir. Çünkü Rabbimiz, ”hayır, tam aksine, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret hayırlıdır. Üstelik de ebedidir.” buyurmakta.
Rabbi’nden ve kendinden haberdar olan insan, O’na götürecek yola yönelir. Ve bu yolda ihtiyacı olan bilgileri tahsil etmeye çalışır. Bunlar helâli, haramı, emir ve yasakları öğreten fıkıh bilgileridir. İnsanın bu bilgileri bilmeden takvaya ermesi imkansızdır. Araplar, koşarken ayaklarını çukurlardan, dikenlerden, tümsek ve taşlardan sakınan ata takva derlermiş. Takva kelimesi buradan gelmekte. Yani takva, sakınmak demek. Günahları bilmeyen onlardan nasıl sakınabilir? Tehlikeleri görüp bilemeyen bir at nasıl hem kendisini hem de binicisini helâk ederse, helâl ve haramı bilmeyen insan da hem kendini, hem de sorumlu olduğu kimseleri helâk eder.
Zahirî hayatımızı Rabbimiz’in koyduğu ölçülere göre tanzim etmeye çalışırken, bir taraftan da kalbimizden hasedi, kini ve riyayı silerek gönül dünyamızı temizlemeyi öğreten tasavvufî bilgileri de yeniden baş tacı etmek zorundayız.
Diğer taraftan İnsanın günlük hayatını düzenleyen, güzelleştiren ilimler de var. Modern anlayışın artık rağbet etmediği bu ilimler, toplum ve aile hayatında güzel muaşereti, sohbet ve arkadaşlık usüllerini öğretir.
İşte, dünya hayatımızı huzurla bezerken, ebedî mutluluğumuzun kapılarını da açacak bu bilgilerin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Bu bilgileri laboratuvarlarda elde etmemiz asla mümkün değil. Bunlar gaybın haberleridir. Allah’ın sevgili peygamberleri bu bilgileri insanlığa bir rahmet olarak getirdiler. Yüce Mevlâmız, bazı bilgileri bulmayı insanın aklına bırakmışken, bu bilgileri bize hazır vermiş. Bununla da kalmayıp, nasıl hayata geçirileceğini peygamberlerinin hayatında örneklemiş. Bu sebeple “Andolsun ki, Rasulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit edenler ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab/21) buyuruyor.
Kur’an ve Sünnet’te, insanı bütün yönleriyle terbiye etmeye yönelik bilgiler bulmaktayız. Kalp temizliğinden tutun da, selamlaşmaya, konuşurken ses tonlarımızın ayarına, hatta yeryüzünde yürüyüş biçimlerimize kadar her güzel davranışın bilgileriyle karşılaşırız. Bu bilgilerle benliğimizi bulur, geldiğimiz ve gideceğimiz diyarların haberlerini okuruz. Ebediyete gidecek hidayet yollarını ve o yollarda dosdoğru yürümeyi öğrenip, varlık hikmetimizin şuuruna ereriz.
İnsanın, dünya ve ahiret saadetine erebilmesi için ihtiyaç duyduğu asıl bilgi bu değil mi?
Bilim ve teknolojiye gelince: Vahyin sunduğu hakikatlere kör, peygamberî ahlâka yabancı insanın elinde, tüm insanlık için sadece özünden kopmanın, büyük yıkımların zulüm ve sömürünün aracı. Son yüzyıldaki akılalmaz kıyımlar, insanlığın büyük kısmının düştüğü sefalet ve bizzat o bilim ve teknolojiyi üreten toplumların yaşadığı rezalet bunun ispatı değil mi?
Elbette bilim ve teknoloji güzel ve yararlı. Ama yaratıcısıyla irtibatını sıkı tutan, ahlâk-ı hamideyle aydınlanmış güzel insanların elinde.
BİLGİ: YA İKSİR YA ZEHİR
Kemal Süleymanoğlu
Bilmek insanın ihtiyacı ve görevi. İnsan Rabbini ve kendini bildiği oranda insan. Bilenler bilmeyenlerden üstün. İlim ise bilmenin aracı ve insana verilen, ona ayrıcalık kazandıran en değerli nimetlerden. Ama fayda sağlayacak bilgi ve ilim hangisi ve sadece bilmek yeterli mi? Gereği yerine getirilmezse, ilim insanı ne ölçüde gayesine ulaştırabilir?
İlim, temelde iki kısma ayrılır: Faydalı ilim ve faydasız ilim. Faydalı ilim, insanı hakikate ulaştıran, herşeyi aslı ile irtibatlandıran, dolayısı ile insanı yaratıcısına götüren ilimdir. Faydasız ilim ise hakikatten saptıran, soysuzlaştıran ve insanı Rabbinden uzaklaştıran ilimdir.
Faydalı ilim, insana hem dünyada, hem ahirette kazandırır. Faydasız ilim ise bir yük olmaktan öteye geçmez, hatta birçok zararların kaynağı bile olur.
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?”
Musa (A.S.)’a inandığını söyleyen ve Tevrat ile sorumlu tutulan insanlar hakkında Yüce Mevlâmız şöyle bir benzetme yapıyor: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez.” (Cuma/5)
İnandığını ve bildiğini bilinçli olarak yaşamayan kişilerin, sırtında taşıdığı kıymetli eserlerden habersiz olan eşeğe benzetilmesi ve onlardan “ayetleri yalanlayanlar” diye söz edilmesi çok dikkat çekicidir. Böyle davranmakla en büyük zulmü gerçekleştirmiş olan insanlar, ayette zalimler olarak nitelendiriliyor ve bu zulümlerine devam ettikleri sürece hidayete ulaşmalarının mümkün olmayacağı belirtiliyor. Çünkü kulların içinde bulundukları halleri, hidayet sebebi kabul etmek veya etmemek sadece Allah’a aittir.
Bildiğini ve inandığını yaşamamanın, insanları kötülüğe ve zulme itmekle kalmayıp hidayetten mahrum bıraktığını açıkça ifade eden bu ayeti, Resul-i Ekrem (A.S.)’ın şu duası tefsir etmektedir: “Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım!..”
İlim var ama faydasız, hayata yansımıyor. İlmin faydasızlığı, kişiyi Rabbine ulaştırmamasındadır. İlmin kendisi zararlı değildir, sahibinin durumuna göre ya hayat veren bir iksir veya hayatı yok eden bir zehirdir.
Faydasız ilim öyle bir zehirdir ki, zararı sadece sahibi ile sınırlı kalmaz, halka halka ulaştığı kişilere de zarar verir.
İlim bir araçtır, amaç değil. İlmini hayata geçirmeyen kişiler, çoğu zaman ilmi amaç edinme yanılgısına düşerler; ilmi elde etmekle gayeye ulaştıklarını sanırlar. Bu kişilerin en büyük yanılgısı, sadece konuşarak sahip oldukları ilmin gereğini yerine getirdikleri duygusuna kapılmalarıdır. Böylece toplumda kendilerini “en iyi bilen, delilleri en iyi anlayan ve Allah’a en yakın kul olan” kişiler olarak görüp, din adına birçok hükümler vermeye başlarlar. Allah’ın ayetlerini kendilerine göre yorumlarlar. Peyamber’i, anlamak istedikleri sınırlar içerisine hapsederler. İşte bu ilim faydasız ilimdir ve başlı başına zarardır. Bu sebeple Allah’ın Rasulü, faydasız ilmin zararlarından Allah’a sığınmıştır.
“Kendinizi unutup başkalarına mı iyiliği emrediyorsunuz?” (Bakara/44) ve “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında kötü birşey olarak büyük bir nefretle karşılanır.” (Saff/2-3) ayetleri, hayata geçirilmeyen bilginin, sahibini sürüklediği kötü sonuçları açık bir şekilde ortaya koymakta değil mi?
Evet bilgi bir okyanus. Ya derinliklerinden göz kamaştıran inciler devşireceğimiz, ya da girdaplarında boğulup gideceğimiz bir okyanus. Bütün mesele şu: Bir rehberimiz var mı ve o rehber kim?
İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen ihtirası, herşeyi hoyratça tüketip dengeleri bozduğu gibi, bilgi ve ihtiyaç arasındaki dengeyi de bozmuş bulunuyor. Kütüphaneler dolusu bilgi, ama “ne ararsan bulunur; derde devadan gayrı” türünden.
İnsan, saadetine vesile olacak bilgiyi yanlış yerlerde, yanlış usüllerle arıyor. Bu şaşkın ve usülsüz arayış da günbegün onu huzura götürecek bilgiden uzaklaştırmakta.
O, varlıkların sırlarını keşfetti. Atomu parçaladı. Genlerle uğraştı. Bilim tarihi boyunca ölüme çare olacak bilgileri arayıp durdu. Kendisini evrene hakim kılacak ve tanrılaştıracak bilginin peşinde koştu.
Evet, çağın bilgisi üstün bir teknoloji doğurdu ve bu teknoloji hayatın birçok alanında kolaylık sağladı, ama insanlık halâ mutsuz değil mi? Laboratuvarlardaki bilginin insanlığa saadet getirmeye yeterli olmadığını, artık o bilgiyi üretenler de itiraf etmekte. Buna rağmen insanlık, halâ bu bilgiye güvenmekte. Hem de öyle güvenmekte ki, öldükten sonra dirilmeyi aklına sığdıramadığı için ahireti inkâr ederken, bir gün bilimin hayatı sonsuzlaştıracağına inanıyor. Belki de içindeki ebediyyet hasretini böyle avutuyor. Allah için zor gördüğünü, modern bilim için gayet kolay buluyor. İnsanlığın gerçek kurtarıcıları olan peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatleri de bilim dışı olarak mütalâa ediyor. Böylesine çelişkiler girdabının ortasında bocalamak, insanlık için büyük bir trajedi değil mi?
Modern bilgi toplumu söyleminin arkasındaki biricik maksat dünya… Bu yüzden insanoğlu bilgiyi de dünyevîleştirdi. Ona göre ahiretten bahseden ve insanı Allah’a çağıran peygamberlerin haberlerine dayalı ilimler artık geçer akçe değil. Dinin tebliğ ettiği hakikatler ile öteleri unutmuş insan aklının savaşında akıl, sahte bir galibiyet yaşıyor.
Büyüklere çağdaş masallar
Çağdaş bilgi, hayatı yalnızca dünyada yanıp sönen bir kıpırdanış olarak algılatma sevdasında. Bu faniliğe ikna olmayanlar için de reçete hazır: Öldükten sonra da bir bitkide, bir farede, bir böcekte hayat bulma hurafemiz de mevcut. O da mı olmadı? Ruhlarımız olgunlaşıncaya kadar farklı bedenlerde ölüp ölüp dirilecekmişiz. Yani ahiret gerçeği hariç, nabza göre masal! Ahirete zaten inanmayanlar için belki romantik bir teselli bu, ama ya hakikate susamış kalpler için?
Bu masallara inanalarda, aslında Allah’tan, imandan ve ebediyetten kaçan insanın trajik şaşkınlığı okunmakta.
Kur’an ve Sünnet’ten habersiz, öteleri inkar ederek üretilen bilgi, insanlığın sonsuzluk sevdasını öldürüyor. Hayatın acı sürprizleriyle karşılaşan insana sabrı ve sabrın selâmet olan sonunu asla gösteremiyor. Sabrın bir ibadet olduğunu hangi psikoloğun kitabında bulabilirsiniz? Oysa Kur’an’da sabredenlerin sonsuz ecirlere kavuşacağı haberleri vardır. Bu bilgi sayesinde sabrın acısı, inanan insana bal tadında gelir.
İnsanın psikolojik ve sosyal hayatına rehberlik eden çağdaş kitaplarda, tek bir hikmet kırıntısı bulmak imkansızdır. Onlarda Allah’ın yarattığı insana, Allah’ın öğütlerini zararlı gören bir hava teneffüs edilir. İnsanın Allah ile hatta kendi özü ile bağlantısını koparan psikolojik rehberlik kitapları, insana sadece fani dünya hazlarını sunarak mesut olmanın yollarını bulmayı öğütlüyor.
Başka bir bilginin açlığı
Kur’an’dan uzak bilgi, inançsız, şaşkın bir bilgidir. Onun derdi, dünyayı ebedileştirmek, dünyayı aklınca cennete çevirmektir. Ama Yüce Yaratıcı’nın koyduğu fıtrî kanunlara rağmen bu mümkün mü?
İnsanlar tecrübeyle edinilen bilgilere, Allah’tan gelen bilgilerden daha çok önem verir oldu. Pozitif bilgi daha güvenilir gösteriliyor. Doğu’da ve Batı’da beyinler Batılı bilginin istilası altında, ama ortada inkârı imkansız bir vaka var: İnsanlık bedbaht. İnsanlığın ruhu aç. Hakikatlerini yitiren insana, psikologların rehberlikleri derman olmuyor.
Batı, varlıklara ilişkin her türlü bilgiyi üreten ve kullanan toplum ama hapisaneleri dolu. İntiharlar salgın gibi. Sokaklardan başka mekânı olmayan yüzbinlerce insan. İnsanlığın büyük bir kısmı zillet yaşarken, insanı Ay’a götüren bilginin fayda ve kıymeti elbette tartışılır.
Nereden baksak modern bilginin yalnızca karın doyurmaya hizmet ettiğini görüyoruz. İnsanın ebediyyete giden yollarını kesip, hayatı dünyayla sınırlamaya devam ettikçe de, sadece ampulleri aydınlatan ama insan ruhunu karartan bir ışık olmaktan öteye de gidemeyecek.
Oysa ruh sonsuzu arzuluyor. Allah’ı arzuluyor. Her türden bilginin oluk oluk aktığı bu çağda başka bir bilginin açlığını yaşıyor. Kalbindeki iman yarasına derman olacak, ona hayatın maksadından ve Rabbi’nden haber verecek olan bilgiyi arıyor.
Dünya hayatımızı lükse çeviren, işlerimizi kolaylaştıran dünyevi bilgiye, teknolojiye teşekkür borçluyuz. Ama insanlığın, ötelerin bilgisine ekmekten, sudan, havadan daha çok muhtaç olduğu asla unutulmamalı. Dünya refahımızı temin eden bilgi yüceltilirken, ebedî saadete götüren bilginin yok sayılması insafla bağdaşmaz. Siyasetçiye adil ve merhametli olmayı, anne-babaya sorumluluğunu bilmeyi, öğretmene öğrencisine şefkati, askerine en yüce değerler için ölmeyi öğreten bilgiye muhtacız.
Başka bir bilgi; insanlık için
Kula asıl gerekli olan ilim marifetullah, yani Allah bilgisidir. Marifetullah da dört şeyi bilmekle elde edilir: Allah’ı bilmek, nefsi bilmek, ahireti bilmek ve dünyayı bilmek…
Yüce Rabbimiz’i uluhiyyet sıfatlarıyla bilmek, marifetullahın anahtarı ve ilimlerin en şereflisidir. Bu ilim, Yüce Rabbimiz’in güzel isimlerini, taşıdıkları anlamları kavrayarak bilmekle kazanılır. Rabbini bilen de artık nefsinin aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu anlar. Bütün kemâl sıfatların Allah’da, noksan sıfatların da nefsinde olduğunu bilir.
Bu bilgilerle aydınlanmış bir mümin, ahiretin gerçek vatanı, dünyanın da fani bir misafirhane olduğunu görür. Ahireti gaye, dünyayı vasıta bilir. Çünkü Rabbimiz, ”hayır, tam aksine, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret hayırlıdır. Üstelik de ebedidir.” buyurmakta.
Rabbi’nden ve kendinden haberdar olan insan, O’na götürecek yola yönelir. Ve bu yolda ihtiyacı olan bilgileri tahsil etmeye çalışır. Bunlar helâli, haramı, emir ve yasakları öğreten fıkıh bilgileridir. İnsanın bu bilgileri bilmeden takvaya ermesi imkansızdır. Araplar, koşarken ayaklarını çukurlardan, dikenlerden, tümsek ve taşlardan sakınan ata takva derlermiş. Takva kelimesi buradan gelmekte. Yani takva, sakınmak demek. Günahları bilmeyen onlardan nasıl sakınabilir? Tehlikeleri görüp bilemeyen bir at nasıl hem kendisini hem de binicisini helâk ederse, helâl ve haramı bilmeyen insan da hem kendini, hem de sorumlu olduğu kimseleri helâk eder.
Zahirî hayatımızı Rabbimiz’in koyduğu ölçülere göre tanzim etmeye çalışırken, bir taraftan da kalbimizden hasedi, kini ve riyayı silerek gönül dünyamızı temizlemeyi öğreten tasavvufî bilgileri de yeniden baş tacı etmek zorundayız.
Diğer taraftan İnsanın günlük hayatını düzenleyen, güzelleştiren ilimler de var. Modern anlayışın artık rağbet etmediği bu ilimler, toplum ve aile hayatında güzel muaşereti, sohbet ve arkadaşlık usüllerini öğretir.
İşte, dünya hayatımızı huzurla bezerken, ebedî mutluluğumuzun kapılarını da açacak bu bilgilerin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Bu bilgileri laboratuvarlarda elde etmemiz asla mümkün değil. Bunlar gaybın haberleridir. Allah’ın sevgili peygamberleri bu bilgileri insanlığa bir rahmet olarak getirdiler. Yüce Mevlâmız, bazı bilgileri bulmayı insanın aklına bırakmışken, bu bilgileri bize hazır vermiş. Bununla da kalmayıp, nasıl hayata geçirileceğini peygamberlerinin hayatında örneklemiş. Bu sebeple “Andolsun ki, Rasulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit edenler ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab/21) buyuruyor.
Kur’an ve Sünnet’te, insanı bütün yönleriyle terbiye etmeye yönelik bilgiler bulmaktayız. Kalp temizliğinden tutun da, selamlaşmaya, konuşurken ses tonlarımızın ayarına, hatta yeryüzünde yürüyüş biçimlerimize kadar her güzel davranışın bilgileriyle karşılaşırız. Bu bilgilerle benliğimizi bulur, geldiğimiz ve gideceğimiz diyarların haberlerini okuruz. Ebediyete gidecek hidayet yollarını ve o yollarda dosdoğru yürümeyi öğrenip, varlık hikmetimizin şuuruna ereriz.
İnsanın, dünya ve ahiret saadetine erebilmesi için ihtiyaç duyduğu asıl bilgi bu değil mi?
Bilim ve teknolojiye gelince: Vahyin sunduğu hakikatlere kör, peygamberî ahlâka yabancı insanın elinde, tüm insanlık için sadece özünden kopmanın, büyük yıkımların zulüm ve sömürünün aracı. Son yüzyıldaki akılalmaz kıyımlar, insanlığın büyük kısmının düştüğü sefalet ve bizzat o bilim ve teknolojiyi üreten toplumların yaşadığı rezalet bunun ispatı değil mi?
Elbette bilim ve teknoloji güzel ve yararlı. Ama yaratıcısıyla irtibatını sıkı tutan, ahlâk-ı hamideyle aydınlanmış güzel insanların elinde.
BİLGİ: YA İKSİR YA ZEHİR
Kemal Süleymanoğlu
Bilmek insanın ihtiyacı ve görevi. İnsan Rabbini ve kendini bildiği oranda insan. Bilenler bilmeyenlerden üstün. İlim ise bilmenin aracı ve insana verilen, ona ayrıcalık kazandıran en değerli nimetlerden. Ama fayda sağlayacak bilgi ve ilim hangisi ve sadece bilmek yeterli mi? Gereği yerine getirilmezse, ilim insanı ne ölçüde gayesine ulaştırabilir?
İlim, temelde iki kısma ayrılır: Faydalı ilim ve faydasız ilim. Faydalı ilim, insanı hakikate ulaştıran, herşeyi aslı ile irtibatlandıran, dolayısı ile insanı yaratıcısına götüren ilimdir. Faydasız ilim ise hakikatten saptıran, soysuzlaştıran ve insanı Rabbinden uzaklaştıran ilimdir.
Faydalı ilim, insana hem dünyada, hem ahirette kazandırır. Faydasız ilim ise bir yük olmaktan öteye geçmez, hatta birçok zararların kaynağı bile olur.
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?”
Musa (A.S.)’a inandığını söyleyen ve Tevrat ile sorumlu tutulan insanlar hakkında Yüce Mevlâmız şöyle bir benzetme yapıyor: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez.” (Cuma/5)
İnandığını ve bildiğini bilinçli olarak yaşamayan kişilerin, sırtında taşıdığı kıymetli eserlerden habersiz olan eşeğe benzetilmesi ve onlardan “ayetleri yalanlayanlar” diye söz edilmesi çok dikkat çekicidir. Böyle davranmakla en büyük zulmü gerçekleştirmiş olan insanlar, ayette zalimler olarak nitelendiriliyor ve bu zulümlerine devam ettikleri sürece hidayete ulaşmalarının mümkün olmayacağı belirtiliyor. Çünkü kulların içinde bulundukları halleri, hidayet sebebi kabul etmek veya etmemek sadece Allah’a aittir.
Bildiğini ve inandığını yaşamamanın, insanları kötülüğe ve zulme itmekle kalmayıp hidayetten mahrum bıraktığını açıkça ifade eden bu ayeti, Resul-i Ekrem (A.S.)’ın şu duası tefsir etmektedir: “Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım!..”
İlim var ama faydasız, hayata yansımıyor. İlmin faydasızlığı, kişiyi Rabbine ulaştırmamasındadır. İlmin kendisi zararlı değildir, sahibinin durumuna göre ya hayat veren bir iksir veya hayatı yok eden bir zehirdir.
Faydasız ilim öyle bir zehirdir ki, zararı sadece sahibi ile sınırlı kalmaz, halka halka ulaştığı kişilere de zarar verir.
İlim bir araçtır, amaç değil. İlmini hayata geçirmeyen kişiler, çoğu zaman ilmi amaç edinme yanılgısına düşerler; ilmi elde etmekle gayeye ulaştıklarını sanırlar. Bu kişilerin en büyük yanılgısı, sadece konuşarak sahip oldukları ilmin gereğini yerine getirdikleri duygusuna kapılmalarıdır. Böylece toplumda kendilerini “en iyi bilen, delilleri en iyi anlayan ve Allah’a en yakın kul olan” kişiler olarak görüp, din adına birçok hükümler vermeye başlarlar. Allah’ın ayetlerini kendilerine göre yorumlarlar. Peyamber’i, anlamak istedikleri sınırlar içerisine hapsederler. İşte bu ilim faydasız ilimdir ve başlı başına zarardır. Bu sebeple Allah’ın Rasulü, faydasız ilmin zararlarından Allah’a sığınmıştır.
“Kendinizi unutup başkalarına mı iyiliği emrediyorsunuz?” (Bakara/44) ve “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında kötü birşey olarak büyük bir nefretle karşılanır.” (Saff/2-3) ayetleri, hayata geçirilmeyen bilginin, sahibini sürüklediği kötü sonuçları açık bir şekilde ortaya koymakta değil mi?