Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bilgi Çağından Cehalet (1 Kullanıcı)

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaşadığımız çağa Bilgi Çağı deniliyor. Gerçekten de uçsuz bucaksız bir bilgi okyanusu karşısında bulunuyoruz. Televizyonlarla, gazetelerle, bilgisayarla, internetle gezinip durduğumuz bir okyanus. Ve elbette pusulasız, rehbersiz kalındığında bu okyanusun insanı yutan, meçhullere götüren girdapları var. İnsana var oluş hakikatını unutturan, ebediyyetle irtibatını koparan girdaplar. Dahası, rehbersiz insanlık için bilgi, onu canavarlaştıran, güzelim dünyayı cehenneme çeviren bir araç. Atomu keşfetmenin insanlığa neler getirdiğini, bir de üzerine atom bombası atılan Hiroşimalı’ya sormalı değil miyiz?
Evet bilgi bir okyanus. Ya derinliklerinden göz kamaştıran inciler devşireceğimiz, ya da girdaplarında boğulup gideceğimiz bir okyanus. Bütün mesele şu: Bir rehberimiz var mı ve o rehber kim?
İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen ihtirası, herşeyi hoyratça tüketip dengeleri bozduğu gibi, bilgi ve ihtiyaç arasındaki dengeyi de bozmuş bulunuyor. Kütüphaneler dolusu bilgi, ama “ne ararsan bulunur; derde devadan gayrı” türünden.
İnsan, saadetine vesile olacak bilgiyi yanlış yerlerde, yanlış usüllerle arıyor. Bu şaşkın ve usülsüz arayış da günbegün onu huzura götürecek bilgiden uzaklaştırmakta.
O, varlıkların sırlarını keşfetti. Atomu parçaladı. Genlerle uğraştı. Bilim tarihi boyunca ölüme çare olacak bilgileri arayıp durdu. Kendisini evrene hakim kılacak ve tanrılaştıracak bilginin peşinde koştu.
Evet, çağın bilgisi üstün bir teknoloji doğurdu ve bu teknoloji hayatın birçok alanında kolaylık sağladı, ama insanlık halâ mutsuz değil mi? Laboratuvarlardaki bilginin insanlığa saadet getirmeye yeterli olmadığını, artık o bilgiyi üretenler de itiraf etmekte. Buna rağmen insanlık, halâ bu bilgiye güvenmekte. Hem de öyle güvenmekte ki, öldükten sonra dirilmeyi aklına sığdıramadığı için ahireti inkâr ederken, bir gün bilimin hayatı sonsuzlaştıracağına inanıyor. Belki de içindeki ebediyyet hasretini böyle avutuyor. Allah için zor gördüğünü, modern bilim için gayet kolay buluyor. İnsanlığın gerçek kurtarıcıları olan peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatleri de bilim dışı olarak mütalâa ediyor. Böylesine çelişkiler girdabının ortasında bocalamak, insanlık için büyük bir trajedi değil mi?
Modern bilgi toplumu söyleminin arkasındaki biricik maksat dünya… Bu yüzden insanoğlu bilgiyi de dünyevîleştirdi. Ona göre ahiretten bahseden ve insanı Allah’a çağıran peygamberlerin haberlerine dayalı ilimler artık geçer akçe değil. Dinin tebliğ ettiği hakikatler ile öteleri unutmuş insan aklının savaşında akıl, sahte bir galibiyet yaşıyor.
Büyüklere çağdaş masallar
Çağdaş bilgi, hayatı yalnızca dünyada yanıp sönen bir kıpırdanış olarak algılatma sevdasında. Bu faniliğe ikna olmayanlar için de reçete hazır: Öldükten sonra da bir bitkide, bir farede, bir böcekte hayat bulma hurafemiz de mevcut. O da mı olmadı? Ruhlarımız olgunlaşıncaya kadar farklı bedenlerde ölüp ölüp dirilecekmişiz. Yani ahiret gerçeği hariç, nabza göre masal! Ahirete zaten inanmayanlar için belki romantik bir teselli bu, ama ya hakikate susamış kalpler için?
Bu masallara inanalarda, aslında Allah’tan, imandan ve ebediyetten kaçan insanın trajik şaşkınlığı okunmakta.
Kur’an ve Sünnet’ten habersiz, öteleri inkar ederek üretilen bilgi, insanlığın sonsuzluk sevdasını öldürüyor. Hayatın acı sürprizleriyle karşılaşan insana sabrı ve sabrın selâmet olan sonunu asla gösteremiyor. Sabrın bir ibadet olduğunu hangi psikoloğun kitabında bulabilirsiniz? Oysa Kur’an’da sabredenlerin sonsuz ecirlere kavuşacağı haberleri vardır. Bu bilgi sayesinde sabrın acısı, inanan insana bal tadında gelir.
İnsanın psikolojik ve sosyal hayatına rehberlik eden çağdaş kitaplarda, tek bir hikmet kırıntısı bulmak imkansızdır. Onlarda Allah’ın yarattığı insana, Allah’ın öğütlerini zararlı gören bir hava teneffüs edilir. İnsanın Allah ile hatta kendi özü ile bağlantısını koparan psikolojik rehberlik kitapları, insana sadece fani dünya hazlarını sunarak mesut olmanın yollarını bulmayı öğütlüyor.
Başka bir bilginin açlığı
Kur’an’dan uzak bilgi, inançsız, şaşkın bir bilgidir. Onun derdi, dünyayı ebedileştirmek, dünyayı aklınca cennete çevirmektir. Ama Yüce Yaratıcı’nın koyduğu fıtrî kanunlara rağmen bu mümkün mü?
İnsanlar tecrübeyle edinilen bilgilere, Allah’tan gelen bilgilerden daha çok önem verir oldu. Pozitif bilgi daha güvenilir gösteriliyor. Doğu’da ve Batı’da beyinler Batılı bilginin istilası altında, ama ortada inkârı imkansız bir vaka var: İnsanlık bedbaht. İnsanlığın ruhu aç. Hakikatlerini yitiren insana, psikologların rehberlikleri derman olmuyor.
Batı, varlıklara ilişkin her türlü bilgiyi üreten ve kullanan toplum ama hapisaneleri dolu. İntiharlar salgın gibi. Sokaklardan başka mekânı olmayan yüzbinlerce insan. İnsanlığın büyük bir kısmı zillet yaşarken, insanı Ay’a götüren bilginin fayda ve kıymeti elbette tartışılır.
Nereden baksak modern bilginin yalnızca karın doyurmaya hizmet ettiğini görüyoruz. İnsanın ebediyyete giden yollarını kesip, hayatı dünyayla sınırlamaya devam ettikçe de, sadece ampulleri aydınlatan ama insan ruhunu karartan bir ışık olmaktan öteye de gidemeyecek.
Oysa ruh sonsuzu arzuluyor. Allah’ı arzuluyor. Her türden bilginin oluk oluk aktığı bu çağda başka bir bilginin açlığını yaşıyor. Kalbindeki iman yarasına derman olacak, ona hayatın maksadından ve Rabbi’nden haber verecek olan bilgiyi arıyor.
Dünya hayatımızı lükse çeviren, işlerimizi kolaylaştıran dünyevi bilgiye, teknolojiye teşekkür borçluyuz. Ama insanlığın, ötelerin bilgisine ekmekten, sudan, havadan daha çok muhtaç olduğu asla unutulmamalı. Dünya refahımızı temin eden bilgi yüceltilirken, ebedî saadete götüren bilginin yok sayılması insafla bağdaşmaz. Siyasetçiye adil ve merhametli olmayı, anne-babaya sorumluluğunu bilmeyi, öğretmene öğrencisine şefkati, askerine en yüce değerler için ölmeyi öğreten bilgiye muhtacız.
Başka bir bilgi; insanlık için
Kula asıl gerekli olan ilim marifetullah, yani Allah bilgisidir. Marifetullah da dört şeyi bilmekle elde edilir: Allah’ı bilmek, nefsi bilmek, ahireti bilmek ve dünyayı bilmek…
Yüce Rabbimiz’i uluhiyyet sıfatlarıyla bilmek, marifetullahın anahtarı ve ilimlerin en şereflisidir. Bu ilim, Yüce Rabbimiz’in güzel isimlerini, taşıdıkları anlamları kavrayarak bilmekle kazanılır. Rabbini bilen de artık nefsinin aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu anlar. Bütün kemâl sıfatların Allah’da, noksan sıfatların da nefsinde olduğunu bilir.
Bu bilgilerle aydınlanmış bir mümin, ahiretin gerçek vatanı, dünyanın da fani bir misafirhane olduğunu görür. Ahireti gaye, dünyayı vasıta bilir. Çünkü Rabbimiz, ”hayır, tam aksine, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret hayırlıdır. Üstelik de ebedidir.” buyurmakta.
Rabbi’nden ve kendinden haberdar olan insan, O’na götürecek yola yönelir. Ve bu yolda ihtiyacı olan bilgileri tahsil etmeye çalışır. Bunlar helâli, haramı, emir ve yasakları öğreten fıkıh bilgileridir. İnsanın bu bilgileri bilmeden takvaya ermesi imkansızdır. Araplar, koşarken ayaklarını çukurlardan, dikenlerden, tümsek ve taşlardan sakınan ata takva derlermiş. Takva kelimesi buradan gelmekte. Yani takva, sakınmak demek. Günahları bilmeyen onlardan nasıl sakınabilir? Tehlikeleri görüp bilemeyen bir at nasıl hem kendisini hem de binicisini helâk ederse, helâl ve haramı bilmeyen insan da hem kendini, hem de sorumlu olduğu kimseleri helâk eder.
Zahirî hayatımızı Rabbimiz’in koyduğu ölçülere göre tanzim etmeye çalışırken, bir taraftan da kalbimizden hasedi, kini ve riyayı silerek gönül dünyamızı temizlemeyi öğreten tasavvufî bilgileri de yeniden baş tacı etmek zorundayız.
Diğer taraftan İnsanın günlük hayatını düzenleyen, güzelleştiren ilimler de var. Modern anlayışın artık rağbet etmediği bu ilimler, toplum ve aile hayatında güzel muaşereti, sohbet ve arkadaşlık usüllerini öğretir.
İşte, dünya hayatımızı huzurla bezerken, ebedî mutluluğumuzun kapılarını da açacak bu bilgilerin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Bu bilgileri laboratuvarlarda elde etmemiz asla mümkün değil. Bunlar gaybın haberleridir. Allah’ın sevgili peygamberleri bu bilgileri insanlığa bir rahmet olarak getirdiler. Yüce Mevlâmız, bazı bilgileri bulmayı insanın aklına bırakmışken, bu bilgileri bize hazır vermiş. Bununla da kalmayıp, nasıl hayata geçirileceğini peygamberlerinin hayatında örneklemiş. Bu sebeple “Andolsun ki, Rasulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit edenler ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab/21) buyuruyor.
Kur’an ve Sünnet’te, insanı bütün yönleriyle terbiye etmeye yönelik bilgiler bulmaktayız. Kalp temizliğinden tutun da, selamlaşmaya, konuşurken ses tonlarımızın ayarına, hatta yeryüzünde yürüyüş biçimlerimize kadar her güzel davranışın bilgileriyle karşılaşırız. Bu bilgilerle benliğimizi bulur, geldiğimiz ve gideceğimiz diyarların haberlerini okuruz. Ebediyete gidecek hidayet yollarını ve o yollarda dosdoğru yürümeyi öğrenip, varlık hikmetimizin şuuruna ereriz.
İnsanın, dünya ve ahiret saadetine erebilmesi için ihtiyaç duyduğu asıl bilgi bu değil mi?
Bilim ve teknolojiye gelince: Vahyin sunduğu hakikatlere kör, peygamberî ahlâka yabancı insanın elinde, tüm insanlık için sadece özünden kopmanın, büyük yıkımların zulüm ve sömürünün aracı. Son yüzyıldaki akılalmaz kıyımlar, insanlığın büyük kısmının düştüğü sefalet ve bizzat o bilim ve teknolojiyi üreten toplumların yaşadığı rezalet bunun ispatı değil mi?
Elbette bilim ve teknoloji güzel ve yararlı. Ama yaratıcısıyla irtibatını sıkı tutan, ahlâk-ı hamideyle aydınlanmış güzel insanların elinde.
BİLGİ: YA İKSİR YA ZEHİR
Kemal Süleymanoğlu
Bilmek insanın ihtiyacı ve görevi. İnsan Rabbini ve kendini bildiği oranda insan. Bilenler bilmeyenlerden üstün. İlim ise bilmenin aracı ve insana verilen, ona ayrıcalık kazandıran en değerli nimetlerden. Ama fayda sağlayacak bilgi ve ilim hangisi ve sadece bilmek yeterli mi? Gereği yerine getirilmezse, ilim insanı ne ölçüde gayesine ulaştırabilir?
İlim, temelde iki kısma ayrılır: Faydalı ilim ve faydasız ilim. Faydalı ilim, insanı hakikate ulaştıran, herşeyi aslı ile irtibatlandıran, dolayısı ile insanı yaratıcısına götüren ilimdir. Faydasız ilim ise hakikatten saptıran, soysuzlaştıran ve insanı Rabbinden uzaklaştıran ilimdir.
Faydalı ilim, insana hem dünyada, hem ahirette kazandırır. Faydasız ilim ise bir yük olmaktan öteye geçmez, hatta birçok zararların kaynağı bile olur.
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?”
Musa (A.S.)’a inandığını söyleyen ve Tevrat ile sorumlu tutulan insanlar hakkında Yüce Mevlâmız şöyle bir benzetme yapıyor: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez.” (Cuma/5)
İnandığını ve bildiğini bilinçli olarak yaşamayan kişilerin, sırtında taşıdığı kıymetli eserlerden habersiz olan eşeğe benzetilmesi ve onlardan “ayetleri yalanlayanlar” diye söz edilmesi çok dikkat çekicidir. Böyle davranmakla en büyük zulmü gerçekleştirmiş olan insanlar, ayette zalimler olarak nitelendiriliyor ve bu zulümlerine devam ettikleri sürece hidayete ulaşmalarının mümkün olmayacağı belirtiliyor. Çünkü kulların içinde bulundukları halleri, hidayet sebebi kabul etmek veya etmemek sadece Allah’a aittir.
Bildiğini ve inandığını yaşamamanın, insanları kötülüğe ve zulme itmekle kalmayıp hidayetten mahrum bıraktığını açıkça ifade eden bu ayeti, Resul-i Ekrem (A.S.)’ın şu duası tefsir etmektedir: “Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım!..”
İlim var ama faydasız, hayata yansımıyor. İlmin faydasızlığı, kişiyi Rabbine ulaştırmamasındadır. İlmin kendisi zararlı değildir, sahibinin durumuna göre ya hayat veren bir iksir veya hayatı yok eden bir zehirdir.
Faydasız ilim öyle bir zehirdir ki, zararı sadece sahibi ile sınırlı kalmaz, halka halka ulaştığı kişilere de zarar verir.
İlim bir araçtır, amaç değil. İlmini hayata geçirmeyen kişiler, çoğu zaman ilmi amaç edinme yanılgısına düşerler; ilmi elde etmekle gayeye ulaştıklarını sanırlar. Bu kişilerin en büyük yanılgısı, sadece konuşarak sahip oldukları ilmin gereğini yerine getirdikleri duygusuna kapılmalarıdır. Böylece toplumda kendilerini “en iyi bilen, delilleri en iyi anlayan ve Allah’a en yakın kul olan” kişiler olarak görüp, din adına birçok hükümler vermeye başlarlar. Allah’ın ayetlerini kendilerine göre yorumlarlar. Peyamber’i, anlamak istedikleri sınırlar içerisine hapsederler. İşte bu ilim faydasız ilimdir ve başlı başına zarardır. Bu sebeple Allah’ın Rasulü, faydasız ilmin zararlarından Allah’a sığınmıştır.
“Kendinizi unutup başkalarına mı iyiliği emrediyorsunuz?” (Bakara/44) ve “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında kötü birşey olarak büyük bir nefretle karşılanır.” (Saff/2-3) ayetleri, hayata geçirilmeyen bilginin, sahibini sürüklediği kötü sonuçları açık bir şekilde ortaya koymakta değil mi?
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Dilde alim kalpte cahil
Tamamen fayda vermesi gereken ilmin nasıl zararlı hale geldiğini ve vardırdığı sonuçları Efendimiz (A.S.) şöyle anlatıyor: “Adi kimselerle mücadele, alimlere karşı üstünlük taslamak ve bu suretle yalnız insanların teveccühüne mazhar olmak için ilim öğrenmeyin! Bu gaye için ilim öğrenenler cehennemdedir.” (İbn-i Mace). “Sizin için Deccal’den ziyade Deccal olmayanlardan korkarım.” “Onlar kimdir?” sorusuna “Saptıran imamlardır” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel). “Kıyamet gününde alim getirilir ve cehenneme atılır; bağırsakları dışarı dökülür ve değirmen çeviren merkep gibi onunla döner. Cehennem halkı etrafına toplanır ve ‘Bu çektiğin nedir?’ diye sorarlar. Alim şöyle cevap verir: İyiliği emrettim, kendim yapmadım; kötülükten menettim, fakat onu kendim yaptım (da onun için).” (Buharî, Müslim)
Hz. Ömer (R.A.): “Bu ümmet hakkında en çok korktuğum, ilim sahibi olan münafıktır.” buyurarak en büyük endişesini dile getirir. “Bilgili münafık nasıl olur?” sorusuna, “Dilleri ile alim, kalp ve amelleri ile cahil olmakla!” şeklinde cevap verir.
Faydasız ilme sahip olanlar, ilimlerinin gereğini yerine getirmedikleri için genellikle Allah’ın zikrinden de uzak kalırlar ve arzularına mağlup olurlar. Bu tür kişilere karşı çok dikkatli olmak gerektiğini şu ayet ortaya koyar: “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, keyfinin peşine düşen ve işi haddini aşmak olan kimseye itaat etme!” (Kehf/28)
Faydalı ilim, yaşanan ve Allah’a ulaştıran ilimdir. Faydalı ilme sahip olan yeryüzünde takva üzere dolaşır, hiçbir şey onu şımartmaz. Bütün gayreti Allah’ın kitabına, Rasulü’nün Sünneti’ne uymak ve bu dünyadan göçünceye kadar Allah’ın ölçülerini aşarım endişesi ve hassasiyeti içerisinde yaşamaktır. Bu haliyle o, Resul-i Ekrem (A.S.)’ın şu hadislerini canlandırmaktadır: “İlim üçtür: Konuşan kitap (Kur’an), yaşanan sünnet, bir de ‘bilmem’ demektir.” (İbn-i Mace). “İslam garip olarak doğdu ve garip olarak gidecektir. Gariplere müjdeler olsun.” “Garibler kimdir?” sorusuna şöyle cevap verdi: “Benim sünnetimden insanların bozduğunu ve terkedilen sünnetlerimi yaşatanlardır.” (Müslim)
“Allah’ım! Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve karşılık görmeyen duadan sana sığınırız!”
BİLGİ Mİ? MALUMAT MI?
Halil Akgün
İçinde yaşadığımız zaman diliminin bilgi çağı olarak tanımlandığını biliyoruz. Bununla kastedilen bilgiye ulaşma yollarının çoğalması ve yaygınlaşmasıdır. Geçmişte evren hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğu varsayılan insanlık, bugün kendisi ve içinde yaşadığı evren hakkında daha fazla şey bilmektedir. Yine bu varsayıma göre bilgi, geleneksel toplumlarda belli bir sınıfın yani ulemanın tekelinde idi. Modern eğitim ve iletişim araçlarının yaygınlaşması bu tekeli kırmış, bilgi en geniş halk kitlelerine ulaşmaya başlamıştır.
Geçmişte bir ayetin yorumu yahut dünya coğrafyası hakkında bilgi edinmek isteyen ortalama eğitim seviyesine sahip bir kişi, ulemaya
yani bilenlere danışırken, bugün bu ihtiyaç kitaplar, kitle iletişim araçları ve son yıllarda da internet aracılığıyla gideriliyor. Böylece bilgi ile arasındaki vasıtaları ortadan kaldıran modern birey, bilginin kaynağına daha yakın olduğu inancına sahip.
Aynı şekilde, bilimsel araştırmalar neticesinde muazzam bir bilgi (enformasyon) patlaması ile karşı karşıya bulunan günümüz insanına, her işini kanıtlanmış usüllere göre yaptığı fikri aşılanır. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, geçmişte insanların büyük çoğunluğu taklid üzere yaşarken, bugün tahkik yani araştırma ve inceleme merkezi bir konuma sahip bulunuyor. Bunun neticesinde hepimiz bilmemiz gereken şeylerin hepsini bildiğimizi düşünürüz. Modern iletişim araçları, kitle eğitimi ve medya aracılığıyla önümüze konan ve anında tüketilen bilgi yığını, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi içerir. Bu sebepten ötürü hayatın anlamını çözmek için ‘ötelere’ değil, bilimsel bilginin ayrıntılarına bakmamız gerektiğini sanırız. Modern bilginin ayrıntıları ve kapsamı arttıkça, hayatın sırrını çözmek için elimizde daha fazla bilgi ve kanıtın olduğuna inanırız.
Bilgi ile malumat arasındaki fark
Durumun bu kadar basit ve yalın olmadığını görebilmek için, İslâm alimlerinin ilim ve malumat; yani bilgi ile enformasyon arasında yaptığı ayrımı burada hatırlamamız gerekiyor. Malumatın tersine bilgi, bize hayatın ve yaptığımız işin mahiyeti hakkında esaslı bir temel sağlar. Bir işin özüne, eskilerin tabiriyle künhüne ancak bu temel sayesinde ulaşabiliriz. Bu açıdan baktığımızda bilgi, bize sadece pratik faydalar temin etmez. Bunun da ötesinde bireysel bilincimizi dönüşüme uğratarak bizi kemâle ulaştırır. Bu yüzden bilgi sorumluluk demektir. Malumatfuruş değil, bilgi sahibi olan kişi, sorumluluk sahibi kişidir. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak kendisine bilgi (ilim) verilen kişiye hem büyük bir nimet ve hikmet, hem de sorumluluk verilmiştir. Bilgiyi taşıma sorumluluğuna sahip olan kişi, bu bilginin gereğini de yerine getirmek zorundadır. Yine bu niteliğinden dolayı, bilginin artışı ahlâkî olgunluk ve kemâlin artışı ile doğru orantılıdır.
Doğru bilginin merkezinde bulunan hakikat kavramı, üzerimizde dönüştürücü bir niteliğe sahiptir. Kendisine doğru ile yanlış arasında ayrım yapabilme (furkan) yeteneği verilmiş olan insan, hakikate kayıtsız kalamaz. Zira yaptığımız işler ve kurduğumuz ilişkiler ancak hakikat üzerine kurulu olduğu zaman anlam kazanır. Dahası, evreni ve etrafımızdaki olayları kavrama biçimimiz, hakikat kavramıyla doğrudan irtibatlıdır.
Basit bir örnek verecek olursak, havanın bugün yağışlı olduğu gerçeğine kayıtsız kalamayız. Bunun tersini düşünmek, bütün plânlarımızı altüst edeceği gibi, bizi diğer insanların nazarında da komik bir duruma düşürür. Bugünkü hava durumunun hakikatini bilmek, yani havanın güneşli mi yağmurlu mu veya bulutlu mu olduğunu bilmek bizim için ne kadar basit görünürse görünsün, hayati bir öneme sahiptir. Üstelik bunu bilmek, yani hakikatin nazarî bilgisini edinmek de yeterli değildir. Bilakis o hakikatin gerektirdiği şekilde hareket etmek zorundayız. Hava durumuyla ilgili hakikatin gerektirdiği şey şemsiye almak yahut hafif giyinmekse, bunu yapmakla mükellefiz demektir. Zira aksine bir davranışın bizi zor durumda bırakacağını hepimiz yakınen biliriz.
Hayatın esasına yönelik hakikat bilgisine de aynı şekilde kayıtsız kalamayız. Nereden gelip nereye gittiğimizin bilgisi, gündelik yapıp-etmelerimize istikamet kazandırdığı gibi, bundan sonraki yaşam için de bize bir garanti sağlar. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, bize vahyedilen hakikatin ciddiye alınması ve özümsenmesi konusunda son derece açık ve ısrarcıdır. Örneğin bizi hidayete ulaştırmak misyonuna sahip olan peygamberlik makamının hakikatine kayıtsız kalmak, belki de hayatımızda yapabileceğimiz en büyük hatadır. Bunun bir varlık veya yokluk meselesi olduğunu kâmilen kavradığımızda, hakikat karşısında kayıtsız ve vurdumduymaz kalamayacağımız gerçeği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu yüzden hakikate dayalı bilgi, pratik faydanın ötesinde bizim için hayati bir ehemmiyete sahiptir. İşte bu sebepten ötürü, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, gerçek bilgi sorumluluk demektir. “İnsan ne biliyorsa odur” fikrinin anlamını da belki bu çerçevede daha iyi idrak edebiliriz.
Bilgi satırlarda değil sadırlardadır
Bilginin alınıp-satılan bir meta haline geldiği ortamlarda -ki içinde yaşadığımız “bilgi çağı” bunun en kayda değer örneklerinden biridir- bilgi, malumat haline gelir ve dönüştürücü olma özelliğini yitirir. Aynı şekilde bilgi ile sorumluluk ve manevî olgunluk arasındaki ilişki de kırılmaya uğrar.
Bilgi ancak bizim için bir ışık, bir rehber olduğu zaman bilgi olma niteliğini kazanır. Kitaplarda yahut başka kaynaklarda bulunan bilgi yığını, şüphesiz pratik faydadan yoksun değildir. Fakat hakikate dayalı gerçeğin bilgisi, bizim için bir formülden ibaret olamaz. Bilakis bilgi, bir hidayet ve kurtuluş kaynağı olmak durumundadır. Bu ise ancak bilen kişinin özümsemesi, içselleştirmesi ve onunla bütünleşmesi ile gerçekleşebilir. Modern kitle eğitiminin açmazlarından birinin burada olduğunu söyleyebiliriz. Öğrenciyi sağlam bir çerçeveden ve temelden yoksun bir malumat yığını ile karşı karşıya getiren modern eğitim felsefesi, malumat ile bilgiyi birbirine karıştırdığından, keyfiyet sahibi bireyler yetiştirme konusunda ciddi bir çıkmaz içerisindedir. Önüne konan malumat bloklarının manasını çözmek için yıllarını harcayan öğrenciler, ya el yordamıyla bir şeyler yapmak ya da başka kaynaklardan beslenmek zorunda kalırlar. Bu ise genellikle eğitim alanında öğretilen ile öğrenen arasında ciddi bir yabancılaşmanın doğmasına neden olur.
İLMİN VARLIK SEBEBİ: HAŞYET
Ebubekir Sifil
Günümüzde müslümanlar için son derece önemli olan hususlardan biri “ilim” kavramı hakkında doğru bir anlayışa ulaşmak. Her okumuşu alim bilip peşinden gitmek, kesinlikle güvenli bir yol değil. Bu nedenle, ‘alim kime denir?’ ve ‘ilim denildiğinde ne anlaşılmalıdır?’ sorularının cevaplandırılıp, zihinlerdeki karışıklığın giderilmesi gerekir.
İslâm’a yabancı olmakla birlikte Batı’dan gelerek İslâm dünyasını istila etmiş bulunan, din dışı (profan) ve dünyevî (seküler) anlayışa göre bilim, din de dahil olmak üzere herşeyi tayin eder, herşey hakkında hüküm verir. Onun tasdikinden geçen şeyler doğru, onun koyduğu kurallara uymayan şeyler yanlıştır. Bu anlayışa göre, ilmin kaynağı insan aklıdır ve insanın dışında ve üstünde bir bilgi kaynağı yoktur.
İslâm dünyasında bu yaklaşımdan köklü bir şekilde etkilenmiş yaygın ilim anlayışı ise, ilginç bir şekilde kendini gösterir: Adı “ilim adamı”na çıkmış bir kısım müslümanlar, herşeyin merkezine kendi din anlayışını koymakta, kendi aklına ve “çağdaş anlayış”a uymayan hususları Kur’an ve Sünnet’le bildirilmiş olsalar bile reddetmekteler.
Bu anlayış sahiplerinin geçmiş ulema ve onların ilmi karşısındaki tavrı, “onlar adamsa, biz de adamız” tarzındadır. Yani, biz de “ulema” sıfatını taşıyan o kimselerle aynı özellikleri taşıyoruz. Onlar alim idiyse, biz de alimiz; hatta onlardan daha avantajlıyız. Modern bilim ve teknolojinin her türlü imkanı elimizin altında; dünyanın en uzak köşesine saniyede ulaşabiliyor ve istediğimiz bilgiye anında sahip olabiliyoruz. Dolayısıyla onların sınırlı imkanlarla elde ettiği ilmî seviye ile bizim bugünkü imkanları kullanarak varabileceğimiz nokta birbiriyle asla kıyaslanamaz, demekteler.
İlk bakışta doğru gibi görünen bu yaklaşımın ilim anlayışı ile ulemanın ilim anlayışı arasındaki fark ortaya konduğunda, İslâm nazarında matlub olan ilim kavramına ne kadar yakın veya uzak olduğumuz kendiliğinden anlaşılır.
Haşyete ulaştıran bilgi ilimdir
Kur’an’da, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edip de Allah Tealâ’dan korkan (haşyet sahibi) ve sakınan (takva) kimselerin kurtuluşa ereceği bildirilirken (Nur/52), Allahu Tealâ’dan hakkıyla korkan zümrenin “ulema” olduğu belirtiliyor (Fâtır/28).
Yukarıdaki ilk ayette -her ikisi de dilimize yanlış olarak “korkmak/korku” şeklinde tercüme edilen- “haşyet” ve “takva” kelimelerinin birlikte zikredilmiş olması oldukça dikkat çekicidir. Açıklanacağı üzere bu iki kelime birbirinden farklı muhtevalara sahiptir. İlgi çekici husus şu ki, Kur’an’da “takva” ve takvadan türetilmiş kelimeler sadece insanlar hakkında kullanılırken, “haşyet” ve türevi kelimeler melekler hakkında da kullanılmıştır. Bu şunu gösterir: Haşyet kelimesinin ifade ettiği mana, meleklerin de içinde bulunduğu bir hali anlatır ve insanlardan kim bu hale ulaşmışsa, haşyet kelimesinin taşıdığı anlamı yaşamada meleklerin seviyesine ulaşmış demektir.
Bu nedenle, yukarıda işaret ettiğimiz ikinci ayette “ulema” hakkında kullanılan “haşyet” kelimesi, alimler zümresinin diğer insanlardan farklı bir yerde durduğunu gösterir. Nitekim Ragıb el-İsfehanî “haşyet” kelimesini açıklarken, “ekseriyetle bu hal, kendisinden korkulan şey ya da zat hakkında ilim sahibi olunması durumunda bulunur. Bunun için bu durum ulemaya mahsus kılınmıştır.” der.
Bu noktada Hz. Peygamber (A.S.)’in, “hikmetin başı Allah korkusudur.” (Taberanî, Beyhakî) hadisi, hikmete ancak Allahu Tealâ’dan hakkıyla korkan ulemanın ulaşabileceğini idrak etmemizi kolaylaştıracaktır.
İbn-i Abdilberr’in naklettiğine göre Abdullah b. Mes’ud (R.A.), alimi, “Allahu Tealâ’dan korkan kişi” olarak tarif etmiş ve yukarıda işaret ettiğimiz Fâtır suresi 28. ayetini okumuştur.
Ali el-Karî, Mirkâtu’l-Mefâtih’inde, içinde sözkonusu ayetin geçtiği bir hadisi açıklarken şöyle diyor:
“… Bu meselenin hasılası şudur: İlim, kişide haşyet oluşturur; haşyet de takvaya götürür. (…) Bu hadiste şu hususa da işaret vardır: İlmi bu şekilde olmayan kimse, cahil gibidir, hatta cahildir. Bu sebeple ‘cahile bir kere, alime yedi kere yazıklar olsun’ denilmiştir…”
Bu itibarla “alim” dendiği zaman akla gelen, ilmi kendisinde haşyet oluşturan ve böylece takvaya ulaşan kimselerdir.
Hz. Peygamber (A.S.)’in, kendisinden Allah’a sığındığı dört şeyden birisinin “faydasız ilim” olduğunu hatırlatırsak, “ilim” kelimesine yüklenecek doğru anlam hakkında daha net bir kanaat sahibi olabiliriz.
Buradaki “faydasız ilim” tabiri son derece önemlidir. Bu tabir, kimseye bir faydası olmayan, boş ve fuzuli bilgi yığını olarak anlaşılabileceği gibi, aslen faydalı olduğu halde kişinin öğrenip de kendisinden istifade etmediği ilim şeklinde de anlaşılabilir. Hatta bu ikinci anlamın kastedilmiş olma ihtimali daha kuvvetlidir. Zira Efendimiz bir diğer hadiste, “Kıyamet günü Allah’ın nazarında insanların mevki bakımından en kötüsü, ilminden faydalanmayan alimdir.” buyurmuştur. (İbn-i Abdilberr)
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bilgi artarken, azalan ilim
Ali el-Karî, “Tecdid hadisi” diye bilinen “Allahu Tealâ bu ümmete her yüzyılın başında dinini yenileyen eden kimse(ler) gönderir.” (Ebu Davud, Hâkim) hadisini şerhederken şunları söyler: “… Bu tecdidin (yenilemenin/tazelemenin) izafi olduğunda şüphe yoktur. Çünkü ilim her geçen yıl azalmakta, cehalet de her yıl artmaktadır. Zamanımız alimlerinin yükselmesi, başka değil, ancak ilmin günümüzde alçalmasındandır. Yoksa önceki devirlerin alimleri ile sonra gelenler arasında ilim, amel, fazilet, tahkik ve tetkik bakımından herhangi bir münasebet yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (A.S.) döneminden gittikçe uzaklaşıyoruz. Bu durum, tıpkı ışık ve nur kaynağından uzaklaşmanın karanlığı artırması ve aydınlığı azaltması gibidir.
Buharî’nin, Enes (R.A.)’den rivayet ettiği, “Ümmetin üzerine hiçbir zaman gelmeyecek ki, kendisinden sonra gelen zaman kendisinden daha şerli olmasın”; Taberânî’nin Ebu’d-Derda (R.A.)’dan rivayet ettiği, “Hiçbir yıl yoktur ki, hayır eksilmesin ve şer artmasın” ve yine Taberânî’nin İbn Abbas (R.A.)’dan rivayet ettiği, “Hiçbir yıl yoktur ki, insanlar onda bir bid’at ihdas etmesin ve bir sünneti öldürmesin. Bu durum, sünnetlerin öldürülüp bid’atlerin ihya edilmesine kadar böyle devam eder” hadisleri gün geçtikçe kötüleşen duruma delâlet etmektedir.
Günümüzde ilim adına mevcut bulunan az bir miktar bile, geçmiş alimlerin ilimlerinin ve yardımlarının bereketlerindendir. Bu itibarla bizim şunu itiraf etmemiz gerekir ki, kıyamete kadar üstünlük ve fazilet, önce geçen (mütekaddimun) alimlerindir. Allah onların hepsinden razı olsun.”
İşte gerçek alimlerin ilim anlayışını yansıtan birkaç örnek:
Ebu Abdirrahman es-Sülemî’nin, Tabakâtu’s-Sûfiyye’de zikrettiğine göre Zünnûn el-Mısrî şöyle demiştir: “Bizden öncekilerin yaşadığı dönemde kişinin ilmi, dünyaya olan buğzunu ve dünyayı terkini artırırdı. Bugün ise kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Yine önceleri, kişi ilmi doğrultusunda malını infak ederdi; bugün ise ilmiyle para kazanıyor. Geçmişte alim kişi, kendisini zahiren ve batınen geliştirirdi; bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor.”
Tabiun’dan Kasım b. Muhammed (Rh.A.) şöyle der: “Benim yetiştiğim insanlar (Sahabe) sözden hoşlanmazlardı. Onların hoşuna giden, amel idi.”
Yine Tabiun’dan Hasanu’l-Basrî (Rh.A.), alimi “ilmiyle ameli birbirine uyan kişi” diye tarif eder.
Vehb b. Münebbih, Atâ el-Horasanî’ye şöyle tavsiye ediyor:
“Bizden önceki neslin alimleri, ilimleriyle diğer insanların dünyalıklarına tamah etmezlerdi. İnsanlar da onların ilimlerinden istifade etmek için sahip oldukları dünya nimetlerini sarfederlerdi. Günümüzde ise ehl-i ilim, insanların elindeki dünyalıklara rağbetle ilimlerini kullanıyor. Ehl-i dünya ise, ilim ehlinin kendi nazarlarındaki kötü intibaı sebebiyle onlardan uzak duruyor.”
Gerçek alimi tarif eden sözlerin sahipleri ile aramızda bin seneden fazla bir zaman dilimi var. O insanlar günümüzde yaşasalardı, durumumuza baktıklarında ne söylerlerdi acaba?..
 

osmanyusuf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
387
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Kafaları karıştırmak için ilim ??? sadece gülüyorum bu densizlere..İlim dediğin şey bilginin sahibinden öğrenilir elbette.KURAN AZİM BİR HABERDİRAyetini hatırlayalım . Sonra Kafirler istemesede ALLAH (C.C.) NURUNU TAMAMLAYACAKTIR..Kimse merak etmesin..Ellerinde geleni yapsınlar bakalım.Kabeye Fillerle saldırmışlardı.Sonuç ortada.farklı bişey beklemesin kimse... VE ALEYKÜMSELAM....
 

Aşk-ı İslam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ara 2006
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Dilde alim kalpte cahil

selamüanleyküm muhterem.ALLAH razı olsun.
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Amin.Amin.Amin.Ve Aleyna Aleyküm Selam muhterem..

"Akilli kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrasi için çalisandir." (Tirmizi - 2461)​
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
_____selamün aleyküm
rabbim razı olsun nasibimiz ölçüsünde istifade etmeyi mevla nasip etsin inşallah
selam ve dua ile_______
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt