Saadeddin Ustaosmanoğlu
Nefsini temize çıkarabilecek var mı? Çıkarsa da ne ifâde eder? Nefs; kötülüğü emreder, sahibine binbir türlü hile eder. Çoğu zaman da suret-i hak’tan görünerek...
Üstad Necib Fazıl Rahmetullahi Aleyh, şiirinde söylüyor: “Benim nefsim ne köpek”… Bunu okuyan ben de, “benim nefsim ne köpek” desem, aynı şeyi mi söylemiş olurum?
Hayır!
Neden?
*
Nedenine dair misale geçmeden mevzuun hangi temel üzerine oturtulacağına dair birkaç söz edelim.
Malûm, Ümmet-i Muhammed şu veya bu sebeble, şu veya bu şekilde teyakkuz hâlinde. İslâm âlemi kaynıyor. Fokurdayan bu kazanda, fertten, küçük topluluklara ve koca cemiyete ait müsbet ve menfi hâdiselerin tahakkuku zaruridir; ve yaşanıyor.
Bu kaynayışın, nefsimizi direkt ilgilendirdiğini de hesaba katarak, nefsimizi temize çıkarma teşebbüsümüzün ne kadar hin’ce ve cin’ce olduğunu görmeye dair misallere geçelim. Benim nefsim ne köpek derken aynı şeyi söyleyip söylemediğime bakayım; SİZ DE BAKIN!
*
Kısas-ı Enbiya’dan meâlen:
Kâinatın Efendisi Kudaa taifelerinden Bella ve Uzre kabilelerinin Medine’deki hayvanları yağmalamak için toplandıklarını haber alıyor.
As oğlu Hazret-i Amr Radıyallahu Anh’ı başbuğ tayin ederek üç yüz askerle gönderiyor. Hazret-i Amr’ı göndermesinin sebebi, babaannesinin Bella kabilesinden olması. Amr Radıyallahu Anh’ı düşmanın kalabalık olduğunu görünce Allah Resûlü’nden yardım istiyor. Resûlullah da ona Cerrahoğlu Hazreti UbeydeRadıyallahu Anh’ı iki yüz kişiyle gönderip “AYRILIĞA DÜŞMEYİNİZ, BİRLİK OLARAK HAREKET EDİNİZ” buyuruyor.
*
Bu Hadîs-i Şerif’in hikmetine muttali olamayanların akıbetinin hayrolduğunu, hayrolacağını kim söyleyebilir? Benim nefsim ne köpek diyenlerin, diyebilenlerin, meselenin hakikatine muttali olup olmadıklarına bakılır hâliyle… Lâfla peynir gemisi yürütmeyi başarmış bir fâni var mı bu dünyada?
*
İnsan arzu ediyor ki, milyonlarca kelimenin içinde, sadece İHLÂS kelimesinin zâhiren söylendiği zaman bile gerçek mânâsı ifâde edilmiş olsun. Hâlbuki öyle değil, İhlâs’ın da bir kelâm ve Cemâl yönü var. Ve de, Kelâmın Cemâlini Allah Celle Celâlühü inayet ettiklerine gösteriyor. Ramazan-ı Şerif hürmetine nasibdar olanlardan olma dileğiyle...
*
“Ayrılığa düşmeyiniz, birlik olarak hareket ediniz” hikmetinin de bu mânâ çerçevesinde olmak kaydıyla anlaşılması gerekiyor. Fakat ümmetin toplu ve fert olarak bu hikmete şimdilik aşina olmadığı anlaşılıyor.
*
Hazret-i Amr’a gönderilen iki yüz kişilik kuvvetin içinde Hazret-i Ebubekir ve Hazreti Ömer Radıyallahu Anh da var. Ebu Ubeyde, Amr’ın yanına geldiğinde orduya imam olmak ister. Amr ona: “Sen bana yardım için geldin; asıl kumandan benim” der. Ebu Ubeyde uysal bir zat olduğundan, “Resûlullah, ayrılığa düşmeyiniz diye emretti; sen bana uymazsan, ben sana uyarım” deyince, Amr Müslümanların imamı olup namazı kıldırdı. Böylece Ashab’ın ulusu olan Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh Hazret-i Amr’ın reisliği altına girmiş oldular. Amr tedbirli ve hikmet sahibi Sahabilerdendi. Müslümanların bu derece itaat ve disiplinine şâhid olunca hemen harp için gereken tedbirlerin tam bir şiddetle icrasına başladı. Gece ateş yakılmasını yasak etti ve “Her kim ateş yakarsa onu o ateşin içine atarım” diye ilân etti. Hava soğuk. Asker üşüdüğü için Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer’e şikâyet ettiler. Hazret-i Ömer “Ne demek, bu adam askeri soğuktan kıracak mı?” diye kükrerken, Hazret-i Ebubekir onu şu sözlerle teskin etti: “Dokunmayınız ey Ömer, Hazret-i Peygamber, onu sadece harp hâllerini bildiği için kumandan tayin etti. Mademki şu ânda başbuğdur, onun işine karışmak caiz değildir.” Hazret-i Ömer sustu.
*
Amr’ın bu yasağı bir tedbir idi. Sayılarının düşman tarafından tesbitine mâni olmak istiyordu. Beş yüz kişi oldukları anlaşıldığında düşmanda psikolojik bir rahatlık olacağını biliyordu. Sabah erkenden düşmana çullandı. Düşman Müslümanların ne kadar olduğunu bilmediğinden paniğe kapılıp kaçmaya başladı.
Cevdet Paşa diyor ki: “Hiçbir zaman bir kumandanın işine karışmak doğru olmayıp askerin birinci görevi âmirine itaatten ibaret olduğuna, bu olay da açık delildir.”
*
Buraya kadar her şey yerli yerinde. Olması gereken bu.
Fakat.
Bundan sonra olduğu gibi iktibas edeceğimiz satırlarda görüleceği üzere, hikmet var hikmetten içerû… Nefsin fuzulî atraksiyonlarına mâni olamamanın ne mahcubluklara yol açacağı görülecek. “Benim nefsim ne köpek” demenin kelâmdan ibaret olması hiçbir şeyi değiştirmiyor; anlaşılacak. Sahabî nezdinde yaşanmış bu hikmeti ahir zaman sefaletine duçar kalmış nefsimize tatbik edersek, neyle karşılaşırız? Allah Resûlü’nün nazarına muhatab olmuş o Ulular’ın muhatab oldukları tehlike, şahsımıza hangi şekliyle ve tesiriyle yansır? Yanarım!.. Yanarsın!.. Yanılır!..
*
Kısas-ı Enbiya’dan:
As oğlu Amr, henüz Müslüman olmuşken böyle büyük ashabdan meydana gelen bir askerî fırkaya kumandan olup da zafer kazanarak Medine’ye döndüğüne pek çok sevindi ve: “Resûlullah yanında benim başkalarına üstünlüğüm olmasa, böyle en sevgili ashabını benim emrime vermezdi” şeklinde yanlış bir fikre kapıldı. Onun bu sefer Muhacirlerden ve Ensar’dan 300 kadar ashaba kumandan tayin edilmesi ise sadece onun hikmetli, tedbirli ve askerî işlere muktedir zatlardan olmasıyla beraber büyük validesinin Kudaa soyundan olduğu içindi. Ebu Ubeyde’nin ona uyması da sadece arada bir ayrılık doğmayıp işin yürümesi içindi. Bununla beraber bir kimsenin bir hususta üstün olup da, o sebeble o taifeye reis olmasından dolayı, onun her hususta üstün olması lâzım gelmez.”
*
Bütün bunların toplamından çıkan mânâ şudur, İrfan Sultanı Salih Mirzabeyoğlu’nun “NEFSİNDE KEMÂL DİKİZLEME” dediği hikmet… Şanlı Sahabî Amr Radıyallahu Anh’ı tenzih ederek söylemek zorunda olduğumuzun idrakindeyiz tabiî. Onlar, Allah Resûlü’nün Fert Hakikati’ne nisbetle Topluluk Hakikati’nin kıyamete kadar temsilcileri olduklarından, her hikmet şahıslarında her yönüyle tecelli etmiş kahramanlardır. İşte sahabî, bedevî –Hâşâ– kültürü budur, diyen sümüklü taifeye bu hikmeti idrak ettirmek zordur; değinmiyoruz.
*
Kısas-ı Enbiya’dan devam:
Bundan dolayı As oğlu Amr, Medine’ye döndükten sonra Hazret-i Peygamber’in huzurunda “Ya Resûlullah, en çok sevdiğin kimdir?” diye sordu. Resûlullah da “Ayşe’dir” diye cevab verdi.
Ondan sonra As oğlu Amr: “Kadınlardan değil, erkekler içinde en çok sevdiğin kimdir?” deyince, Resûlullah: “Ayşe’nin babası Ebubekir’dir” buyurdu. Onun üzerine As oğlu Amr: “Ya ondan sonra en çok kimi seversin?” deyince, “Ömer’i severim” dedi.
Amr: “Daha sonra kimi seversin?” diye sordukça, Resûlullah sırasıyla ashabı söyledi. Böylece hayli ashabın adları zikredildi ve henüz kendisine nöbet gelmediğinden As oğlu Amr sustu.
As oğlu Amr böyle Resûlullah ile olan konuşmasını anlattıktan sonra. “En sona kalırım diye korkumdan sesimi kesip sustum” dermiş. Aslında As oğlu AmrRadıyallahu Anh, ashabın ileri gelenlerinden ise de o zaman ashab içinde ona nisbetle Allah yanında ve Resûlullah yanında daha sevgili ve daha üstün pek çok zatlar ve onun tabakasının üstünde birçok tabakalar vardı. İşte tabakalarda bulunan seçkin ashab sayıldıktan sonra As oğlu Amr’a sıra geleceğini kendisi de anlayınca sözü uzatmayıp kesmiştir.
*
“Din edebdir, edeb ise hadlere riayet…” Topluluk Hakikatinin Temsilcileri Sahabîler”in şahsında ebede dâvet ediliyoruz… Mademki ümmet topyekûn kıyamın arifesinde, mademki Allah Resûlü dönemi gibi bir dönemin ahir zamanda yaşanacağını bizzat Allah Resûlü söylüyor; o zaman, ayak uydurmanın ilk şartı EDEB’e gelmeliyiz. Benim nefsim ne köpek derken köpeklik yapmama gayreti içinde olmayanlar köpek bile değildirler, zira onlar için İlâhî Hitab şöyledir: BELHUM EDAL: Hayvandan aşağı.
Şeyh mürid ilişkisinde variddir; bir mürid, şeyhim en çok beni seviyor diye itikad etmeli. Aynen bunun gibi, liderim en çok beni seviyor, kumandanım en çok beni seviyor, başkanım en çok beni seviyor ZANNI zemmedilmemiştir, meşrudur.
Fakat.
Hadler aşılıp nefsin atraksiyonlarına meydan verilirse, o sevginin kuru bir zan’dan ibaret kalacağı muhakkaktır ve öldürücüdür. Küffarı Allah için tepelemiş Sahabî Kumandan, hem de emri altında Allah Resûlü’nden sonra birinci ve ikinci büyük insan varken bu hikmet dolu marifeti yaşamışsa sen (ben) kim oluyorsun?!
*
Attığın taş küçük de olsa, zararı yok, İhlâs’ın büyük olsun.
*
Attığın taş büyük de olsa, İhlâs temelli değilse, vay boş kuvvet sarfiyatına.
*
Attığın taş büyük veya küçük, birileri görsün diye atılmışsa ve mutlaka birileri gördüğünde mutmain oluyorsan, Allah Celle Celâlühü kalbine itminan vermeyecektir.
*
Müslüman, susuzluğunu gidermek için gaz içen ahmaklardan olamaz. İllâ irfan, illâ istikamet, illa feraset. Mâdâsı boşa gayret.
*