Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Benim Nefsim Ne Köpek (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

Saadeddin Ustaosmanoğlu


Nefsini temize çıkarabilecek var mı? Çıkarsa da ne ifâde eder? Nefs; kötülüğü emreder, sahibine binbir türlü hile eder. Çoğu zaman da suret-i hak’tan görünerek...

Üstad Necib Fazıl Rahmetullahi Aleyh, şiirinde söylüyor: “Benim nefsim ne köpek”… Bunu okuyan ben de, “benim nefsim ne köpek” desem, aynı şeyi mi söylemiş olurum?

Hayır!

Neden?

*

Nedenine dair misale geçmeden mevzuun hangi temel üzerine oturtulacağına dair birkaç söz edelim.

Malûm, Ümmet-i Muhammed şu veya bu sebeble, şu veya bu şekilde teyakkuz hâlinde. İslâm âlemi kaynıyor. Fokurdayan bu kazanda, fertten, küçük topluluklara ve koca cemiyete ait müsbet ve menfi hâdiselerin tahakkuku zaruridir; ve yaşanıyor.

Bu kaynayışın, nefsimizi direkt ilgilendirdiğini de hesaba katarak, nefsimizi temize çıkarma teşebbüsümüzün ne kadar hin’ce ve cin’ce olduğunu görmeye dair misallere geçelim. Benim nefsim ne köpek derken aynı şeyi söyleyip söylemediğime bakayım; SİZ DE BAKIN!


*

Kısas-ı Enbiya’dan meâlen:

Kâinatın Efendisi Kudaa taifelerinden Bella ve Uzre kabilelerinin Medine’deki hayvanları yağmalamak için toplandıklarını haber alıyor.

As oğlu Hazret-i Amr Radıyallahu Anh’ı başbuğ tayin ederek üç yüz askerle gönderiyor. Hazret-i Amr’ı göndermesinin sebebi, babaannesinin Bella kabilesinden olması. Amr Radıyallahu Anh’ı düşmanın kalabalık olduğunu görünce Allah Resûlü’nden yardım istiyor. Resûlullah da ona Cerrahoğlu Hazreti UbeydeRadıyallahu Anh’ı iki yüz kişiyle gönderip “AYRILIĞA DÜŞMEYİNİZ, BİRLİK OLARAK HAREKET EDİNİZ” buyuruyor.

*

Bu Hadîs-i Şerif’in hikmetine muttali olamayanların akıbetinin hayrolduğunu, hayrolacağını kim söyleyebilir? Benim nefsim ne köpek diyenlerin, diyebilenlerin, meselenin hakikatine muttali olup olmadıklarına bakılır hâliyle… Lâfla peynir gemisi yürütmeyi başarmış bir fâni var mı bu dünyada?

*

İnsan arzu ediyor ki, milyonlarca kelimenin içinde, sadece İHLÂS kelimesinin zâhiren söylendiği zaman bile gerçek mânâsı ifâde edilmiş olsun. Hâlbuki öyle değil, İhlâs’ın da bir kelâm ve Cemâl yönü var. Ve de, Kelâmın Cemâlini Allah Celle Celâlühü inayet ettiklerine gösteriyor. Ramazan-ı Şerif hürmetine nasibdar olanlardan olma dileğiyle...

*

“Ayrılığa düşmeyiniz, birlik olarak hareket ediniz” hikmetinin de bu mânâ çerçevesinde olmak kaydıyla anlaşılması gerekiyor. Fakat ümmetin toplu ve fert olarak bu hikmete şimdilik aşina olmadığı anlaşılıyor.

*

Hazret-i Amr’a gönderilen iki yüz kişilik kuvvetin içinde Hazret-i Ebubekir ve Hazreti Ömer Radıyallahu Anh da var. Ebu Ubeyde, Amr’ın yanına geldiğinde orduya imam olmak ister. Amr ona: “Sen bana yardım için geldin; asıl kumandan benim” der. Ebu Ubeyde uysal bir zat olduğundan, “Resûlullah, ayrılığa düşmeyiniz diye emretti; sen bana uymazsan, ben sana uyarım” deyince, Amr Müslümanların imamı olup namazı kıldırdı. Böylece Ashab’ın ulusu olan Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh Hazret-i Amr’ın reisliği altına girmiş oldular. Amr tedbirli ve hikmet sahibi Sahabilerdendi. Müslümanların bu derece itaat ve disiplinine şâhid olunca hemen harp için gereken tedbirlerin tam bir şiddetle icrasına başladı. Gece ateş yakılmasını yasak etti ve “Her kim ateş yakarsa onu o ateşin içine atarım” diye ilân etti. Hava soğuk. Asker üşüdüğü için Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer’e şikâyet ettiler. Hazret-i Ömer “Ne demek, bu adam askeri soğuktan kıracak mı?” diye kükrerken, Hazret-i Ebubekir onu şu sözlerle teskin etti: “Dokunmayınız ey Ömer, Hazret-i Peygamber, onu sadece harp hâllerini bildiği için kumandan tayin etti. Mademki şu ânda başbuğdur, onun işine karışmak caiz değildir.” Hazret-i Ömer sustu.

*

Amr’ın bu yasağı bir tedbir idi. Sayılarının düşman tarafından tesbitine mâni olmak istiyordu. Beş yüz kişi oldukları anlaşıldığında düşmanda psikolojik bir rahatlık olacağını biliyordu. Sabah erkenden düşmana çullandı. Düşman Müslümanların ne kadar olduğunu bilmediğinden paniğe kapılıp kaçmaya başladı.

Cevdet Paşa diyor ki: “Hiçbir zaman bir kumandanın işine karışmak doğru olmayıp askerin birinci görevi âmirine itaatten ibaret olduğuna, bu olay da açık delildir.”

*

Buraya kadar her şey yerli yerinde. Olması gereken bu.

Fakat.

Bundan sonra olduğu gibi iktibas edeceğimiz satırlarda görüleceği üzere, hikmet var hikmetten içerû… Nefsin fuzulî atraksiyonlarına mâni olamamanın ne mahcubluklara yol açacağı görülecek. “Benim nefsim ne köpek” demenin kelâmdan ibaret olması hiçbir şeyi değiştirmiyor; anlaşılacak. Sahabî nezdinde yaşanmış bu hikmeti ahir zaman sefaletine duçar kalmış nefsimize tatbik edersek, neyle karşılaşırız? Allah Resûlü’nün nazarına muhatab olmuş o Ulular’ın muhatab oldukları tehlike, şahsımıza hangi şekliyle ve tesiriyle yansır? Yanarım!.. Yanarsın!.. Yanılır!..

*

Kısas-ı Enbiya’dan:

As oğlu Amr, henüz Müslüman olmuşken böyle büyük ashabdan meydana gelen bir askerî fırkaya kumandan olup da zafer kazanarak Medine’ye döndüğüne pek çok sevindi ve: “Resûlullah yanında benim başkalarına üstünlüğüm olmasa, böyle en sevgili ashabını benim emrime vermezdi” şeklinde yanlış bir fikre kapıldı. Onun bu sefer Muhacirlerden ve Ensar’dan 300 kadar ashaba kumandan tayin edilmesi ise sadece onun hikmetli, tedbirli ve askerî işlere muktedir zatlardan olmasıyla beraber büyük validesinin Kudaa soyundan olduğu içindi. Ebu Ubeyde’nin ona uyması da sadece arada bir ayrılık doğmayıp işin yürümesi içindi. Bununla beraber bir kimsenin bir hususta üstün olup da, o sebeble o taifeye reis olmasından dolayı, onun her hususta üstün olması lâzım gelmez.”

*

Bütün bunların toplamından çıkan mânâ şudur, İrfan Sultanı Salih Mirzabeyoğlu’nun “NEFSİNDE KEMÂL DİKİZLEME” dediği hikmet… Şanlı Sahabî Amr Radıyallahu Anh’ı tenzih ederek söylemek zorunda olduğumuzun idrakindeyiz tabiî. Onlar, Allah Resûlü’nün Fert Hakikati’ne nisbetle Topluluk Hakikati’nin kıyamete kadar temsilcileri olduklarından, her hikmet şahıslarında her yönüyle tecelli etmiş kahramanlardır. İşte sahabî, bedevî –Hâşâ– kültürü budur, diyen sümüklü taifeye bu hikmeti idrak ettirmek zordur; değinmiyoruz.

*

Kısas-ı Enbiya’dan devam:

Bundan dolayı As oğlu Amr, Medine’ye döndükten sonra Hazret-i Peygamber’in huzurunda “Ya Resûlullah, en çok sevdiğin kimdir?” diye sordu. Resûlullah da “Ayşe’dir” diye cevab verdi.

Ondan sonra As oğlu Amr: “Kadınlardan değil, erkekler içinde en çok sevdiğin kimdir?” deyince, Resûlullah: “Ayşe’nin babası Ebubekir’dir” buyurdu. Onun üzerine As oğlu Amr: “Ya ondan sonra en çok kimi seversin?” deyince, “Ömer’i severim” dedi.

Amr: “Daha sonra kimi seversin?” diye sordukça, Resûlullah sırasıyla ashabı söyledi. Böylece hayli ashabın adları zikredildi ve henüz kendisine nöbet gelmediğinden As oğlu Amr sustu.

As oğlu Amr böyle Resûlullah ile olan konuşmasını anlattıktan sonra. “En sona kalırım diye korkumdan sesimi kesip sustum” dermiş. Aslında As oğlu AmrRadıyallahu Anh, ashabın ileri gelenlerinden ise de o zaman ashab içinde ona nisbetle Allah yanında ve Resûlullah yanında daha sevgili ve daha üstün pek çok zatlar ve onun tabakasının üstünde birçok tabakalar vardı. İşte tabakalarda bulunan seçkin ashab sayıldıktan sonra As oğlu Amr’a sıra geleceğini kendisi de anlayınca sözü uzatmayıp kesmiştir.

*

“Din edebdir, edeb ise hadlere riayet…” Topluluk Hakikatinin Temsilcileri Sahabîler”in şahsında ebede dâvet ediliyoruz… Mademki ümmet topyekûn kıyamın arifesinde, mademki Allah Resûlü dönemi gibi bir dönemin ahir zamanda yaşanacağını bizzat Allah Resûlü söylüyor; o zaman, ayak uydurmanın ilk şartı EDEB’e gelmeliyiz. Benim nefsim ne köpek derken köpeklik yapmama gayreti içinde olmayanlar köpek bile değildirler, zira onlar için İlâhî Hitab şöyledir: BELHUM EDAL: Hayvandan aşağı.

Şeyh mürid ilişkisinde variddir; bir mürid, şeyhim en çok beni seviyor diye itikad etmeli. Aynen bunun gibi, liderim en çok beni seviyor, kumandanım en çok beni seviyor, başkanım en çok beni seviyor ZANNI zemmedilmemiştir, meşrudur.

Fakat.

Hadler aşılıp nefsin atraksiyonlarına meydan verilirse, o sevginin kuru bir zan’dan ibaret kalacağı muhakkaktır ve öldürücüdür. Küffarı Allah için tepelemiş Sahabî Kumandan, hem de emri altında Allah Resûlü’nden sonra birinci ve ikinci büyük insan varken bu hikmet dolu marifeti yaşamışsa sen (ben) kim oluyorsun?!

*

Attığın taş küçük de olsa, zararı yok, İhlâs’ın büyük olsun.

*

Attığın taş büyük de olsa, İhlâs temelli değilse, vay boş kuvvet sarfiyatına.

*

Attığın taş büyük veya küçük, birileri görsün diye atılmışsa ve mutlaka birileri gördüğünde mutmain oluyorsan, Allah Celle Celâlühü kalbine itminan vermeyecektir.

*

Müslüman, susuzluğunu gidermek için gaz içen ahmaklardan olamaz. İllâ irfan, illâ istikamet, illa feraset. Mâdâsı boşa gayret.

*

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KALBİNİ BİLMİYORSUN DİLİNE DE İNANMIYORSUN.

Cevdet Paşa “Garib Bir Vaka” diye vermiş.

Mevzu şu: Allah Resûlü, Hazret-i Ebu Katâde Radıyallahu Anh’ı bir grub askerle Necid tarafına gönderiyor. Yolda Ebdad oğlu Amir’le karşılaşıyorlar. Amir onlara selâm verip Müslüman olduğunu söylüyor. Fakat grubun içinden Cüsame oğlu Muhallim, eski bir olay sebebiyle Amir’i öldürüyor.

Mesele bir şekilde Allah Resûlü’ne intikâl ettiğinde Muhallim’i çağırıyor.

“Resûlullah: “Adın nedir?” diye sordu.

Muhallim: “Cüsame oğlu Muhallim” diye cevab verdi.

Resûlullah: “Ebdat oğlu Amir, Müslüman olduğunu açıktan söylemişken, sen onu öldürdün mü?” dedi.

Muhallim: “Onun Müslüman olduğunu söylemesi, ancak ölümden kurtulmak içindi” dedi.

Resûlullah: “Ya sen onun kalbini yardın mı ki, doğru mu yalan mı olduğunu bilesin?” dedi.

Muhallim: “Onun kalbi bir et parçasıdır, yarılsa ne anlaşılır?” dedi.

Resûlullah: “Kalbini bilmiyorsun, diline de inanmıyorsun; ne yapmalı?” dedi.

Muhallim, başka diyecek bir şey bulamayıp: “Ya Resûlullah, benim için istiğfar et” dedi.

Resûlullah: “Allah seni affetmesin” deyince, Muhallim’in gözlerinden yaş akarak kalkıp gitti ve kederinden bir hafta zarfında öldü. Defnedilince yer onu kabul etmeyip dışarı attı. Tekrar defnedilince yer onu yine attı. Kavmi gelip Resûlullah’a haber verdiler. Resûlullah: “Bu yer ondan daha fenalarını kabul eder; fakat Cenab-ı Hak size ibret vermek istiyor” buyurdu. Ondan sonra kavmi tekrar defnettiler ve üzerine büyük taşlar koyup gittiler.”

*

Evet.

Kalbini bilmez, diline inanmaz taifesinden biri gelip ‘Benim Nefsim Ne Köpek’ dediğinde, ne yapacağız? Kalbini bilmiyoruz, öyleyse dilinden çıkana inanmalıyız (mı)?

İşte bütün mesele burada. Nüanslar, nüanslar, nüanslar… Bâtın nisbeti içinde helezonvarî nüansların lâtifliğinde yol alamıyorsak, her işi, her şeyi ve her şahsı nefsin dehhameleşmiş bünyesinde her şeye âlet edebiliriz.

Eskilerin mekânlarına nakşettikleri hikmetli söz ne güzel: EDEP YA HU!

*

Büyük Doğu-İbda, baştan sona Bâtın Nisbeti çizgisinde fikri tasarrufuna almış bir davadır, dediğimizde; mühimsemez modunda, mühimsizliklerini ifşa edenler, futbol fanatiklerinin yaptıkları abuklukların ötesine geçeceklerini zannediyorlarsa yanılıyorlar.

Ne demişler, nefsin en çok hoşuna giden şey, mollalıkla hovardalığı bir arada götürmekmiş… Hovardalık kelimesinin hasrında tüm dünya alâkaları var; hazza ayarlı olarak.

Ne güzel yazıyormuş… Ne güzel konuşuyormuş… Ne güzel savaşıyormuş…

Dünya gözüyle Allah Resûlü’nü görmüş Kuzman’ı hatırlayın! Ne müthiş savaşıyordu. Allah Resûlü onun için, “o cehennemliktir” dediğinde Sahabî çok şaşırmıştı.

İbadette herkesi geçmiş genç, Sâhabi tarafından Allah Resûlü’ne takdim edildiğinde, ona söyledikleri malûm. Mescide namaza gittiğinde Kâinat’ın Efendisi: “Onun kellesini kim alacak?”, buyuruyorlar… Sırlar, sırlar…

*

Dünya karıştı. Ehlullah kıyamda. Rejimler çöküyor… Hilâfet makamının yegâne varisi Türkiye’de. BAŞYÜCELİK DEVLETİ’ne doğru yürüyüş başlamıştır. Ayak uydurmak isteyenler, gerçek mânâda, Benim Nefsim Ne Köpek demeyi bilmelidirler; bilmeliyiz. Tekbirler deryasında kulaç atmaya hazır kıtalar saf tutmalı. “Gafil ne bilir neşve-i pür-şevk-i vegayı? — Meydan-ı celâdetteki envar-ı sefayı?”

*

Dilini tut. Kalemini tut. Kalbini tut. Edeb çerçevesinde her birinin yularını sonuna kadar gevşetmekte serbestiz, ama âşıklık delil ister.

Dil kemiksiz; konuşur… Kalem ucuzladı; yazar… Kalb bilmem ne çukuru. Garib bir zamanda yazılan şu Sahabî sözleri ne güzel: “Keşke, zamanın insanlarıyla ilgi kurmaktan tamamen kesilecek bir yerde duraydım. Çünkü zaman vefasızdır. Ceylânların hâli ne güzeldir ki, mamur yerlerden uzak ve harab yerlerde duruyorlar.”

Garib zamanlarla fütuhat zamanlarının arasındaki berzah’ta gibiyiz. İki tarafa da çalan bir hâl içinde olduğumuzdan, nerede bu yana, nerede diğer yana intikâl edeceğimizin şuurunu kuşanmak elzemdir.

*
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ÇAĞIMIZDA SAVAŞLAR METAFİZİKTİR.

İrfan Sultanı böyle buyuruyor. Bu ne demek? İşi hokkabazlığa dökmüş olanlara itibar mı etmeliyiz? Veya mânâların derinliğinde kulaç atamadığımızdan boğulmalı mıyız? Nedir bu metafizik savaş?

Sadece Kuantum mu? Sadece büyü mü? Sadece cin işleri mi? Nedir bu? Yoksa hepsi mi? Veya, hepsi ile birlikte başka unsurların da dâhil edileceği ilginç bir terkib mi? Nedir? Sakın FİKİR’İN UNSUR ÜSTÜ MÂNÂ’da tecellisi olmasın!

Kemâliyle bilene aşk olsun.

Benim nefsim ne köpek, alçakgönüllülüğünde İHLÂS’la duranların idrak edeceğini zannettiğimiz bu mânâ bize çok yüksek. O yükseklikten seslenenlerin misalleriyle taklitçi olabiliriz ancak.

Taklid bâbında söylenelim, “Ehlullah kıyama durdu” deniliyor. Amenna. Bu kıyamın, bildiğimiz ve duyduğumuz kadarıyla çek çeşitli veçheleri var. Bu veçhelerden binde biri kadarına Hristiyan veya Yahudi âleminden birileri nisbet kursa kıyametler kopar. Ehlullah yıldızlarla beş taş oynasa, taş kafalılar dönüp bakmaz.

*

İki misâl. Biri bugünümüzden, diğeri Sıddık-ı Ekber döneminden. Kalbe inşirah, sadra genişlik niyetine.

Şeyh Nâzım Kıbrısî Hazretleri... O anlatıyor. FOX TV muhabirine anlattığı mevzuya adam ne kadar inandı bilinmez. Ama hâdise o kadar gerçek ve inandırıcı ki, inanmak değil, inanmamak abes. Mealen diyor ki: On metre genişliği, on beş metre uzunluğu, iki metre yüksekliği olan bir mekânda 33 insan havasız şartlarda kaç saat yaşar? (Şili’deki maden göçüğünde kalanlardan bahsediyor.) Bütün dünyanın gözü oradaydı. Allah murad etti ki, maneviyatın büyüklüğünü insanlar görsün. Ve benim gibi bir âcizi ilk gün oraya gönderdi. Biz onlara yardım ettik. Oradan çıktıklarında neden Tibet’e gitmediler? Neden Vatikan’a gitmediler? Neden Amerika’ya gitmediler de, Kıbrıs’ın bir köşesinde yaşayan garib bir ihtiyarı arayıp buldular?

Şilili madencilerin bir kısmı Müslüman olmuşlar. Orada, o şartlarda kendilerine yardım eden ADAM’ın kim olduğunu arayıp bulup Müslüman olmuşlar. Peki o meselede insanların aklında kalan ne oldu? Nasa ve onun kıytırık kapsülü… Teknoloji harikalar meydana getirdi.

Şayet bu hâdisenin çok daha küçüğü bir Patrik ve Papa tarafından vuku bulsaydı kıyametler kopardı. Bir ara ölen bir Papa’yı aziz ilân etmek için bütün mazisini kurcalamışlar da bir şey bulamamışlar. Bizde azizler alay alay. Anlayana! Daha da güzeli, müridliğin zevkini alanlar şeyh olmak istemezler… Henüz kademesi yükselmemiş olanlarda bile zevkin büyüğüne şâhid olmak mümkün. Kaldı ki Mürşid-i Kâmillerin kuvveti…

Aslında Ehlullah keramet göstermekten sakınır. Zira makamlarına halel geldiği söylenir. Ama maslahat söz konusu olduğunda yapılması gerekeni yaparlar… Nicedir duyuyoruz ki, GÖK EHLİ KIYAMDADIR.

*

Sıddık-ı Ekber dönemi… Hadramî oğlu Alâ Radıyallahu Anh ordu komutanı olarak mürtedlere karşı savaşmaya gönderilmiş. Kısas-ı Enbiya’da Cevdet Paşa anlatıyor:

“Her gün taraflar meydana çıkıp savaşırlar ve yorulunca ordugâhlarına giderlerdi. Günlerce muharebe bu şekilde uzadı. Nihayet bir gece müşriklerin ve mürtedlerin sarhoş oldukları tesbit edilerek İslâm askerleri bir gece baskını yapıp hendekten içeri girdiler ve onlara iyice bir kılıç salladılar. Ne Hatım kaldı ne de Münzir kurtuldu. Toplulukları dağıldı, kimisi öldürüldü ve kimi esir alındı. Geri kalanı da dağılarak birer tarafa kaçtılar. Fakat bir kısmı kayıklara binerek Dareyn’e gitti. Bunun üzerine Hazret-i Alâ her taraftan bozgunların yollarını tutmak üzere Bekir bin Vail kabilesinden Müslüman kalanlara, Hafsa-i Temimî’ye ve Seybanoğulları kabilesinin reislerinden meşhur Harise oğlu Müsenna’ya yazdı ve ganimet mallarını gazilere taksim ettikten sonra Dareyn’e hareket etti.

Ancak arada çok geniş bir haliç vardı. Oysa elde kayık yoktu. Hemen askere hitaben: “Gaziler, Allahü Teâlâ Hazretleri, size karada yardımını gösterdi ki, denizde de ibret alasınız. Haydi, düşman üzerine yürüyünüz ve denize atlayınız” dedi ve atını suya sürdü. Askerleri de kimi at ve kimi deve sırtında oldukları hâlde suya vurdular ve hep bir ağızdan: “Ey merhametlilerin merhametlisi, ey Kerîm, ey Halîm, ey Ehad, ey Samed, ey Hayy, ey ölüleri dirilten, ey Kayyûm! Senden başka ilâh yoktur ey Rabbimiz” diye dua ederek o büyük halici kum üzerinde yürür gibi geçtiler ve düşmanla çarpışıp ilk hamlede galib gelerek Dareyn halkını katliam edip çoluk çocuklarını ve mallarını ganimet olarak aldılar.

(…)

Bu büyük fetihler, hepsi Halife’nin isabetli tedbirlerinin sonuçlarıdır. Fakat Halid ve Alâ gibi güzel icra vasıtaları da vardı.

Cenâb-ı Hak, sevgili Peygamberi hürmetine o asırda böyle fevkalâde zatlar yaratmış ve onların vasıtasıyla Hazret-i M…….’in şeriatını yükseltmiştir.”

*

“Fizik ruha tâbidir”… Mesele bunu idrak edebilmekte.

*

39. sayımız’ın Furkan Meclisi bölümünde şöyle demişiz:

“Zahirî sebebler dünyasında hükümferma olan Determinist (sebeb-sonuç mecburiyetcisi) düşüncenin mucidi Newton Fizik’i ile birlikte tedavülden kalktığına şâhid oluyor insanlık.

Gelenin ne olduğuna dair alâmetler de hızla sökün etmeye başladı… Şu satırlara dikkat:

Nasreddin Hoca’nın “hem - hem de” terkibinin uluslararası konferanslarda saçaklı düşünceyi anlatmak için kullanıldığı düşünülünce, Kuantum fizikçilerinin tasavvuf ehliyle kol kola girmeleri artık imkânsızmış gibi gelmiyor.

Düşünce dünyasında işler gerçekten değişti. Belki bu defa, klâsik Batı düşüncesinin siyah-beyaz kurallara boğulmuş dünyasında zorlandığımız gibi zorlanmaz, Nasreddin Hoca’nın genlerinden bilistifade, biraz mürekkeb yalamış, vasat bir Batılı aydının ilkokuldan itibaren aşina olduğu, çatal kaşık der gibi rahatlıkla dillendirdiği bu kurumları sular seller gibi içselleştiririz.”

Alev Alatlı “Batı’ya Yön Veren Metinler” isimli dört ciltlik, yeni piyasaya çıkmış kitabının dördüncü cildinin 1784. sayfasında böyle diyor.”

*

Evet. Kâinatın sahibi her devir için “Devrin Sahibleri” yaratmış, onların vesilesiyle dünyaya nizâmat vermiştir. Bugün de öyle.

Akıl tutulmasına uğramayanlara çağrımızdır: Yer ve Gök Ehli’nin kıyamda olduğu gün gibi aşikârken, malayanilere meyledenler çok şey kaybederler. Bâtın Nisbeti hakikatinde eşyayı tasarruf altına almanın zamanıdır; bunu en kestirme yolu da, idrak edilmiş şekliyle ‘Benim Nefsim Ne Köpek’ diyebilmektir.

“Çağımızda savaşlar metafiziktir” hikmetini anlamaya giden yol da, herhâlde buradan geçer.

Furkan Dergisi, s. 41, Ekim-Kasım 2011
 

Kaim

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2010
Mesajlar
2,197
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
abi benimkide köpek be!

şeytanın işbirlikcisini taşıyoruz yanımızda.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt